Sevgili Bertha, Völkerrechtsblog’a hoş geldin. Sorularımızı bu kadar ayrıntılı bir şekilde yanıtlamak için zaman ayırmayı kabul ettiğin için teşekkürler.
Devletlerin -özellikle de gelişmiş ülkelerin- iklim eylemi için finansal taahhütlerini yerine getirmelerini, bilhassa yıllık 100 milyar dolarlık vaat açısından nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu yılki konferansta önemli bir adım atıldı mı?
Bu yılki konferans büyük ölçüde iklim finansmanı için yeni bir hedef belirlemekle ilgiliydi, zira yıllık 100 milyar dolarlık hedefin süresi 2025 yılında sona erecekti. Küresel Güney ülkeleri, bu yeni hedefin, Paris Anlaşması’nın uygulanmasıyla bağlantılı büyüyen finansman ihtiyaçlarını karşılamak için zaten büyük ölçüde yetersiz olan yıllık 100 milyar doların ötesinde, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere iklim finansmanının sağlanması ve seferber edilmesi için önemli bir adım olmasını bekliyordu. Bu anlamda, COP[1] 29 sonuçları bir hayal kırıklığıydı ve birçok gelişmekte olan ülke için bir ihanetti[2]. COP 29’da, büyük ölçüde yetersiz olmaya devam eden, önceki çabaların ötesinde çok az ilerleme gösteren ve büyük ölçüde gelişmiş ülkelerin sorumluluklarını gelişmekte olan ülkelerin kendilerine ve özel sektöre kaydırmayı amaçlayan bir hedef belirlendi. Gelişmiş ülke liderlerinin bazı açıklamalarının da gösterdiği gibi, amaçları Paris Anlaşması kapsamında gelişmekte olan ülkeleri destekleme yükümlülüklerini tanımak ve yerine getirmekten ziyade, iklim eylemine destek kisvesi altında kendi özel sektörlerinin gelişmekte olan ülkelerin pazarlarına erişmesine kapı açmaktı[3].
İklim değişikliğinin küçük ada devletleri ve Küresel Güney’deki diğer devletler üzerindeki orantısız etkisinin devam eden zorlukları göz önüne alındığında, mevcut iklim finansman mekanizmalarının savunmasız ülkelerin ihtiyaçlarını yeterince karşıladığını düşünüyor musunuz, yoksa eşit ve erişilebilir destek sağlamada yetersiz mi kalıyorlar?
Yeni hedef, en savunmasız olanlar bir yana, hiçbir gelişmekte olan ülkenin ihtiyaçlarını ve önceliklerini kesinlikle ele almıyor. Bu ülkeler, COP 29 sonuçları hakkındaki açıklamalarında bunu çok açık bir şekilde belirttiler. Özellikle endişe verici olan, yeni hedefin Çok Taraflı Kalkınma Bankalarına (Multilateral Development Banks) verdiği artırılmış roldür[4]; bu hamleye birçok kişi tarafından karşı çıkılmış ancak sonunda gelişmiş ülkelerin ısrarıyla onaylanmıştır. Gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarına ve önceliklerine yanıt vermeyen, son derece demokratik olmayan yönetim yapılarına sahip olan ve gelişmekte olan ülkelerde borç sürdürülebilirliği sorunlarını daha da kötüleştirecek finansal araçlar kullanma olasılığı daha yüksek olan bu mekanizmaların kullanımı, iklim finansmanının geleceği için kötü bir haberdir. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (United Nations Framework Convention on Climate Change) bağlı fonların rolü de artırılmış olsa da, gelişmekte olan ülkelerin, özellikle de en savunmasız olanların ihtiyaçlarına ve önceliklerine daha duyarlı olmalarına rağmen, genel iklim finansmanı manzarasında marjinal bir rol oynamaya devam edeceklerdir.
Özel sektör giderek daha fazla iklim eylemini finanse etmeye çağrılıyor. Ancak, kâr odaklı amaçların savunmasız toplulukların ihtiyaçlarını gölgede bırakması konusunda da endişeler var. Özel yatırımların iklim finansmanındaki rolünü nasıl görüyorsunuz ve kurumsal çıkarlardan ziyade kamu yararına hizmet etmesini sağlamak için hangi güvencelere ihtiyaç duyuluyor?
İklim eylemi bağlamında özel finansın rolüne ilişkin soruya tek bir yanıt olmadığını düşünüyorum. Özel yatırımlarla iyi hizmet alabilecek sektörler ve nihai sonuçlar (outcomes) olabilir, ancak her zaman, özellikle uyum ve kayıp ve hasarda, hizmet alamayacak birçok sektör ve nihai sonuç olacaktır. İklim eylemi için özel sektör yatırımlarına güvenme yönündeki genel baskı, hiçbir şekilde iklim eylemi için en iyi olanın ne olduğu veya savunmasız halkların ve ülkelerin ihtiyaçlarına daha duyarlı olmasıyla motive edilmiyor. Bu baskı, gelişmiş ülkelerin kendi sorumluluklarını azaltırken, kendi özel sektörlerinin iklim krizinden ve gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarından kâr elde etmesi için fırsatlar bulma ilgisinin sonucudur. Bu yeni bir şey değildir ki, bunu kalkınma finansmanında da gördük[5]. Bu durumla ilgili özellikle vahim olan şey, bu pozisyonun, gelişmiş ülkelerin kendi kalkınmaları için karbon bütçesini haksız yere tahsis etmeleri nedeniyle Küresel Güney’e karşı sorumlulukları olduğuna dair Sözleşme ve Paris Anlaşması’nda küresel topluluk tarafından varılan bir anlaşmanın açık bir şekilde reddedilmesi olmasıdır.
Örneğin sürdürülebilir finans kavramı altında, özel finansmanın iklim eylemine katkıda bulunmasını ve muhtemel olumsuz etkileri en aza indirmesini sağlamak için güvenlik önlemleri oluşturma girişimleri bulunmaktadır. Ancak, bir noktada, mevcut yapılar altında, kâr amacının her zaman kamu yararına aykırı olacağını kabul etmemiz gerekeceğine inanıyorum. Özel sektöre, diğer tüm alanlarda yapmalarına izin verildiği gibi, iklim eyleminin faydalarını özelleştirmesine ve maliyetini sosyalleştirmesine izin verildiği sürece, en savunmasız olanların haklarının göz ardı edilmesini ve ihlal edilmesini önleyecek hiçbir miktarda güvenlik önlemi yoktur.
COP29’un sonuçları ışığında, Küresel Güney’deki marjinal toplulukların seslerinin ve önceliklerinin iklim finansmanı karar alma süreçlerine gerçekten entegre edilmesini sağlamak için hangi somut adımlar atılmalıdır? Finans mekanizmalarının iklim değişikliğinden en çok etkilenenlere karşı şeffaf ve hesap verebilir olmasını nasıl sağlayabiliriz?
Peki, COP 29 sürecine bakarak başlayabiliriz, burada bir noktada, En Az Gelişmiş Ülkeleri (Least Developed Countries) ve Gelişmekte Olan Küçük Ada Devletlerini (Small Island Developing States) temsil eden iklim finansmanı müzakerecileri sesleri duyulmadığı için odadan çıktılar. İklim eylemi açısından en yüksek karar alma organı en savunmasız olanların seslerini görmezden gelirse ve birkaç zengin ülke ve gelişmekte olan ekonomi tarafından arka odalarda kararlaştırılan sonuçlara yol açarsa, bu süreçten çıkan herhangi bir şeyin Küresel Güney’deki marjinal toplulukları gerçekten yansıtacağına dair çok az umut vardır.
Operasyonel düzeyde, iklim finansmanının çoğunun, ikili iş birliği ve Çok Taraflı Kalkınma Bankaları gibi şeffaf olmayan karar alma süreçlerine sahip demokratik olmayan mekanizmalar aracılığıyla yönlendirilmesi, işlerin iyileştirilebileceğine dair pek umut bırakmıyor. Bu nedenle, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında daha demokratik ve şeffaf kurumlar vasıtasıyla ve doğrudan ulusal ve yerel düzeylere daha fazla finansman akışı talepleri çok önemlidir. Çok Taraflı Kalkınma Bankaları gibi kurumların yönetimini reform etme çağrıları da önemlidir[6]. Küresel Güney ve müttefikleri, Küresel Kuzey ülkelerinin güçlü direnişine rağmen önümüzdeki yıllarda bunun için baskı yapmaya devam etmelidir.
İklim Finansmanı Konusunda Yeni Kolektif Nicel Hedef (New Collective Quantified Goal on Climate Finance) hakkındaki yayınınızda, savunmasız bölgeler için adaptasyon finansmanının artırılması ihtiyacını vurguluyorsunuz. Adaptasyon finansmanının yerel ihtiyaçları karşılamayan projelere yönlendirilmek yerine en çok risk altında olan topluluklara ulaşmasını nasıl sağlamayı öneriyorsunuz?
Bu bir yönetim meselesidir. Önceki cevaplarım, finansın daha demokratik kurumlar marifetiyle akması gerektiği, Küresel Güney’in karar alma organlarında daha iyi temsil edildiği ve finansın doğrudan topluluklara aktığı bir ihtiyaç duygusu vermiştir. Özellikle Küresel Kuzey’de bulunan, yalnızca savunmasız ülkelere ve topluluklara ulaşması gereken paranın büyük bir kısmını kendilerine saklamakla kalmayıp, aynı zamanda en fazla risk altında olan toplulukların ihtiyaçlarını ve önceliklerini tam olarak hesaba katmadan finansman kararları alan aracılara bağımlı olmayı bırakmaya yönelik gerçek bir ihtiyaç vardır. Ancak o zaman yerel ihtiyaçları gerçekten karşılayabiliriz. Özellikle Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamındaki Uyum Fonu (Adaptation Fund)[7] ve daha az ölçüde Yeşil İklim Fonu (Green Climate Fund) gibi bu tür yaklaşımlara öncülük eden ve bunları test eden birçok kurum mevcuttur. En savunmasızların ihtiyaçlarını gerçekten ele almak istiyorsak, bu deneyimlerden ders çıkarmalı ve bunları küçük pilotlardan ana akıma taşımalıyız.
İklim Finansmanı Konusunda Yeni Kolektif Nicel Hedef (New Collective Quantified Goal on Climate Finance) çerçevesine ilişkin analiziniz göz önüne alındığında, Yeşil İklim Fonu veya Kayıp ve Zarara Müdahale Fonu (Green Climate Fund or Fund for Responding to Loss and Damage) gibi mevcut uluslararası finansman mekanizmalarının, özellikle Küresel Güney’deki en savunmasız ülkeler için, uyum ihtiyaçlarının ölçeğini karşılamak açısından yeterli olduğuna inanıyor musunuz?
Bu mekanizmalar aracılığıyla akan finansman, toplam iklim finansmanı akışlarının küçük bir yüzdesini temsil etmiştir. Yeni Kolektif Nicel Hedef kararına göre, bu biraz iyileşecek, ancak diğer ikili ve çok taraflı mekanizmalar vasıtasıyla yönlendirilen finansman seviyelerine yakın bir yere ulaşmayacaktır. Bu nedenle, bu fonların mevcut ve beklenen büyüklüğü, uyum ihtiyaçlarının ölçeğini karşılamak için büyük ölçüde yetersizdir. Beri yandan, toplam ihtiyaçların yalnızca küçük bir kısmını oluşturan yeni hedefin kendisi de öyledir. Bu bağlamda, uyum finansmanı açığı önümüzdeki yıllarda yalnızca artacak[8] ve savunmasız ülkelerin uluslararası desteğe güvenmeleri için çok az umut olacak, bu nedenle kendi uyumlarını finanse etmek ve karşılaşacakları artan kayıp ve hasarları ödemek için en büyük yükü üzerlerine yükleyecektir.
Sizce iklim hakkı ilkesi (principle of climate justice), özellikle büyük ölçekli yatırımların sosyal eşitlik veya çevresel sürdürülebilirlikten ziyade ekonomik büyümeyi önceliklendirdiği bir ortamda, iklim finansmanına nasıl daha etkili bir şekilde dâhil edilebilir?
İklim hakkı, Küresel Kuzey’in Küresel Güney’in iklim eylemini uygulamasını destekleme yükümlülüğünün olduğunun kabul edilmesiyle başlamalıdır. Ancak COP 29’da kabul edilen hedef, Küresel Kuzey ülkelerinin bu yükümlülükleri reddettiğinin ve geri adım attığının açık bir işaretidir. Gelişmekte olan ülkelerin pazarlarına erişim aracı olarak özel finansmana odaklanmaları, iklim hakkı ilkesinin iklim eylemini yönlendirdiğine dair her türlü umudu ortadan kaldırır. Bunu akılda tutarak, özellikle de bu sunumun özel yatırımlara ve yönetimi büyük ölçüde Küresel Kuzey’in elinde olan mekanizmalara, örneğin Çok Taraflı Kalkınma Bankalarına dayanması bekleniyorsa, iklim adaletinin iklim finansmanı sunumunun bir parçası olması için çabalamak zor olacaktır.
İklim finansmanının iklim hakkı ilkesini entegre edebilmesi için, en azından borçlanmaya yol açmayan, ihtiyaç ölçeğine daha yakın olan, savunmasız ülkelerin ve toplulukların önceliklerine yanıt veren ve katkıda bulunan ülkelerin önceliklerine değil, demokratik kurumlar aracılığıyla sunulan, Küresel Güney temsiliyeti ve karar alma yetkisine sahip kamu finansmanına çok daha fazla güvenmesi gerekecektir. Bu, Küresel Güney’in COP 29’da desteklediği ve gelişmiş ülkeler tarafından tekrar tekrar reddedilen şeylerin hepsidir.
Küresel Güney’deki birçok ülke, sömürgecilikten ve geçmiş emisyonlardan kaynaklanan adaptasyon ihtiyaçları ve tarihsel borç gibi ikili bir yük ile karşı karşıyadır. Uluslararası iklim finansmanı politikaları bu “iklim borçlarını” nasıl ele alabilir ve mevcut çerçevelerin gelişmiş ulusların tarihi sorumluluklarını ele almakta yeterli olduğunu düşünüyor musunuz?
Mevcut çerçeveler yeterli değildir. İklim finansmanını gelişmiş ülkelerin özel sektörü için bir iş fırsatı olarak çerçeveliyorlar, geri kalanı ise Küresel Kuzey’in ona bağlamak istediği koşullar altında kabul edilmesi gereken bir hayır kurumu niteliğindedir. Sömürgecilikte olduğu gibi, Küresel Kuzey, Küresel Güney’in iklime ve Küresel Güney insanlarına verdiği zararı kabul etmeyi, hatta tazmin etmeyi bile reddediyor. Borcun kendisi, borcu olanlar ve uluslararası iklim politikalarını tasarlama gücüne büyük ölçüde sahip olanlar tarafından bile tanınmazsa, bu “iklim borcunu” (climate debt) ele alan politikalar tasarlamak imkânsızdır. Küresel Güney ve müttefikleri, tüm olasılıklara karşı bu tanınma için baskı yapmaya ve küresel yönetişimin bu fikri yansıtmasını ve bunu bu iklim borcunu ele alan politikalara ve uygulamalara dönüştürmesini sağlamaya devam etmelidir.
[1] Çevirenin Notu: Tarafların Konferansı (Conference of the Parties-COP), Sözleşmenin en üst düzey karar alma organıdır. Sözleşmeye Taraf olan tüm Devletler, Sözleşmenin uygulanmasını ve COP’un benimsediği diğer yasal araçları gözden geçirdikleri ve kurumsal ve idari düzenlemeler de dâhil olmak üzere Sözleşmenin etkili bir şekilde uygulanmasını teşvik etmek için gerekli kararları aldıkları COP’ta temsil edilirler. COP için temel bir görev, Taraflarca sunulan ulusal bildirimleri ve emisyon envanterlerini incelemektir. Bu bilgilere dayanarak COP, Taraflarca alınan önlemlerin etkilerini ve Sözleşmenin nihai amacına ulaşmada kaydedilen ilerlemeyi değerlendirir. Taraflar aksi yönde karar vermediği sürece COP her yıl toplanır. İlk COP toplantısı Mart 1995’te Almanya’nın Berlin kentinde yapılmıştır. COP, bir Taraf oturumu düzenlemeyi teklif etmediği sürece sekreteryanın merkezi olan Bonn’da toplanır. COP Başkanlığı, beş tanınmış Birleşmiş Milletler bölgesi arasında dönüşümlü olarak gerçekleştiği gibi -yani Afrika, Asya, Latin Amerika ve Karayipler, Orta ve Doğu Avrupa ve Batı Avrupa ve Diğerleri- COP mekânının da bu gruplar arasında değişme eğilimi vardır. (…)
[2] <https://www.ldc-climate.org/press_release/cop29-a-staggering-betrayal-of-the-worlds-most-vulnerable/>
[3] <https://www.ldc-climate.org/press_release/cop29-a-staggering-betrayal-of-the-worlds-most-vulnerable/>
[4] <https://cop29.az/en/media-hub/news/170-billion-annual-climate-finance-projection-by-multilateral-development-banks-brings-first-day-of-world-leaders-climate-action-summit-to-a-close>
[5] <https://www.cgdev.org/blog/private-sector-and-development-cataloguing-quarter-century-mobilization-unscaled>
[6] <https://www.bridgetown-initiative.org/bridgetown-initiative-3-0/>
[7] <https://www.adaptation-fund.org/wp-content/uploads/2023/05/Defining-EDA-under-the-AF-002.pdf>
[8] <https://www.unep.org/resources/adaptation-gap-report-2024>
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.