Gelişmekte Olan Ekonomilerin Neden Yeni Bir Taktik Plana İhtiyaçları Var?

21. yüzyıla girerken dünya liderleri kendinden emin bir ruh halindeydi. “Herkes için kalkınma hakkını” gerçeğe dönüştürmeye ve “tüm insan ırkını yoksulluktan” kurtarmaya karar verdiler[1]. On beş yıl sonra, ilk ilerleme patlamasından cesaret alarak sıkı bir son tarih belirlediler[2]: “Bugün ile 2030 arasında, yoksulluğu ve açlığı her yerde sona erdirmeye kararlıyız.”

Bir süreliğine, insanlığın olağanüstü bir ilerleme çağının eşiğinde olduğu görüldü. Ama öyle olmayacaktı. Yüzyılın ilk çeyreği sona ererken, geçtiğimiz birkaç on yılın büyük hedeflerine ulaşılamayacağı açıktır. Dünya Bankası’nın son Küresel Ekonomik Beklentiler (Global Economic Prospects) raporuna[3] göre, gelişmekte olan ekonomilerin uzun vadeli büyüme görünümü, yüzyılın başından bu yana en zayıf seviyededir. Büyüme oranlarında sürekli bir iyileşme olmazsa, günümüzün 26 düşük gelirli ülkesinden yalnızca altısının 2050 yılına kadar orta gelir düzeyine ulaşması muhtemeldir[4]. 2030 yılına gelindiğinde ise 622 milyon insan aşırı yoksulluk içinde kalacak[5]; açlık ve yetersiz beslenme hemen hemen aynı sayıda insanın kaderi olmaya devam edecektir[6].

Yüzyıla en zengin ekonomilerle arasındaki gelir farkını kapatma yönünde başlayan gelişmekte olan ekonomiler, artık büyük ölçüde daha da geride kalıyor. Yükselişlerine kuvvet veren güçlerin çoğu dağıldı ve bunların yerini şiddetli rüzgârlar aldı: Zayıf yatırım ve üretkenlik artışı, en fakir ülkeler dışında neredeyse tüm ülkelerde yaşlanan nüfus, artan ticaret ve jeopolitik gerilimler ve iklim değişikliğinin artan tehlikeleri.

Yeni rapora göre bu ekonomiler 21. yüzyılda önemli bir ilerleme kaydetti: Başlangıçta 1970’lerden bu yana en hızlı büyümeyi kaydettiler. Gelişmekte olan ekonomiler de dünya ekonomisi açısından yüzyılın başında olduğundan daha önemli hale gelmiştir. Bugün, küresel gayri safi yurtiçi hâsılanın (GSYH) neredeyse yarısını oluşturuyorlar ki; bu oran 2000 yılında sadece yüzde 25’ti. Kısacası, bir nesil içinde küresel manzarayı değiştirdiler.

Bu ilerlemenin çoğu, 2008-2009 Küresel Finans Krizinden önceki ilk yıllarda meydana gelmiş, bundan sonra azalmaya başlamıştır. Genel ekonomik büyüme bir dizi aşağıya doğru kayma yaşadı: 2000’lerde yüzde 5,9’dan 2010’larda yüzde 5,1’e, 2020’lerde ise yüzde 3,5’e. 2014 yılından bu yana, Çin ve Hindistan hariç, gelişmekte olan ekonomilerde kişi başına düşen gelir, zengin ekonomilerdeki ortalamanın yarım puan altında artarak zengin-fakir uçurumunu genişletmektedir. Yurtiçi reformlar durmuş; gelirlerde herhangi bir artış olmaksızın kamu harcamalarının artması nedeniyle devlet borçları rekor seviyelere yükselmiştir. Küresel ekonomik bütünleşme de sekteye uğramıştır: GSYH’nin payı olarak, bugün gelişmekte olan ekonomilere doğrudan yabancı yatırım girişi 2000’li yılların seviyesinin sadece yarısı seviyesindedir. 2024 yılındaki yeni uluslararası ticaret kısıtlamaları 2010-2019 ortalamasının beş katıydı.

Bunun sonuçları, insanların yüzde 40’ından fazlasının günde 2,15 doların altında bir gelirle mücadele ettiği düşük gelirli ekonomiler için en büyük etkiyi yaratmıştır. Bu ekonomiler aşırı yoksulluğu sona erdirmeye yönelik küresel çabaların odak noktası olmuştur. Ancak artan çatışmalar, sık sık yaşanan ekonomik krizler ve sürekli zayıflayan büyüme nedeniyle ilerlemeleri neredeyse durma noktasına gelmiştir. 21. yüzyılın başında 63 ülke “düşük gelirli” olarak sınıflandırılıyordu. O tarihten bu yana, Hindistan, Endonezya ve Bangladeş dâhil olmak üzere 39 ülke orta gelirli ülkeler arasına girmiş olup; bu da kişi başına düşen yıllık gelirlerinin 2023 yılı itibarıyla ‘bin 145’ doların üzerinde olduğu anlamına gelmektedir[7]. Geriye kalanlara Güney Sudan ve Suriye Arap Cumhuriyeti de katılmıştır. 2010’lu yıllarda ise durgunluk yaşanmıştır: Ortalama olarak, enflasyona göre düzeltilmiş kişi başına düşen GSYH, son 15 yılda yıllık yüzde 0,1’den az artmıştır.

Bu iniş ve çıkışlar, gelişmekte olan ekonomilerin bu yüzyılın ilk çeyreğinde neleri doğru, neleri yanlış yaptığını vurgulamakta ve kendi sınırlarının ötesinde ne olursa olsun, önümüzdeki yıllarda kendi ilerlemelerini belirlemek için neler yapabileceklerine ışık tutmaktadır. Bu ekonomilerin artık diğer gelişmekte olan ekonomilerdeki büyüme sonuçları üzerinde daha büyük bir etkiye sahip olduğunu hatırlamakta fayda vardır. Bugün bu ekonomiler giderek birbirleriyle ticaret yapıyor: Gelişmekte olan ekonomiler tarafından ihraç edilen malların yüzde 40’ından fazlası diğer gelişmekte olan ekonomilere gitmekte olup; bu oran 2000 yılında iki katına çıkmıştır. Bunlar aynı zamanda diğer gelişmekte olan ekonomilere giden sermaye akışının, işçi dövizlerinin ve kalkınma yardımlarının giderek daha önemli bir kaynağı haline geliyorlar.

Analizimiz, gelişmekte olan en büyük üç ekonomideki (Çin, Hindistan ve Brezilya) GSYH büyümesindeki yüzde 1’lik artışın, diğer gelişmekte olan ekonomilerdeki GSYH’yi üç yıl sonra yaklaşık yüzde 2 artırdığını göstermektedir. Bu, Amerika Birleşik Devletleri, Avro Bölgesi ve Japonya’daki büyümenin etkisinin yalnızca yarısı kadardır. Kısacası, gelişmekte olan ekonomilerin refahı hâlâ en büyük üç gelişmiş ekonomideki büyümeye güçlü bir şekilde bağlıdır. Yine de bağımlılık yüzyılın başında olduğundan daha az ve bu da onlar için bir fırsata işaret ediyor.

Gelişmekte olan ekonomiler önümüzdeki mücadele konusunda hiçbir yanılsamaya kapılmamalıdır: Önümüzdeki 25 yıl, son 25 yıldan daha zorlu geçecektir. Kendi başlarının çaresine bakma kapasitelerini güçlendiren ve nerede bulunursa bulunsun büyüme fırsatlarını yakalayan yeni bir oyun planına ihtiyaçları vardır. Doğru politikalarla bazı zorluklar fırsatlara dönüştürülebilir. Birbirleriyle daha sıkı ticari bağları göz önüne alındığında, gelişmekte olan ekonomiler, yatırım çekmeye yönelik reformları artırarak ve bu ekonomilerle ticaret ve yatırım bağlarını derinleştirerek önemli faydalar elde edebilirler. Ayrıca altyapıyı modernize ederek, insan sermayesini iyileştirerek ve iklim geçişini hızlandırarak büyümeyi hızlandırabilirler.

Küresel ekonomi istikrarlı kalırken bu çalışmanın şimdi başlaması gerekir. Tahminlerimiz, bu yıl ve gelecek yıl, 2024’tekiyle aynı oranda, yüzde 2,7 oranında büyüyeceğini öngörmektedir. Bu, Kovid-19’dan önceki on yılda geçerli olan yüzde 3,1 ortalamanın altındadır, ancak buna bazı hoş karşılanan eğilimler de eşlik edebilir: beklenen bir artış hem enflasyonda hem de faiz oranlarında düşüş. Ancak küresel politika belirsizliğinin son derece yüksek olduğu bir dönemde, gelişmekte olan ekonomilerin hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etmemesi akıllıca olacaktır. Kendi kaderlerini kontrol altına alma çabalarını iki katına çıkarmak çok daha iyidir.

[1]<https://www.ohchr.org/en/instruments-mechanisms/instruments/united-nations-millennium-declaration>.

[2]<https://documents.un.org/doc/undoc/gen/n15/291/89/pdf/n1529189.pdf>.

[3]<https://www.worldbank.org/en/publication/global-economic-prospects>.

[4]<https://www.worldbank.org/en/news/press-release/2024/12/12/for-poorest-economies-next-25-years-could-prove-decisive>.

[5]<https://www.worldbank.org/en/publication/poverty-prosperity-and-planet#:~:text=Based%20on%20the%20current%20trajectory,so%20between%202013%20and%202019.>.

[6]<https://www.who.int/news/item/24-07-2024-hunger-numbers-stubbornly-high-for-three-consecutive-years-as-global-crises-deepen–un-report#:~:text=If%20current%20trends%20continue%2C%20about,a%20concerning%20stagnation%20in%20progress.>.

[7]<https://datahelpdesk.worldbank.org/knowledgebase/articles/906519-world-bank-country-and-lending-groups>.

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.