Önde gelen şirketlerin çoğu, kurumsal öğrenmeyi (organizational learning) geliştirebileceğine inanarak çalışanlarını muhalif olmaya (dissent) teşvik etmektedirler. Çalışanlar yönetim ile aynı fikirde olmadıklarında kör noktaları tespit edebilir, grup düşüncesine karşı koyabilir ve genel olarak anlayıştaki boşlukların üstesinden gelebilirler. Bu nitelikler, günümüzün bilgi ekonomisinde başarı için kritik öneme sahip olan yenilikçiliği ve taze düşünceyi teşvik etmeye yardımcı olur.
Ancak muhalif olmanın potansiyel olumlu yönüne rağmen, onu yönetilmesi zor bir kaynak haline getiren çeşitli zorluklar vardır. Bunlardan birincisi, muhalif olma muhakemesinin aksamasıdır. Doğası gereği meydan okuyan bir eylem olarak, başkalarının morali düşürecek veya bağlılığı azaltacak şekilde yönetimi sorgulamasına neden olabilir. Daha yaygın olan bir diğer sorun ise sessizliktir (silence). Çalışanlar statükoya meydan okumaya teşvik edilse bile çoğu kişi kendilerini sansürlemeyi seçmektedir. Örneğin, aksi yöndeki güvencelere bakılmaksızın, muhalif olmanın yüksek bir misilleme riski taşıdığına veya görüşlerinin göz ardı edileceğine inanabilirler. Bu algılar bilginin açık akışını engellediğinde ortaya çıkan bilgi eksikliği ciddi zararlara neden olabilir. Aşırı durumlarda, korku ve boşuna çaba o kadar güçlenmiştir ki, çalışanları gerçek anlamda ölüm kalım meselelerinde fikir ayrılığına düşmekten caydırmıştır.
Peki, şirketler, bir yandan aksama riskini azaltırken bir yandan da muhalif olmanın faydalarından nasıl yararlanabilir? Dahası, şirketlerin muhaliflerin güvenlik ve değer duygusunu daha iyi geliştirmeleri ve böylece eleştirel geri bildirimde bulunma konusunda istekli olmaları mümkün müdür?
Yakın zamanda yazılan bir makalede, bu sorulara, muhalif görüşlere güvene dayalı bir bakış açısıyla bakılarak yanıt verilmektedir. Makalede, muhalefeti arzu edilen bir hedef veya eğitim ya da politika aracılığıyla ele alınacak en iyi uygulama olarak düşünmek yerine, kurumsal ve diğer organizasyonel temsilcilerin borçlu olduğu varsayılan temsil görevlerinin onları zaten birçok durumda muhalif olmaya zorladığı ileri sürülmektedir. Yani modern işgücünün çoğu için muhalif olma bir seçenek değil; bu yasal bir zorunluluktur.
Bu muhalif olma yükümlülüğü (obligation to dissent), sıklıkla gözden kaçan ve yanlış anlaşılan dürüstlük görevinden kaynaklanmaktadır; makalede bunun muhalefet yanlısı bir normu kapsadığı anlaşılmalıdır.
Açık sözlülük görevi (duty of candor) ise, temsilcileri, müdürlerinin karar alırken sahip olmak isteyebileceğine inandıkları bilgileri açıklamaya zorlayan temsil yasasının bir özelliğidir. Bu, temsilciler güvene dayalı hizmetleri sırasında bilgi geliştirdikleri zaman temel güven ödevi olan sadakatin nasıl ortaya çıkması gerektiğini açıklayan bir performans görevidir. Örneğin, güvene dayalı sadakat yükümlülüğü çoğunlukla kişisel çıkarları gözeten davranışları engellemek olarak nitelendirilse de, aynı zamanda temsilcileri bu kadar kolay sınıflandırılamayan şekillerde hareket etmeye zorlayan kural koyucu bir bileşen de içerir. Başka bir deyişle sadakat borcu, mütevellilerin kendi çıkarlarına hizmet etmekten kaçınmalarını gerektirdiği gibi, aynı zamanda onları müvekkilin çıkarlarını korumak ve savunmakla da yükümlü kılmaktadır.
Sadakat ödevinin (duty of loyalty) bu olumlu boyutu göz önüne alındığında, sadakat ilkelerinin hayata geçirilmesinde açık sözlülüğün rol oynayacağı düşüncesi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Önemli olan, temsilcinin başkası adına çalışırken takdir hakkını kullanma yetkisidir. Temsilciler bir dizi seçenek arasından seçim yapmakla karşı karşıya kaldıklarında, müdürün çıkarlarına sadık bir şekilde hizmet etme yükümlülükleri, nasıl davranacaklarına ilişkin kararlarına yön vermelidir. Mütevelliler her istediklerini yapamazlar; kararlarını müdürün çıkarına en uygun olduğuna inandıkları şekilde uygulamalıdırlar.
Bu yükümlülük, mutemedin karşılaştığı her türlü bilgiyi kapsar. Diğer tüm konularla aynı sadakat odaklı karar matrisinden filtrelenmelidir. Bu nedenle, eğer mütevelliler, tıpkı yararlanıcının varlıklarının yönetiminden elde edilen kârları başkalarına aktarmaları gerektiği gibi yararlanıcının çıkarlarıyla makul ölçüde ilgili bilgi elde ederlerse, bunu açıklamalıdırlar.
İletişime yönelik açık sadakat talepleri, açık sözlülük ödevi içindeki muhalefet yanlısı normu ortaya koymaktadır. Örneğin, bir müdürün temsilcisine bir evi potansiyel satın alma açısından incelemesi talimatını verdiğini düşünelim. Temsilcinin dürüstlük görevi, müdüre yapının kurallara uygun olup olmadığına veya ciddi su hasarı belirtileri gösterip göstermediğine inandığını söylemesini gerektirir. Temsilcinin buradaki rolü, yararlanıcının evi satın alıp almama kararı vermesine yardımcı olacak olumsuz risk ile ilgili önemli bilgiler için bir kanal vazifesi görmektir.
Açık sözlülüğün içeriği nesnel bilgiden, öznel bilgi, inanç veya görüşlere doğru saptığında daha karmaşık bir tablo ortaya çıkar. Temsilcilerin güven yükümlülükleri, bir yöneticinin önerdiği kararın firmaya zarar vereceğine makul olarak inanmalarına karşın bunu bilmedikleri halde onları muhalif olmaya zorluyor mu?
Bilgi, bilimsel veya nesnel gerçeklerden daha fazlasını içerir. Birçok güvene dayalı ilişki, bir lehdarın, temsilcinin sübjektif girdisini istemesi nedeniyle kurulur. Bu, bir vekilin danışmanlık rolü etrafında kurulan güvene dayalı ilişkilerin çoğunda geçerlidir. Danışmanlık ilişkilerinin ayırt edici özelliği, yararlanıcının özerkliğini, karar alırken yararlanıcının kararına güvendiği bir başkasına kısmi olarak devretmesidir (örneğin, bir davanın çözülüp çözülmeyeceği, nereye yatırım yapılacağı veya hangi tıbbi tedaviye başvurulacağı). Bu rollerdeki temsilciler, garanti edildiğini düşündükleri tavsiyeyi verdiklerinde, makul olarak muhalefet etmek zorunda kalabilirler. Aslına bakılırsa, mütevelli danışmanlarının, sübjektif yargıları onları bir yararlanıcının kötü bir karara doğru gittiğine inandırdığında geri adım atmayarak sadakat yükümlülüklerini yerine getirebileceklerini söylemek zor olacaktır.
Açık sözlülük ile muhaliflik arasındaki güvene dayalı bağlantıyı (fiduciary link between candor and dissent) anladığımızda, bunu birkaç önemli sonuç takip eder. Birincisi, isteğe bağlı istihdamın esnekliğini ödüllendiren yasal bir rejimde bile firmaların muhaliflere karşı misilleme yapma konusunda sıklıkla düşünüldüğünden daha az yetenekli olmalarıdır. Bu sonuç, asıl lehdarların temsilci olarak hareket eden tüm temsilcilere karşı borçlu olduğu karşılıklı yükümlülüklerden kaynaklanmaktadır. Eğer temsilciler dürüstlük ödevleri ile tutarlı bir şekilde muhalif olurlarsa, kuruluşun onlarla adil ve iyi niyetle ilgilenme yönündeki karşılıklı görevleri, yapmaları gerekeni yaptıkları için cezalandırılmamaları gerektiği anlamına gelir.
Muhalif görüşlerin mutemet çizgisinde düşünülmesinin bir başka sonucu da anlamlıdır. Güvene dayalı ödevlerin temel işlevlerinden biri, toplumun, güvene dayalı ilişkiler içindeki insanların nasıl etkileşimde bulunması gerektiğini düşünmesi gerektiğini düşündüğü değerleri ve idealleri ifade etmek ve güçlendirmektir. Muhaliflerin güvene dayalı hatlarına daha fazla dikkat çekmek, haberlerin tatsız görünebileceği zamanlar da dâhil olmak üzere, bir kuruluşun üyelerine açık sözlülüğün ve dürüstlüğün önemini anlatmaya yardımcı olacaktır. Gerçekten de, muhalefetin sadık güvene dayalı performansın bir özelliği olduğu giderek daha fazla anlaşıldıkça, firmaların ve çalışanların muhalefeti kişisel veya kurumsal olarak tehdit edici bir şeyden ziyade kurumsal kültürün organik ve kolektif biçimde değer verilen bir parçası olarak görmelerini sağlayacak şekilde ek normlar geliştirilmelidir.
Bu son nokta mezkûr makalenin en önemli katkısıdır. Muhalif olmaya ilişkin güvene dayanan bir anlayış, bir kuruluşun her düzeyindeki çalışanların açıkça konuşmasını ve ortodoks görüşlere meydan okumasını sağlar. Ancak dahası, gelecekteki çalışmalarda uyumun en iyi şekilde nasıl teşvik edileceği, riskin nasıl yönetileceği ve şirket yönetim kurullarının nasıl çeşitlendirileceği de dâhil olmak üzere kurumsal yönetişimdeki en acil tartışmaların çoğuna daha fazla ışık tutmak için de kullanılabilir.
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.