1. Giriş
Sağlıklı bir finansal sistem, adeta ekonomik büyümenin ve refahın şekillendiği potadır. Finansal sistem içindeki kurumlar; ödemeleri kolaylaştırmak, hane halkı tasarruflarını ekonomik faaliyeti finanse etmek için harekete geçirmek, borçluların performansını izlemek ve riski yönetmek gibi birçok önemli işlevi yerine getirirler. Finansal sistem de son derece kırılgandır ve finansal kurumların başarısızlığı ekonomiye ağır bir zarar verir, kredi sıkışıklıklarına, ekonomik istikrarsızlığa veya piyasa çöküşlerine yol açar. Finans kuruluşunun “batmak için çok büyük” (Too Big To Fail) olması durumunda, kötü etkiler daha da artar ve bu kuruluş o kadar büyük ve finansal sistemdeki diğer kuruluşlarla bağlantılı olduğundan çöküşü yaygın piyasa çöküşünü ve ekonomik gerilemeyi tetikleyebilir[1].
Hindistan Merkez Bankası (Reserve Bank of India), 2023 yılı itibarıyla üç bankayı “batmak için çok büyük” olarak tanımış ve onları daha yüksek düzenleyici normlara tabi tutmuştur[2]. “Yurt İçi Sistem Açısından Önemli Bankalar” (Domestically-Systemically Important Banks) olarak adlandırılan bu kuruluşlar Hindistan Devlet Bankası (State Bank of India), ICICI Bank ve HDFC Bank’tır. “Batmak için çok büyük” doktrini dünyanın her yerindeki hükümetler tarafından iflas eden kuruluşları kurtarmak için defalarca kullanılmış olsa da, bu makalede diğer düzenleyici yaklaşımları dikkate almanın zamanının geldiği savunulmaktadır. 2007-2008 finans krizi sırasında “batmak için çok büyük” doktrini, verimsiz (counter-productive) olduğu ve büyük şirketleri hükümet kurtarma garantisi ile daha riskli kararlar almaya teşvik ettiği için eleştirilmiştir[3].
Bu, hiçbir yerde, yalnızca yarım düzine sanayicinin kolektif olarak bankalara 3,5 lakh rupi’ye yakın borçlu olduğu, bankacılık sektörünün toplam sermayesinin ise 5 lakh rupi civarında olduğu Hindistan’dan daha doğru değildir[4]. Bu işletmelerin iflas etmesi durumunda Hindistan’ın bankacılık sermayesinin %70’i (yüzde yetmiş) yok olacaktır. Bir finans yorumcusunun şu yorumu yapmasına neden olan da budur: “Batmak için çok büyükler. Yani sistem onları ayakta tuttuğu için aslında hiçbir endişeleri yoktur.”
Aşağıdaki bölümlerde, büyüklük temelli düzenlemenin finansal sistemlerin sağlığını güvence altına almak için herhangi bir uygulanabilir çözüm sunup sunmadığı veya başka ön tedbirlerle desteklenmesi veya tamamen değiştirilmesi gerekip gerekmediği araştırılacaktır. İkinci yaklaşım tercih edilmekte ve “batmak için çok büyük” kuruluşlarının oluşturduğu risklere karşı teşvik temelli bir düzenleme modeli tartışılmaktadır.
2. “Batmak İçin Çok Büyük” Doktrini: Genel Bir Bakış
Bir kurumun “batmak için çok büyük” olarak kabul edilebilmesi için varlık değerinin oldukça yüksek olmasının yanı sıra finansal sistem içerisinde birbirine bağlılığının da yüksek olması gerekmektedir. “Batmak için çok büyük” doktrininin ‘büyük’ yönü yalnızca kuruluşun büyüklüğüne değil, genel ayak izine veya bir topluluk için önemine de işaret etmektedir[5]. Örneğin, 1971’de, Boston’daki nispeten küçük ve ağırlıklı olarak Siyahi bir kurum olan Unity Bank, başarısızlığının Siyahların mahallelerinde ayaklanmalara yol açacağı korkusuyla kurtarılmıştır. Ancak bir kuruluşun büyüklüğü, ayak izini değerlendirirken önemli bir husustur. Bankaların büyüdükçe ve oldukça karmaşık hale geldikçe aynı zamanda daha riskli hale geldikleri (de) keşfedilmiştir. Dolayısıyla bir şirketin büyüklüğü ile finansal sistemlerin istikrarına yönelik oluşturduğu tehdit arasında yerleşik bir ilişki bulunmaktadır.
“Batmak için çok büyük” doktrini görünüşte, sigortasız (‘tasarruf mevduatı sigortası’ kapsamında olmayan) büyük bir bankanın batması ve mevduat sahiplerini ve alacaklılarını savunmasız bırakması durumunda ortaya çıkabilecek sistemik sorunların önlenmesi ile ilgilidir[6]. Batan bir kurumun mevduat sahipleri ve alacaklılarının paralarını çekmelerinin, batan bankanın sorunlarını daha da ağırlaştırmasından korkulmaktadır. Üstelik çökmekte olan bankanın konumu kötüleştikçe, diğer finans kurumlarına olan taahhütlerini yerine getirmekte zorlanabilir ve bu da normalde sağlıklı olan birçok bankanın likidite krizi ile karşı karşıya kalmasına neden olabilir. Finans sektöründeki bu sınırlı likidite, ekonomik faaliyetlerin genel yavaşlamasını hızlandırabilir. Büyük uluslararası kuruluşlar söz konusu olduğunda, ekonomik hasar sınırların ötesine yayılabilir ve küresel bir finans krizi yaratabilir.
Avantajlarına rağmen, “batmak için çok büyük” kuruluşlarını kurtarma politikası, mantık dışı etkilere (counterintuitive effects) yol açması ve genel olarak finansal sistemin sağlığına zarar vermesi nedeniyle eleştirilere maruz kalmıştır. Bunun nedeni, “batmak için çok büyük” doktrininin, aşırı risk almayı ve tedbirsiz borç finansmanını teşvik eden bir devlet garantisi oluşturmasıdır. “Batmak için çok büyük” kuruluşları, risklerinin sonuç vermemesi halinde finans sektöründeki önemlerinden dolayı hükümetin onları kurtaracağı anlayışıyla hareket etmektedir. 2014 yılında “224” banka üzerinde yapılan bir araştırmada[7], katılımcı bankaların artan devlet desteği sonrasında daha yüksek düzeyde sorunlu kredi verdikleri ortaya çıkarılmıştır.
“Batmak için çok büyük” doktrini, daha küçük firmaların başarısızlığa karşı benzer düzeyde koruma alamamaları nedeniyle piyasadaki rekabeti bozmakla da suçlanmaktadır. 2007-2008 finans krizi sırasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hükümeti, kurtarmak istediği kuruluşları diğerleri arasından seçmek zorundaydı. Örneğin, Lehman Brothers’in faaliyetlerini durdurmasına izin verildiği aynı hafta içinde AIG’ye bir kurtarma paketi teklif edilmiştir. Bu farklı muamele, AIG’nin çöküşünün felaket olacağı korkusuyla meşrulaştırılmıştır; çünkü AIG, ABD ve Avrupa’daki çok sayıda finans kuruluşuna yarım trilyon ABD dolarının üzerinde sigorta kapsamı sağlamıştı.
Öte yandan, Lehman Brothers’in zirvedeki piyasa değeri[8], AIG’nin zirvedeki piyasa değerinin dörtte birine eşitti. Buna ek olarak mevduat sahipleri, daha güvenli olma itibarı nedeniyle bölgesel muadillerine kıyasla daha büyük bankalarla iş yapma eğiliminde oluyor. Bir banka “batmak için çok büyük” statüsüne ulaştığında, piyasa katılımcılarının daha az incelemesine maruz kalma eğilimi gösterir ve daha ucuz ve daha büyük borçlar alabilir.
Özellikle Silikon Vadisi Bankası (Silicon Valley Bank) ve Signature Bank’ın benzeri görülmemiş banka hücumlarıyla hızlandırılan son başarısızlığı, “batmak için çok büyük” kuruluşlarının kurumsal yönetişimini ve düzenlemelerine ilişkin ilginç soruları gündeme getirmiştir. ABD’deki bankacılık sektörünün aşırı rezerv rekorları kırmasına rağmen, her iki bankanın da iflası, Washington Mutual’ın 2008 yılındaki çöküşünden[9] sonra ABD bankacılık tarihindeki en büyük başarısızlıklar arasında yer almıştır. Her iki bankanın da iflas vakaları, 2008-2009 finans krizi sonrasında alınan önlemlere karşın ekonomilerimizin banka iflaslarından kaynaklanan aksamalara karşı bağışık olmadığının kanıtıdır.
3. Büyük Temelli Düzenlemenin Etkinliği
“Batmak için çok büyük” firmaları ile ilgili çok sayıda sorun nedeniyle, büyük şirketlerin var olmasına izin verilmemesi ve bilinçli olarak daha küçük birimlere bölünmesi gerektiği defalarca tartışılmıştır. Ekonomik ekosistemdeki sistematik basamakların, finans sektörünün farklı bölümleri arasındaki öngörülemeyen etkileşim (unpredictable interplay of different parts of the financial sector) nedeniyle meydana geldiği ve sistemin bir bölümünün başarısızlığının dolaylı olarak bağlantılı başka bir bölüm üzerinde ne tür bir etki yaratacağını değerlendirmenin zor olduğu iddia edilmiştir. Bunun nedeni, risk yöneticilerinin kendi kurumlarının maruz kaldığı riskleri yalnızca makul bir şekilde belirleyebilmeleri ve çoğu zaman dış zorunlulukları hesaba katmamalarıdır.
Örneğin 2007-2008 finans krizi, Lehman Brothers, AIG ve Bear Stearns gibi birkaç büyük finans şirketinin çöküşüyle tetiklenmiştir. Bu kuruluşlar maruz kaldıkları riske bağlı olarak kendi çöküşlerini öngörebilirken, başka bir şirketin bu kuruluşların çöküşünün operasyonları üzerindeki etkisini tahmin etmesi çok daha külfetli olurdu. Bunun dışında, kurtarma politikaları onlara simetrik olarak davransa bile, büyük bankaların küçük bankalara göre daha fazla kaldıraç kullanma eğiliminde oldukları, çünkü büyük bankaların kararlarının kurtarma politikalarını etkilediğini içselleştirdikleri de tespit edilmiştir[10].
Ancak aynı zamanda finans sektöründe büyük organizasyonlara sahip olmanın bazı avantajları da vardır. Büyük firmalar uygun maliyetli (cost-effective) olabilir ve küçük firmaların sunamayacağı hizmetleri sağlayabilir. “Batmak için çok büyük” şirketleri ölçek ekonomisini kullanarak risklerini daha iyi çeşitlendirebilir ve uluslararası pazara hizmet edebilir. Dahası, kuruluşların büyüklüğüne bir üst sınır getirilerek inovasyonun engellenmesi söz konusu olacaktır. Ölçek ekonomileri, sinerjiler vb. dikkate alınırken bu sınır değer boyutunu belirlemek de zor olacaktır.
Finansal kuruluşların boyutlarına dışarıdan getirilen sınırlamalar, amaçlarına hizmet etmeyebilir ve ekonominin zayıflamasına yol açabilir. Bu nedenle, komuta ve kontrol modeli (command-and-control model) merkezli ‘herkese uyan tek çözüm’ (one size fits all) yaklaşımını kullanmak yerine, düzenleyici otoritelerin, firmaların kendilerine dayatılan maliyetler ile yararlandıkları sinerjiyi dengeleyerek büyüklüklerini belirlemelerini gerektiren teşvik temelli bir yaklaşımı tercih etmeyi düşünmeleri gerekmektedir. Daha büyük şirketler, oluşturdukları sosyal, ekonomik ve politik risklerle orantılı ek yükler gibi düzenleyici mali külfetler ile yüzleşmek zorundadır. Eğer büyüklüklerine eşlik eden maliyetler faydalardan daha ağır basarsa, firmaların kendileri de büyüklüklerini küçültmeye teşvik edilecektir.
4. Teşvik Esaslı Bir Yaklaşım (incentive-based approach) Tasarlamak
2010 yılında, İsviçre merkezli Finansal İstikrar Kurulu (Financial Stability Board), tüm üye ülkeleri, kendi yetki alanlarındaki “Sistemik Olarak Önemli Finansal Kuruluşlar”a (Systemically Important Financial Institutions) atfedilebilen riskleri azaltmaya yönelik çerçeveler geliştirmeye teşvik eden tavsiyelerde bulunmuştur[11]. “Basel Bankacılık Denetim Komitesi” (Basel Committee on Banking Supervision), Kasım 2011’de “Küresel Sistemik Açıdan Önemli Bankalar”ın (Global Systemically Important Banks) tanımlanmasına yönelik bir çerçeve yayınlamış ve tüm üye ülkelerin “Yurt İçi Sistem Açısından Önemli Bankalar” ile ilgilenmek için düzenleyici bir çerçeveye sahip olmasını şart koşmuştur.
Hindistan’da Merkez Bankası’nın “batmak için çok büyük” kuruluşlarına ilişkin politikası, Küresel Sistemik Açıdan Önemli Bankaları tespit etmeye yönelik Basel Bankacılık Denetim Komitesi yöntemine dayanmakta ve bir bankanın yurt içinde ne kadar önemli olduğunu içerecek şekilde ayarlanmaktadır. Yurt İçi Sistem Açısından Önemli Bankaları belirlemeye yönelik değerlendirme yönteminde, bir bankanın büyüklüğü, birbirine bağlılığı, ikame edilebilirliği ve karmaşıklığı gibi göstergeleri kullanılmaktadır. Bu faktörler, her bankaya bir puan atamak için kullanılır ve bankalar daha sonra dört gruba ayrılır ve gruplarına bağlı olarak, riskli varlıkların %0,20 ila %0,80’i arasında değişen ilave “Çekirdek Sermaye Katmanı 1” sermaye gereksinimlerine (additional Common Equity Tier 1 capital requirements) sahip olmalıdır. Bu nedenle Yurt İçi Sistem Açısından Önemli Bankalar diğer bankalardan farklı olarak finansal sisteme getirdikleri risklere göre daha fazla denetime tabi tutulmaktadır.
Küresel Sistemik Açıdan Önemli Bankalar / Yurt İçi Sistem Açısından Önemli Bankalar çerçevesi, “batmak için çok büyük” kuruluşlarında hâkimiyet kurma yolunda atılan olumlu bir adım olsa da, sınırlamaları da yok değildir.
İlk olarak, herkese uyan tek çözüm yaklaşımını benimsediğinden, farklı bankaların risk profillerindeki nüansları ve karmaşıklıkları yakalamak yeterli değildir. İkinci olarak, büyüklük, birbirine bağlılık, karmaşıklık ve ikame edilebilirlik gibi ölçütlere aşırı bağımlılık, bankaları ekonomik büyüme sırasında aşırı risk almaya ve gerileme sırasında kredi vermeyi azaltmaya teşvik ederek döngüselliği daha da kötüleştirebilir. Son olarak, ilgili raporlarda[12], bankaların Küresel Sistemik Açıdan Önemli Banka puanlarını düşürmek için yılsonu vitrin düzenleme faaliyeti yoluyla düzenleyici arbitraj yaptıkları gösterilmiş ve düzenlemenin nasıl aldatılabileceği vurgulanmıştır. Özellikle, ABD’nin 8 Küresel Sistemik Açıdan Önemli Bankasının, Basel Bankacılık Denetim Komitesi metodolojisi[13] aracılığıyla ölçülen sistemik risk puanlarını düşürerek ek sermaye yüklerini düşürdükleri defalarca tespit edilmiştir.
Bu, büyük ölçüde, her yılın dördüncü çeyreğinde tezgâh üstü türev ürünlerin (over-the-counter derivatives) kavramsal değerinin düşürülmesiyle yapılır. Tezgâh üstü türev ürünlerin değeri, Küresel Sistemik Açıdan Önemli Bankaların risk puanını belirleyen bir gösterge olan karmaşıklık düzeyinin hesaplanması açısından önemlidir. ABD Merkez Bankası yakın zamanda Küresel Sistemik Açıdan Önemli Bankaların risk puanlarını düşürmek ve ek sermaye külfeti yükümlülüklerini atlatmak için tezgâh üstü türev ürünlerin değerini nasıl düşürdüğünü vurgulayan bir araştırma notu yayınlamıştır.
Bu bizi sorgulamaya yönlendiriyor; yanlış soruları mı soruyoruz? Büyük finans kuruluşlarını “nasıl” yönetmemiz gerektiğini sormak yerine, belki de bu tür kuruluşların var olmasına izin verilip verilmemesi gerektiğini veya büyümeyi belirli bir seviyenin üzerinde caydıracak cezai düzenlemelerin olması gerekip gerekmediğini sormalıyız. Jeremy Stein, ABD Merkez Bankası Başkanı iken “batmak için çok büyük” doktrininin olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla büyüklük temelli düzenleme yerine değer temelli düzenleme önermişti[14].
Bu öneriye göre bankalara, banka büyüklüğüne göre değişen ek yükler uygulanabilecektir. Bu nedenle banka yöneticileri, operasyonlarının içerdiği sinerjiyi anlamalarına göre banka büyüklüğünü küçültüp büyütmemeye veya büyütmeye karar vermek zorunda kalacaklardır.
Artan oranlı bir “Pigou vergisi”nin (Pigouvian tax) uygulanması[15] da belki bu duruma çare olabilir. Böyle bir verginin değeri, ilgili bankanın büyüklüğüne, riskine ve kaldıracına bağlı olarak değişeceğinden, böyle bir vergi, büyük finansal kuruluşların oluşturduğu sistemik risklerin azaltılmasına yardımcı olacaktır. Böyle bir vergi aynı zamanda ilgili firmaları büyüklüklerini küçültmeye veya kârlarını farklı kuruluşlar arasında dağıtmak üzere daha küçük birimlere bölünmeye motive edebilir. Üstelik kurumların parçalanması, kuruluşların riske maruz kalmasını azaltabilir.
Örnek vermek gerekirse, bir banka, bir kuruluşun ticari bankacılığa, diğerinin ise yatırım hizmetleri sağlamasına izin vererek faaliyetlerini ayırmayı tercih edebilir. Bu yapılandırılmış düzenlemede, her bir girişim ile ilgili riskler bölümlere ayrılacak ve bu onların özerk bir şekilde faaliyet göstermesine olanak tanıyacaktır. Sonuç olarak, eğer girişimlerden biri zarara uğrarsa, işin diğer bölümü bu etkiden yalıtılmış kalacaktır. Bu yaklaşım, “batmak için çok büyük” kuruluşlarının oluşturduğu genel ekonomik tehdidi etkili bir şekilde azaltacaktır.
Pigou vergisinden toplanan fonlar aynı zamanda kamu eğitim programları aracılığıyla finansal okuryazarlığın arttırılması veya büyük finansal kurumların ve varlıklarının sıhhatinin izlenmesi gibi çeşitli amaçlar için de kullanılabilir. Ayrıca, böyle bir durumda, küçük rakip firmalar daha küçük bir vergi ödemek zorunda kalacakları ve sadece bu küçük vergiyi tüketicilerine yansıtacakları için firmalar vergi yükünün tamamını müşterilerine yükleyemeyeceklerdir. Dolayısıyla, daha önce de tartışıldığı gibi, rekabetçi kalabilmek için “batmak için çok büyük” kuruluşlarının ya büyüklüklerini küçültmeleri ya da kendilerine yüklenen külfetin tamamını karşılamaları gerekecektir.
Yukarıda özetlenen yaklaşımın zorlukları da yok değildir. İlk olarak, ekonomik büyümeyi veya yenilikçiliği engellemeden, bir bankanın büyüklüğünü, riskini ve kaldıracını hesaba katan kesin bir vergi oranı belirlemek zordur. Bankalar aynı zamanda işletmelerini düzenlemeye sahte bir bağlılık sergileyecek ama aslında sistemik riski azaltmayacak şekilde yeniden düzenleyerek de vergiden kaçınabilirler. Rekabet hukuku açısından bakıldığında, Pigou vergisi, vergiyi karşılayabilecek büyük bankaların piyasa konumunu sağlamlaştırarak, yanlışlıkla küçük oyuncuların girişine engel oluşturabilir.
Ancak bazı finans kurumlarının kamu yararına olamayacak kadar büyük ve karmaşık olduğu gerçeğini de hesaba katmamız gerekmektedir. Sahip oldukları muazzam zenginlik ve ekonomiyle olan köklü bağlantıları (deep-rooted connections with the economy) nedeniyle, bu tür bankaların varlığı hem ekonomik hem de sosyal sonuçları önemli ölçüde etkileyerek toplumdaki güç asimetrilerini güçlendirir. Bu nedenle “batmak için çok büyük” kurumlarını düzenlemenin zorluğu sadece teknik değil aynı zamanda politiktir ve onların aşırı nüfuzunu sağlayan güçlerle mücadele etmek zorundadır. Böyle bir ideale ulaşmak ancak gücü ve zenginliği yeniden dağıtan ve ekonomiyi demokratikleştiren bir sistemik değişim ile gerçekleşebilir.
5. Sonuç
Finans sektöründeki birbirine bağlılığın artması ve küreselleşen ekonominin yükselişiyle birlikte, çok daha fazla “batmak için çok büyük” kurumunun gelecekte de yükselişe devam etmesi muhtemeldir. Bu olgu çok sayıda fırsat sunuyor. Bu devasa firmalar ekonomilerimizde devrim yaratacak sermayeye, kaynaklara ve uluslararası varlığa sahip olacaktır. Yeni finansal ürünler geliştirip piyasaya sürebilecek, rekabetçi hizmetler sunabilecek ve tüketicilere fayda sağlayabileceklerdir. Ancak bu tür şirketlerin yükselişi, çöküşlerinin hayatımıza getireceği olumsuzlukları da ağırlaştıracaktır. Bu nedenle “batmak için çok büyük” kuruluşlarını düzenleyen etkin düzenlemelerin tasarlanması ve uygulanması zorunludur.
Finansal şirketlerin büyüklüğü ve karmaşıklığı arasında doğrudan bir ilişki olduğundan, hükümet büyük şirketlerin büyüklüklerini sınırlamaya odaklanmalıdır. Bununla birlikte, herhangi bir şirket için en verimli büyüklük; iş modeli, tüketici tabanı, kaldıraç oranı (business model, consumer base, leverage) gibi çeşitli faktörlere bağlıdır. Dolayısıyla bu ideal büyüklük farklılık gösterebilir ve farklı kuruluşlar için farklı olabilir.
Böyle bir durumda en uygun yaklaşım, teşvikler oluşturmak ve her firmayı hükümetin önerdiği genel büyüklük küçültme politikasına uymaya motive etmek olacaktır. Bu makalede yapılan tavsiyeler, başarısızlıklarının oluşturduğu tehdidi dengelemek için büyük kuruluşlara boyutlarına, kaldıraçlarına ve kârlarına (size, leverage, and profits to counterbalance) bağlı olarak ek maliyetler getirilmesini önermektedir. Bu, şirketleri bir fayda-maliyet analizi (cost-benefit analysis) yapmaya ve kendilerine dayatılan maliyetlerin, büyüklükleri nedeniyle kazandıkları avantajlardan daha ağır basıp basmadığını belirlemeye de teşvik edecektir. Maliyetlerin faydayı aşması durumunda kurumlar kendilerini düzelterek yönetilebilir ve istikrarlı bir büyüklüğe dönecektir. “Batmak için çok büyük” doktrini, büyük kuruluşlara bir güvenlik ağı sağlayarak onların pervasız finansal kararlar almalarına olanak sağlar. Artık “batmak için çok büyük” şirketlerinin refahını üstlenerek sorumluluk yükünü “batmak için çok büyük” şirketlerine devretmenin zamanı gelmiştir. Boyutlarını korumayı tercih ederlerse masrafları ödemek zorunda kalacaklardır.
[1] <https://hbr.org/2009/06/too-big-to-fail-how-about-too-big-to-exist>
[2] <https://www.rbi.org.in/commonman/English/Scripts/PressReleases.aspx?Id=2900>
[3] <https://www.ft.com/content/0bd8f4d4-76de-11e7-a3e8-60495fe6ca71>
[4] <https://www.phenomenalworld.org/analysis/family-business/#fnref:32>
[5] <https://www.bis.org/review/r121116c.pdf>
[6] <https://www.jstor.org/stable/23486579>
[7] <https://www.newyorkfed.org/research/epr/2014/1412afon.html>
[8] <https://www.nytimes.com/2018/09/17/opinion/lehman-brothers-financial-crisis.html?rref=collection%2Ftimestopic%2FEconomy&action=click&contentCollection=opinion®ion=stream&module=stream_unit&version=search&contentPlacement=1&pgtype=collection>
[9] <https://www.pbs.org/newshour/economy/why-silicon-valley-bank-and-signature-bank-failed-so-fast>
[10] <https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0304405X19302247>
[11] <https://www.rbi.org.in/Scripts/BS_PressReleaseDisplay.aspx?prid=31680>
[12] <https://www.bis.org/bcbs/publ/wp42.pdf>
[13] <https://www.risk.net/our-take/7853271/g-sib-regime-somethings-broken>
[14] <https://www.brookings.edu/articles/setting-the-scales-dodd-franks-balancing-act-on-big-banks/>
[15] <https://ideas.repec.org/a/eee/reveco/v75y2021icp747-758.html>
Yavuz Akbulak
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
• Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
• Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
• Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte),
• Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve
• Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte)
başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
• Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003),
• Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004)
ile
• Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II;
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021);
• Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021);
• Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022);
• Ticari Mevzuat Notları (2022);
• Bilimsel Araştırmalar (2022);
• Hukuki İncelemeler (2023);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024);
• Hukuka Giriş (2024);
• İşletme, Pazarlama ve Hukuk Yazıları (2024),
• İnterdisipliner Çalışmalar (e-Kitap, 2025)
başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 3 bini aşkın Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.