2023 Yılı Bankacılık Krizine Dair Düşünceler [İspanya Merkez Bankası ve Basel Bankacılık Denetleme Komitesi Başkanı Pablo Hernández de Cos’un 2023 Eurofi Finans Forumu’nda (Eurofi Financial Forum) Yaptığı Konuşma]*

1. Giriş

İyi akşamlar ve beni bu akşam yemeğimize konuşmaya davet ettiğiniz için teşekkür ederim.

Hepinize İspanya’ya “una gran bienvenida” (harika bir karşılama) dileyerek başlamalıyım. Ve eğer bazılarınız Camino’yu tamamlayarak Santiago de Compostela’ya geldiyse, “felicidades” (tebrikler) ve “Ultreia et Suseia” diyeyim!

İspanya’da yaygın bir ifade “el Camino da más de lo que recibe”dir – Camino aldığından daha fazlasını verir. Bu akşam size dini açıdan daha fazla bilgi sunmayı iddia edemesem de, son dönemdeki bankacılık çalkantıları ve bunların küresel bankacılık sistemi ve Basel Komitesi üzerindeki etkileri üzerine düşüneceğim. [1]

Bazılarınız için bu kargaşa uzak bir anı gibi görünebilir. Mart ayından mayıs ayına kadar olan çılgın aylardan bu yana, pek çok banka artan faiz oranları dalgası nedeniyle mükemmel finansal sonuçlar rapor ediyor. O dönemden bu yana finansal piyasalara üstünkörü bir bakış, en kötünün geride kalmış olabileceğini de gösteriyor. Öyleyse neden tarihi bir olay olarak kabul edilebilecek bir şeye dönüp bakmayı planlıyorum?

Basitçe söylemek gerekirse, Mart ayında başlayan bankacılık krizi, ölçek ve kapsam açısından Büyük Finans Krizinden (Great Financial Crisis) bu yana sistem genelinde yaşanan en önemli bankacılık stresidir. 08 Mart 2023 tarihinden 19 Mart 2023 tarihine kadar geçen 11 gün içinde toplam varlıkları yaklaşık 900 milyar Amerikan doları olan dört banka kapatıldı, kayyuma devredildi veya kurtarıldı. Bunu, 01 Mayıs 2023 tarihinde varlıkları yaklaşık 230 milyar Amerikan doları olan beşinci bir bankanın iflası izledi. Büyüklük sırasına dair bir fikir vermek gerekirse, bu bankaların varlıklarının toplam değeri kabaca İspanya’nın yıllık gayrisafi yurtiçi hâsılasına (GSYİH) eşdeğerdir (bu sayıların stok ve akış doğasını bir kenara bırakarak).

Bu bireysel bankaların yaşadığı sıkıntı, büyük ölçüde farklı nedenlere sahip olsa da, daha geniş bankacılık sisteminin dayanıklılığına ilişkin bir değerlendirmeyi tetikledi. Buna yanıt olarak, stresin etkisini hafifletmek için bazı yargı çevreleri tarafından bankalara önemli tutarlarda merkez bankası likidite sağlanması, döviz takas hatlarının etkinleştirilmesi, hükümet destekleri veya garantileri ve bazı durumlarda mevduat garantisi programlarının genişletilmesi de dâhil olmak üzere büyük ölçekli kamu destek önlemleri uygulandı. Pek çok açıdan, bankacılık sisteminin bugünkü istikrarı, kamu destek tedbirlerinin ve Büyük Finans Krizi sonrası düzenleyici reformların, özellikle de Basel III’ün sağladığı artan esnekliğin birleşiminden kaynaklanmaktadır. İlkine bu kadar sık güvenmemize gerek kalmayacağını umuyorduk.

Bu çerçevede, Basel Komitesi bu dönemi gözden geçirdi ve ders çıkarmak amacıyla bu gelişmelerin düzenleyici ve denetleyici etkilerinin bir değerlendirmesini yaptı. Yakın zamanda Guvernörler Grubu ve Denetim Başkanları tarafından açıklandığı gibi, bu çalışmada iyi ilerleme kaydedildiğini size bildirmekten memnuniyet duyuyorum. [2] Bu akşamki sözlerime, bazı temel çıkarımlar hakkında kişisel görüşlerimi sunarak ve daha fazla düşünmeyi gerektirebilecek bazı konuları belirleyerek odaklanacağım.

2. Risk yönetimi ve kurumsal yönetişim

Belki de bu çalkantıdan alınacak temel derslerden birinin, finansal ve operasyonel dayanıklılığın ilk ve en önemli kaynağı olarak bankaların risk yönetimi uygulamaları ve yönetişim düzenlemelerinin önemi olduğu konusunda neredeyse evrensel bir fikir birliği vardır. Risklerin yönetilmesi ve denetlenmesinde ilk başvurulacak yer bankaların yönetim kurulları ve yöneticileri olmalıdır ki; bu işlevler denetçilere devredilemez. Doğrudan son olayların düzenleyici ve denetleyici etkileri hakkındaki tartışmalara atlamak, bankaları birincil sorumluluklarını yerine getirmedikleri için ve aynı şekilde hissedarları da gerekli özeni göstermedikleri için affetmeye benzer. [3]

Ancak bankacılıktaki çalkantı, bazı bankaların bu alandaki bir dizi zayıflığını ortaya çıkardı:

  • Geleneksel bankacılık risklerine (faiz oranı riski ve likidite riski ve yoğunlaşma riskinin çeşitli biçimleri gibi) ilişkin temel risk yönetimindeki eksiklikler;
  • Biriken çeşitli risklerin birbiriyle nasıl ilişkili olduğunu ve birbirini nasıl birleştirebileceğini takdir edememek;
  • Uygun risk yönetimi pahasına büyümeye ve kısa vadeli kârlılığa (ücret politikalarıyla desteklenen) aşırı odaklanma dâhil olmak üzere yetersiz ve sürdürülemez iş modelleri;
  • Zayıf risk kültürü ve etkisiz üst düzey yönetim ve yönetim kurulu gözetimi ve
  • Denetleyici geri bildirim ve önerilere yeterince yanıt verememek.

Bu unsurların çoğu açık ve oldukça basit görünebilir. Bu nedenle, 2023 yılında bazı bankaların yönetim kurullarının ve üst düzey yönetimlerinin, bir bankanın stratejisini ve risk toleransını denetleme ve bunlara meydan okuma şeklindeki en temel sorumluluklarını yerine getirmede başarısız olduklarını görmek derin endişe vericidir. Bu tür sorumlulukları desteklemek için açıkça daha fazlasına ihtiyaç vardır.

Aşağıdaki tarihi hikâyeciği düşünün. [4] 1800 yılında Éleuthère Irénée du Pont adında bir Fransız kimyager, Delaware’de bir barut fabrikası kurdu. Barut fabrikalarının istenmeyen bir özelliğe sahip olduğunu hemen fark etti: Sık sık patlama eğiliminde oluyorlar. Buna yanıt olarak ‘du Pont’ iki girişimde bulundu. İlk olarak, yöneticinin (kendisinin) ailesiyle birlikte fabrikada yaşamasını ve hayatını riske atmasını istedi ki; bunu “oyunun içinde olmak” (skin in the game) olarak görebilirsiniz. İkincisi, her yeni makine parçasının ilk kez fabrikanın üst yönetimi tarafından çalıştırılması gerektiğine dair bir kural koydu. Makine patlarsa, sonuçlarına yönetici katlanacaktı. Söylemeye gerek yok, tesisin güvenliği bir gecede arttı.

Günümüz bankacılık sistemi ile karşılaştırmaları açıkça yapmama gerek olduğunu düşünmüyorum. Ancak bu çalkantının mevcut bankacılık sistemiyle ilgili bazı temel soruları gündeme getirdiği açıktır.

Her zaman ciddi kurumsal yönetişim ve risk yönetimi eksiklikleri olan “aykırı” (outlier) bankaların olması kaçınılmaz mıdır? Bu, kaldıraç ve vade dönüşümünü kısa vadeli kazançlara odaklanarak birleştiren bir bankacılık modelinin bir “özelliği” (feature) midir? Bankaların yönetim kurulları ile üst yönetimi arasındaki teşviklerin uyumunu ve daha geniş finansal istikrar hedeflerini optimize ettik midir? Tüm bu soruların cevaplarını bilmiyorum ama bunların kesinlikle daha fazla düşünülmeyi hak ettiğini düşünüyorum.

3. Güçlü ve etkili denetim

Bankacılıktaki çalkantı aynı zamanda çeşitli boyutlarda güçlü ve etkili denetimin önemini de ortaya çıkardı. Bunlar arasında daha önceki bankacılık krizlerinde gördüğümüz tekrarlanan sorunların yanı sıra yeni unsurlar da yer alıyor. Her iki durumda da, altı kategoride gruplandırdığım denetim için önemli çıkarımlar ortaya koyuyorlar.

İlk olarak, bu çalkantı, denetim otoritelerinin, denetim süreçlerinin bir parçası olarak bankaların iş modellerinin uygulanabilirliği/sürdürülebilirliği konusunda kapsamlı bir anlayış geliştirmelerinin öneminin altını çizdi ki; bu şekilde, bir bankanın aykırı değer olduğu tüm alanları belirlemek de dâhil olmak üzere, bu sayede değerlendirme yapabilir ve gerekli önlemleri alabilirler. Herhangi bir zayıf noktayı erken bir aşamada ele alalım. Bunların hepsi size açık görünebilir, ancak aşağıdakiler de dâhil olmak üzere denetim için açıkça göze çarpan zorluklar vardır: (i) iş modellerinin uygulanabilirliğinin bütünsel bir şekilde en iyi şekilde nasıl değerlendirileceği (örneğin, geniş bir niceliksel ve niteliksel göstergeler dizisine dayanarak); (ii) “çizgiyi aşmadan” (crossing the line) ve bir bankanın iş stratejisini “ortak sahiplenmeden” (co-owning) aykırı bankalarla proaktif olarak nasıl iletişim kurulacağı ve (iii) farklı iş modelleri üzerindeki etkilerinin daha iyi belirlenmesi için orta vadeli yapısal değişikliklerin nasıl izlenebileceği.

İkincisi, denetim çalışmasının temel unsurlarından biri, bankaların etkili ve sağlam bir kurumsal yönetişime ve risk yönetimine sahip olmasını sağlamaktır. Bu, yönetim kurulunun yapısını ve üyelerinin bankacılık ve finans uzmanlığı da dâhil olmak üzere ilgili deneyime sahip olma derecesini içerir ancak bunlarla sınırlı değildir, şöyle ki: yönetim kurulunun bankanın üst yönetimini etkili bir şekilde sorgulama, bankanın risk profilini denetleme ve stratejisini yönlendirme becerisi; risk yönetimi ve iç denetim fonksiyonlarının bağımsızlığı ve güçlendirilmesi; kurumsal ve iş süreçlerine ne kadar yerleşik olduğu da dâhil olmak üzere kurum çapında risk kültürü ve üst düzey yönetim tazminat planlarının sağladığı teşvikler.

Üçüncüsü, bahsi geçen çalkantı, bankaların likidite riskinin denetlenmesindeki açık zorlukları ortaya çıkardı. Bu zorluklar şunlarla ilgilidir: Mevduat çıkışlarının hızı ve hacmi ile bankaların fonlama profilindeki değişiklikler; bankaların likidite stresi senaryolarına karşı operasyonel olarak hazırlıklı olmasının önemi (örneğin, güvenilir ve test edilmiş acil durum fonlama planlarına sahip olmak ve merkez bankası likidite olanaklarına erişim için operasyonel hazırlıklı olmak) ve bir bankanın sıkıntısının hızını ve etkisini hızlandırmada sosyal medyanın ve finansın dijitalleşmesinin rolü. Bu gelişmeler, sırasıyla, diğer konuların yanı sıra, denetim otoritelerinin (i) bankaların likidite riski profiline ilişkin izlemelerinin ilgili bilgiyi zamanında sağlayıp sağlamadığıyla; (ii) hem stres zamanlarında hem de her zamanki sıradan iş zamanlarında izleme sıklığının arttırılabilmesiyle; (iii) denetleyici izlemenin, farklı bilgi kaynaklarından ve yüksek frekanslı verilerden yararlanabilmesiyle ve (iv) yoğunlaşma risklerinin izlenmesinin garanti edilmesiyle ilgilidir.

Dördüncüsü, düzenlemenin lafzının yanı sıra amacının da ele alınmasını sağlamak için denetleyici yargının kritik bir unsur olduğu bize bir kez daha hatırlatıldı. Kurallara dayalı bir yaklaşımın tek başına bir bankanın güvenliği ve sağlamlığı ile daha geniş anlamda finansal istikrarına yönelik temel riskleri uygun şekilde tanımlaması, değerlendirmesi ve zamanında azaltılmasına izin vermesi pek mümkün değildir. Bu, asgari standartların belirlenmesinde kurallara dayalı yaklaşımın rolünü azaltmaz. Daha ziyade, banka denetimini dinamik hale getirmek ve bir bankanın özellikli iş modeline, operasyonlarına ve bunların sunduğu risklere adapte etmek için denetim otoritelerine muhakeme yaparak bu standartları nasıl etkili bir şekilde tamamlayabilecekleri ve dolayısıyla belirli kurallar ihlal edilmediğinde bile proaktif bir şekilde müdahale edebilecekleri konusunda değerlendirmeler yapılmasını teşvik eder.

Beşincisi, asgari küresel standartların tamamlayıcısı olarak mevcut denetim araç setlerinin rolü ve kapsamı üzerinde düşünmek ve bunların nasıl ve ne zaman uygulanabileceğine ilişkin yasal/düzenleyici kısıtlamalar da dâhil olmak üzere, bankalarda somut eyleme geçmek için yeterli olmalarını sağlamak önemlidir. Uluslararası Para Fonu personeli tarafından yakın zamanda hazırlanan bir makale, etkili banka denetimi için sağlam bir kurumsal ortamın önemi yaygın olarak kabul edilirken, birçok yargı bölgesinin banka denetleyicilerini çalışmaları için gerekli yetki ve koşullarla donatmadığını ortaya koyuyor. [5] Denetleyici makamlar ayrıca bireysel denetim ekiplerine verilen rehberlik ve süreçlerin, erken harekete geçme istekliliğini uygun şekilde teşvik edip etmediğini ve bunun nasıl yapılacağına ilişkin sürecin netliğini de gözden geçirebilir.

Altıncısı, kargaşa sırasında -Komite düzeyi de dâhil olmak üzere- sınır ötesi denetim işbirliğinin birçok olumlu unsuru mevcut olsa da, sınır ötesi düzeyde daha geniş bilgi paylaşımı protokollerinin gerekli olup olmadığı konusunda değerlendirme yapılabilir. Bu tür herhangi bir protokolün, elbette, yetkililerin gizli bilgileri paylaşma yeteneği üzerindeki kısıtlamaları, mevcut bilgi paylaşımı düzenlemelerini ve kaynak sonuçlarını dikkate alması gerekecektir.

4. Sağlam düzenleme

Düzenleyici düşüncelere geçersek, açıkça söyleyeyim: Bu aşamada Basel Komitesi için düzenleyici zorunluluk, Basel III çerçevesinin tüm yönlerini tam, tutarlı ve mümkün olan en kısa sürede uygulamaktır. Bununla birlikte, daha fazla analiz ve düşünmeye değer olduğunu düşündüğüm, doğrudan veya dolaylı olarak kargaşayla ilgili konular vardır.

Başlangıç noktam, ihtiyatlı düzenlemenin -ve daha spesifik olarak Basel III’ün- “sıfır başarısızlık” üretecek şekilde ayarlanmadığı, finansal aracılık ve ekonomik büyümeyi kolaylaştırırken bankacılık stresinin olasılığını ve etkisini azaltmayı amaçladığıdır.

Üstelik batan bankaların çoğu Basel III çerçevesine tam olarak tabi değildi.

Şimdi daha fazla analiz yapılmasının fayda sağlayacağını düşündüğüm dört düzenleyici konu hakkında bazı kişisel düşüncelerimi sunmama izin verin.

İlk olarak likidite (liquidity). Kargaşa sırasında başarısızlığa uğrayan bankaların her biri kendine has özelliklere sahip olsa da, sonuçta hepsi önemli likidite çıkışları ve yeterli istikrarlı fonlamayı sürdürememeleri nedeniyle batmıştır. Bugüne kadar, yorumların çoğu, bu bankaların yaşadığı çıkışların önemli boyutuna ve hızına (bunlardan biri için iki gün içinde mevduatın %85’ine kadar) ve sonuç olarak Likidite Karşılama Oranı (Liquidity Coverage Ratio) ve Net İstikrarlı Fonlama Oranının (Net Stable Funding Ratio) yanlış kalibre edilip edilmediğine odaklandı. Bir adım geri çekilip Basel III likidite standartlarına ilişkin daha geniş kapsamlı soruları düşünmek yararlı olacaktır.

Bir adım geriye çekilip Basel III likidite standartlarına ilişkin daha geniş bir dizi soruyu ele almak yararlı olacaktır:

  • Bu standartların amacı tam olarak nedir? Likidite Karşılama Oranı, bankaların 30 günlük stres çıkış dönemini karşılamaya yetecek miktarda likit varlık tutmalarını şart koşuyor. Dolayısıyla, bu oranın “paydasını” (yani varsayılan çıkış oranlarını) gözden geçirmeden önce, daha temel bir soru, bankaların bir tür kamu müdahalesi/çözümü-özel kesim müdahalesi/çözümü olmadan 30 gün boyunca likidite stresine dayanabilmelerini hâlâ bekleyip bekleyemeyeceğimizdir. Likidite Karşılama Oranı, yetkililerin likidite stresini gidermeleri için yeterli zaman kazanmaya mı daha fazla odaklanmalıdır? Hem niceliksel hem de niteliksel diğer likidite ölçütlerine göre rolü nedir?
  • İkinci temel soru Likidite Karşılama Oranı ve Net İstikrarlı Fonlama Oranının tasarımıyla ilgilidir. Sermaye standartlarından farklı olarak, bir “tampon” yükümlülüğüyle desteklenen “katı” bir asgari yükümlülük kavramı yoktur. Prensip olarak bankalar, stres zamanlarında çıkışları karşılamak için likit varlık stoklarını azaltabilmeli ve aynı zamanda denetleyicilerine tatmin edici bir restorasyon planı sunabilmelidir. Ancak görünen o ki, bankaların likit varlıklarını tam olarak öngörülen şekilde kullanma konusundaki isteksizliği ya da yetersizliği devam ediyor. Bu tür davranışların arkasında, mevcut likidite gereksinimlerinin ayarlanması, algılanan damgalama, piyasa beklentileri ve/veya operasyonel kısıtlamalar da dâhil olmak üzere bir dizi potansiyel faktör öne sürülmüştür.

Dijitalleşmenin ve sosyal medyanın likidite çıkışları üzerindeki rolüne ilişkin daha güncel bir soru da söz konusudur. Finansın modern tarihi boyunca iletişim teknolojisindeki ilerlemeler bilgi akışını hızlandırmış, bankacılık krizlerinin doğasını ve büyüklüğünü etkilemiştir. 1873 Paniğinde, Avrupa’da başlayan finansal stres, 1866 yılında tamamlanan transatlantik telgraf kablosunun da etkisiyle Kuzey Amerika’ya yayılmıştır. 1987’deki Kara Pazartesi küresel borsa çöküşünde, bulaşma elektronik iletişim yoluyla tüm finansal piyasalara yayılmıştır. Günümüzde söylentiler sosyal medya aracılığıyla yayılabilmektedir.

Aynı zamanda inovasyon, ATM’nin (automated teller machine; otomatik para çekme makinesi) icadından modern dijital bankacılık uygulamalarına kadar paranın taşınmasını daha hızlı ve daha kolay hale getirdi, ayrıca daha hızlı ödemeler ve daha kısa ödeme pencereleri sağlamıştır. İletişim teknolojisindeki ilerlemelerle birleştiğinde bu gelişmeler sürtüşmeleri daha da azalttı ve hızlı giriş ve çıkışlara olanak sağladı. 2008 gibi yakın bir tarihte bile IndyMac ve Northern Rock’taki mevduat sahipleri hâlâ banka şubelerinin önünde uzun kuyruklar oluşturuyordu ki; son çalkantıda gördüğümüz gibi, para çekme işlemleri artık çevrimiçi olarak saniyeler olmasa da birkaç dakika içinde başlatılabiliyor.

Her ne kadar parmaklar sosyal medyanın rolüne işaret etse de, bunun ne anlama geldiğini daha da açmak önemlidir. Uygulamada “sosyal medya” iletişim kanallarının geniş bir yelpazesi bulunmaktadır. Bu, geniş bir kitleyi hedef alan ve bankaların kaygılarını güçlendirebilen kamuya açık platformlardan (örneğin X/Twitter, Facebook, LinkedIn, Instagram), uzman (kamuya açık) forumlara (örneğin Y-combinator, Reddit, Discord), şifreli mesajlaşma uygulamalarına (örneğin WhatsApp), dâhili kurumsal mesajlaşma platformlarına (örneğin Slack ve Circle) ve hatta telefon çağrılarına kadar uzanır. Bu platformlar müşteriler arasındaki küresel bağlantıları artırıyor ve bu da stres zamanlarında sürü davranışı riskini artırabiliyor. Sonuç olarak bu gelişmeler sadece düzenleyicileri değil, daha önce de belirttiğim gibi, hem “barış” hem de “kriz” zamanlarında sosyal medyayı en iyi nasıl izleyecekleri ve tepki verecekleri konusunda denetçiler için de önemli soruları gündeme getiriyor.

İkincisi, faiz oranı riski (interest rate risk). Kargaşa sırasında bazı bankaların yaşadığı sıkıntıyla ilgili tekrar eden bir tema, bankacılık defterindeki faiz oranı riskine (interest rate risk in the banking book-IRRBB) yaygın ve yoğun bir şekilde maruz kalınmasıydı. Yine bu bankalar mevcut IRRBB standardına tabi değildi ancak bu olaylar bir kez daha dikkatleri Basel Çerçevesinde bankacılık defterindeki faiz oranı riskinin mevcut düzenleyici uygulamasına yöneltmiştir. Daha fazla analiz ve değerlendirme için bahsedilen alanlardan bazıları arasında, bankacılık defterindeki faiz oranı riskini ele almaya yönelik mevcut Sütun 2/3 yaklaşımının hala uygun olup olmadığı yer almaktadır. Daha sıkı rehberlik sağlayarak ve daha fazla açıklama gerektirerek bunu daha da güçlendirmenin yolları var mıdır? Yoksa daha fazla uluslararası tutarlılık ve karşılaştırılabilirliği teşvik etmek amacıyla bankacılık defterindeki faiz oranı riski için Sütun 1 sermaye çerçevesine doğru ilerlemeye ihtiyaç var mıdır?

Üçüncü kategorideki konular, düzenleyici sermaye tanımının iki yönü ile ilgilidir. Birincisi, itfa edilmiş maliyeti üzerinden tutulan sabit gelirli varlıklardaki gerçekleşmemiş faiz oranı zararları, son çalkantı sırasında birçok bankanın iflasında önemli bir etken olmuştur. Bankaların likidite ihtiyaçlarını karşılamak için bu tür menkul kıymetleri vade tarihinden önce satmaları gerekirse, bu menkul kıymetlerdeki gerçekleşmemiş zararlar, gerçekleşmiş zarar haline gelir ve hem özsermayeyi hem de yasal sermayeyi azaltır. Ayrıca, sorunlu bazı bankaların büyük ölçekli ve eş zamanlı mevduat çekme işlemlerini karşılamak için yaptığı büyük ölçekli ve geçici yangın satışları, ikinci tur yangın satışlarından kaynaklanan risklerin en iyi şekilde nasıl yansıtılacağı konusunda da düşünmeyi gerektirebilir. Bu, daha ileri analiz ve değerlendirmelerin de yapılabileceği bir alandır, ancak aynı derecede önemli olarak denetim ve bankaların kendi risk yönetimi uygulamaları açısından kritik öneme sahiptir.

Son olaylar aynı zamanda sermaye çerçevesinde İlave Tier 1 (AT1) sermaye araçlarının rolünü de vurgulamıştır. Basel Çerçevesinin bu tetikleyici olaylara ilişkin açık bir dil içermesine ve bu tür enstrümanların karşılık gelen risk faktörlerini açıkça vurgulayan sözleşme dokümantasyonuna rağmen yatırımcılar ve piyasalar, AT1 araçlarının zarara katılımına yol açabilecek çeşitli tetikleyici olayları tam olarak içselleştirmediler. Buna ek olarak, sıkıntıda olan bir bankanın, birbirini takip eden birkaç çeyrekte zarar raporlamasına rağmen, pahalı ikame ihraçlar yapmaya ve bu araçlara (adi hisseler için temettü ödemelerinin yanı sıra) önemli miktarlarda ihtiyari faiz ödemeye devam etmesi, bu tür fonların kabiliyeti hakkında soru işaretleri doğurmaktadır. Komite daha önce bu araçların işleyişini değerlendirdi ancak bunların kayıp karşılama kapasitelerine ilişkin sağlam deneysel sonuçlara varamadı. [6] Gelecekteki analiz ve değerlendirmelerin, farklı düzenleyici sermaye araçlarının rolüne ve bunların kriz zamanlarındaki işleyişine ilişkin daha bütünsel bir değerlendirmenin parçası olarak değerlendirilmesi gerekecektir.

Üzerinde düşünülmesi gereken düzenleyici konuların dördüncü kategorisi Basel Çerçevesinin uygulanmasıyla ilgilidir. Bu, “uluslararası düzeyde aktif bir bankanın” (an internationally active bank) nelerden oluştuğunun belirlenmesini de içerir. Basel Çerçevesi, yetki alanları arasındaki bankacılık sistemlerindeki yapısal farklılıklar göz önüne alındığında, bu kavramı kasıtlı olarak tanımlamamaktadır. Ancak son olaylar, bir bankanın başarısızlığının, birinci ve ikinci tur yayılma etkileri de dâhil olmak üzere birden fazla kanal aracılığıyla sistemik sonuçlara sahip olabileceğini gösterdi. Başka bir deyişle, Basel Çerçevesinin uygun uygulama kapsamına karar verirken büyüklük ve sınır ötesi ara bağlantılar gibi faktörler önemli hususlardır.

Bu konunun diğer tarafı, uluslararası olarak aktif olmayan bankalar için orantılılığın rolüdür. Bildiğiniz gibi yargı bölgeleri, küçük bankalar da dâhil olmak üzere uluslararası faaliyet göstermeyen bankalar için Basel Çerçevesini uygulamayı tercih edebilir. Bu gibi durumlarda çerçeveyi, bankaların risk profiline ve sistemik önemine uygun olarak orantılı bir şekilde uygulayabilirler. Orantılı çerçevelerin uygulanıp uygulanmayacağına, nasıl uygulanacağına ve tasarlanacağına karar vermek tamamen üye yargı bölgelerine aittir ve son dönemdeki çalkantı, yerel orantısallık rejimlerine (domestic proportionality regimes) tabi olan bankaların yaşadığı sıkıntının nasıl sınır ötesi finansal istikrar etkilerine sahip olabileceğini ortaya koymuştur.

Bu çalkantı aynı zamanda orantılılık çerçevelerinin tasarımının, standartları azaltarak, karmaşıklığı artırarak ve daha az iddialı bir denetim yaklaşımını teşvik ederek etkili denetimi nasıl engelleyebileceğini de ortaya çıkarmıştır.

Bu nedenle, üyelerin orantılılığın uygulanması, orantılı yaklaşımlara tabi bankaların kapsamının izlenmesi ve bu hedeflerin yeterince karşılanmasının sağlanması konusundaki deneyimlerini paylaşmaya devam etmeleri yararlı olabilir.

5. Sonuç

Bu akşam sözlerime Camino ile ilgili İspanyolca bir ifadeyle başladım. Bir başkasıyla bitireyim: “Nunca es demasiado tarde para encontrar el Camino” – Yolu bulmak için asla geç değildir.

Peki, bankacılıktaki çalkantının etkileri konusunda Komite için izlenecek yol nedir? Küresel düzeyde ek rehberlik gerektirebilecek konuların belirlenmesi de dâhil olmak üzere, denetimin etkinliğini güçlendirmek için daha fazla çalışmaya öncelik verilmesi konusunda geniş bir mutabakatın mevcut olduğunu belirtmekten memnuniyet duyuyorum. Buna ilave olarak Komite, Basel Çerçevesinin likidite riski ve bankacılık hesaplarındaki faiz oranı riski gibi belirli özelliklerinin kriz sırasında amaçlandığı şekilde yerine getirilip getirilmediğini değerlendirmek için deneye dayalı kanıtlara dayalı ek analitik takip çalışmaları yürütecektir. Kesişen konularda diğer küresel forumlar ve standart belirleyici kurumlarla koordinasyon sağlamaya devam edeceğiz.

Daha da önemlisi, hâlihazırda uygulanmakta olan Basel III reformları, küresel bankacılık sisteminin ve reel ekonominin daha ciddi bir bankacılık krizinden korunmasına yardımcı oldu. Dolayısıyla, Basel III çerçevesinin tüm yönlerinin tam, tutarlı ve mümkün olan en kısa sürede uygulanmasının kritik önemi konusunda Komite düzeyinde de Guvernörler, Başkanlar ve Denetleme Grubu tarafından yeniden onaylanan eşit derecede geniş bir fikir birliği bulunmaktadır. Basitçe söylemek gerekirse, kargaşanın ardından yapılan hiçbir çalışma, olağanüstü Basel III standartlarının uygulanması zorunluluğunu kesintiye uğratmamalı. Bu bağlamda Komite, Basel III’ün tam ve tutarlı bir şekilde uygulanmasını izlemeye ve değerlendirmeye devam edecektir.

Teşekkür ederim.

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.