Pek çok şirket yatırımcılarını, müşterilerini ve çalışanlarını yalnızca kâra değil aynı zamanda çalışanlar, toplumlar ve çevre gibi kurumsal paydaşlara da önem verdiklerine ikna etmeye çalışır.
Kamu yararına çalışan şirketler (public benefit corporations) bu hareketin ön saflarında yer almaktadır. Kamu yararına çalışan bir şirketin esas sözleşmesinde (tüzüğünde) çevrenin korunması veya yoksulluğun azaltılması gibi belirli bir kamu yararının belirtilmesi gerekir. Ayrıca, iş ile ilgili kararlar alırken, kamu yararına çalışan bir şirketin yöneticileri, hissedarların zenginliğini azamiye çıkarma hedefini, belirlenmiş kamu yararı ve kamu yararına çalışan şirketin faaliyetlerinden etkilenenlerin çıkarları ile dengelemelidir. Başka bir deyişle, yasalar açıkça hissedarların üstünlüğü ilkesini göz ardı etmekte ve bunun yerine kamu yararına çalışan şirketin yöneticilerini daha karmaşık hedefler dizisine bağlamaktadır.
Bu nedenle, en azından teoride, kamu yararına çalışan şirketlerin hissedar olmayan paydaş gruplarına karşı açık bir yasal bağlılığı vardır. Bunun aksine, sıradan ticaret şirketleri, diğer paydaşları korumakla ilgilendiklerini kamuya açık bir şekilde beyan edebilirler, ancak sözlerini yerine getireceklerine dair bir yükümlülük veya garanti yoktur. Öte yandan kamu yararına çalışan şirketler yasal olarak tüzüklerinde belirtilen kamu yararlarını takip etmekle yükümlüdür. Anlatıya göre bu yasal zorunluluk, kamu yararına çalışan şirketlerin yatırımcılara, müşterilere ve çalışanlara, beyan ettikleri kamu yararına gerçekten bağlı olduklarına dair güvenilir bir sinyal göndermesine olanak tanımaktadır.
Ancak uygulamada, kamu yararına çalışan şirketleri düzenleyen yasal kısıtlar, taahhüt değerlerini zayıflatan önemli sınırlamalara sahiptir [bkz. örneğin, Jill E. Fisch ve Steven Davidoff Solomon, The Value of a Public Benefit Corporation, Research Handbook on Corporate Purpose and Personhood 68 (Elizabeth Pollman ve Robert B. Thompson ed. 2021)]. Şu anda halka açık tüm kamu yararına çalışan şirketlerin (publicly traded public benefit corporations) dâhil olduğu Delaware yasası bu noktayı göstermektedir. Delaware yasalarına göre kamu yararına çalışan bir şirket, basit bir tüzük değişikliği ile normal bir ticaret şirketine dönüşebilir. Ve böyle bir değişiklik olmasa bile, kamu yararına çalışan şirketler yatırımcı baskısı nedeniyle sosyal hedeflerinden fiilen vazgeçebilirler.
Delaware yasası, kamu yararına çalışan şirketlerin bu sınırlamaların üstesinden gelmeye yardımcı olan sözleşme hükümlerini kullanmasına izin vermektedir. Peki, kamu yararına çalışan şirketler bu fırsattan yararlanıyor mu? Bu soru Stanford Hukuk, İşletme ve Finans Dergisi’nde yayınlanacak olan Halka Açık Kamu Yararı Şirketleri: Ampirik Bir Araştırma adlı makalede ele alınacaktır.
Makalede, 300’den fazla şirket sözleşmesinin elle toplanmış ve elle kodlanmış yeni bir veri kümesi kullanılmıştır. Veri seti, 31 Aralık 2023 tarihinde veya öncesinde halka açık olarak işlem gören tüm özel satın alma şirketi (special purpose acquisition company) dışında kalan kamu yararına çalışan şirketleri (toplamda on dokuz) içermektedir. Her şirket, bir kontrol grubu elde etmek için yirmi normal ticaret şirketi ile eşleştirilir. Eşleştirme süreci, kamu yararına çalışan şirketler (Delaware) ile aynı eyalette kurulmuş, aynı sayıda yıldır halka açık olarak işlem gören ve benzer büyüklükteki ticaret şirketlerini tanımlar.
Bu veri setinden ortaya çıkan resim karmaşıktır ve farklı kamu yararına çalışan şirketler arasında önemli ölçüde heterojenlik göstermektedir. Bazı kamu yararına çalışan şirket sözleşmeleri, şirketin sosyal veya çevresel nedenlere olan bağlılığını güçlendiren birden fazla hüküm içerirken, diğerleri bu tür hükümlerden tamamen vazgeçer ve çoğu, bu iki uç nokta arasında yer alır.
Örneğin, kamu yararına çalışan bir şirketin belirtilen kamu yararına yönelik taahhüdünü güçlendirmeye yardımcı olabilecek iki tür sözleşme hükmü, kamu yararına çalışan şirketin sözleşmesini ve ikili tür hisselerini değiştirmek için üstün çoğunluk koşullarıdır. Kurumsal tüzük değişikliklerine ilişkin çoğunluk koşulları, kamu yararına çalışan bir şirketin normal bir ticaret şirketine dönüşünü zorlaştırmak veya belirtilen kamu yararını değiştirmek için kullanılabilir. Bununla birlikte, veri kümesindeki on dokuz kamu yararına çalışan şirket sözleşmesinin yalnızca dördü, şirketin kamu yararına çalışan şirket statüsünü sona erdirecek veya belirtilen kamu yararını değiştirecek değişiklikler için üstün çoğunluk gerektiren bir hüküm içermektedir. Bu eksiklik daha da göze çarpmakta çünkü geri kalan on beş kamu yararına çalışan şirket sözleşmesinin on üçü, sözleşmenin diğer kısımlarını koruyan çoğunluk koşulları içermektedir.
İkili tür hisseler, kurucuların kontrolünü ve buna bağlı olarak şirkete yönelik kendilerine özgü vizyonlarını koruyarak kamu yararına çalışan şirketin kamu taahhüdünün korunmasına yardımcı olabilir [bkz. Zohar Goshen & Assaf Hamdani, Corporate Control and Idiosyncratic Vision, 125 Yale LJ 560, 566, (2016)[1]]. Veri kümesindeki on dokuz kamu yararına çalışan şirketten dokuzu veya neredeyse yarısı ikili tür pay kullanmaktadır. Üstelik kamu yararına çalışan şirketler eşleştirilmiş normal ticaret şirketleri ile karşılaştırıldığında, kamu yararına çalışan şirketler normal şirketlere göre ikili tür hisseleri daha sık kullanmakta, ancak bu bulgu geleneksel %5’lik (yüzde 5) istatistiksel anlamlılık eşiğini karşılamada başarısız olmaktadır.
Buna göre makale, şirketin kamu yararına çalışan şirket statüsünü ve ikili tür hisselerini kapsayan çoğunluk şartlarının yalnızca kamu yararına çalışan şirket sözleşmelerinin azınlıkta bulunduğunu göstermektedir. Bununla birlikte, veri kümesindeki kamu yararına çalışan şirket sözleşmelerinin yarısından fazlası bu iki mekanizmadan en az birini içeriyordu ve hatta birkaç kamu yararına çalışan şirket sözleşmesi her ikisini de içermektedir.
Makalede ayrıca, kademeli yönetim kurulu hükümlerinden sorumluluk feragatlerine kadar çok sayıda diğer türdeki sözleşme hükümlerinin kullanımı da incelenmektedir. Bununla birlikte, bu hükümlerin çoğunun, kamu yararına çalışan şirketlerin belirtilen kamu yararlarına yönelik taahhütlerini güçlendirmede hiçbir rol oynamadığı görülmekte ve kamu yararına çalışan şirketler, ilgili hükümleri, sıradan ticaret şirketleri ile kabaca aynı oranda kullanmaktadır.
Bu çalışma, çok sayıda farklı tüzük hükmünü incelemenin yanı sıra, tüzüğün dışındaki potansiyel sinyalizasyon mekanizmalarını da kapsamaktadır. Bunlar arasında şirket yönetim kurullarının yapısı, ESG puanları ve kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan “B Lab” tarafından verilen sertifikalar yer almaktadır. Yönetim kurulu üyelerinin yaşı gibi çeşitli demografik boyutlarda, kamu yararına çalışan şirket yönetim kurulları sıradan ticaret şirketi yönetim kurullarına göre istatistiksel olarak anlamlı değildir. Benzer şekilde makalede, kamu yararına çalışan şirketlerin ESG puanlarının sıradan ticaret şirketlerininkinden istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde farklı olmadığı ortaya koyulmaktadır. Ancak veri setindeki on dokuz kamu yararına çalışan şirketten on altısının kendileri veya bağlı kuruluşları için “B Lab” sertifikası almış olması dikkat çekicidir.
Makalede ayrıca avukatların kamu yararına çalışan şirket tüzüklerinin tasarımındaki rolü de araştırılmıştır. Kamu yararına çalışan şirketlerin halka açılma işlemlerinde yer alan hukuk firmaları ve solo avukatlar hakkında elle toplanan verileri kullanarak, makalede çoğu hukuk firmasının ve avukatın yalnızca bir işlemde yer aldığı gösterilmektedir. Dahası, makalede hukuk firmalarının daha yüksek düzeyde deneyime sahip olmasının, belirtilen kamu yararına daha yüksek düzeyde yasal bağlılıkla ilişkili olduğu gösterilmektedir.
Mezkûr makalenin bulgularının önemli yasal politika sonuçları vardır. Çok sayıda bilim adamı, halka açık kamu yararına çalışan şirketlere ilişkin yasal kısıtlamaların sıkılaştırılması için reformlar önermişlerdir. Ancak bu tür çağrılar için henüz erkendir. Halka açık kamu yararına çalışan şirketler yeni bir olgudur ve sözleşme tasarımındaki heterojenlik, harekete geçmeden önce farklı taahhüt mekanizmalarının zaman içindeki etkinliğini gözlemlemek için değerli bir fırsat sunmaktadır. Dahası, avukatların deneyimi ile yasal bağlılık düzeyi arasındaki pozitif korelasyon, kamu yararına çalışan şirketlerin düzenleyici müdahale olmadan bile daha yüksek düzeyde yasal bağlılığa doğru ilerleyebileceğini göstermektedir. Bu nedenle şimdilik düzenleyici otoritelerin itidalli davranmaları akıllıca olacaktır.
[1] <https://www.yalelawjournal.org/article/corporate-control-and-idiosyncratic-vision>
Yavuz Akbulak
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
• Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
• Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
• Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte),
• Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve
• Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte)
başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
• Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003),
• Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004)
ile
• Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II;
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021);
• Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021);
• Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022);
• Ticari Mevzuat Notları (2022);
• Bilimsel Araştırmalar (2022);
• Hukuki İncelemeler (2023);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024);
• Hukuka Giriş (2024);
• İşletme, Pazarlama ve Hukuk Yazıları (2024),
• İnterdisipliner Çalışmalar (e-Kitap, 2025)
başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 3 bini aşkın Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.