
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) bankacılık her zaman riskli bir iş alanı olmuştur. 1819, 1837, 1873, 1907 ve 1931-1932 yıllarındaki finansal paniklerin tümü bankacılık krizlerini, resesyonları veya büyük ölçekli bunalımları ateşlemiştir. Mevduat sahipleri, bir banka her başarısız olduğunda her şeyini kaybederdi. Ancak Büyük Buhran, sismik bir değişimin tetikleyicisiydi.
ABD Kongresi, Büyük Buhran (the Great Depression) sırasında banka mevduatını garanti ederek bankacılık paniğini durdurmak için Federal Mevduat Sigorta Kurumu’nu (Federal Deposit Insurance Corporation-FDIC) kurdu. Garanti başlangıçta uygun hesap başına 2 bin 500 ABD dolarına kadardı -bu tutar hızla 5 bin ABD dolarına veya bugünün dolarıyla yaklaşık 112 bin ABD dolarına yükseldi- ve ardından yıllar içinde altı kez artırılarak mevcut 250 bin ABD doları sınırına ulaştı.
Aynı zamanda ABD, mevduat sigortasını tamamlamak için, bankacılığın menkul kıymetlerden ve diğer ticari faaliyetlerden kesin olarak ayrılması da dâhil olmak üzere, kapsamlı bir banka düzenleme sistemi geliştirdi. Bankalar, vade dönüşümündeki kritik rollerini göreceli verimlilik ile yerine getirmelerini sağlamak için özel sermaye ile birleştirilmiş federal bir mevduat desteği ve kapsamlı düzenleme ile etkin bir şekilde özel/kamu melezleri haline geldi.
Uzun bir süre, bu özel/kamu sistemi mükemmel çalışıyormuş gibi göründü. Banka işlemleri neredeyse 90 yıl boyunca durdu, çoğu banka istikrarlı bir şekilde kârlıydı, başarısızlıklar nadirdi ve FDIC’nin gururla belirttiği gibi, “hiçbir sigortalı mevduat sahibi bir kuruş bile kaybetmedi.” Zararlar, bankalar üzerindeki değerlendirmelerle geri ödeniyordu ve hâkim olan görüş, ahlaki tehlike ve “özel kesim kazançları-kamusal kayıplar” (private gains-public losses) gibi teorik sorunların büyük ölçüde kontrol altına alındığı yönündeydi.
İşte Alphaville’in vurgusu ile 1998’de kendi tarihi üzerine kafa yoran FDIC:
Yedinci on yılında, federal mevduat sigortası, ülkenin finansal sisteminin ayrılmaz bir parçası olmaya devam ediyor, ancak bazıları zamanın farklı noktalarında mevduat sigortası nedeniyle çok az banka iflası olduğunu, piyasa disiplinini baltaladığını, mevcut teminatın 100 bin dolar limiti çok yüksek ve bankacılık şirketleri için federal bir sübvansiyon anlamına geliyor. Bu endişelerin her biri bir dereceye kadar geçerli olabilir, ancak kamuoyu, bir mevduat sigortası programının, nihai olarak kendileri tarafından karşılanan maliyete değer olduğuna ikna olmuş görünmektedir. 1930’ların bankacılık krizinin şiddeti tekrarlanmamış, ancak banka mevduat sigortası 1980’lerin sonunda ve 1990’ların başında sert bir şekilde test edilmiştir. Sistem hırpalanmış ama sağlam bir şekilde ortaya çıkmış ve bazı yasal düzenlemelerle 20. yüzyılın son çeyreğinde gelişen daha değişken, daha yüksek riskli finansal ortama daha uygun hale gelmiştir.
Bir dakika. 2008 tarihli finans krizi bu yanılsamayı yerle bir etti ve bu yıl Silikon Vadisi Bankası (Silicon Valley Bank-SVB) ve diğerlerindeki pahalı başarısızlıklar, sistemin bir istikrar durumuna geri dönmediğini gösteriyor.
İşler nerede ters gitti?
FDIC’nin oluşturulmasından ve modern düzenleyici mimarinin tasarlanmasından bu yana geçen 90 yılda ekonomide çok şey değişti. “Hissedar değerinin maksimizasyonu” teorisi (shareholder valuemaximization theory), geleneksel banka yönetimi muhafazakârlığını, 3-6-3 kuralını ve bankalar için makul ancak istikrarlı getirilerin yeterli olduğu varsayımını yavaş yavaş baltaladı.
Hissedarlar daha aktif hale geldiğinde ve banka yöneticileri, bankanın hisse senedi fiyatına bağlı öz sermaye ödülleriyle tazmin edilmeye başladığında, kişisel servet elde etmek için risk alma konusunda güçlü bir teşvikleri oldu. ABD ekonomisinin istikrarlı bir şekilde finansallaşması ve bir deregülasyon dalgası, sıkıcı bankacılık ile yüksek riskli yatırım ve sermaye piyasası faaliyetleri arasındaki çizgiyi bulanıklaştırdı.
Menkul kıymetleştirme, özel sermaye, türev ürün işlemleri, risk sermayesi, gölge bankalar, yüksek hızlı ticaret, para piyasası fonları ve özel borç sağlayıcılar (securitization, private equity, derivative trading, venture capital, shadow banks, high speed trading, money market funds, and private debt providers) gibi bunlardan sadece birkaçı olan birçok yeni finansal oyuncu ve finansal kaldıraç, risk ve getiri yaratmanın sayısız yeni yolu ortaya çıktı. Risk eklemek isteyen banka yöneticileri, aralarından seçim yapabilecekleri birçok yeni araca sahipti.
Hükümetle -bankaların işlerini muhafazakâr bir şekilde yürütmeyi, fazla sermaye ve likit kaynakları tutmayı, yalnızca belirli yararlı ve nispeten düşük riskli şeyleri yapmayı ve federal mevduat sigortasının getirdiği iş modeli istikrarı karşılığında sıkı denetime tabi olmayı kabul ettiği- büyük bir pazarlık olan şey, böylece, kamusal bir destekle sübvanse edilen, dengesiz ve dizginsiz özel risk almaya dönüştü.
Son zamanlardaki bankacılık maskaralıkları, kriz sonrası reformların bu sorunlara yardımcı olduğunu, ancak yeterince evcilleştirmediğini gösteriyor. Reformlardan bazıları, hızı düzgün bir şekilde ölçmeden yüklü kamyonlar için hız sınırını saatte 98 milden saatte 95 mile düşürmeye benziyordu. Politikacılar ve düzenleyiciler bizi yüzüstü bırakıyor. Ve 2008’de veya şimdi olduğu gibi sistemdeki kusur görünür hale geldiğinde, başarısızlıklarını örtbas ediyorlar ve alternatiflerden daha iyi görünüyorsa kurtarma paketleri sağlıyorlar. Sonra halk dikkatini vermeyi bırakır ve banka lobicileri kuralların pervasızlığı tolere etmeye devam etmesini sağlar.
Finans, politika ve akademik çevrelerdeki önde gelen sesler, sorunun kaynağının mevduat sigortası sisteminde bulunabileceğini ve mevduat sigortasıyla ilgili bir şeylerin değişmesi gerektiğini savunuyor.
Ana akım uzmanlar, sigortanın tüm mevduatı kapsayacak şekilde genişletilmesi gibi şeyler önerdiler: günlük (du jour) riski kontrol etmek için düzenleme aşamaları eklenmesi; mevduat yerine zarar karşılama kapasitesine sahip özel para piyasası fonları yaratılması; sigorta sisteminin bazı bölümlerinin özelleştirilmesi. Sınırdaki yorumcular, kripto ve sabitcoin’leri (iç çekme), dar bankacılığı (narrow banking) ve hatta çılgın bankaların eski güzel günlerine dönüşü (return to the good old days of wildcat banks) içeren çözümleri bile savundular.
Mevduat sigortasının amacı ve limitleri (purpose and limits of deposit insurance) konusunda hiçbir zaman gerçek bir fikir birliğine varılamamıştır. ABD Başkanı Franklin Roosevelt bile (şaşırtıcı bir rakip) mevduat sigortasını “tehlikeli” (dangerous) olarak nitelendirmişti, çünkü zamanla “banka yönetiminde gevşekliğe ve hem bankacı hem de mevduat sahibi açısından dikkatsizliğe yol açacaktı.”
Bazıları, mevduat sigortasının, kredi kartı dolandırıcılık kayıplarındaki limitler gibi bir tüketici koruma aracı olduğunu düşünüyor. Diğerleri bunu, finansman oynaklığını kontrol etmek ve sonsuza kadar kırılgan olan uzun vadeli/kısa vadeli bankacılık modelini desteklemek için gerekli olan temel direklerden biri olarak görüyor. Bankalar arasında parayı yaymanın yeni yolları, sigorta üst sınırını bilinçli tüketiciler için esasen anlamsız hale getirdi, bu nedenle, mevcut 250 bin dolar sınırının, herhangi bir analiz olmaksızın daha büyük bir yasa tasarısını geçirmek için kongre personeli tarafından bir tatlandırıcı olarak hayal edilmesi kimseyi şaşırtmamalıdır.
Bankacılık sisteminin istikrarı ile ilgili sorunların nasıl çözüleceği konusunda yanlış soruyu soruyor olmamız mümkün değil midir?
Belki de mevduat sigortası sistemini değiştirmek için, FDIC’nin ticari işletme ve bordro hesapları için daha fazla koruma konusundaki son derece makul önerisinin ötesinde hiçbir şey yapmamalıyız. Düzenlemelerin ve düzenleyicilerin banka iflaslarına yol açan yeni ve hızlı hareket eden koşulların ele alınmasında etkili olduğunu kanıtladığını iddia etmek zor olduğundan, belki daha fazla düzenleme de cevap değildir.
Glass-Steagall’ın düşük riskli dünyasına geri dönmeye gelince? Kongre’deki üstün çoğunluk bile o pastayı bozamadı.
Belki, sadece belki, bankacılık sistemindeki riski azaltmanın ve Büyük Buhran dönemi pazarlığında dengeyi yeniden sağlamanın en iyi yolu insanlardan geçer.
Ne de olsa banka iflaslarına neden olan insan hatasıdır. Citibank, Bank of America, Wachovia ve Washington Mutual 2008 yılında iflas ettiler (üçü kurtarıldı ve biri ele geçirilip satıldı), çünkü yöneticiler ipotek riskini ölümcül bir şekilde yanlış anladılar. SVB bu yıl (2023) başarısız oldu çünkü yöneticileri, yönetim kurulunun yeterince anlayamadığı veya kontrol edemediği faiz oranları ve mevduat süresi üzerine yıkıcı bir bahis oynadı.
İnsanlar söz konusu olduğunda -ister Chuck Prince’in “müzik çalarken dans etmeye devam etmelisiniz” demesi, ister Greg Becker’ın faiz oranları ve süreleri konusunda rulet çarkını döndürmeye karar vermesi olsun- ödüllendirdiğiniz şeyi alırsınız. Teşvikleri ve sonuçları değiştirin.
Teşviklerin bankacılıkta önemli olduğuna dair bazı örnekler vardır. Bankacılara öz sermayeye dayalı ikramiyeler yerine maaşlar, arabalar, emeklilik planları, şehir kulübü üyelikleri ve prestijlerle ödeme yapıldığı günlerde, güvenlik pahasına maksimum getiri için riskleri artırmak için çok az teşvikleri vardı.
Finansal performans yalnızca “ortalamanın üzerinde” (above average) olsa bile, banka sağlıklı kaldığı sürece başarılı oldular. Ayrıca, hissedar getirilerini düşündükleri kadar müşterileri, çalışanları ve toplulukları düşünmeye de zaman ayırdılar.
Bu sistem hiçbir şekilde mükemmel olmasa da [kısmen yönetici maaşlarının eşitlenmesine yol açan iktisatçıların korkulan “temsilci maliyeti” sorununun (agency cost problem) kaynağı buydu], teşviklere yönelik gözden geçirilmiş bir yaklaşım, Büyük Buhran dönemindeki bankacılık pazarlığını geri kazanmaya ve dengeyi sistemik istikrara doğru döndürmeye yardımcı olabilir.
Banka yönetimi ve yönetim kurulları için öz sermayeye dayalı tazminatı yasaklayarak başlayalım. Tam bir yasak, bankacıları uygunsuz riskler almaya teşvik eden tazminat planlarını engellemeyi amaçlayan, ancak yalnızca küçük bir etkisi olan Dodd-Frank Yasası madde 956’da[1] öngörülenin çok ötesine geçiyor.
ABD Kongresi aslında düzenleyici kurumların Mayıs 2011’e kadar madde 956’yı uygulayan bir kuralı tamamlamasını istedi, ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Dodd-Frank Yasası’nın yazarlarından biri olan senatör Gary Peters’ın Mart ayında Gary Gensler ve Jay Powell’ın da aralarında bulunduğu düzenleyicilere yazdığı gibi:
Dodd-Frank’ın 956. maddesi, finansal düzenleyicilerin, finansal kurumların finansal kurumlarda aşırı risk almayı teşvik eden veya finansal kayba yol açabilecek her türlü teşvike dayalı idari tazminat düzenlemelerini ifşa etmesini gerektiren kuralları hızla ve işbirliği içinde yayınlamasını gerektirmeyi amaçlıyordu. Silikon Vadisi Bankası’nın son banka iflası ve liderliğine verilen ikramiyeler, bu kuralın uygulanmasının aciliyetini ve önemini daha da vurgulamaktadır. Teşvike dayalı tazminatların (ücretlerin), belirli finansal kurumların ve profesyonellerin aşırı ve pervasız riskler almasına nasıl yol açabileceği göz önünde bulundurulduğunda, bu uzun süredir ertelenen kuralın uygulanması, pervasız finansal risklerin ve finansal kötü yönetimin bankacılık sistemimizi riske atmamasını sağlamak için önemli bir reformdur.
Peki, neden toptan yasak? Öz sermayeye dayalı tazminat, özel/kamu hibrit bankacılık modelinde uygun değildir.
Banka yöneticileri fiilen iki yöneticiye hizmet ederler (yönetim kurulu/hissedarlar ve FDIC sigorta fonu ve onun destekçisi ABD Hazinesi), bu nedenle banka yönetici ikramiyeleri ve yönetici tazminatı, kârlılık, risk yönetimi ve diğer ölçütlerin bir karışımı ve müteakip olumsuz veya olumlu gelişmeler için büyük kısıtlamalar ile her bir yöneticinin ihtiyaçlarına hizmet eden dengeli hedeflere dayanmalıdır.
Aynı kavramlar, bölüm yöneticisi ve “risk üstlenen” tazminat için de geçerli olmalıdır: risk yönetimi, kârlılık hedefleri ve uzatılmış kısıtlamalar içeren dengeli puan kartları. Toplam tazminat miktarı sorun değildir. Tazminat yapısının yarattığı davranış teşvikleridir.
Daha temelde, muhtemelen şirketler hukukumuzun hangi bölümlerinin özel/kamu hibrit kurumlarına uygulanması gerektiğini yeniden düşünmemiz gerekiyor. Martin Wolf’un yakın zamanda işaret ettiği gibi, bunlar yarı-faydalar olarak görülmelidir:
Elektrik şirketimiz tamamen bariz riskleri yönetemediği için tüm elektrik kesilirse oldukça üzülürüz. Aynı şekilde bankaların da çalışmaya devam etmesini bekliyoruz. Ve bunu sağlamamızın yolu, temelde devletten, bunu yapmalarına izin vereceğimize dair açık uçlu bir garanti vermektir. (…)
(…) Bana göre asıl mesele, bankaların gerçekten kamu hizmetleri olduğudur. Ekonomide birincil risk alıcılar değiller ve olmamalılar. Bunun için öz sermayemiz vardır. Ve eğer kamu hizmetleri olarak görülmeleri gerekiyorsa, çok karlı olmaları gerekmez. Kamu hizmetleri olarak çalıştırılmaları ve zor zamanlarda hayatta kalmalarını sağlayacak şekilde aktifleştirilmeleri gerekir. Çünkü zor zamanlarda ayakta kalabilmek, bankaların yapabileceği en önemli şeydir.
Onları fiilen kamu hizmetleri olarak görmeseniz bile, bankaların gerçekten diğer şirketler gibi olmadığı açıktır ve şirketler hukuku bu farkı kabul etmelidir.
Eyalet yasaları ile federal yasalar, banka yönetim kurullarının kurumsal yöneticiler olarak vekillik görevlerini yerine getirirken FDIC sigorta fonunun ve daha geniş ekonominin çıkarlarını dikkate almalarını açıkça gerektirecek şekilde değiştirilmelidir. Ve FDIC, yapmazlarsa onları dava edebilmelidir.
Bu çözümler çok karmaşık değildir ve pratikte insan merkezli gerçekliğimize uyum sağlamakta düzenli olarak başarısız olan ekonomik teorilere dayalı yeni mevduat sigortası yapıları gerektirmez. Çalışacaklar mıdır? Kesinlikle denemeye değerdir.
2008 yılından sonra büyük bir tantanayla benimsenen yapısal değişiklikler, SVB’nin çökmesini engellemedi, birkaç bankayı daha yanına aldı ve sigorta mevduat planının 16 milyar dolarlık bir yeniden doldurulmasını gerektirdi.
Belki teşvik değişiklikleri, Silikon Vadisi Bankası’ndaki yöneticilerin, tüm dâhili risk limitlerini aşan ve FDIC’ye ve hissedarlarına doğrultulmuş dolu bir silaha dönüşen bir bilanço oluşturmadan önce iki kez düşünmelerine ve kişisel cüzdanları üzerindeki etkisini değerlendirmelerine neden olabilirdi.

[1] Bu konuda bkz. < https://semlerbrossy.com/insights/dodd-frank-act-section-956/ >
Yavuz Akbulak
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
• Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
• Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
• Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte),
• Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve
• Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte)
başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
• Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003),
• Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004)
ile
• Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II;
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021);
• Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021);
• Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022);
• Ticari Mevzuat Notları (2022);
• Bilimsel Araştırmalar (2022);
• Hukuki İncelemeler (2023);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024);
• Hukuka Giriş (2024);
• İşletme, Pazarlama ve Hukuk Yazıları (2024),
• İnterdisipliner Çalışmalar (e-Kitap, 2025)
başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 3 bini aşkın Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.
