Daha Güvenli ve Daha Dayanıklı Bir Bankacılık Sistemine Yönelik Bütünleşik Bir Yaklaşım” [Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) Genel Müdürü Agustín Carstens’in Peru Merkez Bankası’nca düzenlenen Bretton Woods Komitesi’ni Yeniden İcat Etme ve Amerikan Ülkeleri Kalkınma Bankası 15. Yıllık Konferansı’nda (“Küresel Ekonominin Yeniden Yapılandırılması”) Yaptığı 19 Temmuz 2024 tarihli Açılış Konuşması]

Öncelikle, yalnızca Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) değil, aynı zamanda birçok başka yargı alanında da karşılaşılan bankacılık alanındaki temel güncel politika konularının çoğunu kapsayan bu etkinliğe konuşma yapmak üzere beni davet ettiği için Lorie Logan’a teşekkür etmek istiyorum.

Mart 2023’te İsviçre ve ABD’de yaşanan bankacılık krizleri, sağlam banka yönetişimi ve risk yönetiminin, güçlü banka gözetimi ve düzenlemesinin, merkez bankaları tarafından likidite sağlanmasına yönelik uygun mekanizmaların, etkili mevduat sigortasının ve yeterli tasfiye rejimlerinin önemini ortaya koymuştur.

Bugün vurgulamak istediğim nokta, bu boyutları bir şekilde izole değil, bütünsel ve entegre bir şekilde düşünmemiz gerektiğidir. Bunu yaparken likidite riskine odaklanacağım, ancak kendimi bununla sınırlamayacağım. Likidite riski, bankaların gerçekleştirdiği vade ve likidite dönüşümü nedeniyle bankacılığın doğasında vardır.

Likidite sorunları birçok nedenden dolayı ortaya çıkabilse de, çoğunlukla ödeme gücü ve iş modelleri hakkındaki temel endişeleri yansıtırlar. Bu, özellikle Mart 2023 bankacılık karmaşasında belirginleşmiştir.

Credit Suisse ve Silicon Valley Bank’ın (SVB) başarısızlığının temel tetikleyicilerinden biri, piyasanın önemli miktarda ek sermaye toplamaları gerektiğini ancak bunu yapamayacaklarını sürpriz bir şekilde fark etmesiydi. Sermaye toplama ihtiyacı ve yetersizliği, bu bankalardaki temel sorunları yansıtıyordu. Credit Suisse örneğinde, uzun yıllar boyunca kötü yönetim ve kötü kurumsal yönetişim, yatırımcılar arasında iş modelinin sürdürülemez olduğu yönündeki algının artmasına yol açmıştır. 2022 yılı sonlarında varlık yönetimi müşterilerinin yaptığı büyük çekişler, zayıf bir iş modelinin hem bir işareti hem de sonucuydu. Bunu Mart 2023’te bankanın toptan ve türev piyasalarından fonlamasının kesilmesi izlemiştir. SVB örneğinde ise, yükselen faiz oranlarına karşı korunmasız maruz kalma, bankanın ödeme gücünü tehdit eden büyük kayıplara yol açarken, banka büyük likidite tamponlarına sahip değildi. Bu eksiklikler, SVB’nin zayıf risk yönetimine ve yetersiz kurumsal yönetişime sahip olduğu gerçeğini yansıtmaktadır. Ardından hızlı mevduat çekişleri gerçekleşmiştir.

Yani, banka temelleri hakkındaki şüpheler sıklıkla likidite sorunları olarak kendini gösterir. Elbette, sağlam finansal kurumlar bile belirli piyasalar düzgün işlemeyi bırakırsa likidite açıklarıyla karşılaşabilir.

Likidite sıkıntısını önleme veya yönetmeye yönelik iyileştirilmiş yaklaşımlar, bankaların ve diğer finansal kurumların iflas etme olasılığını azaltır. Ayrıca piyasalar arasında bulaşmayı önlemeye yardımcı olabilirler. Örneğin, ödeme gücü olan (solvent) bankalar için merkez bankası likidite desteği sağlanmasını veya iflas etmiş olanların düzenli bir şekilde tasfiye edilmesini, satılmasını veya çözümlenmesini kolaylaştırarak iflasların maliyetini daha da azaltabilirler.

Başlangıç noktası bankaların kendi kurumsal yönetişim ve risk yönetimi uygulamaları olmalıdır. Ne var ki, tarih bize bunun gerekli olduğunu ancak yeterli olmadığını söylüyor.

Bu nedenle, ihtiyati gözetim ve düzenleme kilit önemde olmaya devam etmektedir. Örneğin, İsviçre ve ABD vakalarında, banka denetçileri çeşitli nedenlerle, bu bankalar kurumsal yönetişim ve risk yönetiminde açık zayıflıklar gösterdiğinde, güçlü ve hızlı denetim yaptırımı eylemleri gerçekleştirememiştir. Daha önce de belirttiğim gibi, denetimin, bankaların zayıflıklarını erken bir aşamada tespit edebilmesini ve bankaların bunları ele almasını sağlamak için güçlü bir şekilde hareket edebilmesini sağlamak için güçlendirilmesi gerekmektedir[1]. Bunu yapmak için, denetçilerin operasyonel bağımsızlığa sahip olmaları, ileriye dönük kültürlerini güçlendirmeleri ve uzmanlık geliştirmek ve yenilikçi teknolojiden yararlanmak için daha fazla kaynak ayırarak yeteneklerini sürekli olarak iyileştirmeye çalışmaları gerekecektir. Küresel düzeyde, bankacılık denetimine daha fazla kaynak yatırmak acildir.

İhtiyati düzenleme açısından, Basel III reformlarının uygulanması bankaların hem ödeme gücü hem de likidite açısından dayanıklılığında net bir iyileştirme sağlamaktadır. Elbette, Basel III tüm banka iflaslarını önlemek için tasarlanmamıştır ve tüm bankalara uygulanmamaktadır. Örneğin; SVB, Basel III tarafından getirilen likidite kapsama oranı (liquidity coverage ratio) düzenlemesine tabi değildi ve bu bankanın satışa hazır menkul kıymetlerindeki (available for sale securities) gerçekleşmemiş zararlar Basel standartlarında öngörüldüğü gibi düzenleyici sermayeden düşülmemiştir. Bununla birlikte, bankacılık sistemindeki genel sermaye ve likidite seviyelerini yükselterek, Basel Çerçevesi bankaların dayanıklılığını artırmakta, güveni desteklemekte ve bulaşmayı sınırlandırmaktadır. Bu nedenle, Basel III uygulamasının tüm büyük yargı bölgelerinde tamamlanması önemlidir.

Daha iyi düzenleme ve denetime ek olarak, merkez bankalarının son çare olarak borç veren işlevi (lender of last resort function of central banks) de iyileştirilebilir. Merkez bankalarının son çare olarak borç veren işlevini yerine getirebilmesi uygun ve önemli olsa da; bu, merkez bankaları, finansal sistem veya toplumun geneli için ne maliyetsiz ne de risksizdir. Buna aşırı güvenmek piyasa disiplinini zayıflatır ve kırılganlıkların oluşmasına katkıda bulunur. Ve merkez bankalarını ve dolayısıyla vergi mükelleflerini potansiyel olarak büyük yükümlülüklere maruz bırakır.

Son olarak, mevduat sigortasının kapsamı çerçevenin bir diğer önemli unsurudur. Sigortasız mevduatın büyük bir kısmı, iflas eden ABD bankalarından büyük ölçekli ve hızlı mevduat çekişlerinin önemli bir itici gücüydü. SVB ve Signature Bank’ın çöküşünden sonra, tüm mevduat sahipleri sistemik risk istisnası kapsamında korunmuştur. Bu bankalar, daha büyük bankalara uygulananlardan daha hafif düzenleyici yükümlülüklere tabi olduklarından, sistemik risk istisnası, hayattayken sistemik olarak kabul edilmeyen bankaların iflasıyla başa çıkmak için kullanılmıştır. Bunun ışığında, bu bankaların sistemik hale geldiği koşulları ve hayatta olduklarında yeterince katı gözetim ve düzenleyici yükümlülüklere tabi olmalarını nasıl sağlayabileceğimizi tartışmanın bir değeri var gibi görünmektedir.

Tüm bunlar, likidite riskini sınırlamak için bütünsel ve entegre bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Daha önce bahsettiğim likidite riskini ele almak için çeşitli önlemlerin hepsinin maliyetleri ve sınırlamaları vardır. Bu yüzden tek bir tanesine güvenmemeliyiz. Bunun yerine, etkileşimlerini anlamalı ve uygun bir karışım tasarlamalıyız. Aynı zamanda, yaklaşımların en iyi kombinasyonunun muhtemelen her yargı bölgesinin belirli özelliklerine bağlı olacağını kabul etmeliyiz.

Şimdi, likidite risklerinin yönetimi ve stres dönemlerinde likiditenin sağlanması için mevcut araç setini nasıl iyileştirebileceğimize geçelim.

Genellikle sorulan sorulardan biri, likidite düzenlemelerinde ayarlamalar gerekip gerekmediğidir. Mart 2023’teki olaylar ışığında, likidite kapsama oranı ve net istikrarlı fonlama oranı (net stable funding ratio) koşullarının gözden geçirilmesinin bir miktar değeri vardır. Ancak bu, Basel III’ün tüm yönlerinin eksiksiz ve tutarlı bir şekilde ve mümkün olan en kısa sürede uygulanması ihtiyacına ikincil olmalıdır. Bununla birlikte, Basel Komitesi’nin orta vadede likidite riski ile ilgili politika seçeneklerini araştıracağını görmekten memnuniyet duyuyorum. Bunun ötesinde, likidite tamponlarının kullanılabilirliğini nasıl iyileştireceğimizi düşünmek için bir alan mevcuttur. Ancak burada neyi başarmayı umabileceğimiz konusunda gerçekçi olmamız gerekmektedir. Bankaların tüm aşırı likidite çekilme senaryolarına dayanacak kadar büyük tamponlar korumasını bekleyemeyiz.

İhtiyatlı likidite düzenlemesinin tasarımına ilişkin bir diğer önemli husus, yüksek kaliteli likit varlıklar (high-quality liquid assets) olarak kabul edilen araçların muhasebe işlemiyle ilgilidir; özellikle araçların vadesine kadar tutulanlar olarak sınıflandırılmasının bankaların gerektiğinde bunları paraya çevirme yeteneğini veya isteğini etkileyip etkilemeyeceğidir. SVB’nin durumunda, muhasebe amaçları için vadesine kadar tutulanlar olarak kaydedilen menkul kıymetlerinin, bir likidite tamponunun parçası olarak kabul edilseler bile, piyasa değerine göre değerlenmesine gerek yoktu. Ancak bu tahviller çıkışları karşılamak için satılacaksa, bankanın zararları tanıması gerekiyordu. Bu ani zarar tanıma (sudden loss recognition), bankayı tamamen istikrarsızlaştırdı, çünkü en kötü olası senaryoda, yani likidite ihtiyaçları şiddetlendiğinde, onu sermaye yetersizliği durumuna itmiştir. Açıkça bu durumlardan kaçınılması gerekir.

Likidite düzenlemesinin ötesinde, dört önlemin etkileşimini vurgulamak istiyorum: merkez bankası olanakları aracılığıyla likidite sağlanması, işletme yönetişimi, iç likidite risk yönetimi ve gözetim (liquidity provision through central bank facilities, business governance, internal liquidity risk management and supervision). Mart 2023’te ortaya çıkan zayıflıkları göz önünde bulundurarak bu dört önleme odaklanıyorum. Önemli bir hedef, stres durumunda yalnızca ex post (sonradan) likidite yardımı yerine ex ante (önceden) dayanıklılığı artırmaktır.

Bankaların kriz zamanlarında teminatın önceden konumlandırılması yoluyla merkez bankası likiditesine erişebilmelerini sağlamak için son önerilerle başlayayım. Genel olarak, teminatın önceden konumlandırılması konusunda iki öneri var gibi görünmektedir. Bunlardan biri, tüm mevduat ve kısa vadeli borçlar dâhil olmak üzere tüm çalıştırılabilir/işletilebilir yükümlülüklere (runnable liabilities) karşı önceden konumlandırma yapmak ki; Mervyn King ve Paul Tucker tarafından “her mevsimde tefecilik” (pawnbroker for all seasons) olarak adlandırılır. Diğeri ise yakın zamanda Otuzlar Grubu tarafından önerildiği gibi, sigortalı mevduat dışındaki tüm işletilebilir yükümlülüklere karşı önceden konumlandırma yapmak.

Bu önerilerin lehine birkaç gerekçe vardır. Bunlar, kurumların ihtiyaç duyduklarında merkez bankası likiditesine sorunsuz bir şekilde erişebilmelerini sağlayabilir ve mevcut düzenlemelere göre merkez bankası için daha az finansal risk oluşturabilir. Merkez bankası likiditesine erişimin mevcudiyeti güveni artırabilir ve hücum riskini azaltabilir, bu da imkânların (facilities) ihtiyaç duyulma olasılığını azaltır. Ön konumlandırma yükümlülükleri (pre-positioning requirements) ayrıca bankaları aşırı risk almaktan uzaklaştırmaya yardımcı olabilir. Gerçekten de, ön konumlandırma bazı yargı bölgelerinde hâlihazırda mevcuttur, ancak doğrudan çalıştırılabilir yükümlülükler ile bağlantılı değildir.

Ne var ki, teminatın önceden konumlandırılmasının dezavantajları da vardır. En önemlisi, işletilebilir yükümlülükler ile ilgili olarak zorunlu hale geldiğinde, piyasa bankaların her zaman asgari teminat tutarını ve stres dönemlerinde daha fazlasını korumasını bekleyebilir. Sonuç olarak, önceden konumlandırılmış teminat daha az kullanılabilir hale gelebilir. Dahası, özellikle sistemik likidite stresi altında, kırpmalarını (haircuts) kalibre etmek zordur. Ayrıca, merkez bankasının teminat önceden konumlandırma politikası bankaları varlık profillerini değiştirmeye ve böylece kredi tahsisini etkilemeye sevk edebilir ki; bu da merkez bankalarının genellikle kaçınmaya çalıştığı bir şeydir.

Ön konumlandırmanın maliyet ve faydalarını tartarken, bunu izole bir şekilde görmemeliyiz. Bunun yerine, bunu banka kurumsal yönetişim uygulamaları bağlamında ele almalıyız. Prensip olarak, ön konumlandırma yükümlülükleri banka kurumsal yönetişimindeki zayıflıkları ele almak için araç setinin bir parçası olabilir. Örneğin, kurumsal yönetişim veya likidite yönetimi uygulamalarının bazı yönlerinde yetersiz kalan bankalar daha sıkı ön konumlandırma koşullarına tabi olabilir. Bu, finansal kurumların genel likidite risk profilini veya yükümlülüklerinin yürütülebilirliğini azaltarak ön konumlandırma yükümlülüklerini düşürmek için önlemler almaları için bir teşvik yaratacaktır. Likidite riskini düşürmek için çeşitli önlemler arasındaki etkileşimi göz önünde bulundurarak –merkez bankası likidite olanakları, gözetim ve dâhili risk yönetimi (central bank liquidity facilities, supervision and internal risk management)- bankaların merkez bankasından böyle bir yardıma ihtiyaç duyma olasılığını azaltabilir ve böylece önceden dayanıklılığı güçlendirebiliriz.

Bankaların stres zamanlarında kullanılabilir teminata sahip olmasını sağlamanın bir başka yolu da bankaların merkez bankası likidite olanaklarından yararlanmaya hazır olmalarını sağlamaktır. Mart 2023 hadiseleri bu tür bir hazırlığın önemini göstermiştir. Örneğin, SVB iskonto penceresinden borç alma yeteneğini test etmemişti ve yeterli teminat ve operasyonel çerçevelerden yoksundu. Bu durumda, artırılmış gözetim merkez bankası likidite olanaklarının etkinliğini artırmaya yardımcı olabilir. Özellikle, denetçiler ve merkez bankaları, bazı yargı bölgelerinde yapıldığı gibi, bankalarla düzenli olarak ayrıntılı likidite stres senaryosu tartışmalarına girebilirler. Bu tür hazırlık egzersizleri, bankaların ön konumlandırma için mevcut varlık türlerini belgelemelerini, gerekli yasal hazırlıkları tamamlamalarını ve merkez bankası likiditesini teminata karşı kullanmaya yönelik operasyonel hazır olmalarını göstermelerini gerektirecektir. İlave bir fayda olarak, bu önlemler bankaların kurumsal yönetişimini, özellikle iç kontrol ve risk değerlendirme mekanizmalarını iyileştirmeye de yardımcı olacaktır.

Bu iki örnekte görüldüğü gibi, likidite risklerinin yönetimini nasıl güçlendireceğimizi düşünürken alternatif önlemleri tek başına ele almamalıyız. Özellikle, daha güçlü gözetim ve iç yönetim ile likidite yönetimine daha fazla vurguyu, merkez bankası likidite sağlama sisteminin iyileştirilmesiyle birleştirmeye bakmalıyız.

Banka dışı finansal aracı kuruluşlar (non-bank financial intermediaries) hakkında birkaç söz söyleyeyim. Basel III yalnızca bankalar için geçerlidir. Banka dışı finansal aracı kuruluşlar söz konusu olduğunda, düzenleyici ilerleme eksik kalmıştır. Bankalar ve banka dışı finansal aracı kuruluşlar arasındaki bağlantılar zamanla artmıştır. Örneğin, hızla büyüyen özel kredi fonlarının bankalarla likidite hatları vardır. Bu nedenle, banka dışı finansal aracı kuruluşlar likidite sorunlarıyla karşılaştıklarında, bankaların likidite hatlarını aşağı çekeceklerdir ve bu da bankalar üzerinde baskı yaratabilir. Dahası, son beş yılda büyük gelişmiş ekonomilerdeki Devlet tahvili piyasalarında yaşanan ciddi kesintiler, çeşitli banka dışı finansal aracı kuruluş türlerinin finansman ve piyasa likidite şoklarını finansal sistem genelinde yaymadaki rolünü vurgulamıştır. Bu nedenle, uluslararası standart belirleyici otoritelerin likidite uyumsuzluklarını ve kaldıraçları sınırlayarak banka dışı finansal aracı kuruluşların dayanıklılığını artırma çalışmalarının canlılıkla sürdürülmesi gerekmektedir.

Artık bitireyim. Basel III kapsamındaki düzenleyici ve denetleyici çerçevelerin iyileştirilmesi, küresel olarak daha güvenli ve daha dayanıklı bankacılık sistemleri getirmiştir. Bununla birlikte, Mart 2023’teki bankacılık kargaşası ve merkez bankalarının acil likidite yardımı sağlamak için devreye girmeleri çağrısı, bize iyileştirme için bir alan olduğunu göstermektedir.

Öncelik Basel III’ü tam olarak uygulamaktır. Bunun ötesinde, likidite risk yönetimini, kurumsal yönetişimi ve merkez bankası likidite sağlamasını nasıl geliştirebileceğimizi düşünmenin zamanı gelmiştir. Bunu yaparken bütünsel bir yaklaşım benimsememiz gerekmektedir.

Teminatın önceden konumlandırılması bu çabada önemli bir unsur olabilir, ancak yöntemler önemlidir ve olası olumsuz etkilerden kaçınılması gerekir.

İlginiz için çok teşekkür ederim.

[1] Bkz. A Carstens, “Investing in banking supervision”, speech at the European Banking Federation International Banking Summit, Brussels, 1 June 2023 (<https://www.bis.org/speeches/sp230601.htm>).

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.