“Durgunluktan Kaçış: Daha Güçlü Bir Avro Bölgesi’ne Doğru” [Avrupa Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Isabel Schnabel’in Walter Eucken Anısına Düzenlenen Konferanstaki Konuşması]

Giriş

Avro Bölgesi ekonomisi durgunlaşıyor. Son iki yılda, gerçek gayrisafi yurtiçi hâsıla (GSYH) ortalama olarak çeyrek başına sadece yüzde 0,1 oranında büyüdü. Firmalar arasında yapılan anketler, büyümenin bu yılın ikinci yarısında düşük kalmaya devam edeceğini gösteriyor.

Zayıf büyüme, büyük ölçüde son yıllarda Avro Bölgesi ekonomisini etkileyen istisnai şokları, özellikle de pandemi ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini yansıtıyor.

Bir diğer neden de para politikasının sıkılaştırılmasıdır. 2021 yılının sonundan 2023 yılının sonuna kadar hanelerin ev satın almaları için banka kredi oranları yüzde 1,3’ten yüzde 4’e, kurumsal krediler için olanlar ise yüzde 1,4’ten yüzde 5,3’e yükselmiştir. Bu seviyeler on yıldan uzun süredir görülmemişti.

Fiyat istikrarının yeniden sağlanabilmesi için toplam talepteki büyümenin yavaşlatılması gerekiyordu. 2021’de, Avro Bölgesi ekonomisi pandemide yeniden açıldığında ve ekonominin arz kapasitesi hâlâ ciddi şekilde kısıtlandığında, gerçek özel tüketim sadece iki çeyrekte yüzde 8’den fazla artmıştır. Temmuz 2022’de temel politika oranlarımızı artırmaya başladığımızda, haneler ve firmalar daha az harcamaya ve daha fazla tasarruf etmeye başlamış, böylece arz ve talep daha yakın bir dengeye gelmiştir.

Yine de, parasal sıkılaştırmanın zirve etkisinin geride kalması muhtemeldir ve enflasyon düşerken ve ücretler artarken reel gelirler yükseliyor olsa da, büyüme sığ kalmaya devam etmektedir. Geçtiğimiz 18 ayda, toparlanma tahmin edilenden tekrar tekrar zayıf olmuştur. Ancak, toplam büyüme rakamları Avro Bölgesi ekonomileri arasında önemli bir heterojenliği maskelemektedir. Faiz oranları yükselmeye başladığından beri, büyüme giderek daha düzensiz hale gelmiştir.

Malta, İspanya ve Portekiz gibi bazı Üye Devletlerde çıktı ölçülebilir şekilde artmıştır. Örneğin Malta’da yıllık reel GSYH büyümesi 2022 yılından bu yana ortalama yüzde 6 olmuştur. İspanya ve Portekiz’de ise reel ekonomik faaliyetler yıllık yaklaşık yüzde 4 büyümüştür.

Aslında, temel politika faiz oranlarını artırmaya başladığımızdan bu yana Avro Bölgesi’nin gösterdiği zayıf büyüme performansının büyük bir kısmı, aralarında Almanya, Finlandiya ve Estonya’nın da bulunduğu küçük bir grup ülkeye atfedilebilir.

Örneğin, Almanya hariç Avro Bölgesi’nde büyümeyi grafik olarak çizecek olsaydık, para birimi bölgesindeki faaliyet, on yıllardır görülen en keskin para politikası sıkılaştırması ve Avrupa Birliği’nin (AB) kapısında süren bir savaş karşısında dikkate değer derecede dirençli olurdu. Bu dönemde yalnızca birkaç gelişmiş ekonomi, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri (ABD), daha hızlı bir oranda büyümüştür.

1. Para politikasının heterojenliğin temel itici gücü olması pek olası değildir

Para politikası muhtemelen Avro Bölgesi’ndeki heterojenliğe katkıda bulunan bir faktör olmuştur. Güçlü bir üretim tabanı etrafında merkezlenmiş Almanya gibi bir ekonominin, daha hizmet odaklı ekonomilere göre faiz oranlarındaki değişikliklere karşı daha hassas olması muhtemeldir. Ancak üç gözlem, para politikasının heterojenliğin temel itici gücü olma ihtimalinin düşük olduğunu göstermektedir.

İlk olarak, Almanya’daki çıktı, faiz oranlarındaki artıştan çok önce durgunlaşmaya başlamıştı. 2021 yılının sonunda, reel GSYH, Almanya hariç Avro Bölgesi için yüzde 4,9’luk ve aynı dönemde ABD’de yüzde 10’luk artışlara karşın, dört yıl önceki seviyesinin sadece yüzde 1 üzerindeydi. Başka bir deyişle, para politikasını sıkılaştırmaya başlamadan çok önce bile büyüme farkı artıyordu.

İkinci olarak, faiz oranlarındaki değişikliklere daha duyarlı olan ekonomik faaliyetin bazı kısımlarında bile önemli bir heterojenlik gözlemliyoruz. Almanya’da, endüstriyel üretim (inşaat hariç) bugün piyasa faiz oranları 2021 yılı sonlarında yükselmeye başlamadan önce olduğundan yüzde 10 daha düşüktür (diğer çoğu ekonomide görülen kayıptan önemli ölçüde daha büyük bir kayıp). Bu karşıtlık, faiz oranlarına en duyarlı olan sermaye mallarının üretimi göz önüne alındığında daha da belirginleşmektedir. Son iki buçuk yılda, sermaye malları üretimindeki yavaşlama daha erken başlamış olup Almanya’da diğer büyük Avro Bölgesi ekonomilerine göre daha belirgindi. Bugün, Almanya’daki sermaye malları üretimi 2021 yılının sonuna göre yüzde 3 daha düşüktür. Buna karşılık, aynı dönemde Hollanda’da yaklaşık yüzde 17 daha yüksek kalmıştır.

Üçüncüsü, Alman haneleri, toplamda, faiz oranlarındaki artıştan şu ana kadar yararlanmıştır. 2021 yılı sonundan bu yana, tasarruflarını daha yüksek getiri sunan vadeli mevduata kaydırdıkları için net faiz gelirleri keskin bir şekilde artarken; uzun vadeli, sabit faizli ipoteklerdeki faiz oranları düşük kalmıştır. Buna karşılık, İspanya’da esnek faizli ipoteklerin yaygınlaşması, tasarruflardaki daha yüksek faiz oranlarından elde edilen gelirdeki artışı fazlasıyla telafi eden, faiz ödemelerinde kayda değer bir artışa yol açmıştır. Yani, para politikasının ipotek kanalı gibi bazı kanallar üzerinden iletiminin Almanya’da diğer ülkelere kıyasla daha güçlü değil, daha zayıf olması muhtemeldir.

2. Avro Bölgesi’nin güneyinde dirençli büyüme

Heterojenliğin ardındaki temel etkenleri anlamak için, hem sıkı politikalar göz önüne alındığında beklenenden daha hızlı büyüyen ülkelere hem de düşük performans gösteren ülkelere bakmak gerekir.

Öncelikle Avro Bölgesi’nin daha dinamik bölgelerine odaklanayım. Birçok durumda, ticaret önemli bir rol oynamıştır. Örneğin İspanya’da, net ihracat son iki buçuk yılda her çeyrekte büyümeye ortalama 0,4 puan katkıda bulunmuştur. Bu, pandemiden önceki döneme göre dikkate değer bir artıştır. Aynı genel örüntü İtalya ve Portekiz’de de gözlemlenebilir.

Pandemiden sonra turizmde yaşanan güçlü toparlanma, bu ekonomilerdeki ihracat artışını destekleyen temel bir faktör olmuştur. Ancak ticaret hikâyenin tamamı değildir. İşgücü piyasası gelişmeleri de aynı derecede önemli bir rol oynamıştır. En dikkat çekici örnek Yunanistan’dır. İşsizlik, 2022 yılının başlarında yüzde 13,7’den bu yılın Temmuz ayında yüzde 9,9’a düşmüştür ki; bu, küresel finans krizinden bu yana görülmemiş bir seviyedir.

Avro Bölgesi’nin güneyindeki işgücü piyasalarında da benzer iyileşmeler gözlemliyoruz. Örneğin İtalya’da, istihdamdaki kişi sayısı 2022’den bu yana bir milyondan fazla artmış ve bu da özel tüketimi ve güveni ölçülebilir şekilde desteklemiştir.

Son olarak, bazı ülkelerde mali politika diğerlerinden daha gevşek kalmıştır. İtalya’da geçen yıl bütçe açığı yüzde 7,2 iken, Almanya’da bu oran yüzde 2,6 idi.

“NextGenerationEU” programı kapsamında tahsis edilen fonlar büyüme ve istihdama daha fazla ivme kazandırmıştır. 2022 ve 2023’te fonların yüzde 37’si en hızlı büyüyen beş ülkeye tahsis edilmiş olup, Avro Bölgesi ekonomisindeki payları yalnızca yüzde 13 idi.

Sonuç olarak, tek para birimi alanının büyük kısımlarında, daha sıkı para politikasının etkisi, daha gevşek mali politika ve tüketimde hizmetlere doğru bir kaymanın birleşimiyle zayıflamıştır. Ayrıca, bu ekonomilerin bazıları, ülke borç krizinden sonra yapısal reformlar yoluyla daha dirençli hale gelme yolunda bir miktar yol kat etmiştir ki, bu da aşırı performanslarını açıklamaya yardımcı olmaktadır.

Bazı ülkelerin yeni Avrupa mali kurallarına uyum sağlamak için kamu harcamalarını ayarlamaları gerekecek olsa da, Haziran ayından bu yana para politikası kısıtlamalarının kademeli olarak geri çekilmesi ve reel gelirlerdeki artışın devam etmesi, orta vadede büyümeyi daha da destekleyecektir.

3. İhracat odaklı ülkelerde yapısal olumsuzluklar

Para politikası kısıtlamasının derecesindeki kademeli ılımlılık, son yıllarda durgunlaşan Avro Bölgesi’nin bu kısımlarındaki büyümeyi de destekleyecektir. Örneğin, inşaat faaliyeti Finlandiya’da 2022’den bu yana yüzde 12 ve Almanya’da yaklaşık yüzde 7 oranında daralmıştır.

Ekipman ve hammadde maliyetlerindeki artışlar inşaat sektöründeki yavaşlamaya önemli ölçüde katkıda bulunurken, son dönemde ipotek oranlarında yaşanan düşüş konut talebinde artışa neden olmaktadır. Daha az kısıtlayıcı bir politika duruşu, merkezden çevreye negatif büyüme taşma risklerini azaltmaya yardımcı olabilir. Ancak, para politikası her derde deva değildir.

Özellikle Almanya, şu anda yalnızca düşük faiz oranlarıyla çözülemeyecek güçlü karşı rüzgârlarla karşı karşıyadır. İş modeli, geleneksel üretim endüstrilerinin üst düzey segmentine odaklanarak ihracat odaklı büyüme üzerine kuruludur. 2000 yılından 2015 yılına kadar Almanya’nın cari hesabı GSYH’nin yüzde 1,8’lik açığından yüzde 8,6’lık fazlaya geçmiş olup; bu, gelişmiş ekonomiler arasında benzeri görülmemiş bir artıştır. Sonuç olarak, net ihracat bu dönemde büyümenin neredeyse üçte birini oluşturmuştur.

Ancak 2016’dan bu yana ortalama olarak, net ihracat artık büyümeye katkıda bulunmuyor ve Almanya ihracat pazar paylarını endişe verici bir hızda kaybediyor. Ve iç talep artmadığı için, Alman ekonomisi bu dönemde yılda ortalama sadece yüzde 1 oranında büyüyor.

Elbette, bunun son yıllardaki bir dizi şok bağlamında görülmesi gerekir. Enerji şokunun muazzam boyutu göz önüne alındığında, Almanya’nın büyüme sonuçları korkulandan daha iyiydi. Gaz tüketimindeki hızlı düşüş ve Rus gazına erişimin aniden kaybolmasına yanıt olarak alternatif enerji kaynaklarına hızlı geçiş, Alman ekonomisinin uyum yeteneğini göstermiştir.

Ancak Almanya köklü zorluklarla karşı karşıyadır. Aslında büyümenin birincil kaynağı olarak ihracata güvenmenin tehlikeleri uzun zamandır bilinmektedir. Pandemiye kadar geçen yirmi yılda, Avro Bölgesi ihracatçıları -özellikle de Alman firmaları- bazı önemli pazarlarda, bilhassa gayrimenkul patlamasının Avro Bölgesi’nden mal ihracatına, özellikle de sermaye mallarına olan talebi artırdığı Çin’de olağanüstü güçlü büyümeden faydalanmıştır.

Avrupa Merkez Bankası personelinin yaptığı analizler, Avro Bölgesi firmalarının, daha yüksek enerji ve işgücü maliyetleri ile daha zayıf üretkenlik artışına bağlı fiyat rekabetindeki paralel kayıpları büyük ölçüde telafi eden coğrafi ve sektörel etkiler olmasaydı ihracat pazar paylarını çok daha hızlı bir şekilde kaybedeceklerini göstermektedir. Ancak pandemiden bu yana, Avro Bölgesi ihracatını artıran özel faktörlerin yavaşlaması nedeniyle rekabet etkileri baskın hale gelmeye başlamıştır ve bu durum ihracat pazar paylarındaki önemli düşüşü açıklamaktadır.

4. İhracat odaklı büyüme modelinin ayarlanması gerekebilir

İhracattaki zayıflığın bir kısmının küresel para politikasındaki sıkılaşmanın gecikmeli etkilerini ve Çin’deki zayıflığı yansıtan döngüsel olması muhtemeldir. Ancak pandemi öncesi ihracata dayalı büyüme modelinin daha kalıcı olumsuzluklarla karşılaşması ve uyum gerektirmesi riski bulunmaktadır. Bunun üç temel nedeni vardır.

Öncelikle, küreselleşmenin doğası değişiyor. Jeoekonomik parçalanma yoğunlaşıyor, küresel ticaret önlemleri özellikle kritik hammaddeler için keskin bir şekilde artıyor ve bunların üretimi genellikle sadece birkaç ülkede yoğunlaşıyor. Bu nedenle, küreselleşmenin ticareti ve büyümeyi artırdığı zamanlar geride kalmış olabilir. Jeopolitikanın giderek ticareti engellediğine ve firmaların stratejik mal tedariklerini jeopolitik olarak uyumlu ülkelerdeki üreticilerden tedarik ederek giderek çeşitlendirmeye çalıştığına dair kanıtlar mevcuttur. Avro Bölgesi şirketlerinin küresel değer zincirlerine rakiplerinin çoğundan daha derin bir şekilde bütünleştiği göz önüne alındığında, parçalanmanın Avro Bölgesi ekonomisine diğerlerinden daha fazla zarar vermesi olasıdır.

İkincisi, enerji şoku, Avro Bölgesi piyasa paylarındaki düşüşün arkasındaki en önemli etkendi. Dünya genelindeki firmaları etkileyen geçmiş petrol fiyat şoklarının aksine, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve bunun sonucunda gaz fiyatlarında yaşanan keskin artış, Avro Bölgesi için büyük bir rekabet şoku olmuştur. Zira yerli ihracatçıların girdi maliyetleri, rakiplerine kıyasla keskin bir şekilde artmıştır. Bunun sonucunda enerji yoğun sektörlerin ihracatı ciddi oranda azalmış ve 2023 yılında toplam ihracattaki düşüşün neredeyse tamamı bundan kaynaklanmıştır. Avrupa Merkez Bankası çalışanlarının analizi, Avrupa gaz krizinin zirve noktasında, Avro Bölgesi ihracat pazar paylarındaki ortalama etkinin yüzde 7 olduğunu, enerji yoğun endüstrilerin ihracat pazar paylarında yüzde 15’ten fazla kayıp yaşadığını göstermektedir. Enerji maliyetleri zirveden düşmüş olsa da, ABD’dekinin neredeyse dört katı kadar yüksek kalmaya devam etmektedir. Bu nedenle enerji muhtemelen Avro Bölgesi fiyat rekabetinde bir engel olmaya devam edecektir.

Üçüncüsü, rekabet değişiyor. Yirmi yıl önce, Çinli firmalar ağırlıklı olarak giyim, ayakkabı veya plastik gibi düşük değerli malların üretiminde uzmanlaşıyordu. Bugün, Çin otomotiv ve özel makine sektörleri gibi yüksek katma değerli endüstrilerde giderek daha fazla büyük üretim kapasiteleri oluşturuyor. Çin’in değer zincirinde yukarılara çıkması yalnızca Avro Bölgesi mallarına olan talebi doğrudan azaltmakla kalmıyor; aynı zamanda Çin’i üçüncü pazarlarda da zorlu bir rakip haline getiriyor. Bu durum özellikle Almanya ve İtalya’da belirgindir ki; bu ülkelerde son yirmi yıldır bu ekonomilerin ve Çin’in açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu sektörlerin sayısında istikrarlı bir artış görülmektedir; yani bu sektörlerde küresel ortalamadan daha fazla ihracat yapmaktadırlar.

Çinli ve Avro Bölgesi şirketlerinin benzer ihracat pazarlarında giderek daha fazla rekabet etmesiyle, Çin’in Avro Bölgesi’ne kıyasla fiyat rekabet gücünde elde ettiği önemli kazanımlar, Avro Bölgesi ihracatını olumsuz etkilemektedir. 2021 yılından bu yana Çin, üretici fiyatlarına dayalı olarak avronun gerçek efektif döviz kurunda tüm değer artışını sağlamıştır. Avro Bölgesi üretici fiyatları önemli ölçüde artarken, Çin üretici fiyatları son dört yılda dikkate değer ölçüde istikrarlı kalmıştır.

Öte yandan, bu durum çoğu diğer gelişmiş ve büyük gelişmekte olan piyasa ekonomilerinden önemli ölçüde daha yüksek olan cömert devlet sübvansiyonlarının sonucudur. Beri taraftan, artan aşırı kapasiteler Çin’in ihracat fiyatlarını olumsuz etkilemektedir. Otomotiv sektörü buna bir örnektir. Çin, ihracat kapasitesini artırmak için üretim ve ulaştırmada önemli ön yatırımlar yapmaktadır. Yeni nakliye gemileri için verilen siparişlerin, 2026 yılına kadar ihracat için mevcut elektrikli araç sayısını yıllık 1,7 milyon artırması öngörülmektedir. Bunu perspektife koymak gerekirse, 2023 yılında AB genelinde satılan toplam elektrikli araç sayısı 2,5 milyondu.

5. Yenilikçiliği ve girişimciliği ön planda tutan bir reform gündemine ihtiyaç vardır

Avrupa ve özellikle Almanya’nın bu yeni ortama uyum sağlaması gerekir. Küresel ekonomik ilişkilerin giderek belirsizleştiği bir zamanda, Avrupa’nın yaşam standardını ve sosyal değerlerini korumak için rekabet gücünü yeniden kazanması gerekir.

Rekabet gücünü yeniden kazanmaya yönelik geçmişteki çabalar eksikliklerden yoksun değildi. Örneğin, ücret maliyetlerini düşürmeyi amaçlayan politikalar genellikle önemli ekonomik zorluklar ve sosyal maliyetlerle gelmiştir. Bugün odak noktasının farklı olması gerekiyor. Avrupa, gündeminin merkezine inovasyonu ve girişimciliği koymalıdır.

Mario Draghi, son raporunda Avro Bölgesi ekonomisinin durumuna ilişkin samimi ve acımasız bir teşhis sunmakta ve birçok faydalı öneride bulunmaktadır. Bu önerilerden bazılarının siyasi liderler arasında geniş bir destek bulması pek olası değildir. Ancak raporu daha fazla ortak borçlanma çağrısına indirgemek yanlış olur ki, bu her durumda yalnızca Kurtarma ve Dayanıklılık Tesisi ile deneyim değerlendirildikten sonra tartışılmalıdır.

Aslında, Avrupa’nın rekabet gücünü artırabilecek reformların çoğu, önemli miktarda ön yatırım gerektirmemekte ve AB Antlaşması’nda değişiklik yapılmasını da gerektirmemektedir. En ümit verici olduğunu düşündüğüm üç alanı vurgulayayım.

5.1. Avrupa Silikon Vadisi’nin yaratılması

Öncelikle Avrupa’nın yenilikçi girişimlerin doğuşuna ve büyümesine olanak sağlaması gerekir. 2000 yılından bu yana, çalışılan saat başına verimlilik yılda ortalama sadece yüzde 0,8 oranında artmıştır -bu, Amerika Birleşik Devletleri’nde görülen büyümenin sadece yarısıdır. Avrupa firmalarının bilgi ve iletişim teknolojilerinin getirdiği verimlilik kazanımlarından yararlanamaması temel nedenlerden biridir.

Avrupa’da inovasyon potansiyeli eksik değildir. Ancak düzenleyici çerçevesi ve derin sermaye piyasalarının eksikliği genç firmaların gelişmesini zorlaştırmaktadır. Avrupa’daki yeni kurulan şirketler son on yılda girişim sermayesi yatırımlarından GSYH’nin yalnızca yüzde 0,3’üne eşdeğer miktarda fon elde etmiştir. Bu rakam, ABD’deki rakamın üçte birinden bile azdır. Bankalar bu boşluğu dolduracak risk taşıma kapasitesine sahip değiller ve Avro Bölgesi’nde menkul kıymetleştirmeyi yeniden canlandırmayı başarsak bile bu durum değişmeyecektir.

Günümüzde, birçok gelecek vaat eden girişim, risk sermayesi eksikliği nedeniyle operasyonlarını denizaşırı ülkelere kaydırmaktadır. 2022’de, ABD’deki “unicorn”ların -1 milyar ABD dolarının üzerinde değerlenen girişimler- 58 kurucusu Avro Bölgesi’nde doğmuştu. Avrupa böyle bir potansiyeli korumak istiyorsa, ulusal vergi sistemlerindeki “borç sapmasını” ortadan kaldırmak da dâhil olmak üzere, özel sermaye yatırımlarını daha cazip hale getirmesi gerekir.

Sermayenin daha iyi seferber edilmesi inovasyonu teşvik etmenin bir yoludur. Tek Pazarı güçlendirmek, rekabeti teşvik etmek ve bürokrasiyi azaltmak bir diğeridir.

Avrupa ekonomisi ulusal sınırlar boyunca bölünmüş, farklı kurallar ve hukuk sistemleri arasında kalmış durumdadır. Bu, genç firmaların yeterli büyüklüğe ulaşmasını ve inovasyon kümeleri oluşturmasını zorlaştırıyor, böylece yeni fikirler ve teknolojiler daha hızlı yayılabilir ve “kazanan en çok şeyi alır” ortamında rekabet edebilirler.

Tek Pazar, Avrupa’nın ölçek ekonomilerini harekete geçirmek ve bir Avrupa Silikon Vadisi’nin yaratılmasını sağlamak için en etkili aracıdır. Ancak, Avrupa entegrasyonunun seviyesi hayal kırıklığı yaratacak kadar düşük kalmaya devam ediyor -özellikle AB’nin GSYH’sinin yaklaşık yüzde 67’sini oluşturan hizmetlerde. AB içi hizmetler ticareti GSYH’nin yalnızca yaklaşık yüzde 15’ini oluştururken, mallar için bu oran yüzde 50’ye yakındır. Bu durum, büyük ölçüde, Avro Bölgesi’nde iş yapmanın önündeki düzenleyici ve idari engelleri yansıtmakta ve rekabeti ve dolayısıyla inovasyonu engellemektedir.

5.2. Büyüme motoru olarak yeşil inovasyon

İkincisi, Avrupa’nın yeşil dönüşümden yararlanması gerekir. Avrupa ekonomilerini daha sürdürülebilir hale getirmek bir tercih değildir. Hava kaynaklı felaketler daha sık ve daha şiddetli hale gelmekte, bu da karbon emisyonlarını azaltmak ve iklim değişikliğinin artan etkisine uyum sağlamak için acil eylem gerektirmektedir.

Yeşil dönüşümü benimsemenin toplum için maliyetleri vardır. Göreceli fiyat değişiklikleri genellikle en az karşılayabilenler için en acı verici olanlardır. Ancak yeşil dönüşüm aynı zamanda özellikle de ilk hareket edenler için ekonomik fırsatların kilidini açma potansiyeli de sunar.

Porter hipotezinin ruhu da budur; çevresel önlemlerin inovasyonun önemli bir itici gücü olabileceği görüşü. Tartışmalı olmasına rağmen Porter hipotezi lehine çok sayıda kanıt bulunmaktadır. Otomotiv sektörünü ele alalım. Avro Bölgesi otomobil üreticileri son birkaç yıldır ihracat pazar paylarını kaybettiler. Ancak bu kayıplar büyük ölçüde içten yanmalı motor segmentiyle sınırlıydı -elektrikli otomobil endüstrisinde, Avro Bölgesi firmaları, hibrit teknolojileri erken geliştirerek de önemli kazançlar elde ettiler.

Bu kazanımlar, araştırma ve geliştirmeye yapılan önemli yatırımlar sayesinde mümkün olmuştur. En son verilere göre, Avro Bölgesi’ndeki otomotiv şirketleri 2022 yılında hâlâ dünyanın en büyük araştırma ve geliştirme yatırımlarına sahipti ki; bu, ABD ve Çin’in yaklaşık iki katıydı.

Düşük emisyonlu otomobil üretimi de dâhil olmak üzere yeşil endüstri, AB’nin şu anda patent sayısı bakımından lider olduğu tek yenilikçi sektördür. Teknolojik liderlik aynı zamanda Avro Bölgesi şirketlerinin motorlu taşıt ihracat fiyatlarını diğerlerinden daha fazla artırmalarına olanak tanımış ve bu durum, nispeten fiyat esnekliği olmayan talepten faydalanmalarına neden olmuştur. Sonuç olarak, firmalar daha yüksek marjlı faaliyetlere yöneldikçe, brüt katma değer genellikle endüstriyel üretimden daha dayanıklı olmuştur.

Başka bir deyişle, Avrupa yeşil dönüşümde öncü olmak için diğer ülkelerden daha fazla yatırım yapmıştır. Şimdi geri adım atma zamanı değildir. Avrupa’nın yeşil dönüşümü bir büyüme motoruna dönüştürmek için yeşil teknolojilere ve yeniliklere yatırım yapmaya devam etmesi gerekir. Avrupa enerji tüketimini ne kadar çabuk karbonsuzlaştırırsa, yabancı tedarikçilere olan bağımlılığını o kadar çabuk azaltacak ve fiyat rekabet gücünü o kadar çabuk geri kazanacaktır, çünkü yenilenebilir enerjilerin marjinal maliyeti neredeyse sıfırdır.

Yapay zekâ devriminin yaşandığı ve enerji talebinin önemli ölçüde artacağı zamanlarda bu daha da önemli hale gelmektedir. Aynı zamanda hidrojen gibi yeni enerji kaynaklarının benimsenmesi, tüm hidrojenin yenilenebilir enerjilerden üretilemeyeceği bir geçiş aşaması gerektirebilir.

Yeşil geçişi yönetmek hem özel hem de kamu yatırımları gerektirir. Bu süreci desteklemek için, koordineli çabalarla yeşil geçişi başarmaya stratejik olarak odaklanan ve böylece belirsizliği azaltan görev odaklı bir endüstriyel politikaya ihtiyaç duyulabilir. Örneğin, geçen yıl Fransa, tamamen yeşil olan tedarik zincirlerine ayrıcalık tanıyan elektrikli araç satın alma sübvansiyonları için yeni kriterler getirmiştir. Çin’in elektrikli araç endüstrisi büyük ölçüde kömürle üretilen elektriğe dayandığından, bu ölçütler dolaylı olarak Avrupa üretimini desteklemektedir.

Avrupa’nın elektrik şebekesini geliştirmek ve hidrojen için boru hatları veya yakıt istasyonları ağları gibi yeni altyapılar inşa etmek için de önemli özel ve kamu yatırımlarına ihtiyaç vardır ve Avrupa yeni teknolojilerde lider olmak istiyorsa bu yatırımların yakında gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu yatırımların ölçeği yeni finansman fikirleri gerektirebilir. Maliyetleri ve gelecekteki ödemeler hakkındaki belirsizlik genellikle o kadar büyüktür ki, geleneksel yatırım ufuklarında zarar etmeyebilirler.

Bu nedenle, bazı durumlarda ortaya çıkan riskler yalnızca girişimciler tarafından üstlenilemez ve bu da kamu-özel sektör ortaklıklarını iklim değişikliğinden kaynaklanan dışsallıkları içselleştirmek için uygulanabilir bir seçenek haline getirir. Bazı durumlarda, bu, hükümetlerin özel şirketleri yeşil altyapı ve teknolojilere yatırım yapmaya teşvik etmesinin bir yolu olarak devlet garantileri verme seçeneklerini araştırmayı içerebilir.

5.3. İşgücü kıtlığını gidermek için daha yüksek işgücü katılımı ve göç olmazsa olmazdır

Üçüncüsü, Avrupa’nın işgücü kıtlığına çözüm bulması gerekir. Daha uzun yaşam beklentisi ve azalan doğurganlık, Avro Bölgesi’nin çalışma çağındaki nüfusunda keskin bir düşüşe ve yaşlı bağımlılık oranında önemli bir artışa yol açacaktır. Bu gelişmeler, 15 ila 64 yaş arasındakilerin toplam nüfus içindeki payının bugün yaklaşık yüzde 63’ten 2050’ye kadar yüzde 55’e düşmesinin tahmin edildiği İtalya’da en endişe verici olanıdır.

Son on yılda, bu gerilimler kısmen göçle yumuşatılmıştır. Ancak, baby boomer nesli emekliye ayrılırken ve göçün azalması beklenirken, yaşlanan bir nüfusun büyümeye getirdiği baskının önemli olması muhtemeldir. Yeni bir araştırma, önümüzdeki yirmi yıl içinde demografik değişimin İtalya’da kişi başına düşen yıllık üretim büyümesini yüzde 1’den fazla, Almanya’da ise 0,8 puan düşürebileceğini öne sürmektedir. Bu, Avro Bölgesi’ndeki firmaların önemli bir kısmının işlerini sınırlayan akut işgücü kıtlığı bildirdiği bir zamanda gerçekleşmektedir. Son zamanlarda biraz düşüşe geçmesine rağmen, bu pay son yıllardakinden daha yüksek olmamıştı.

İşgücü kıtlığı toplumun her kesimini etkiliyor. Birçok ülkede binlerce öğretmen açığı, özellikle STEM [fen/bilim (Science), teknoloji (Technology), mühendislik (Engineering) ve matematik (Mathematics)] dersleri için, doldurulamıyor. Hastanelerde ve bakım evlerinde kronik personel sıkıntısı vardır. Ve tüm ülkeler uzmanlaşmış endüstrilerde kalifiye işçi eksikliğiyle karşı karşıyadır. Bu eksikliklerin demografik değişim ilerledikçe önemli ölçüde artması muhtemeldir ve yalnızca artan üretkenlikle telafi edilemez.

Dolayısıyla Avrupa’nın işgücü kıtlığını gidermek için dört şey yapması gerekir. İlk olarak, işgücü katılımını daha da artırmalıdır. Son yıllarda, özellikle daha fazla kadın ve yaşlı işçiyi işgücüne dâhil ederek önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak katılım oranları bazı diğer gelişmiş ekonomilerdeki oranların altında kalmaya devam etmektedir.

İkincisi, kaynakların daha verimli bir şekilde tahsis edilmesi gerekir. Kamu sektörü, son birkaç yıldır toplam istihdam büyümesini açıklamada önemli bir rol oynamıştır. Özellikle sağlık krizi bu gelişmelerden bazılarını gerekli hale getirmiştir. Ancak kamu sektörü büyüdükçe, özel firmaların üretken işlerini genişletmeleri için daha az insan sermayesi kalmaktadır.

Üçüncüsü, Avrupa’nın eğitimi güçlendirmesi gerekir. Birçok Avro Bölgesi ülkesinde, yetişkinlerin önemli bir kısmı -bazı durumlarda üçte birinden fazlası- liseyi tamamlamamıştır. Eğitimi desteklemek yalnızca yeni teknolojilerin faydalarını ortaya çıkarmakla kalmayacaktır. Aynı zamanda daha yüksek eğitim seviyeleri daha yüksek işgücü piyasası katılımına yol açma eğiliminde olduğundan demografik karşı rüzgârlara karşı da çalışacaktır.

Son olarak ise, Avrupa’nın yabancı işçileri çekmesi gerekir. Göçün sosyal olarak kabul edilebilir hale getirilmesi ve tek para birimi alanı genelinde işçi akışının nasıl teşvik edileceği konusunda çözümlere ihtiyaç vardır.

Sonuç

Bitireyim. Son yıllarda, Avro Bölgesi’ndeki büyüme giderek daha dengesiz hale gelmiştir. Para politikası artan heterojenliğe katkıda bulunmuş olabilir ancak asıl itici güç bu değildir. Aksine, yapısal karşı rüzgârlar bazı ülkelerde büyümeyi diğerlerinden daha fazla geri tutmaktadır.

Büyümeye yönelik ters rüzgârları görmezden gelemeyiz. İşgücü talebinin yumuşaması ve enflasyondaki düşüşün daha da ilerlemesi belirtileriyle, enflasyonun zamanında yüzde 2 hedefimize sürdürülebilir bir şekilde geri dönmesi, hâlâ yüksek hizmet enflasyonu ve güçlü ücret artışına rağmen daha olası hale gelmektedir.

Aynı zamanda para politikası yapısal sorunları çözemez. Avrupa hükümetlerinin mevcut zorlukları fırsata dönüştürme konusunda tarihi bir sorumluluğu vardır. Avrupa geçmişte zorluklarla karşılaştığında uyum sağlayıp toparlanabileceğini göstermiştir.

Durgunluktan kurtulmak hem ulusal hem de Avrupa düzeyinde güçlü bir eylem gerektirir. Rekabeti ve iş dinamizmini teşvik ederek yenilikçiliği ve girişimciliği ön plana çıkarmayı gerektirir. Bu, Tek Pazarı güçlendirmek, özel sermayeye erişimi iyileştirmek ve külfetli bürokrasiyi azaltmak anlamına gelir. Bu, yeşil geçişi inovasyonu ilerletmek ve fiyat rekabet gücünü yeniden kazanmak için kullanmak anlamına gelir. Ayrıca, işgücü katılımını teşvik eden ve göç ve eğitim yoluyla yetenekli bir işgücünü koruyan politikaları yürürlüğe koymak anlamına gelir.

Tüm bu yollarla Avro Bölgesi’ni daha güçlü hale getirebiliriz.

Teşekkür ederim.

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.