Banka Düzenlemeleri ve Denetimleri Finansal İstikrarı Nasıl Zayıflatabilir?

Banka düzenlemeleri ve denetiminin şeffaflık yaratarak fiyatlama riskine müdahale ettiğini ileri sürüyoruz. Piyasa açıklamalarının denetçilerin çabalarını arttırdığı ve bunun tersinin de geçerli olduğu göz önüne alındığında, daha fazla kamuyu aydınlatma finansal istikrarı artırabilir (bkz. Spatt, 2010) [1]. Ayrıca, kamuyu aydınlatmanın, düzenleyici ve denetleyici otoritelerin yetkinliği ve performansı hakkında bilgi sağlayacağına (düzenleyici otoriteler hakkındaki olumsuz seçimi azaltarak) ve teşviklerini artıracağına (ahlaki tehlikeyi azaltarak) inanıyoruz. Bu, sermaye piyasalarını gelecekteki bankacılık sorunlarının çözümünde daha etkili hale getirecek ve kamuoyunu başarısızlığa uğrattığı iddia edilen banka düzenleyici otoritelerine olan bağımlılığı azaltacaktır. Bankalara ait çok büyük miktarda imtiyazlı bilginin saklanmasının değerini sorguluyoruz ve bu benzersiz düzenleyici uygulamanın uzun bir geçmişi olmasına rağmen, kamu kurumlarındaki yatırımcılara adil muamele edilmesi bağlamında etik olmadığını savunuyoruz. Aslında, menkul kıymetler yasaları uyarınca firmaların, en azından sermaye artırdıklarında, kamuya açıklanmayan önemli bilgileri kamuya açıklamaları gerekmektedir.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) periyodik bankacılık krizleri göz önüne alındığında, banka düzenlemeleri ve denetimine yönelik geleneksel yaklaşım -ve önerilen reformlar- şüpheciliği hak ediyor ve bu yaklaşımların muhkem finansal istikrar sağlamadaki etkinliği hakkında sorulara yol açıyor. Sermaye reformunu düşünelim. Bir tahmin, sermayedeki %1’lik (yüzde 1) bir artışın, yüksek kredi oranları ve azalan krediler nedeniyle uzun vadeli gayrisafi yurtiçi hâsılada (GSYH) yaklaşık 4,2 baz puanlık bir kayıp ürettiği yönündedir (Firestone, Lorenc ve Ranish, 2019) [2]. Elbette bu kaybın daha yüksek bir sermaye oranının sağladığı faydayla karşılaştırılması gerekir. Ama konu bu değildir. Düzenleyici ve denetleyici otoritelere güvenli bir bankacılık sektörü kurma görevi verilmiş ancak onlar başarısız olmuştur. Bu süreçte yetersiz yönettikleri bir durumun kamuoyuna büyük bir maliyetini yüklediler. Tekrar ediyoruz, bu daha yüksek bir özsermaye eleştirisi değil, Federal Rezerv Sisteminin yönetimine ilişkin kritik bir konu olan düzenleme ve denetim reformu çağrısıdır.

Başka bir örnek bu noktayı güçlendirecektir. Bankacılıkta yoğunlaşma zaman içinde artmaktadır (bkz. Ma, 2022 [3] ve Baron, Schularick ve Zimmermann, 2023) [4]. Buna katkıda bulunan bir faktör de, bir kriz sırasında düzenleyici otoritelerin, daha büyük veya finansal açıdan daha sağlıklı bankaların, bankacılık sistemini kurtarmak için daha zayıf veya başarısız olan bankaların varlıklarını satın alması yönündeki beklenti ve talebi olmuştur (bkz. Tahyar, 2018, sayfa 28, Henry Paulson’un Bank of America’yı satın alması için baskı yapması hakkında Merrill Lynch) [5]. (Satın alanlar genellikle şu veya bu şekilde devlet yardımı alırlar.) Finans krizinin ardından en büyük beş ticari bankanın varlıklarındaki artışa bakılmalıdır.

Benzer bir şekilde, bölgesel banka krizinin ardından büyük ticari bankaların varlıkları 2022’nin 4. çeyreğinden 2023’ün 3. çeyreğine kadar incelenebilir. Sanayi yoğunlaşmasının maliyetleri vardır. Bankacılık dışında da bazı kanıtlar mevcuttur. Örneğin vergiden kaçınma yoğunlaşmayla birlikte artar (Glovera ve Levine, 2023) [6]. Ayrıca maliyetler tüketicilere aktarılabilir (Bräuning, Fillat ve Joaquim, 2022) [7]. ABD verilerini kullanan tahminlere aşina olmasak da, maliyetler potansiyel olarak GSYH’ye göre ölçülebilir. Mesele şu ki, eğer bankacılık yoğunlaşmasının maliyeti (faydalarına göre) büyükse ve denetim ve düzenlemenin başarısızlığı maliyetlere katkıda bulunduğundan, o zaman mevcut denetim uygulamalarına alternatifleri dikkate almanın ihtiyatlı olacağıdır. Bu, “batmayacak kadar büyük” (too-big-to-fail) kuralı ile ilgili maliyetlerin dışındadır.

İstikrar mekanizmaları olarak kamuyu aydınlatma ve piyasa güçlerine güvenme yoluyla denetim, muhtemelen bankacılık sisteminin sağlığını iyileştirecek ve başarısızlıkların doğrudan ve dolaylı maliyetlerini azaltacaktır. Federal Rezerv Sisteminin sınırlı hesap verme sorumluluğuna sahip olduğu durumlarda, kamuyu aydınlatma kamunun korunmasına yardımcı olur. Örneğin, “SVB” vakasında, banka pozisyonları, sigortasız mevduat vb. hakkında daha önceden çok daha fazla şey bilinseydi, dışarıdakiler riskleri değerlendirebilir ve düzenleyici otoritelerin fark etmediği alarmları verebilirdi.

Kamuyu aydınlatma, düzenleyici otoritelerin banka kurumsal yönetişimi ve operasyonları hakkındaki değerlendirmelerini ve endişelerini paydaşlara iletmeyi amaçlamalıdır. Bankaların davranışları ve sektör dinamikleri, bankaların varlıklarını denetleyen banka düzenleyici otoritelerinden etkilenir ve bilgi akışını etkileyebilir. Bilgi, sermaye piyasasının bankaları değerlendirmesinde ve dolayısıyla değerlemelerinde merkezi bir öneme sahiptir. Bununla birlikte, ABD düzenleyici makamları banka bilgilerini kamuya açık, düzenleyici otoritelere zorunlu üç aylık finansal raporlama ve yıllık stres testleri dışında nadiren açıklar (bkz. Sherrill Shaffer, 1995 [8]; Prescott, 2008 [9]; Bergin ve Stiroh, 2022 [10] ve Tahyar, 2018). İstisnalar, yasa veya kuralların ihlallerini kapsayan yaptırım eylemleridir.

ABD banka düzenleyici otoriteleri, piyasayı altüst etmekten ve banka hücumlarına yol açmaktan kaçınmak için genellikle olumsuz bilgilerin kontrol edilmesi veya bastırılmasının gerekli olduğunu savunmaktadır. [11] Ancak argümanları zayıftır. Erken kamuyu aydınlatma, tıpkı firmaların stres testlerini geçmelerine imkân veren politikalar uygulamaya çalışmaları gibi banka kurumsal yönetişimini iyileştirir ve yönetimi, bankanın finansal sıhhatini iyileştirmeye, düzenleyici otoriteler tarafından yapılan açıklamalara engel olmaya zorlar.

Zorunlu finansal raporlar dışında bankaların, düzenleyici incelemeler nedeniyle takdir yetkilerini kaybedebilecekleri için beklentilerine ilişkin olumsuz bilgileri kamuya açıklamaları pek olası değildir (Mehran, 2022) [12]. Ancak bir açıklama yapmazlarsa ve bir şeyler ters giderse davayla karşı karşıya kalabilirler (bankanın gayrimenkul kayıpları ile ilgili maddi bilgileri kamuya açıklamadığını iddia eden yakın tarihli bir hissedar davası için NYCB’ye[1] bakınız) [13]. Düzenleyici otoritelerin incelemesi kesin olsa da dava açılması kesin değildir. Bu, bir yönetim ekibinin düzenleyici otoriteler ve denetçiler tarafından yapılacak incelemelerden kaçınmak istemesi durumunda, olumsuz bilgilerin gönüllü olarak açıklanmasının muhtemelen çok geç olacağını göstermektedir.

Mevcut düzenleyici uygulama, denetim otoritelerinin bankacılık sorunlarını özel olarak ele almaya çalışmaları gerektiğini ileri sürmektedir. Ancak düzenleyici makamların hangi sorunlarla özel olarak ve etkili bir şekilde (piyasadan bağımsız olarak) başa çıkabileceği belirsizdir. Federal Rezerv’in denetiminden sorumlu başkan yardımcısı Michael Barr’ın da belirttiği gibi, Silikon Vadisi Bankası’nın (SVB) başarısızlığı ve Signature Bank’ın kapatılmasının ardından düzenleyici otoritelerin SVB ile ilgili endişeleri vardı, ancak rollerini bankayı yönetmemek olarak gördüler. SVB’nin açıklamasının ardından bu endişeler ortaya çıkarılsa da, düzenleyici makamların harekete geçmemesi kafa karıştırıcı olmaya devam etmekte; dahası, endişelerin erkenden paylaşılmaması, piyasanın düzenleyici çabaları tamamlayacak çözümler sunmasını engellemektedir.

Düzenleyici otoriteler bir miktar açıklama yapmayı tercih ederse, bunun zamanlaması finansal istikrar açısından hayati önem taşır. Banka hücumlarına ilişkin endişeler ve düzenleyici kurumların gözetimine olan güvenin zedelenmesi korkusu göz önüne alındığında, olumsuz bilgilerin kamuya açıklanması geçmişte olduğu gibi gecikecektir. Bu açıklamaların ertelenmesi veya piyasanın, düzenleyici otoritelerin bir sorunu yönetme konusundaki yetersizliğini veya istekliliğini öğrenmesi halinde, banka ve menkul kıymet fiyatları üzerindeki olumsuz etki muhtemelen çok daha büyük olacaktır. O zamana kadar piyasanın bankayı veya sektörü kurtarmaya, düzenleyici kurumların itibarını korumaya ve yatırımcıların doğrudan zararlarını ve ABD’ye yönelik dolaylı maliyetleri azaltmaya yardımcı olacak zamanı olmayabilir. Ayrıca, düzenleyici makamların gecikmiş açıklamalarının bulaşma yaratma olasılığı daha yüksektir. Denetleyici otoritelerin sorunların büyümesine izin verdiği algısı, diğer bankaların da yakında başlarının belaya girebileceği yönünde haklı bir sonuca yol açabilir.

Piyasadan doğrudan öğrenmenin bankaya ve sektöre son derece zarar verici olduğu görülebilir. Bu, düzenleyici otoritelerin bildikleri ancak açıklamadıkları herhangi bir önemli bilgiden haberdar olup olmadıklarına bakılmaksızın geçerlidir. Buna ek olarak, düzenleyici kurumların banka sorunlarını hızlı ve özel olarak yönetebilme becerisine ilişkin kamuoyu algısı da olumsuz etkilenecektir. Piyasa, sorunların çözümünün zaman alabileceği ve çok maliyetli olabileceği sonucunu çıkaracaktır. Denetleyici makamların banka zayıflıklarını önceden ele alma konusundaki isteksizliği, hem bankaların değerlemesini hem de denetimin etkinliğini baltalamaktadır.

Düzenleyici otoritelerin, piyasa bunları öğrendikten sonra bankacılık sorunlarını kendi başlarına çözebilecekleri yanlış bir önermedir. Finansal krizin ve 2023 bankacılık krizinin ardından düzenleyici makamların, tıpkı 2023 bankacılık krizinde olduğu gibi bankacılık sistemini kurtarmak için bankaların yardımına ihtiyacı vardır. Bankacılık sorunlarının zamanında kamuya açıklanması, bir banka hâlâ faaliyetteyken endişelerin önceden giderilebileceğini göstermektedir. Gecikme, bankacılık düzenleyicisinin veya mevduat sigortacısının finansal çıkarlarını koruma kabiliyetini zayıflatır ve düzenleyici otoriteler için önemli kayıplara yol açabilir. Yine SVB buna iyi bir örnektir.

Ayrıca ABD düzenleyici otoritelerinin Aralık 2013’te Deutsche Bank ile ilgili endişelerini de göz önünde bulunduralım. Bankanın ABD düzenleyici otoritelerinin sermayesini iyileştirme yönündeki tavsiyelerini reddetmesi, bir ihbarcının endişesinin açığa çıkmasından altı aydan fazla bir süre sonra, 22 Temmuz 2014 tarihinde basında açıklanmıştır. Bu açıklamanın ardından Deutsche Bank’ın hisse fiyatı %3 düşmüştür. Deutsche Bank, Temmuz 2014’te 11,5 milyar ABD doları tutarında özsermaye toplamıştır. İki üst düzey banka çalışanına göre, banka ihbarcısının yatırımcıları uyarma girişimi, hisse senedi arzına yol açmıştır ki; bu, düzenleyici otoritelerin yetersiz kaldığı durumlarda içeriden birinin açıklama yapmasının ne kadar etkili olabileceğini göstermektedir.

Buna karşılık, Fed Başkan Yardımcısı Michael Barr’ın 28 Mart 2023 tarihinde SVB ile ilgili ifadesini düşünelim. Düzenleyici otoritelerin, Aralık 2021 gibi erken bir tarihte bankanın sorunlarından haberdar olduklarını ve 2022 boyunca banka yönetimine çok sayıda uyarıda bulunduklarını belirtmiştir. Ancak piyasa, SVB’nin finansal sağlık durumunu bankanın çöküşünden sadece birkaç gün önce öğrenmiştir. Hiçbir banka yetkilisi ya da düzenleyici otoritesi kamuya açık bir tehlike işareti koymamıştır. Ayrıca duruşma toplantısında milletvekillerine göre düzenleyici otoriteler, bankayı düzeltici eylemlerde bulunmaya zorlama yönünde yasa kapsamındaki görevlerini yerine getirmemişlerdir. Deutsche Bank ve SVB pek çok açıdan farklı olsa da, Deutsche Bank’ın paydaşları içeriden birinin açıklama yapmasından faydalanmıştır. Dolayısıyla piyasa ve finansal kurumların varlık riskini daha etkili bir şekilde fiyatlama yeteneği, düzenleyici otoritelerin açıklamalarından faydalanır.

Şeffaflık, yani düzenleyici makamların bir bankanın sıhhatine ve piyasanınkine göre davranışlarına ilişkin değerlendirmelerindeki farklılıklar, düzenleyici otoritelerin bilgi avantajından dolayı normal zamanlarda büyüktür. Ancak düzenleyici otoritelerin özel bilgileri ve dolayısıyla risk açıklanmaz ve fiyatlandırılmaz (bkz. Partnoy ve Eisinger, 2013) [15]. Davranışsal önyargı da sorunu daha da kötüleştirebilir. Örneğin, sınırlı yatırımcı ilgisi ile yatırımcılar, özellikle bir süredir bankacılık sorunu yaşanmadığında, kamuya açıklanmayan bilgileri ihmal edebilirler (Hirshleifer ve Teoh, 2003) [16].

Flannery, Kwan ve Nimalendran (2001) alış-satış farklarını ve işlemlerin fiyat etkisini opaklığın bir göstergesi olarak kullanmakta ve büyük bankaların benzer büyüklükteki finansal olmayan firmalarla benzer davranışlar sergilediğini belgelemektedir. [17] Ancak SVB örneğinde, bankanın çöküşünden önceki en az 18 ay boyunca faaliyetlerinde birçok zayıflık olduğunu ancak bunların fiyatlandırılmadığını öğrendik (SVB krizi öncesi ve sonrası risk değerlendirmesi için bkz. Fischl-Lanzoni, Hiti, Kaplan ve Sarkar, 2024) [18]. Bu durum bankacılık firmalarının şeffaflığını, onları finansal olmayan firmalarla karşılaştırarak değerlendirmenin zor olduğunu göstermektedir. Düzenleyici otoritelerin piyasaya göre bilgi avantajı, SVB’de olduğu gibi, kriz anında ortadan kaybolmakta; ayrıca, bankaların çok hızlı değer kaybetmesi nedeniyle bilgi avantajı da önemsiz hale gelmektedir.

Düzenleyici müdahaleyi öngördükleri için endüstri kötü performans gösterdiğinde analistlerin bilgi üretme konusunda daha az teşvike sahip olduğu unutulmamalıdır (bkz. Armstrong, Guay, Mehran ve Weber 2016) [19]. Normal zamanlarda şeffaflığın olmadığı, kriz zamanlarında ise hızlı varlık satışları göz önüne alındığında, riskin etkin bir şekilde fiyatlandırılmaması nedeniyle banka varlıklarının gerçek değeri bilinmemektedir. Dolayısıyla, bankaların saydamlığı yalnızca banka varlıklarının doğasından kaynaklanmamakta, aynı zamanda bankacılık düzenlemeleri ile düzenleme ve denetimin uygulanma şeklinden de etkilenmektedir. Verimsiz bilgi akışı, riskin ve ilgili fiyatlandırmanın doğru şekilde belirlenmesini açıkça engellemektedir. SVB, genel olarak algılandığından çok daha riskliydi ve düzenleyici otoritesine olan güven göz önüne alındığında, kamuoyu ve onun vekilleri, yani yasa yapıcılar, herhangi bir bilgi talebinde bulunmamıştır.

SVB vakasında olduğu gibi, bir banka ya da sektörün finansal durumu ile ilgili kritik haberlerin ortaya çıkmasının ardından piyasada varlık değerlemesinin hızlı bir şekilde yeniden değerlendirilmesi şaşırtıcı değildir. Tipik değer yeniden değerlendirmesi, genellikle sektör için piyasada on milyarlarca dolarlık kayıplara neden olur. Özsermaye değerlemesindeki kayıplar, bankanın finansal kaybının açığa çıkmasıyla ve ayrıca daha yakın denetim ve dolayısıyla her bankanın daha az takdir yetkisi beklentisiyle tetiklenmektedir. Keza, sektörün sıhhatine ilişkin bir güncelleme ve düzenleyici otoritelerin sektörü yönetme yeterliliğine ilişkin yeni algılar da, kayıplara katkıda bulunabilir.

Bilginin zamanında yayınlanmasındaki gecikme başka sorunlara da yol açar. Piyasanın kötü haberlere uyum sağlamasını engeller ve banka yönetimini zayıflatır. Zamanında yapılan kamuyu aydınlatma, normal zamanlarda hissedarların banka yönetimi ve banka politikaları üzerinde baskı oluşturmasına yardımcı olacaktır. Bankacılık sektöründe nadir görülen hissedar aktivizmi, kısmen düzenleme ve denetimin yarattığı şeffaflığın bir sonucu olarak banka değerlemesi hakkındaki belirsizlikten kaynaklanmaktadır (bkz. Adams ve Mehran, 2003) [20]. Dolayısıyla kritik bilgilerin zamanında kamuya açıklanması aktivizmi ve bankanın sermaye maliyetini etkileyebilir.

Bilginin banka düzenleyici otoriteleri tarafından gizlenmesinin etik olmadığı iddia edilebilir. Yatırımcılar, banka varlık kalitesi ve yönetim kalitesi hakkındaki anlaşılması güç bilgilere dayanarak banka varlıklarına yatırım yaparlar (örnek için bkz. Partnoy ve Eisinger). Saydamlığın yatırımcıların baskısıyla veya toplu davalarla düzeltilmesi pek olası değildir. ABD Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu genellikle şirketleri menkul kıymet sattıklarında ve bilgileri gizlediklerinde dava etmektedir. Ancak bankaların sermaye artırmalarına izin verilebilirken, düzenleyici otoriteler onların potansiyel sağlıksız koşulları hakkında yatırımcılardan daha fazla bilgi sahibi olabilir. Düzenleyici makamlar aslında hisse senedi arzlarındaki fiyatları destekleyen sigortacılar gibi hareket etmektedir.

Bu, çeşitli sorunları gündeme getirir. Bunlardan birincisi, düzenleyici otoriteler aşırı fiyatlandırılmış varlıkların satın alınmasını ve yanlış kurumsal açıklamaları teşvik ederek halkı yanıltabilir. İkincisi, daha önce de belirtildiği gibi, bankaların özellikle sıkıntılı zamanlarda bilgileri gönüllü olarak açıklamama yönünde bir davranışları vardır. Dolayısıyla yönetimin bilgiyi gizlemesi, denetçiler için sorunların keşfedilmesini zorlaştıracaktır. Üçüncüsü, düzenleyici makamların sorunları etkili bir şekilde çözdüğü varsayımı doğru olmayabilir. Sorun şu ki, kamuoyu, düzenleyici otoritelerin normal zamanlarda hesap verebilirlik talep etme etkinliğini değerlendirecek bilgiye nadiren sahip olmaktadır. Kriz zamanlarında devletin müdahalesi ve desteği sonucunda daha fazla açıklamaya ihtiyaç duyulur.

Düzenleyici otoritelerin daha fazla açıklama yapmasının mevcut uygulamalara göre önemli faydalar sağlayacağını iddia etsek de, nelerin açıklanması gerektiğine ilişkin tüm ayrıntılar konusunda bir pozisyonumuz yoktur. Pek çok düzenlemede olduğu gibi, yeni bir yaklaşıma ince ayar yapmanın zaman alacağını öngörüyoruz. Basiretli bir yaklaşım, sektör katılımcılarının ve akademisyenlerin dâhil olduğu tartışmalarla başlayabilir. Düzenleyici otoriteler, hızla değişen bir dünyada piyasanın yardımı olmadan gerçekçi bir şekilde istikrarlı bir bankacılık ortamı oluşturamazlar. Geçmişte olduğu gibi bundan sonraki krizde de örnek olarak sermaye reformunu tercih edeceklerdir. Düzenleyici makamlara yönelttiğimiz soru şudur: Gelecekteki bir krizde sorumlu tutulmaları durumunda neyi farklı yaparlar? Olumsuz bilgilerin düzenleyici otoritelerce erken açıklanması, bankaların varlıklarını yönetmelerine ve risklerini daha etkin bir şekilde kontrol etmelerine yardımcı olabilir.

Esasen düzenleyici otoriteler bankalar hakkında daha fazla bilgi vermeye başlamış olabilir. Tahyar (2018), gizli denetim bilgilerinin düzenleyici otoritelerce sızdırılmasına ilişkin örnekler sunmaktadır. Yakın zamanda yedi bölgesel bankanın denetim konularının listesi hakkında sızıntılar yaşanmıştır. [21] Sızıntılar, stres testi yükümlülüklerine tabi olmayan bazı bölgesel bankalardan denetim ile ilgili birkaç endişeyi gidermelerini isteyen bir stres testi gibiydi. Kamuyu aydınlatmada sızıntıya maruz kalan bankaların kredi ve hisse senedi fiyatlarının zarar görüp görmediğini incelememiş olsak da, bu bankalara herhangi bir hücum ya da piyasada bir rahatsızlık yaşanmamıştır. Bu, düzenleyici otoriteler tarafından zorunlu kamuyu aydınlatmanın ötesinde düzenli açıklamaların bankacılık sektöründe istikrarı destekleyebileceği fikrini desteklemektedir.

Birkaç noktaya dikkat edilmelidir. Birincisi, stres testlerinin olduğu bir dünyada düzenleyici makamların açıklama yapmasına gerek olup olmadığıdır. Elbette stres testlerinde pek çok şey ters gidebilir; örneğin, bir test yapıldıktan kısa bir süre sonra alışılmadık sorunlar ortaya çıkabilir. Ayrıca düzenleyici makamların finansal bilgileri doğru yorumlayıp yorumlamadıkları da belirsizdir. Görüş ayrılıkları yaşanabilir. [22] Dolayısıyla, kamuyu aydınlatma piyasanın banka riskine ilişkin önceki durumunu yeniden değerlendirmesine yardımcı olabilir ve bunun düzenleyici kurumlara da fayda sağlaması muhtemeldir. Ayrıca, daha önce de belirtildiği üzere, kamuyu aydınlatma tek başına banka yönetimini geliştirebilir.

İkinci nokta mevduat sigortası ile ilgilidir. Düzenleyici otoritelerin, sorunlar finansal istikrarı tehdit edecek kadar büyümeden önce düzeltici disiplini sağlamak için bankalarda kamu sorunları yaratması gerektiğini savunuyoruz. Bu durum, düzenleyici otoritelerin güvenilir bir şekilde ve kamuya açık bir biçimde, bir başarısızlık durumunda mevduatın korunmayacağını söyleyebilecekleri şeklinde yorumlanabilir ki, bu yanlıştır. Mevduat daha önce olduğu gibi karşılanacaktır.

Üçüncü nokta, bizim tartışmamız kriz sırasındaki kamuyu aydınlatma değil, normal zamanlarda krizleri hafifletmek için yapılan kamuyu aydınlatmadır. Bir kriz esnasında açıklanması gerekenler bu yazının kapsamı dışındadır. Aslında uygulama, kriz sırasında bankacılık sektörüne neredeyse tam koruma sağlamaktı. Bu ortamda kamuyu aydınlatmanın hiçbir amacı yoktur (1933 yılındaki banka tatili beyanında olduğu gibi).

Bazı artan kamuyu aydınlatma seviyelerinin muhtemelen finansal istikrarı iyileştireceği aşikârdır. Esasen, düzenleyici otoritelerin daha iyi kamuyu aydınlatma yapmalarının 2023 krizini hafifletebileceğine inanıyoruz. Düzenleyici başarısızlıkların varlığında açıklama yapılmamasını savunmak, daha fazla finans krizini kabul etmek anlamına gelir. Saydamlığın maliyeti, düzenleyici makamlarca yapılan bazı açıklamaların faydalarına karşı dengelenmelidir. Araştırmacıları bu değiş tokuşun özelliklerini incelemeye teşvik ediyoruz. Son olarak, teklifimizin, Finansal İstikrar Gözetim Konseyi’ninkiler (Financial Stability Oversight Council-FSOC) gibi, menkul kıymet fiyatlarına dayalı politika kararları üzerinde etkileri bulunmaktadır. Politikalar kötü oldukları için değil, denetim ve düzenlemelerin tetiklediği şeffaflığın neden olduğu çarpık kredi ve hisse senedi fiyatlarına güven nedeniyle başarısız olabilir.

[1] Çevirenin Notu: [NYCB-New York Community Bancorp, Inc.]

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.