Uluslararası Ceza Hukuku [Derleme]*

“Hocam (idari yargı) Prof. Dr. Ali Ülkü Azrak anısına…”

Giriş

Uluslararası ceza hukuku, küresel adaletin karmaşık dokusunda, ulusal sınırları aşan ağır ihlallerden bireyleri sorumlu tutan ilkeleri bir araya getiren önemli bir konu olarak öne çıkmaktadır.

Bu derlemede uluslararası ceza hukukunun özü, tanımı, tarihsel gelişimi ve temelini oluşturan kaynaklar incelenmektedir.

Bu hukuk disiplininin küresel adaleti sağlama ve uluslararası suçları caydırmadaki önemi çok büyüktür ve kapsamını anlamak, uluslararası hukukun işleyişiyle ilgilenen herkes için elzemdir.

  1. Uluslararası Ceza Hukukunun Tanımı

Uluslararası ceza hukuku, soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve saldırı gibi uluslararası öneme sahip suçlardan dolayı bireylerin kovuşturulmasına odaklanan bir özel hukuk alanıdır.

Belirli bir ülkenin yargı yetkisi içindeki suçlarla ilgilenen ulusal ceza hukukundan farklı olarak, uluslararası ceza hukuku küresel çapta uygulanır.

İnsan hakları veya uluslararası insancıl hukuk gibi diğer uluslararası hukuk dallarından farklıdır, ancak bunlar sıklıkla kesişir ve birbirlerini etkiler. Özünde, uluslararası ceza hukuku, uluslararası topluma karşı en ciddi suçları ele alarak uluslararası barışı ve güvenliği korumayı amaçlar.

  1. Uluslararası Ceza Hukukunun (Kısa) Tarihsel Gelişimi

Tarihte yaşanan vahşetler ve tarihin öğrettiği dersler uluslararası ceza hukukunun gelişimini şekillendirmiştir.

  1. Dünya Savaşı’ndan sonra bireylerin savaş suçlarından uluslararası alanda ilk kez hesap verdiği Nürnberg ve Tokyo duruşmalarından, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi [International Criminal Tribunal] ve Ruanda gibi geçici mahkemelerin kurulmasına kadar, uluslararası ceza hukuku önemli ölçüde gelişmiştir.

Bu tarihi dönüm noktaları, uluslararası suçları ve adaleti düzenleyen çağdaş hukuki çerçeve ve ilkelerin temelini oluşturmuştur.

  1. Uluslararası Ceza Hukukunun Kaynakları

Uluslararası ceza hukukunun kaynakları çeşitli olup; antlaşmalar, uluslararası örf ve adet hukuku ve uluslararası toplum tarafından tanınan genel hukuk prensiplerini içerir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni [International Criminal Court] kuran Roma Statüsü gibi antlaşmalar, uluslararası suçları tanımlama ve kovuşturmada önemli bir rol oynar.

Devletlerin tutarlı uygulamalarından türetilen örf ve adet hukuku ile adalet ve hakkaniyet ilkeleri gibi genel ilkeler de bu alanın hukuki temellerinin oluşmasına önemli katkı sağlamaktadır.

Uluslararası sözleşmeler ve protokoller, uluslararası suçların kovuşturulması ve yargılanmasına rehberlik eden hukuki çerçeveleri ve normları daha da sağlamlaştırmaktadır.

  1. Uluslararası Hukukta Temel/Çekirdek Suçlar

Uluslararası ceza hukuku, küresel toplum için en büyük endişe kaynağı olan birkaç temel suçu belirler. Ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etme niyetiyle işlenen eylemler olarak tanımlanan soykırım, en ağır suçlardan biridir.

Savaş suçları, sivilleri kasten hedef almak veya savaş esirlerine kötü muamele etmek gibi savaş kurallarının ve geleneklerinin ciddi şekilde ihlal edilmesini içeren bir diğer önemli kategoridir.

Sivil halka karşı yaygın veya sistematik saldırıları içeren insanlığa karşı suçlar (cinayet, köleleştirme ve işkence gibi) da uluslararası hukuk kapsamında kovuşturulmaktadır.

Son olarak, bir devletin diğer bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı silahlı güç kullanmasını içeren saldırganlık suçu, temel suçlar listesini tamamlar. Uluslararası sözleşmeler ve uluslararası örf ve adet hukuku da dâhil olmak üzere çeşitli yasal çerçeveler bu suçları düzenler.

Uluslararası ceza hukuku, uluslararası suçların dört ana kategorisini ana hatlarıyla belirtir: soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu [genocide, crimes against humanity, war crimes and the crime of aggression]. Sonuncular, uluslararası toplumun üyeleri arasında hâlâ tartışma konusu olan terörizm ve korsanlık (sadece birkaçını saymak gerekirse) gibi diğer kategori suçlarından ayırmak için ‘çekirdek/temel’ [core] uluslararası suçlar olarak tanımlanır.

Uluslararası toplum, hukukun üstünlüğüne saygı, gelecekteki ihlallerin caydırılması ve mağdurlara tazminat ve adalet sağlanması açısından bu “temel suçlar” [core crimes] için cezai hesap verebilirliğin temel öneme sahip olduğunu düşünür.

Bu suç teşkil eden davranışların uluslararası toplumu bir bütün olarak etkilediği düşünülmektedir ve dolayısıyla tüm devletlerin bu özellikle iğrenç suçların işlenmesini önleme ve failleri sorumlu tutma konusunda çıkarları vardır. Gerçekten de, uluslararası suçların failleri kendi doğrudan eylemleri veya ihmalleri temelinde veya bir suçu emredip kolaylaştırdıkları zaman mahkûm edilebilirler. Buna, suçları doğrudan işleyenler ve en üst siyasi ve askeri düzeylerde bu tür eylemlerin planlanması ve yetkilendirilmesinde yer alanlar dâhildir. Bu nedenle, uluslararası suçlar için bireysel cezai sorumluluk, devletin sorumluluğuyla paralel tutulabilir.

Uluslararası suçlar, 19. yüzyılın sonlarında savaş zamanında askeri davranış kurallarını belirleyen ilk Lahey Sözleşmeleri’nden başlayarak, 1998 yılında dört “temel suç” (soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçu) üzerinde yargı yetkisine sahip Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni kuran Roma Statüsü’ne kadar çeşitli uluslararası sözleşmeler ve anlaşmalarla zaman içinde tanımlanmıştır.

Uluslararası suçların en kapsamlı modern kodifikasyonunu temsil eden Roma Statüsü hükümleri temelinde, dört “çekirdek suçun” özellikleri aşağıda incelenecektir.

4.1. Soykırım

Soykırım, Roma Statüsü’nde aşağıdaki eylemlerden biri olarak tanımlanır:

(a) Grubun üyelerini öldürmek;

(b) Grubun üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar vermek;

(c) Grubun fiziksel olarak tamamen veya kısmen yok olmasını sağlayacak yaşam koşullarını kasten zorlamak;

(d) Grup içinde doğumları engellemeyi amaçlayan önlemler almak;

(e) Grubun çocuklarını, “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu tamamen veya kısmen yok etme niyetiyle” başka bir gruba zorla nakletmek.

Soykırım esasen insan çeşitliliğine bir saldırı olarak kabul edilir. Terim Holokost düşünülerek oluşturulmuştur, Yunanca ‘geno’ (kabile veya ırk) sözcüğünden ve Latince ‘caedere’ (öldürmek) fiilinden oluşur. Soykırımın özü, bir grubun kolektif bir varlık olarak, uluslararası toplumun bir unsuru olarak bütünlüğünün ve ahlaki onurunun yok edilmesidir.

Nürnberg kararında Holokost, zulüm ve imhayı da içeren ‘insanlığa karşı suçlar’ kavramı altında cezalandırılmıştır. Nürnberg kararından sadece bir yıl sonra, 1946 yılında, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, soykırımın uluslararası hukuk uyarınca bir suç olduğunu ‘teyit eden’ bir karar kabul etmiştir. BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, sonunda suçu 1948 yılında bağımsız bir eylem olarak tanımlamıştır. Sözleşmenin tanımı daha sonra eski Yugoslavya, Ruanda ve son olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi için özel mahkemeler gibi uluslararası ceza mahkemelerinin ve hâkimliklerinin [tribunal] tüzüklerinde yeniden istihsal edilmiştir.

Soykırım suçunun ruhu, korunan belirli mağdur gruplarına saldırıda yatar. Soykırım yalnızca ulusal, etnik, ırksal veya dini gruplara karşı işlenebilir. Siyasi veya kültürel gruplar gibi diğer gruplar başlı başına korunan gruplar olarak tanınmaz. Soykırım, korunan bir grubun fiilen yok edilmesini gerektirmez. Ancak, Sözleşmeye göre, sayılan eylemler failin grubu tamamen veya kısmen yok etme ‘kastıyla/niyetiyle’ (‘özel kast’) işlenmelidir. Dahası, Soykırım, kışkırtmanın açıkça yasaklandığı tek suçtur. Yasak, soykırımın genellikle kitlesel seferberlik yoluyla yayıldığını hesaba katar.

Sosyal, tarihsel ve dilsel özellikler gibi kültürel faktörler, bir grubun ırksal, etnik, dinsel veya ulusal bir grup olarak nitelendirilip nitelendirilmediğini açıklamak için sıklıkla gerekli olduğundan, kültürel yıkımın soykırıma ne ölçüde yol açabileceğinin tanımı uzun bir tartışmaya yol açmıştır.

4.2. İnsanlığa karşı suçlar

İnsanlığa karşı suçlar, en kapsamlı modern antlaşma kodifikasyonunu içeren Roma Statüsü’nün 7. maddesinde aşağıdaki eylemler olarak tanımlanmıştır:

(a) Cinayet;

(b) İmha;

(c) Köleleştirme;

(d) Nüfusun sınır dışı edilmesi veya zorla nakli;

(e) Uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal ederek hapis veya diğer ciddi fiziksel özgürlükten yoksun bırakma;

(f) İşkence;

(g) Tecavüz, cinsel kölelik, zorla fuhuş, zorla hamile bırakma, zorla kısırlaştırma veya benzer ağırlıktaki herhangi bir başka cinsel şiddet biçimi;

(h) Bu fıkrada atıfta bulunulan herhangi bir eylemle veya Mahkemenin yargı yetkisine giren herhangi bir suçla bağlantılı olarak, üçüncü fıkrada tanımlandığı şekilde siyasi, ırksal, ulusal, etnik, kültürel, dini, cinsiyet veya uluslararası hukuk uyarınca evrensel olarak kabul edilemez olarak tanınan diğer gerekçelerle herhangi bir tanımlanabilir grup veya topluluğa karşı zulüm;

(i) Kişilerin zorla kaybedilmesi;

(j) Apartheid suçu;

(k) Benzer nitelikteki diğer insanlık dışı eylemler, kasıtlı olarak büyük acıya veya bedene, ruhsal veya fiziksel sağlığa ciddi zarara neden olma.

Madde 7’nin birinci fıkrası, bir kısmı birçok ulusal yasal çerçeve tarafından da ortak suçlar olarak kabul edilen bahsi geçen eylemlerin, herhangi bir sivil nüfusa yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlenmesini gerektirir.

İnsanlığa karşı suçlar kavramının, imha fikri gibi soykırımın bazı özelliklerini koruduğu açıktır. Ancak, insanlığa karşı suçlar soykırımdan farklıdır, çünkü ikincisi, milliyet, etnik köken, ırk veya din ile tanımlanan bir grup olarak kurbanların kolektif doğasına odaklanırken, suçların işlenmesinin kolektif doğasını cezalandırmaya eğilimlidir. İnsanlığa karşı suçlar, hedeflenen nüfusta bulunmaları nedeniyle risk altında olan sivil nüfusa yönelik saldırılardır.

Temel fikir, yaygın veya sistematik bir şiddet yoluyla sivil nüfusa zarar veren bir örgütün kolektif eyleminin olduğu yerde, suçun artık yerel hukuk uyarınca sıradan bir suç değil, uluslararası bir suç olduğudur. Bu nedenle, insanlığa karşı suçları yerel suçlardan ayıran özel unsur, sivil nüfusa yönelik yaygın veya sistematik bir saldırının parçası olarak işlendiği bağlamdır.

Uluslararası hukukta önemli bir gelişmeye işaret eden insanlığa karşı suçlar, ilk kez Nürnberg Mahkemesi Tüzüğü’nde yasalaştırılmıştır. Gerçekten de, o zamana kadar, bir devletin kendi vatandaşlarına karşı davranışları kesinlikle bir iç meselesi olarak kabul ediliyordu. Bununla birlikte, ilk kanunlaştırmada, insanlığa karşı suçlar, diğer suçlarla bağlantısı olmadan bağımsız olarak suçlanamazdı, savaş suçları veya barışa karşı suçlarla (saldırı) bağlantılı olmalıydı. Büyük uluslararası ceza mahkemelerinin tüzüklerinde ve son olarak Roma Statüsü’nde görüldüğü gibi, insanlığa karşı suçlar kavramı daha sonra savaşla ilgili bağlantısından çıkarılmış ve insan hakları geleneğiyle daha uyumlu bir şekilde geliştirilmiştir. Gerçekten de, insanlığa karşı suçlar artık hem silahlı çatışma bağlamında hem de barış zamanında işlenebilir. Suçun tanımında ‘siviller’ kavramına yapılan atıf, savaş suçlarıyla olan tarihi bağlantının tek hatırlatıcısıdır.

İnsanlığa karşı suçlar iki suç kategorisine ayrılabilir. Birincisi, cinayet türü suçları kapsar. Bunlara cinayet, imha, köleleştirme, sürgün veya zorla nüfus transferi, işkence, cinsel şiddet eylemleri veya kişilerin zorla kaybedilmesi dâhildir. Bazıları, ancak hepsi değil, ulusal hukuk sistemlerinde cezai suçtur. Bunlar, zalimlikleri ve barbarlıkları nedeniyle uluslararası alanda yasaklanmıştır. İkinci suç türü ise, ‘zulüm’ ile ilgilidir. Bunlar genellikle ırksal, dini veya siyasi nedenlerle belirli bir insan grubuna zulmetmeye yöneliktir ve genellikle ulusal hukuk sistemlerinde suç olarak kabul edilmeyebilir veya yasaklanmayabilir.

İnsanlığa karşı suçların sivil nüfusa yönelik saldırı kavramı, silahlı kuvvet kullanımı ve her türlü kötü muamele veya ayrımcı uygulama dâhil olmak üzere geniş bir şekilde anlaşılır. Bir saldırı, büyük ölçekte gerçekleştirilirse ve belirli bir sayısal eşik olmasa bile çok sayıda kurbanla sonuçlanırsa ‘yaygın’ olarak kabul edilir. Saldırıları tanımlamak için kullanılan ‘sistematik’ terimi, benzer suç davranışlarının düzenli olarak tekrarlanması gibi organize doğalarına atıfta bulunur. Tekrarlayan unsur bulunmadığında, saldırıların sistematik doğası, saldırılarla ilgili bir planın varlığı veya örneğin, bir topluluğu yok etmek veya zayıflatmak için belirli bir politika veya ideolojinin varlığı, ayrımcı önlemler, nüfusun demografisini değiştiren önlemler veya planın oluşturulmasında üst düzey siyasi ve/veya askeri liderlerin katılımı gibi diğer faktörlerle de doğrulanabilir.

4.3. Savaş suçları

Savaş suçları, uluslararası suçların en eski kategorisidir. Bunlar, geleneksel olarak jus in bello (savaş hukuku) olarak bilinen uluslararası insancıl hukuka dayanır ve uluslararası kamu hukukunun bağımsız bir dalıdır. Uluslararası insancıl hukuk, silahlı bir çatışmaya giren tarafların davranışlarını düzenler ve acıyı ve zararı en aza indirmeyi amaçlar. Askeri gereklilikler ve insani kaygılar arasında bir dengeye dayanır. Gerçekten de, silahlı çatışmada, düşmanın askeri hedeflerine saldırmak gibi belirli şiddet eylemlerine izin verilir (yasal) ve diğerleri yasaktır (yasadışı). Uluslararası insancıl hukuk, bir tarafta insani ‘acıyı önleme veya hafifletme’ taahhüdü, diğer tarafta düşmanı yenmenin pragmatik savaş gerekliliği olmak üzere iki farklı bakış açısını uzlaştırarak hem yasal hem de yasadışı şiddet eylemlerini düzenler.

Tarihsel olarak, uluslararası insancıl hukukun kodifikasyonunda bir dönüm noktası, Solferino Muharebesi ve ardından yaralı savaşçıların durumunun iyileştirilmesi için ilk Cenevre Sözleşmesi’nin çıkarılmasıyla belirlenmiştir. Uluslararası insancıl hukuk kuralları gövdesi daha sonra, savaşanların askeri davranışlarındaki hak ve yükümlülükleri hakkındaki ‘Lahey yasası’ ve silahlı çatışma mağdurlarını ve savaş esirleri, tutuklular, siviller ve insani yardım görevlileri gibi belirli kategorilerdeki kişileri korumak için tasarlanmış ‘Cenevre yasası’ ile tamamlanmıştır.

Ancak, yalnızca uluslararası insancıl hukukun belirli ve ciddi ihlalleri “savaş suçu” olarak suç sayılmaktadır. İlk uluslararası insancıl hukuk hükümleri, bir ihlalin cezai sorumluluk gerektirip gerektirmediğini belirtmede başarısız olmuştur ve “savaş suçları hukuku” yirminci yüzyılda aşamalı olarak ve uygulama yoluyla geliştirilmiştir. Cenevre Sözleşmeleri ve Protokolleri bile, ağır ihlalleri “savaş suçu” olarak nitelendirerek, kavramsal bir bakış açısından belirli bir ilk karışıklığa neden olmuştur, çünkü “ağır ihlal” fikri, belirli ihlallerin suç olarak nitelendirilebilecek kadar ağır kabul edildiği, diğerlerinin ise kabul edilmediği bir hiyerarşiyi ima eder. Bir savaş suçunun temel ön koşullarından biri, suçun silahlı çatışmayla bağlantılı olmasıdır. Bu, savaş suçlarını sıradan suçlardan ayırmak için gerekli bir koşuldur.

Savaş suçları üzerine evrensel bir yargı yetkisi tesis edilmiştir ki; bu da bir Devlete, işlenen suç ile kovuşturan devlet arasında herhangi bir bağlantı olmasa bile suçluları kovuşturma hakkı verir. Bu ilkeyi etkili kılmak için, Devletlerin ulusal mevzuatında savaş suçları için evrensel yargı yetkisi tesis etmeleri gerekmektedir. Savaş suçları üzerinde evrensel yargı yetkisinin iddiasının temeli hem antlaşmalar hukukunda hem de uluslararası örf ve adet hukukunda bulunmaktadır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü, savaş suçlarını 8. maddede ele alarak bunların kapsamlı bir listesini sunar ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin savaş suçları ‘bir plan veya politikanın parçası olarak veya büyük ölçekli bir suç işlemenin parçası olarak’ işlendiğinde özellikle yargı yetkisine sahip olduğunu belirten ilave bir unsur içerir.

Savaş suçlarının büyük çoğunluğu, kişilerin ve mülkiyetin korunmasına dayanan uluslararası insancıl hukukun belirli temel ilkelerinin ihlaline dayanır. Birinci temel ilke, “silahlı çatışmanın taraflarının sivillere, savaş esirlerine ve yaralı veya hasta eski savaşçılara insanca davranmasını gerektiren savaşçı olmayanların korunması” ilkesidir. İkinci temel ilke, “ayrım” ilkesidir. Çatışmanın taraflarının her zaman siviller ile savaşçılar arasında ayrım yapmasını ve saldırıları yalnızca savaşçılara ve askeri hedeflere yöneltmesini gerektirir. Saldırılar sivillere veya mabetler, hastaneler veya askeri amaçlarla kullanılmayan özel konutlar gibi sivil hedeflere yöneltilmemelidir. Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü ayrıca, sivil korumaya hak kazandıkları sürece insani yardım ve barışı koruma misyonlarına yönelik saldırıları açıkça yasaklamaktadır. Uluslararası insancıl hukuk kapsamındaki üçüncü temel ilke ise “orantılılık” ilkesidir. Bu, böyle bir saldırının, öngörülen somut ve doğrudan askeri avantajla ilişkili olarak aşırı yan hasara (sivil can kaybı, sivillerin yaralanması ve sivil nesnelerin hasar görmesi gibi) neden olması bekleniyorsa, askeri bir hedefe saldırıyı yasaklar. Son olarak, dördüncü temel ilke, silahlı kuvvetler mensuplarına ve doğrudan düşmanlıklara katılan sivillere gereksiz yaralanma ve gereksiz acı çektirecek nitelikteki silahların, mühimmatın, malzemelerin ve savaş yöntemlerinin kullanılmasının yasaklanmasıdır.

4.4. Saldırganlık/Saldırı suçu

Saldırganlık, uluslararası ceza hukukundaki en tartışmalı suçlardan biridir. Savaş suçları gibi, esasen silahlı şiddetle bağlantılıdır. Yine de saldırganlık, jus in bello’nun (savaş hukuku) ihlalini değil, belirli güç başvuru biçimlerinin (jus ad bellum) suç sayılmasını içerir. Saldırganlık genellikle bir devletin başka bir devletin egemenliğine, toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı en ciddi ve tehlikeli yasadışı güç kullanım biçimi olarak tanımlanır.

Saldırganlık suçu, uluslararası hukuk düzeninde jus contra bellum’a doğru bir eğilimi vurgular ve bu eğilim, uluslararası ilişkilerde silahlı kuvvet kullanımının kısıtlanmasıyla karakterize edilir. Buna rağmen, suçun sorunlu bir geçmişi vardır ve çoğu tarihsel vakada, olaydan sonra kovuşturulmuştur.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü’nün ilk sürümünde, saldırı suçu yalnızca simgesel olarak Madde 5’e dâhil edilmişti ancak yargı yetkisinin kullanımı uygun bir tanımın formüle edilmesine bağlıydı. Devletler, ancak yıllar süren tartışma ve müzakerelerden sonra, 2010 tarihli Kampala İnceleme Konferansı’nda suçun tanımı ve Mahkeme’nin yargı yetkisini kullanabileceği koşullar konusunda anlaşmaya vardılar. Yeni tanım, bir kişinin, bir Devletin siyasi veya askeri eylemlerini etkili bir şekilde kontrol etme veya yönlendirme pozisyonunda olması durumunda, karakteri, ağırlığı ve ölçeği itibariyle Birleşmiş Milletler Şartı’nın açık bir ihlalini oluşturan bir saldırı eylemini planlamasını, hazırlamasını, başlatmasını veya gerçekleştirmesini “saldırganlık suçu” olarak tanımlamaktadır.

Uygulamada, saldırganlık türleri salt egemenlik ihlallerinden (örneğin hedefli hava saldırıları) yerinde varlıkla müdahalelere veya diğer yasadışı güç kullanımlarına kadar değişebilir. Bu eylemler yüksek sivil zayiatları veya can kaybını içerebilir ve barışı ve güvenliği bozabilir. Diğer durumlarda, sınırlı insan hasarına neden olabilir veya hatta barışı ve güvenliği veya insan haklarını koruma amacıyla uygulanabilir.

Ancak, bir davranışın “saldırganlık eylemi” olarak tanımlanmasını sınırlayan birkaç faktör vardır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü’nün 8. tekrar (bis) maddesinde belirtildiği gibi, saldırganlık suçu, “karakteri, ağırlığı ve ölçeği” itibarıyla “antlaşmanın açık bir ihlali”ni oluşturan bir eylemi gerektirir. Bu faktörler, saldırganlık suçunu, kuvvet kullanma yasağının genel ihlallerinden ayırır ve bunun sonucunda her yasadışı kuvvet kullanımı, saldırganlık için bireysel cezai sorumluluk gerektirmez.

Diğer suçlarla karşılaştırıldığında, saldırı suçu için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin devlet sevkinde veya kendiliğinden yargılamada sınırlı yargı yetkisi vardır. Gerçekten de, Mahkeme Roma Statüsü’ne taraf olmayan veya saldırı değişikliğini kabul etmemiş olan devletlerin kişileri üzerinde yargı yetkisi kullanamaz. Bu koşullar altında, saldırı üzerindeki yargı yetkisinin kullanılması bir Güvenlik Konseyi sevk olasılığına bağlıdır. Dahası, Roma Statüsü uyarınca bu suçun bir başka tuhaf özelliği, Devlet tarafların, diğer suç kategorileri için böyle bir korumadan yararlanmasına rağmen, devlet dışı taraflarca kendilerine karşı (yani kendi topraklarında) işlenen saldırı suçlarına karşı Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından korumadan yararlanmamasıdır.

  1. Uluslararası Ceza Hukukunun Genel İlkeleri

5.1. Yargı yetkisinin temelleri[1]

Devlet kendi topraklarında yargı yetkisini kullanır. Bu tür yargı yetkisi, yasa yapma, yasayı yorumlama veya uygulama ve yasayı yürürlüğe koymak için harekete geçme yetkisini içerir. Yargı yetkisinin icrası genellikle ulusal topraklarla sınırlı olsa da, uluslararası hukuk belirli durumlarda bir Devletin kendi toprakları dışında meydana gelen olaylar için yasama yapabileceğini veya bu olaylar hakkında karar verebileceğini kabul eder. Sınır aşan yargı yetkisinin [extraterritorial jurisdiction] temeli olarak bir dizi ilke öne sürülmüştür ki, bunlar şunları içerir:

  • Uyrukluk veya aktif kişilik ilkesi [davanın açıldığı Devletin (forum state) uyruğuna sahip kişiler tarafından işlenen eylemler];
  • Pasif kişilik ilkesi (davanın açıldığı Devletin vatandaşlarına karşı işlenen eylemler) veya
  • Koruyucu ilke (Devletin güvenliğini etkileyen eylemler).

Bu ilkeler Devlet uygulamalarında ve görüşlerinde farklı düzeylerde desteğe sahip olsa da, hepsi işlenen eylem ile yargı yetkisini iddia eden Devlet arasında bir bağlantı gerektirir. Sınır aşan yargı yetkisini iddia etmek için bir diğer temel olan evrensel yargı yetkisi böyle bir bağlantı gerektirmez.

Evrensel yargı yetkisi [universal jurisdiction], suçların işlendiği yer ve iddia edilen failin veya mağdurların uyruğundan bağımsız olarak, suçlar üzerinde yargı yetkisinin iddia edilmesidir. Evrensel yargı yetkisinin, tüm Devletler tarafından bastırılmasının haklı olduğu veya uluslararası kamu politikası ve belirli uluslararası antlaşmalar gereğince gerekli olduğu bir dizi suça uygulandığı kabul edilir.

5.2. Yasal sınırlamalar

Zamanaşımı veya bir suç durumunda kovuşturmaya yasal bir sınırlama uygulanması, suçun işlenmesi ile kovuşturma ve iddia edilen failin olası cezası arasında haksız gecikmelerin önlenmesini amaçlar. Yasal sınırlamalar, yasal işlemlerin iki yönünden birine uygulanabilir.

  • Zamanaşımı kovuşturma için geçerli olabilir: Suç işlendikten sonra belirli bir süre geçmişse, hiçbir ceza davası başlatılamaz ve hiçbir karara varılamaz.
  • Sınırlama yalnızca cezanın uygulanmasına uygulanabilir: Belirli bir sürenin geçmiş olması, cezai bir cezanın verilmesini engeller.

Çoğu hukuk sisteminde küçük suçlar için yasal sınırlamalar mevcuttur. Ancak, (daha) ciddi suçlar için, özellikle de genel (örf ve adet-gelenek) hukuka dayalı olanlar olmak üzere, birkaç hukuk sistemi, cezai kovuşturmanın başlatılması için yasal sınırlamalara izin vermez. Medeni hukukun geçerli olduğu ülkelerdeki yasama organları, ya ciddi suçlar için küçük suçlara göre çok daha uzun olan yasal sınırlamalar koymuşlardır ya da genel hukuk ülkelerinde olduğu gibi, bu tür sınırlamaların ciddi cezai suçlara tamamen uygulanmasına izin vermemektedirler.

Cezai yaptırımların uygulanmasının zamanaşımına uğraması daha az yaygındır. Genel hukukta böyle bir durum söz konusu değildir ve diğer hukuk sistemlerinde son derece sınırlıdır. Var olduğu yerlerde, zamanaşımı süreleri genellikle en ciddi suçlar için çok uzundur ve belirli suç türleri veya tehlikeli veya tekrarlayan suçluları içeren davalar için geçerli değildir.

5.3. Uluslararası hukukta belirli suçlar için yasal zamanaşımının bulunmaması

1949 tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 tarihli Ek Protokolleri, savaş suçları için zamanaşımı konusunda sessizdir.

1968 tarihli Birleşmiş Milletler Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlara Yasal Zamanaşımının Uygulanamazlığına Dair Sözleşme hem kovuşturmalara hem de cezaların verilmesine uygulanır. Savaş suçlarını (özellikle Cenevre Sözleşmelerinin ağır ihlallerini) ve ırk ayrımcılığı ve soykırım politikalarının bir sonucu olarak savaş ve barış zamanlarında işlenen insanlığa karşı suçları kapsar. Geriye dönük olarak yürürlüğe girer (Madde I) ve hükümleri uyarınca, Devletler tarafları mevcut yasal zamanaşımlarını kaldırmayı veya bu tür suçlara yasal zamanaşımının uygulanmamasını sağlayacak herhangi bir yasa veya diğer tedbiri kabul etmeyi taahhüt ederler (Madde IV).

Ayrıca, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, soykırım ve saldırı suçu için yasal zamanaşımı hükümlerinin uygulanamazlığını öngörmektedir (Madde 29). Uluslararası örf ve adet hukuku birkaç faktör, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar için yasal zamanaşımı hükümlerinin uygulanamazlığının örf ve adet doğasını ön plana çıkarmaya yardımcı olmuştur:

  • Giderek artan sayıda Devletin ceza mevzuatında bu suçlara yasal zamanaşımı hükümlerinin uygulanamazlığını öngörmüş olması;
  • Bu kavramın, yasa koyucularının bu suçlar için cezasızlığın önlenmesi açısından çok önemli gördüğü Uluslararası Ceza Mahkemesi Statüsü’nün 29. maddesinde kanunlaştırılması.

5.4. “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi [nullum crimen, nulla poena sine lege; no crime, no punishment without law]

“Yasallık” olarak da bilinen bu ilke, örneğin Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme’nin 15. maddesinde yer almakta olup; hiç kimsenin, işlendiği sırada ulusal veya uluslararası hukuka göre suç teşkil etmeyen bir eylem veya ihmalden dolayı mahkûm edilemeyeceğini veya cezalandırılamayacağını hükmeder. Ayrıca, suç işlendiği sırada uygulanabilir olandan daha ağır bir cezanın verilemeyeceğini hükmeder. Bu ilkenin amacı, mevzuatın belirli ve öngörülebilir olmasını sağlayarak bireylerin eylemlerinin yasal sonuçlarını makul bir şekilde öngörebilmelerini sağlamaktır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü, yasallık ilkesi hakkında benzer bir hüküm içerir (Madde 22).

Yasallık ilkesi, geriye yürümezlik (makable şamil) ilkesi, özgüllük ilkesi ve kıyas yasağı ile ilişkilidir. Geriye yürümezlik ilkesi, bir yasanın var olmasından önce meydana gelen olaylara uygulanamayacağını hükmeder. Belirlilik ilkesi, yasaklanan fiilin tanımının yeterince kesin olmasını gerektirirken, kıyas yasağı, tanımın sıkı bir şekilde yorumlanmasını gerektirir.

5.5. “Aynı dava sebebi için hiçbir yasal işlemin iki kez açılamayacağı” ilkesi [ne bis in idem; not twice in the same]

Bu Latin özdeyişi, hiç kimsenin ulusal veya uluslararası hukuka göre işlendiği sırada suç teşkil etmeyen bir eylem veya ihmalden dolayı mahkûm edilemeyeceğini veya cezalandırılamayacağını belirtir. Örneğin, Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Sözleşme’nin 15. maddesinde yer alan yasallık ilkesi, hiç kimsenin aynı suçtan dolayı birden fazla yargılanmaması veya cezalandırılmaması gerektiğini belirtir. Sanıklar için adaleti sağlar, çünkü kararın kesin olacağından emin olabilirler ve hem ulusal hem de uluslararası düzeyde keyfi veya kötü niyetli kovuşturmaya karşı koruma sağlar. Ayrıca, bu ilke soruşturmaların ve kovuşturmaların titizlikle başlatılmasını ve yürütülmesini sağlamaya çalışır.

Bu hukuk doktrininin uluslararası düzeydeki özel uygulamasının, uluslararası mahkemelerin ilgili tüzüklerinde formülasyonuna bağlı olduğunu belirtmek önemlidir. Örneğin, Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleri Tüzükleri, hiçbir ulusal mahkemenin bir kişiyi uluslararası mahkemede daha önce yargılanmış suçlardan yargılayamayacağını, ancak belirli özel koşullar altında uluslararası mahkemenin ulusal bir mahkemenin daha önce yargıladığı bir kişiyi yargılayabileceğini öngörmektedir.

Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü, aynı dava sebebi için hiçbir yasal işlemin iki kez açılamayacağı ilkesinin biraz farklı bir uygulamasını öngörmektedir ki; bir kişi, Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından daha önce bir mahkûmiyetin temelini oluşturan suçlardan dolayı ulusal düzeyde yargılanabilir. Eski Yugoslavya ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemeleri ile Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzükleri, yargılamanın kişiyi uluslararası düzeyde cezai sorumluluktan korumak için tasarlandığı durumlarda, ulusal düzeyde zaten yargılama konusu olan suçlardan dolayı bir bireyin yargılanması olasılığını öngörmektedir [Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü Madde 10(2-b); Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü Madde 9(2-b); Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü Madde 20(3-a)].

5.6. Uluslararası cezai sorumluluğun türleri

5.6.1. Bireysel cezai sorumluluk

Uluslararası ceza hukuku, bireylerin yalnızca savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve soykırım işlemekten değil, aynı zamanda bu tür suçların işlenmesine teşebbüs etmek, yardım etmek, kolaylaştırmak veya yardım ve yataklık etmekten de cezai olarak sorumlu tutulmalarına izin verir. Bireyler ayrıca bu tür suçların işlenmesini planlamak, kışkırtmak veya emretmek için cezai olarak sorumlu tutulabilirler.

5.6.2. Komuta sorumluluğu

Uluslararası ceza hukukunun ihlalleri, bir eylemde bulunmamaktan da kaynaklanabilir. Silahlı kuvvetler veya gruplar genellikle astlarının davranışlarından sorumlu olan bir komuta altına yerleştirilir. Sonuç olarak, sistemi etkili kılmak için, hiyerarşik üstler, astlarının uluslararası insancıl hukuku ciddi şekilde ihlal etmesini önlemek için uygun önlemleri almadıklarında hesap verebilirler.

5.7. Dokunulmazlık

Dokunulmazlık, Devlet egemenliği fikrinden kaynaklanır. Geleneksel olarak, Devlet temsilcilerine yabancı yargı yetkisinden dokunulmazlık tanınmıştır. Dokunulmazlığın amacı, Devlet temsilcilerinin resmi görevlerini etkili bir şekilde yerine getirmelerini ve Devleti uluslararası ilişkilerde temsil etmelerini sağlamaktır. İki tür dokunulmazlık ortaya çıkmıştır.

  • Kişisel dokunulmazlık, bir Devletin yönetimi için gerekli olan kişilerin eylemlerini, ister kişisel ister resmi kapasiteleriyle olsun, görev süreleri boyunca korur.
  • İşlevsel dokunulmazlık, Devlet temsilcilerinin Devlet adına görevlerini yerine getirirken yaptıkları resmi eylemleri korur ve görev süreleri sona erdikten sonra da bu eylemleri korumaya devam eder.

Dokunulmazlık, bu nedenle yabancı yargı yetkileri tarafından korunan kişilere karşı işlem başlatılmasına karşı bir usul engeli görevi görür; yetkilinin uyruğundaki Devlet yine de dokunulmazlıktan feragat edebilir.

Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzükleri, uluslararası suçlarda işlevsel dokunulmazlıkların kullanılabilirliğini açıkça hariç tutmaktadır [Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü Madde 7(2); Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü Madde 6(2); Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü Madde 27(1)].

Sadece Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü, uluslararası suçlar durumunda kişisel dokunulmazlıkların kullanılabilirliğini açıkça hariç tutar [Madde 27(2)]. Uygulamada, Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, Mahkemenin yargı yetkisi yalnızca görevden ayrıldıktan sonra etkili bir şekilde kullanılmasına rağmen, görevdeki iki Devlet Başkanını suçlamıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü, Devletlerin ulusal hukuklarında uygun mevzuatı yürürlüğe koyarak uluslararası suçların işlenmesiyle ilgili dokunulmazlıkları kaldırmasını gerektirir (Madde 27 ve 88). Dokunulmazlığın feragati, taraf olmayan Devletler açısından Uluslararası Ceza Mahkemesi Tüzüğü’nün 98(1) no.lu maddesinde sınırlandırılmıştır.

  1. Uluslararası Ceza Hukukunda Yargı Yetkisi

Uluslararası ceza hukukunda yargı yetkisi, uluslararası suçlardan dolayı bireyleri kovuşturmak için yasal yetki anlamına gelir. Uluslararası mahkemelerin ve hâkimliklerin uygulayabileceği birkaç yargı yetkisi ilkesi vardır.

Evrensel yargı yetkisi, belirli suçların nerede işlendiğine veya faillerin ya da mağdurların uyruğuna bakılmaksızın kovuşturulmasına olanak tanır.

Bölgesel yargı yetkisi, belirli bir devletin sınırları içerisinde işlenen suçlarla ilgilidir; ulusal yargı yetkisi ise bir devletin vatandaşları tarafından veya onlara karşı işlenen suçlarla ilgilidir.

Uluslararası Ceza Mahkemesi gibi uluslararası mahkemeler, ciddi uluslararası suçlardan sorumlu kişileri yargılamak için sıklıkla bu ilkelere dayalı yargı yetkisini kullanırlar.

  1. Anahtar Aktörler

7.1. Uluslararası Ceza Mahkemesi

Uluslararası Ceza Mahkemesi [International Criminal Court], uluslararası ceza hukukunun uygulanmasında merkezi bir rol oynar. 2002 yılında Roma Statüsü ile kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi, soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve saldırganlık suçlarından bireyleri yargılama yetkisine sahip ilk daimi uluslararası mahkemedir.

Uluslararası Ceza Mahkemesi, ulusal mahkemelerin suçluları yargılamaya isteksiz veya aciz olduğu durumlarda son çare olarak devreye girmektedir.

Mahkeme, uluslararası ceza hukukunun geliştirilmesine ve uygulanmasına önemli katkılarda bulunarak çeşitli önemli davaları ele almıştır. Kararları ve yasal yorumları, temel suçların tanımlarının açıklığa kavuşturulmasına ve gelecekteki kovuşturmalar için emsal oluşturulmasına yardımcı olmuştur.

7.2. İnsan Hakları İzleme Örgütü: Uluslararası Adalet Bölümü [Human Rights Watch: International Justice Section]

Bu kurum, etkili ulusal ve uluslararası adalet mekanizmalarını savunur ve uluslararası adalet konusunda araştırma yapar ve raporlar.

7.3. Uluslararası Ceza Mahkemesi Koalisyonu [Coalition for the International Criminal Court]

Ulusal mahkemeler ve Uluslararası Ceza Mahkemesi aracılığıyla küresel adalete odaklanan küresel sivil toplum ağıdır.

  1. Ad Hoc (Geçici) Mahkemeler ve Özel Mahkemeler

Ad hoc mahkemeler ve özel mahkemeler uluslararası ceza hukukunun geliştirilmesinde ve uygulanmasında önemli bir rol oynamıştır. Önemli örnekler arasında Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi yer alır.

Bu mahkemeler, sırasıyla Balkanlar ve Ruanda’da işlenen vahşetlere yanıt olarak kurulmuş olup; soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan bireylerin yargılanmasında önemli rol oynamıştır.

Mirasları, mağdurlara adalet sağlamak ve uluslararası ceza hukukunu etkilemeye devam eden yasal standartları ve emsalleri tanımlamaktır.

  1. Sorumluluk İlkeleri ve Savunmalar

Uluslararası ceza hukukunun temel bir yönü, bireyleri uluslararası suçları işlemekten kişisel olarak sorumlu tutan bireysel ceza sorumluluğu ilkesidir. Bu ilke, bireylerin sorumluluktan kaçınmak için devlet eylemlerinin veya hiyerarşilerinin arkasına saklanamayacağını ileri sürer.

Savunmalar açısından, uluslararası ceza hukuku akıl hastalığı, cebir ve meşru müdafaa dâhil olmak üzere birkaç savunmayı kabul eder, ancak bunların uygulama alanı genellikle dardır ve kesin bir şekilde tanımlanmıştır.

Özellikle emirlere uymanın uluslararası suçları işlemek için bir savunma olarak kabul edilmediği, bireysel ahlaki sorumluluğun vurgulandığı görülmektedir.

  1. Uluslararası Suçların Soruşturulması ve Kovuşturulması

Uluslararası suçları soruşturmak ve kovuşturmak karmaşık ve zorluklarla doludur. Bu suçlar genellikle büyük ölçekli vahşetleri içerir ve genellikle istikrarsız veya tehlikeli ortamlarda kapsamlı ve titiz delil toplamayı gerektirir.

Savcılık ekipleri, yargı yetkisi, siyasi baskılar ve uluslararası işbirliği ihtiyacı konularında yol almalıdır. Uluslararası işbirliği, çeşitli devletlerden ve kuruluşlardan gelen hukuki yardım gibi, failleri başarılı bir şekilde adalete teslim etmek için hayati öneme sahiptir.

Bu süreçlerdeki zorluklar, ciddi uluslararası suçlara ilişkin cezasızlığın önlenmesi için güçlü uluslararası hukuki çerçevelerin ve iş birlikçi çabaların gerekliliğini vurgulamaktadır.

  1. Tanık Koruma ve Mağdur Hakları

Uluslararası ceza davalarında, tanıkların korunması ve mağdur haklarının uygulanması en önemli unsurdur. Genellikle korkunç suçlardan kurtulan tanıklar, uluslararası suçların kovuşturulması için hayati öneme sahiptir ancak güvenlikleri açısından önemli risklerle karşı karşıya kalabilirler.

Bu nedenle uluslararası mahkemeler ve hâkimlik[2], onların refahını korumak ve tanıklıklarını sağlamak için sıkı tanık koruma programları uygular. Ayrıca, duyulma ve yargılamalara katılma hakkı da dâhil olmak üzere mağdurların haklarının tanınması ve desteklenmesi esastır.

Bu yaklaşım yalnızca adaletin sağlanmasına yardımcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda uluslararası suçlardan etkilenenlerin iyileşme ve uzlaşma sürecine de katkıda bulunuyor.

  1. Ulusal Mahkemelerin Rolü

Ulusal mahkemeler, uluslararası suçların kovuşturulmasında uluslararası mahkemelerin ve yargı organlarının çalışmalarını tamamlayarak kritik bir rol oynarlar.

Tamamlayıcılık ilkesi gereği, ulusal mahkemeler uluslararası suçların kovuşturulması için birincil yargı yetkisine sahiptir ve uluslararası mahkemeler yalnızca ulusal yargı yetkilerinin kovuşturma yapamadığı veya yapmak istemediği durumlarda devreye girer.

Ayrıca, evrensel yargı yetkisi ilkesi, ulusal mahkemelerin belirli uluslararası suçları, suçların nerede işlendiğine veya sanığın uyruğuna bakılmaksızın kovuşturmasına olanak tanır ve bu durum, küresel toplumun ciddi suçlara ilişkin cezasızlıkla mücadele konusundaki kararlılığını yansıtır.

  1. Uluslararası Suçların Önlenmesi

Uluslararası suçların önlenmesi uluslararası ceza hukukunun temel hedeflerindendir. Etkili önleme, yasal çerçeveleri güçlendirmekten ve hukukun üstünlüğünü teşvik etmekten uluslararası işbirliğini ve barışı koruma çabalarını desteklemeye kadar çeşitli önlemleri içerir. Birleşmiş Milletler de dâhil olmak üzere uluslararası örgütler ve kurumlar hayati öneme sahiptir.

Bu kuruluşlar, çatışmaların çözümü için çalışır, hukuk sistemlerinin geliştirilmesini destekler ve insan hakları eğitimi ve farkındalığını teşvik eder; bunların hepsi de uluslararası suçların azaltılması ve kalıcı küresel barış ve güvenliğin sağlanması açısından önemlidir.

  1. Uluslararası Ceza Hukukundaki Zorluklar

Uluslararası ceza hukuku, etkinliğini ve meşruiyetini etkileyen çok sayıda zorlukla karşı karşıyadır. En önemli sorunlardan biri, genellikle devletlerin işbirliği eksikliği ve siyasi kısıtlamalar nedeniyle engellenen uluslararası ceza kararlarının uygulanmasıdır.

Siyasi etkiler uluslararası ceza yargılamalarının tarafsızlığını ve bağımsızlığını da etkileyebilmekte, seçici adalet ve evrensel hesap verebilirliğin yokluğuna ilişkin eleştirilere yol açabilmektedir.

Buna ek olarak, yargısal sınırlamalar bir zorluk teşkil eder, çünkü uluslararası ceza hukukunun kapsamı bazen egemenlik sorunları ve müdahale etmeme ilkesi marifetiyle kısıtlanır. Bu zorluklar, uluslararası ölçekte adaleti uygulamanın karmaşıklıklarını vurgular.

  1. Son Gelişmeler ve Gelecekteki Yönlendirmeler

Uluslararası ceza hukukundaki son gelişmeler arasında yargı yetkisinin genişletilmesi ve yasal ilke ve prosedürlerin iyileştirilmesi yer almaktadır. Örneğin, evrensel yargı yetkisinin giderek daha fazla tanınması, ulusal mahkemelerin uluslararası suçları kovuşturmada daha aktif bir rol oynamasına yol açmıştır.

Cinsel şiddet suçlarının ele alınması ve savunmasız grupların korunmasının güçlendirilmesine yönelik vurgu da artmaktadır.

Geleceğe bakıldığında, alanın uluslararası ve ulusal hukuk sistemleri arasındaki işbirliğine, delil toplamada teknolojik ilerlemelere ve siber savaş gibi ortaya çıkan küresel sorunları da kapsayacak şekilde kovuşturulabilir suçların kapsamının genişletilmesine daha fazla odaklanarak gelişmesi bekleniyor.

Sonuç

Uluslararası ceza hukuku, küresel adaletin mimarisinde hayati bir bileşen olup, uluslararası barış ve güvenliği tehdit eden en ciddi suçların ele alınması için yasal bir çerçeve sunmaktadır.

Uygulama ve yargı alanında zorluklarla karşılaşmasına rağmen, failleri sorumlu tutma ve mağdurlara adalet sağlama konusundaki etkisi yadsınamaz. Bu alanın evrimi, küresel politikanın ve toplumsal değerlerin değişen dinamikleri tarafından şekillendirilmeye devam etmektedir.

İlerledikçe, adalet ve insan hakları ilkelerini korumada uluslararası ceza hukukunun rolü her zamankinden daha önemli olmaya devam ediyor ve daha adil ve eşitlikçi bir uluslararası düzen için bir umut ışığı görevi görmektedir.

* Bu derlemede yer alan görüşler derleme yapılan kaynakların yazarlarına ve/veya ilgili İnternet sitelerine ait olup derleyenin çalıştığı kurumu bağlamaz, derleyenin çalıştığı kurum veya göreviyle ilişki kurulmak suretiyle kullanılamaz. Derlemedeki tüm hatalar, kusurlar, noksanlıklar ve eksiklikler derleyene aittir.

[1] Bu konuda “6” no.lu başlığa da bakılmalıdır.

[2] Hâkimlikler genellikle mahkemelerden daha az resmi olup tüketiciler ile işletmeler veya ev sahipleri ile kiracılar arasındaki anlaşmazlıklar ile göçmenlik veya sosyal güvenlik anlaşmazlıkları gibi çok çeşitli anlaşmazlıkları çözer.

Yavuz Akbulak
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
• Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
• Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
• Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte),
• Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve
• Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte)
başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
• Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003),
• Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004)
ile
• Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II;
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021);
• Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021);
• Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022);
• Ticari Mevzuat Notları (2022);
• Bilimsel Araştırmalar (2022);
• Hukuki İncelemeler (2023);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024);
• Hukuka Giriş (2024);
• İşletme, Pazarlama ve Hukuk Yazıları (2024),
• İnterdisipliner Çalışmalar (e-Kitap, 2025)
başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 3 bini aşkın Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.