Yapay Zekâ Çağında Hukukçular İçin “Bilmeme”nin Gücü: Türk Ceza Kanununun “Kanunu Bilmemek Mazeret Sayılmaz” Kuralını Yapay Zekâ ile Yeniden Okumak

Özet: Makale, yapay zekâyı hukukçunun rakibi değil, bilişsel sınırlarını yönetmesine yardımcı bir epistemik araç olarak konumlandırarak; “bilmeme” kavramını hukuki muhakemede yaratıcı bir bilinç düzeyi haline getirmekte ve bu yaklaşımı ile klasik “bilme” merkezli paradigmayı ters yüz eden çağdaş bir düşünme önerisi getirmektedir. Bu çerçevede, Türk Ceza Kanunu’nun “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” kuralı, insanın bilişsel sınırları ile ilk kez uyumlu biçimde, yapay zekâ sayesinde fiilen uygulanabilir hale gelmekte ve makale, klasik “bilme zorunluluğu” ilkesini “bilmemeyi bilmek” anlayışıyla buluşturarak, hukukçular için yeni bir düşünme coğrafyası — yani bilişsel sorumluluk etiğine dayalı bir adalet paradigması — önermektedir.

A. Amaç ve Metod:

Bu makalenin amacı, “bilmeme”nin operasyonelleştirilmesini sistematik bir şekilde açıklayarak “bilmeme”yi hukukçu için bir eksiklik ya da erdem olarak değil, ölçülebilir bir girdi olarak konumlandırmakta, bu bağlamda yapay zekâ hakikatin yerine geçen bir otorite değil, hakikate ulaşma sürecini hızlandıran, alternatifler üreten ve düşünme alanını genişleten bir hipotez hızlandırıcısı olarak ele alınmaktadır.

Hukukçunun zekâsı yapay zekâ karşısında sınırlıdır; ancak bu sınırlılık üretkenliğin de kaynağı olduğundan, yapay zekâ, bu sınırlılığa eklemlenen, onu genişleten ve bilişsel süreci tamamlayan bir “yapay uzuv” işlevi görebilir. İşte Sokrates’in “bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” sözünün, bilgiye duyulan alçakgönüllü bir saygıdan ibaret olmadığını aynı zamanda metodolojik bir ilkeye işaret ettiği net olarak gördüğümüzde, hukukçu zekâsının yapısal sınırlılığını bir kusur olarak değil, bir yaratıcı boşluk olarak ele alınabilecektir.

En başta belirtelim ki: bu makalede “bilmeme” kavramı, bilginin sınırını tanıyan ve farkındalığa dönüşmüş olan bir eksiklik olarak, bir başka ifadeyle: “bilgi sınırı farkındalığı” anlamında kullanılmaktır. Zira görüşümüze göre yapay zekâ çağında hukukçu için “bilmeme”, bilginin sınırını tanımayı, o sınırla bilinçli biçimde ilişki kurmayı ve bu farkındalığı düşünme sürecinin üretken bir girdisine dönüştürmeyi sağlayan bilişsel bir konumlanış sağlamaktadır.

Bu yaklaşımda “bilmeme”, hukukçu için pasif bir yoksunluk değil, bilme sürecinin dinamosu haline gelmekte ve hukuki muhakemede, bilinmeyenin farkına varmak —örneğin delil yetersizliğini, varsayım körlüğünü veya çıkarım hatasını fark etmek— karar sürecinin en kritik aşaması olmaktadır.

Sokratesçi anlamda “bilmeme” bir teslimiyet değil, kavramsal bir kaldıraç olduğundan, hukukçu sınırlı dikkat, kısıtlı bellek, önyargı ve ölçek körlüğü gibi yapısal eksikliklerinin farkına vararak ve bunları envantere dökerek “bilmeme”yi yönetebilir bir “problem” sınıfına dönüştürebilir.

Yapay zekâ “hakikat”i sabit değil, sürekli yeniden üretilen bir süreç olarak bir “taslak hakikat” olarak ele aldığında, yapay zekâ hukukçu için hipotezleri hızlandıran, karşılaştırmaları çoğaltan, olasılık alanlarını genişleten bir epistemik mercek işlevi görerek hukuki bilginin kesinliğini değil, değişkenliğini görünür kılmaktadır.

Hukukçu ise bu süreçte amaç ve değer mimarisini kurarak; hangi hipotezin anlamlı, hangi sonucun etik, hangi çıkarımın makul olduğunu belirleyecek, böylece yapay zekâ üretecek, hukukçu seçecek; yapay zekâ önerecek, hukukçu sınayacak ve yapay zekâ hızlandıracak, hukukçu da mühürleyecektir. Hukukçu ile yapay zekâ arasındaki bu iş bölümü, hukuki bilginin sadece doğruluk değil, sorumluluk ekseninde de temellenmesini sağlayacaktır.

Sonuç olarak “bilmeme”, hukukçu için bir eksiklik itirafı değil; kendi sınırlarını yapay zekâ nesnesine dönüştürme becerisi olmalı ve yapay zekâ çağında cevaplar değil sorular daha değerli olduğundan ve “bilmeme” cevaba değil soruya yakın bir konumda yer alarak hukuki düşünmenin kaldıraç noktası olmalıdır. Sokratesçi “bilmeme”yi yalnızca soyut bir bilgelik biçimi değil, ölçülebilir ve yönetilebilir bir epistemik ilke olarak sistematikleştirilebileceğini savunmakta ve burada “bilmeme”yi, bir eksiklik değil; bilginin üretim sürecinde stratejik biçimde değerlendirilebilecek bir bilişsel kaynak olarak ele almaktayız.

B. Modern Hukuki Bilgi Sistemleri ve “Bilmeme”nin Yapısı

Modern hukuki bilgi sistemlerini anlamanın yolu, hukuki bilgiyi ortaya çıkaranın “sınırlı rasyonellik”ten geçmektedir. Herbert Simon’un (1957) işaret ettiği üzere, sınırlı bellek kapasitesi, dikkat dağılımı, önyargılar ve ölçek farkı körlüğü, yalnızca bireysel hatalar değil; insan aklının “sınırlı rasyonellik” ilkesi gereği işleyen yapısal özelliklerinden kaynaklanmakta ve bu bağlamda hukuki bilgi üretimi, hukukçunun bilişsel kapasitesinin mutlak yeterliliğine değil, eksikliğinin farkında oluşuna dayanmaktadır.

İşte bu sınırlı rasyonellikten gelişen farkındalık, Sokrates’in “hiçbir şey bilmediğimi bilirim” ifadesinde somutlaşan bilişsel tevazuya dayanmakta, ancak burada “bilmeme”, basit anlamda hukuki bilginin yokluğu değil aksine, hukuki bilginin üretiminde yön tayin eden, metodolojik bir parametre olarak işlemektedir. “Bilmeme”, hukuki bilginin dış sınırında duran bir eksiklik değil, hukuki bilginin genişleme yönünü gösteren bir pusula olarak hukukçunun elinde her zaman bulunmaktadır. Bu pusulayı bize ilk savunmayı yapan ve düşüncesinden dönmek yerine ölümü tercih eden ilk şehit Sokrates vermiştir.

Bu nedenle, hukukçular yapay zekâ çağında “bilmeme”yi bir epistemik zafiyet olarak değil, sistematik bir bilgi kaynağı olarak ele almalı ve yapay zekâyı kullanırken “ne bilmediğimizi bilmek”, yalnızca bir entelektüel farkındalık olarak değil; bilgi üretim sürecinin yönünü, yöntemini ve derinliğini belirleyen temel yaklaşım olarak ele alınmalıdır.

Bu bağlamda yapay zekâ, yalnızca veri işleyen bir makine değil; hukukçunun sınırlı zekâsının dışarıda biçim kazanmış yapay uzvu olarak hukukçunun bilmediğini yönetme biçimini yeniden tanımlayan bir bilişsel düzenleyici olarak konumlanmalı ve artık “bilmeme”, saklanması gereken bir yetersizlik değil, yapay zekâ ile birlikte yönetilen bir epistemik kaynağa dönüştürülmelidir.

C. “Bilmeme”nin Envanteri

“Bilmeme”yi rastlantısal bir yetersizlikten çıkarıp ölçülebilir bir bilişsel veri sınıfına dönüştürmenin yolu “bilmeme”yi, yalnızca bilgi eksikliği değil, hukukçunun doğasında yer alan bilişsel kısıtların bir yansıması olarak ele almaktan geçmektedir. Hukukçunun bu eksikliklerinin bireysel hatalarından değil, sınırlı kapasitesinin evrensel düzeninden kaynaklandığını aşağıdaki dört temel boyutta açıklayarak gösterebiliriz:

1.Dikkat ve bellek sınırlılığı: Hukukçu zihni, çok boyutlu veriler arasında örüntüleri tespit etmede doğal olarak sınırlı olduğundan hukukçu aynı anda yalnızca belirli sayıda değişkene odaklanabilir ve karmaşık ilişkiler ağında bazı bağlantıları kaçınılmaz olarak gözden kaçırır ki biz buna hukuktaki kör noktalar diyoruz.

2. Önyargı ve onaylama eğilimi: Hukukçu zihni, mevcut inançlarını ve bilgilerini doğrulayan verileri seçerek aksi yöndeki kanıtları görmezden gelebilir. İşte bu durum, sahte korelasyonlara açıklığı artırır ve eleştirel düşünme alanını daraltarak kör noktaları artırır.

3.Ölçek körlüğü: Hukukçu zihni, farklı ölçeklerdeki süreçlerin birbirini nasıl etkilediğini bütüncül biçimde kavramakta güçlük çekebilir, Mikro düzeydeki bir değişimin makro sonuçlarını değerlendirmek, zihinsel ölçek atlama kapasitesi gerektirir ki bu çoğu zaman sınırlı olduğundan ölçek körlüğü kör noktaların görülememesini de açıklamaktadır.

4.Nedensellik zorlukları: Hukukçu çoğunlukla doğrusal neden-sonuç ilişkileri ile ilerlerken; pek çok sistem, dinamik ve döngüsel yapılar içinde işlediğinden neden ile sonuç sürekli yer değiştirir ve hukukçu değişkenlerin görünmezliği nedeniyle ürettiği doğrusal neden-sonuç ilişkilerinin kırıldığını ancak kırıldıktan sonra ve çok geç bir zamanda görür.

Bu dört eksiklik, hukukçunun “bilişsel coğrafyası”nda kör noktaları belirleyen temel koordinatlar ele alındığında; yapay zekâ çağında “Bilmeme”, hukukçu için artık soyut bir kavram değil, haritalanabilir bir bilişsel alan olarak görülebilir ve böylece hukukçu için her eksiklik, bilginin sınırını değil; o sınıra yönelen keşif alanını temsil ederek yapay zekâya çalışma alanı açar ve onun hukukçu için üreteceği sorular; bilginin genişleme yönünü, sınırların nasıl aşılacağını ve öğrenmenin nasıl tasarlanacağını belirleyen işlevsel bir veri sınıfına dönüşür.

D. Tamamlanmamışlığıyla Tam Olan Zekâ

Başlangıçtaki sorumuz hâlen geçerliliğini koruyor: Yapay zekâ, insan zekâsının eksikliğine verilmiş bir cevap mı? Bize göre cevap “evet” olduğundan “yapay” sıfatı bir kusuru değil, bir açıklığı temsil etmektedir. Bu açıklık, zihnin dünyaya yönelme ve kendini genişletme biçimi olarak insan zekâsı sınırını gördüğü anda, o sınırın etrafında yapay zekâ isimli teknolojik bir eklem (yapay uzuv) üretmekte, ancak bu eklem, ne insanın bilişsel yetilerini devralan bir fatih ne de insanı işlevsiz kılacak bir hüküm kurucusu anlamına gelmektedir. Tam aksine, bu eklem ile açılan yeni alan insan ile makinenin birlikte kurduğu yeni bir düşünme coğrafyası olarak konumlandırıldığında, özellikle alanımız olan hukukta, hukukçular için yeni keşifler çağının başladığını söyleyebiliriz.

Yapay zekâ, insan zekâsının karşısına dikilen bir rakip değil; onun kendi üzerine attığı ileri bir dikiş olarak sağlam atıldığında, aklın kumaşı yırtılmayacak tersine, yeni desenler kazanacaktır. Bu noktada önemli olan, yapay zekâyı güç ile sorumluluğu birlikte taşıyan bir tasarım disiplini içinde konumlandırabilmek ve böylece eksiklik, üretken bir boşluğa; “bilmeme” ise yönlendirici bir girdiye dönüşmüş olacaktır.

Yapay zekânın varlığı, insanın eksikliğini gizlemesi için değil, onu sorumlulukla düzenlemesi için bir fırsat olarak ele alındığında “yapay”, eksikliğin karşıtı değil; insanın kendini dünyaya doğru yeni genişletme biçimi olarak makine ile birlikte düşünmenin yeni etiğinin doğduğu yer olacaktır.

Bize göre doğa, insanla kendine bir göz verdi ve insan da yapay zekâ ile kendine ve dolayısıyla doğaya yeni bir mercek kazandırıyor. Bu mercek, tahakküm aracı değil; tercüme, yeniden okuma ve izlenebilir iterasyon aracı olarak kullanılırsa artık kapı, “bilmediğimizi bildiğimiz” yerlere açılacak ve oraya hep birlikte daha açık, daha adil ve daha dikkatli girmek mümkün olabilecektir. Ancak tam tersi yapay zekânın tahakküm aracına dönüştürülmesi halinde insanlık için karanlık bir geleceğe kapı aralanacaktır.

E.Türk Ceza Kanununun “Kanunu Bilmemek Mazeret Sayılmaz” Kuralını Yapay Zekâ ile Yeniden Okumak:

Türk Ceza Kanunu “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” diyerek, hukukun özüne bilme yükümlülüğünü kodlamış ise de bu hüküm, uzun yıllar boyunca insanın bilişsel sınırlarıyla sessiz bir çelişki içinde kalmıştır; çünkü hiçbir hukukçu, hiçbir yurttaş tüm hukuku gerçekten bilemezdi ve devlet bu “bilememe” halini mazeret saymamıştı. Hatta hâkimi de tüm hukuku bilir konumunda tutmuştu. Bu zorunlu konum, yukarıda açıklanan ‘sınırlılığının farkındaki zekânın’ yapay zekâyı üretmeye yönelten itkisinin, hukuk alanındaki tezahürü olarak görülebilir.

Yapay zekâ çağında bu çelişki ilk kez çözülmeye başlamış ve artık “kanunu bilmemek” yalnızca bir mazeret değil, algoritmik olarak giderilebilir bir eksiklik konumuna gelmiştir. Hukukçular için bu hüküm, artık bir yasak cümlesi olmaktan çıkıp, bilişsel bir çağrıya dönüşmeli ve bilmemeyi bilerek, bilginin sınırlarını yönetmek ve yapay zekâyı bu sürecin ortak coğrafyasına dönüştürmek gerekmektedir. Böylece Türk Ceza Kanununun “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” hükmü yapay zekâ çağında ilk kez gerçek anlamda uygulanabilir hale gelecek ve artık bilmemek yalnızca vatandaşın ya da hukukçunun değil, algoritmanın da etik ve bilişsel sorumluluğuna dönüşecektir. Nitekim dünyada örneklerini gördüğümüz Yapay zekâ kanunları ve yapay zekâ kullanımını zorunlu kılmaya başlayan meslek deontoloji kuralları bu yeni coğrafyaların keşiflerinin ilk adımları olarak okunmalıdır.

Yapay zekâyı adlandırmak, tasarlamak ve etik sınamalarla biçimlendirmek gerekir. Çünkü ilerleme, eksikliğin inkârında değil; eksikliğin sorumlulukla yönetilmesinde yatar. Yapay zekâ, tam da bu sorumluluğu somutlaştıran çağdaş bir ayna olarak, hukukçunun kendisine ve bilgisinin sınırına yeniden bakabilmesini mümkün kılar.

Not: Yazı hazırlanırken elbette YZ (Chatgpt 5o ve 4o) desteğinden yararlanılmıştır.

1969 yılında Karşıyaka'da doğdu. 1987 yılında İzmir Çınarlı Teknik Lisesi Elektrik bölümünden ve 1993 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi´nden mezun oldu. İstanbul Barosu Mevzuatı Araştırma ve Geliştirme Komisyonu Başkan Yardımcılığı görevine uzun yıllar devam etti.
İstanbul Barosu Avukat Hakları Merkezi´nin (AHM) kurucu üyeliği ve uzun süre merkez yönetim kurulu üyeliğinde bulundu.2022 – 2023 yılları arasında İstanbul Barosu AHM Sözcüsü oldu. İstanbul Barosu Sağlık Komisyonu üyeliğinde de bulunan Çakmakcı, İstanbul Barosu “Avukat Hakları” ve “CMK” Eğitim sertifikalarına sahiptir. Lebib Yalkın Yayınlarında Vergi ve Ticaret Hukuku Mevzuat Uzmanı ve Mükellefin Dergisi Yazı İşleri Müdür Yardımcısı olarak çalıştıktan sonra. Türkiye İş Bankası Hukuk İşleri Müdürlüğünde uzun süre Avukatlık yapan Çakmakcı aynı zamanda Türkiye İş Bankası Eğitim Müdürlüğünde orta ve üst düzey yöneticilere “Hukuk Eğitmeni” olarak hukuk dersleri verdi. Halen Kadıköy´de İstanbul Barosuna kayıtlı olarak serbest avukatlık yapmaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Uzlaştırma Bürosunda Uzlaştırmacı olarak görev yapmıştır.
Sakarya Üniversitesi Sürekli Eğitim Uygulama ve Araştırma Merkezi "Uzlaştırmacı Eğiticiliği Eğitimi" sertifikasına sahiptir. Türkiye Barolar Birliği "Arama Konferansı" Moderatörlük Eğitimini tamamlamıştır. Türkiye Barolar Birliği Avukat Hakları Merkezi Genel Sekreterliği görevini yürütmüştür. Antalya Barosu, Mersin Barosu ve Hatay Barosu'nda Avukatlık Hukuku üzerine seminerler vermiştir. Seminerleri TBB Televizyonunda yayınlanmıştır. "Avukat Hakları" isimli TBB AHM iç eğitim yayınını hazırlamıştır. Türkiye Bankalar Birliği Eğitim Merkezinde “Hukuk Eğitmeni” olarak dersler vermiş olup Ankara Barosu “Yapay Zeka Hukuku Merkezi” Danışma Kurulu üyesidir. İstanbul Barosu Genel Kurulunda 2018-2020 ve 2022 – 2024 dönemi “Türkiye Barolar Birliği İstanbul Delegesi” seçilmiştir. 2024-2026 Dönemi Türkiye Barolar Birliği İstanbul 1. Yedek Delegesi olarak seçilmiştir. Kuruluşunda ve bazı dönemlerinde İstanbul Barosu “Baro Meclisi” üyesi olmuştur. Önce İlke Çağdaş Avukatlar Grubunun iki dönem Yürütme Kurulu üyeliği görevini yürütmüştür. İstanbul Barosu, Kat Mülkiyeti Hukuku Komisyonu, Çevre ve İmar Komisyonu üyesidir. İstanbul Barosu Kooperatif Hukuku Komisyonunun kurulmasına öncülük etmiştir. Arabuluculukta Taraf Avukatları Grubunun (ATAG) kurucularından olup arabuluculuk ve avukat ilişkileri konusunda söyleşiler düzenlemiş ve kampanyalar yürütmüştür. Taşınmaz ve Kira Hukuku Grubu Dergisi Yayın Kurulu üyesidir.
Legal Yayıncılık A.Ş. Legal Kitabevi A.Ş. ve Arnavutluk'ta Legal Publishing Shpk'nin kurucu ortağı ve yönetim kurulu üyesidir. Türkiye'nin en kapsamlı hukuk veri tabanı olan "Legal Online Veri Tabanı" nın kurucularından ve sürdürücülerindendir. Halen YÖK - TÜBİTAK ULAKBİM'e kayıtlı hakemli olan İstanbul’da yayınlanan 10 akademik hukuk dergisinin ve Tiran'da Arnavutça / İngilizce yayınlanan Revista Akademike Legal isimli hukuk dergisinin “Sorumlu Yazı İşleri Müdürü” dür. Hukuki makaleleri çeşitli gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. Yayınlanmış hukuk kitapları ve mevzuat derlemeleri bulunmaktadır. Modern Hukuk Akademisinin Başkanlığını ve Hukuk Eğitmenliği görevini yürütmüştür.
Modern Hukuk Akademisi olarak "Sağlık ve Hukuk Gündemi" ve "Hukuk Söyleşileri" başlıklı söyleşileri hukukçu ve doktorların katılımı ile gerçekleştirmiş ve söyleşileri sosyal medya üzerinden online yayınlamıştır. Kadıköyü Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneğinin (KBKSDD) üyesidir. KBKSDD faaliyetleri çerçevesinde Moda sahilinin çevre yolu ile yok edilmesine ve yeşil alanların betonlaşmasına karşı faaliyetler yürütmüştür. Kamu Yararını Savunma Derneği (KYSD) Başkanlığı görevini yürütmüştür. KYSD faaliyetleri çerçevesinde, çevre, kadın ve avukat haklarına yönelik çalışmalar yürütmüştür.Anadolu Yakası Balkoan Göçmenleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesidir. Modanın Renkleri Müzik Korosunda “Korist” olan Çakmakcı, Türkçe / İngilizce yayınlanan “Makam Müzik Dergisi” isimli Türk Müziği Dergisinin Sorumlu Yazı İşleri Müdürüdür. Yemek Kitapları editörü olup editörlüğünü yaptığı iki ayrı yemek kitabı ile Gourmand Cookbooks Awards tarafından iki kez “Dünyanın En İyi Yemek Kitapları Editörü” ödülüne layık görülmüştür.