‘İşsizlik Yükselmeden Enflasyonda Düşüş’ Mümkün müdür? Peki, Bu Sefer Farklı Olan Nedir?*

Mark, bugünkü tartışmaların bir parçası olma fırsatı verildiği için teşekkür ederim. Stanford (Üniversitesi) Ekonomik Politikalar Araştırma Enstitüsü (Stanford Institute for Economic Policy Research), 40 yılı aşkın bir süredir keskin analizler üreterek ve günümüz gündemine yansıyan yapıcı diyaloğu teşvik ederek ekonomik politika yapıcılara yardımcı olmaktadır.

Bugünkü konumuz, Federal Rezervin maksimum istihdam ve istikrarlı fiyatlara ilişkin ikili yetkisi (dual mandate of maximum employment and stable prices) ve özellikle bu iki hedefi takip ederken bazen ortaya çıkan ödünleşimlerdir (tradeoffs). “Bazen” diyorum çünkü bu tür ödünleşimlerin ortaya çıkmadığı veya en azından belirgin olmadığı zamanlar ve belirli ekonomik koşullar olmuştur. Bu ayrım, özellikle Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Federal Açık Piyasa Komitesi’nin (Federal Open Market Committee-FOMC) işgücü piyasası güçlü kalırken yüksek enflasyonu azaltma konusunda son dönemde kaydettiği ilerleme dikkate alındığında önemli bir ayrımdır. İkili yetkiyi izlerken ödünlerin veya bunların eksikliğinin daha iyi anlaşılması, araştırmacıların ve politika yapıcıların bu hoş karşılanan son gelişmelerden dersler çıkarmasına yardımcı olacaktır.

Enflasyon-İşsizlik Dengesinin Tarihi

1977 yılında ABD Kongresi, Federal Rezervin “ikili yetkisini” (dual mandate) yasalaştırdı ki; buna göre Federal Açık Piyasa Komitesi’nin, her iki hedefi de eşit düzeyde tutarak hem azami istihdamı hem de istikrarlı fiyatları takip etmesi gerekmektedir. Başlangıçta bu hedeflerin genel olarak tamamlayıcı nitelikte olduğunu vurgulamakta fayda vardır, bu noktaya birazdan döneceğim. Ancak bunlar tamamlayıcı olmadıklarında, politika sorununu düşünmenin bir yolu ödünleşimler açısından muhakeme etmektir: azami istihdam, enflasyonun fiyat istikrarıyla tutarlı seviyelerin önemli ölçüde üzerine çıkmasına neden olmayacak en yüksek istihdam düzeyidir.

Bu ödünleşimlere girmeden önce, söz konusu Komite’nin istihdam hedefine sürekli olarak ulaşmanın fiyat istikrarına bağlı olduğunu vurgulamak istiyorum. Fiyat istikrarı, işgücü piyasasını güçlendiren ve istihdam fırsatlarını genişleten uzun süreli ekonomik genişlemelere olanak sağlar. Bu süreç özellikle çoğu zaman geride bırakılan ailelere ve topluluklara fayda sağlar.

Ancak, maksimum istihdam ve fiyat istikrarı hedefleri arasında kısa vadede ödünleşimlerin olabileceğini de kabul etmek yerinde olur. Aslına bakılırsa, işsizlik ile enflasyon arasındaki potansiyel kısa vadeli değişim, politika yapıcıların ekonomik değerlendirmeleri arasında uzun süredir belirgin bir şekilde öne çıkıyor. Hükümetin mali veya parasal teşvikler yoluyla istihdamı artırmaya yönelik kararları, tarihsel olarak toplam harcamaları ve enflasyonu da artırma eğiliminde olmuştur. Tam tersine, daraltıcı maliye veya para politikasına geçerek enflasyonu düşürmeye yönelik eylemler, ekonomik faaliyeti yavaşlatma ve işsizliği artırma veya en azından istihdam yaratma hızını yavaşlatma eğiliminde olmuştur.

Kısa vadeli değiş-tokuş fikri, adını 1861 ila 1957 yılları arasında Birleşik Krallık’taki işsizlik oranının ve nominal ücretlerdeki artışın tarihsel değerlerini çizen Yeni Zelandalı ekonomist A.W. Phillips’ten alan “Phillips eğrisi”nin (Phillips curve) orijinal spesifikasyonunda yansıtılmakta olup; Phillips, ikisi arasında genellikle ters bir ilişki olduğunu gösteriyor. Her ne kadar Phillips eğrisi başlangıçta ücretler açısından belirlenmiş olsa da, daha sonraki sürümlerinde işsizliği daha tipik olarak fiyat enflasyonuyla karşılaştırmıştır.

Görünen o ki, istihdamı yüksek tutmak ile enflasyonu düşürmek arasındaki denge politika yapıcıları bir ikilemle karşı karşıya bırakacak gibi görünmekte; enflasyon fiyat istikrarı ile ilişkili seviyelerin çok üzerinde olduğunda politika yapıcıların enflasyonu düşürmek için işsizlikte önemli bir artış yaratması gerektiğini öne sürmektedir. Gelecekteki enflasyon beklentileri yüksek olduğunda enflasyonla mücadele özellikle zorlayıcı olabiliyor. Bunu 1970’li ve 1980’li yıllarda gördük. Hane halkını ve işletmeleri Federal Açık Piyasa Komitesi’nin enflasyonu düşürme konusunda kararlı olduğuna ikna etmek, o zamanki Fed Başkanı Paul Volcker’in de inandığı gibi, uzun süreli, ancak sonuçta geçici olan yüksek işsizlik dönemini kabul etmeyi gerektiriyordu. Volcker, o dönemde yaşanan “Büyük Enflasyonu”, cezalandırıcı bir durgunluğa neden olma isteğiyle sona erdirme konusunda büyük bir itibara sahiptir. Enflasyonu düşürdü ve düşük tuttu ve bunu büyük ölçüde kamuoyunu Fed’in ne pahasına olursa olsun enflasyonu kontrol altında tutacağına ikna ederek ve dolayısıyla gelecekteki enflasyon beklentilerini düşürerek yaptı.

Uzun deneyimler, maksimum istihdamı sağlamaya yönelik politika eylemleri ile istikrarlı fiyatlar arasında bir ödünleşim olabileceğini gösterse de, durumun böyle olmadığı ya da en azından bir ödünleşime dair çok az kanıtın olduğu zamanlar ve koşullar vardır. Örneğin, Büyük Durgunluktan sonraki on yılın büyük bölümünde Federal Açık Piyasa Komitesi politikası, en azından bazı ölçütlere göre oldukça uyumluydu, ancak enflasyon sürekli olarak anılan Komite’nin yüzde 2’lik hedefinin altında seyretmiştir. Dolayısıyla enflasyon hedefin altında ve istihdam maksimum sürdürülebilir seviyelerin altında olduğunda, yetkinin her iki tarafını da sürdürmek için uzlaşmacı politikalar kullanılabilir.

Akademik iktisatçılar onlarca yıldır bu ödünleşimin geçerli olduğu koşullar hakkında tartışıyorlar. Araştırma literatürünün bir kolu, bir merkez bankasının tek bir yetkiye, bir enflasyon hedefine odaklanarak gerçekten de iyi ekonomik sonuçlar elde edebileceğini ve istikrarlı fiyatları teşvik eden politikaların aynı zamanda düşük işsizliği de güvence altına alabileceğini öne sürüyor. Bu görüşe göre enflasyonun istikrara kavuşturulması, ekonominin optimal seviyede performans göstermesini, firmaların işçiler de dahil olmak üzere hiçbir kaynağın kenarda bırakılmadan doğru miktarda üretim yapmasını sağlar. Bu teori, ekonominin talep tarafından yönlendirildiği bir dünyaya uymakta olup; böyle bir durumda, ekonominin talep tarafından gelen şoklar, toplam talep üzerinden çalışan para politikası ile dengelenebilir.

Ancak gerçek dünyada -ki bu o kadar da basit değildir- ekonomik dalgalanmaları yönlendiren tek güç talep şokları değildir. Geçtiğimiz birkaç yılda öğrendiğimiz gibi, arz şokları sadece mevcut olmakla kalmıyor, aynı zamanda büyük ve kalıcı da olabiliyor. Olumsuz arz şokları, tıpkı yüksek enflasyon beklentileri gibi, enflasyon ile işsizlik arasındaki dengeyi yönetmeyi daha zor ve maliyetli hale getirmektedir. Talepteki keskin bir düşüş hem ekonomik aktiviteyi hem de enflasyonu azaltırken, küresel petrol arzının ani kaybı gibi arzdaki keskin bir düşüş enflasyonu artırıyor ve ekonomik faaliyeti (canlılığı) azaltmaktadır. Faiz oranlarını artırarak enflasyonla mücadele etmeye çalışmak, ekonomik aktiviteyi ve istihdamı daha da azaltacak; ekonomik aktiviteyi ve istihdamı artırmak için faiz oranlarını düşürmek ise enflasyonu daha da yükseltecektir. Bu nedenle, kalıcı bir arz şokunun para politikası araçlarıyla karşılanması, yetkinin bir tarafına yardımcı olabilirken, yetkinin diğer tarafından daha da büyük sapmalara neden olabilir.

Pandemi Dönemi ve Sonrasında Enflasyon, İşsizlik

Şimdi pandemi deneyimine geçeyim. Enflasyon 2021 yılında yükselmiş ve 2022 yılı ortası itibarıyla kişisel tüketim harcamalarına (personal consumption expenditures-PCE) dayalı 12 aylık enflasyon, Federal Açık Piyasa Komitesi’nin yüzde 2 hedefinin oldukça üzerine çıkarak yüzde 7’ye ulaşmıştır. Bu, 1970’lerden bu yana enflasyonda yaşanan en önemli artış olup, gelecekteki enflasyon beklentilerini artırabileceği ve enflasyonu yeniden düşürmenin zorlu bir ödünleşim (yani çok daha yüksek işsizlik) gerektirebileceği yönündeki korkuları tetiklemiştir.

Bir diğer özel endişe ise, 1970’lerde bir dönem olduğu gibi, ücret-fiyat sarmalının ortaya çıkmasıydı. Sıkı bir işgücü piyasasında yüksek enflasyonun devam edeceği beklentisi, yaşam standartlarını korumaya çalışan işçilerin daha yüksek zam talep etmelerine yol açabilir. Toplam talebin güçlü olduğu bir ortamda, firmalar muhtemelen çalışanlarını korumak için ücret artışlarını kabul edecek ve daha sonra ortaya çıkan maliyet artışını daha yüksek fiyatlar olarak yansıtacaktır. Devam eden bir sarmaldan kaçınmak için, emek ve ürün piyasalarındaki talep ve arzın, daha düşük toplam talep, daha fazla toplam arz veya her ikisi yoluyla yeniden dengelenmesi gerekir. Eğer bu dengeye ulaşmak toplam talepte ciddi bir düşüş gerektiriyorsa, o zaman enflasyonu sürdürülebilir bir şekilde kontrol altına almak istihdam yetkisi açısından yüksek bir maliyet gerektirebilir. Neyse ki, daha sonra tartışacağım gibi, bu sefer ücret-fiyat sarmalından kaçınmış gibiyiz.

Enflasyon yükselip kalıcı görünmeye başladıkça Federal Açık Piyasa Komitesi, fiyat istikrarı olmadan ekonominin kimsenin işine yaramayacağını ve yüksek enflasyonun sonuçta işgücü piyasasının gücünü zayıflatacağını bilerek, haklı olarak fiyat istikrarını yeniden sağlamaya odaklanmıştır. Faiz oranları hızla yükselirken, bazıları enflasyonu düşürmenin maliyetinin işsizliğin sürekli olarak artmasından korkuyordu. Ancak geçtiğimiz yıl boyunca bu ödünleşim pek çok kişinin korktuğundan çok daha az belirgin olmuştur. Enflasyonun önemli ölçüde yavaşladığını, 1980’lerden bu yana hiç olmadığı kadar hızlı düştüğünü gördük. Ancak işsizlik 1960’lardan bu yana yalnızca birkaç kez görülen en düşük seviyelere yakın seyretmektedir.

Bu dönemde alışılagelmiş ödünleşimlerden kaçınmayı ve hem enflasyon hem de istihdam cephesinde bu kadar hoş sonuçlar görmeyi nasıl başardık? Birkaç olası neden önereceğim. Bunlar, pandemik enflasyonun hem arz hem de talep şoklarını içerdiği gerçeğine odaklanıyor. Bugün sahip olduğum sınırlı zaman içerisinde, son enflasyonun tam olarak ne kadarının talepten ziyade arzla açıklanabileceği tartışmasına girmeyi önermiyorum. Ancak enflasyon oranındaki yükseliş ve düşüşte hem talep hem de arz güçlerinin ne kadar önemli olduğunu tartışacağım.

Pandemi, ekonominin bazı alanlarında arzda önemli bir azalmaya neden olmuş ve mal arzındaki sınırlamalar birçok endüstrideki üretimin kısıtlanmasından kaynaklanmıştır. ABD’nin önemli imalat sanayilerinden biri olan otomobil üretimini düşünün. 2019 yılında ABD 10-1/2 milyon hafif araç üretmiştir. 2020’de pandemiye bağlı tesis kapanmaları ve ardından dünya çapında bilgisayar çipleri ve diğer parça kıtlığı nedeniyle üretim 8-1/2 milyona düşmüştür. Sektörün toparlanması uzun zaman almış olup; otomobil üretimi 2021 yılında 9 milyonun altında, 2022’de ise 10 milyonun biraz altındaydı. Kısıtlı araç arzı, otomobil fiyatlarının artmasında büyük rol oynamıştır. Ve bu sadece motorlu taşıtlar da değildi; örneğin, gıda işleme tesislerinin kapandığına dair raporları hatırlayabilirsiniz ve diğer birçok mal üreten endüstri de “üretim kaybı”ndan mustariptir. ABD sanayi üretimi salgının başlangıcında düştü ve fiziksel mallara olan güçlü talebe rağmen 2022 yılının başlarına kadar salgın öncesi seviyesinin altında kaldı ki; aslında kanıtlar, üretimin yetersiz malzeme arzı nedeniyle azaldığını göstermektedir.

Ancak tedarik sorunları sadece mallarla sınırlı değildi; aslında, yetersiz işgücü arzının da işletmeler tarafından üretimin düşük olmasına neden olduğu yaygın biçimde dile getirilmektedir. İşçilerin gönüllü olarak işyerinden uzak durması ve bazı durumlarda istemsiz olarak işyerinden uzak durması nedeniyle, pandeminin başlarında işgücü arzı aniden ve ciddi şekilde sınırlanmıştır. İşgücü 2022 yılı ortasına kadar salgın öncesi seviyelere ulaşamamıştır. Özellikle yaşlı işçiler çok sayıda işgücü piyasasını terk etmiştir. Ancak 25 ila 54 yaşları arasındaki pek çok birincil yaş (prime-age) çalışanları bile okulların aksaması ve sağlık sorunları nedeniyle işten ayrılmış ve bu işgücüne katılım 2023 yılının başlarına kadar salgın öncesi seviyesinin altında kalmıştır. Benzer şekilde, göçteki yavaşlama da tıpkı Kovid-19 nedeniyle artan ölüm oranları gibi ekonomiyi alışılmış bir işgücü arzı artışı kaynağından mahrum bırakmıştır.

Neyse ki, hem mal hem de işgücüne yönelik bu arz kıtlıkları büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. Örneğin, 2023 yılında otomotiv üretimi neredeyse 2019 yılındaki seviyesine geri dönerken, sanayi üretimi ve çeşitli mal arz göstergeleri de salgın öncesi seviyelerine yaklaşmıştır. Lojistik ve ulaşım ağlarındaki sıkışıklık azalmış ve firmalar bazen alternatif tedarik zinciri ağları bulmuşlardır.

İşgücü piyasasında, doğrudan pandemiye bağlı kıtlıklar azalmıştır ki; bu durum, muhtemelen kısmen okulların yeniden açılması, sağlık durumundaki ilerleme ve çocuk bakımı sübvansiyonları ve diğer politikalardan gelen yardım nedeniyle işgücüne katılımın yeniden sağlanmasına yardımcı olmuştur. Firma ve işçi konumu arasında ayrım yapılmasına olanak tanıyan uzaktan çalışma yeteneklerinin artması, mevcut işçi ve iş havuzunu genişletmiştir. Daha genel anlamda, güçlü işgücü talebi, daha fazla işçiyi işgücü piyasasına çekerek, en iyi yaştaki işçiler arasında işgücüne katılımın artık pandemi öncesi seviyelerin üzerinde olduğu noktaya gelmiş ve göç de toparlanmıştır.

İşgücü piyasası arzındaki toparlanmanın daha incelikli bir başka kaynağı da firmalar ve işçiler arasındaki eşleşmelerin kalitesindeki iyileşmelerdir. Herhangi bir zamanda işgücü arzını etkileyen önemli bir faktör, mevcut çalışanların becerilerinin işverenlerin ihtiyaçlarını ne kadar iyi karşıladığıdır. Pek çok sektörde işgücü arzının az olması ve çok sayıda iş açılması nedeniyle birçok işçi, yeni işlere geçmek için işlerini bırakmıştır. Ekonomistler genel olarak işgücü devrinin artmasının işçi-firma eşleşmelerini iyileştirdiğine inanır; işçiler becerilerini daha iyi kullanan, genellikle daha yüksek maaşlı işler bulurlar ve firmalar da işlerine daha uygun ve işlerinde daha üretken işçileri bulurlar. Nisan 2020’den bu yana devam eden ekonomik genişleme, işçilere iyi bir eşleşme bulmaları için daha fazla fırsat sunmaktadır. Görünen o ki işçiler ve firmalar son birkaç yılda birbirlerini bulma konusunda oldukça verimliydi ve bu süreçte muhtemelen iş eşleşmesinin ortalama kalitesi de yükseldi. Daha yüksek kaliteli iş-işçi eşleşmeleri, işçilerin üretkenliğini artırır ve işgücü arzını artırma işlevi görür.

Eğer arzdaki azalmalar enflasyona katkıda bulunuyorsa, o zaman bu arzın toparlanması da enflasyonun düşmesine yardımcı olacaktır. Mal sektöründeki arz iyileşmeleri, 2022’nin başlarından itibaren enflasyonun azalmasına yardımcı oldu; örneğin Ocak ayında, yeni motorlu taşıt fiyatlarındaki 12 aylık artış yüzde 1’in altında gerçekleşmiştir ki; bu, 2022 yılı baharında yüzde 13’ün üzerindeki zirve hızından çok daha yavaştı. Daha genel olarak, temel kişisel tüketim harcaması mallarının genel fiyat seviyesi, gıda ve enerji hariç, geçen yıl oldukça sabit kaldı ve aslında son aylarda düşüş göstermiştir.

İşgücü tarafında ise arzın toparlanması, özellikle emek yoğun hizmet sektörlerinde ücret artış hızının yavaşlamasına yardımcı olarak enflasyonun düşmesine katkıda bulunmuş olabilir. Genel olarak özel hizmetlerde, ortalama saatlik kazançlarla ölçülen 12 aylık nominal ücret artışı, 2022 başındaki yüzde 5,9’luk zirveden Ocak ayında yüzde 4,5’e düşmüştür. Ve tabii ki hizmet fiyat enflasyonu da yavaşladı: temel bireysel tüketim harcamalarının kabaca dörtte üçünü oluşturan temel tüketim hizmetlerinde 12 aylık enflasyon, geçen yılın başındaki yüzde 5,8’lik zirveden Ocak ayında yüzde 4,1’e gerilemiştir.

Ancak enflasyonun yavaşlamasının ardındaki tek faktör arz değildir. Toplam talebi etkileyen politikalar da rol oynamıştır. Mali açıdan (fiscal side) bakıldığında, hükümet harcamalarının ekonomik büyüme üzerindeki etkisine ilişkin ölçümler, 2020’de güçlü bir destek sağladıktan sonra 2021’de negatife dönmüştür. Para politikası açısından ise Federal Açık Piyasa Komitesi’nin 2021 yılı sonundaki kararları, politika faizi artışlarının önceden tahmin edilenden daha erken başladığını göstermiş; Federal Açık Piyasa Komitesi, Mart 2022’de federal fon oranı hedef aralığını yükseltmeye başlamıştır. Mezkûr Komite politika duruşunu hızla sıkılaştırmış olup, sonuç özellikle ekonominin finansal koşullara duyarlı alanlarında görülebilir. Konut sektörü önemli bir yavaşlama yaşamış; konut yatırımı 2022’de yüzde 15’ten fazla düşmüş ve 2023 yılında sabit kalmıştır. Yarı iletkenler ve elektrikli araç aküleri imalatında kalan arz yönlü darboğazların giderilmesine yardımcı olacak inşaatlarda büyüme görmemize rağmen, muhtemelen kısmen kısıtlayıcı finansal koşullar nedeniyle ekipman yatırımındaki artış geçen yıl ılımlıydı.

Politikalara duyarlı sektörlerdeki harcamaların azalmasına ilişkin bu örneklerin yanı sıra, enflasyon beklentilerinin sabitlenmesinde para politikasının etkisini de görebiliyoruz. Yüksek enflasyonun ortasında bile hane halkı, işletmeler ve finansal piyasalar enflasyonun eninde sonunda hedef hızına döneceğine inanıyordu. Bu inançlar Federal Açık Piyasa Komitesi’nin kararları ile yönlendirilmiş olup; Komite, politika faizlerini hızlı bir şekilde artırarak ve net bir şekilde iletişim kurarak, enflasyonu yüzde 2’ye düşürme konusundaki kararlılığını ve fiyat istikrarı görevine bağlılığını göstermiştir. Sabit enflasyon beklentileri, örneğin Michigan Üniversitesi’nin popüler Tüketici Anketlerinde de açıkça görülmektedir. Önümüzdeki 5 ila 10 yılı kapsayan döneme ilişkin enflasyon beklentileri pandemi boyunca nispeten istikrarlı ve pandemi öncesinde görülen seviyelere yakın kalmıştır. 2021 yılında kısa vadeli beklentiler yükselmiş ancak son zamanlarda gerilemiştir. Sabit enflasyon beklentileri muhtemelen fiili fiyat belirleme açısından önemlidir. Phillips eğrisinin modern teorilerinin önerdiği şey de budur. Ve bu teorik beklentinin geçerliliği, Richmond Federal Rezerv Bankası personeli tarafından rapor edilen anketlerde de ortaya konmuştur: Veriler, firmaların genel enflasyon beklentileri ile bu firmaların kendi fiyat belirleme planları arasında yakın bir ilişki olduğunu göstermektedir. En önemlisi, Federal Açık Piyasa Komitesi, enflasyon beklentilerini sabit tutarak, daha önce bahsettiğim türden ücret-fiyat sarmal dinamiklerinin gelişmesini muhtemelen önlemiş, aynı zamanda enflasyonun, Federal Açık Piyasa Komitesi’nin güvenilirlik ve açık iletişim ile hareket etmemesi durumunda ortaya çıkabilecek olandan daha düşük bir oranda zirveye çıkabildiği koşulları da yaratmıştır. Reel ücret artışı, yani ücretlerin enflasyonu hesaba kattıktan sonraki artışı pozitife dönmüş olup, bu da işçilerin gelirinin yaşam maliyetinden daha hızlı arttığı anlamına gelmektedir.

Pandemi Dönemi ve Sonrasına İlişkin Son Birkaç Gözlem

Bu gelişmeler, tartışmamı başlatan enflasyon-işsizlik arasındaki dengeye geri dönmemize yardımcı oluyor. Pandemi deneyimi, Phillips eğrisinin dikliği gibi bu değiş tokuşun doğasının ekonomik koşullarla birlikte değiştiğini gösterdi. Pandemi ve sonrasında gördüğümüz değişiklikler hakkında iki genel gözlem daha yaparak ve ilerleyen araştırmacılar için açık sorularla ilgili önerilerde bulunarak bitireceğim.

Birincisi, ekonomistlerin de dediği gibi arz eğrileri “dışbükeydir” (convex): Arz edilen miktar belirli bir noktaya ulaştıktan sonra eğimleri keskin bir şekilde artar, böylece fiyatlar hızla yükselir. Talep bir endüstrinin kapasitesinin sınırlarına yaklaştığında arz eğrisinin dik kısmı devreye girebilir. Bunun nedeni, talepteki alışılmadık derecede büyük bir artış veya sanayi kapasitesindeki geçici bir azalma veya her ikisi nedeniyle olabilir. Araştırmalar, pandemi öncesi dönemde bile bu durumun bireysel endüstriler için geçerli olduğunu gösterdi. Pandemi sırasında pek çok sektör, daha önce de belirttiğim gibi, enflasyona katkıda bulunan büyük talep şokları veya arz kısıntıları yaşadı ve aynı şoklar, birçok sektörü arz eğrilerinin dik kısmında yukarı iterek enflasyonist etkileri de şiddetlendirmiş olabilir.

Pandeminin başlarında sanayi arz eğrilerinin dışbükey veya dik olması, enflasyon yetkimiz açısından oldukça maliyetliydi. Ancak son dönemde birçok sektörde arz eğrisinin dik kısmından aşağı doğru indiğimiz ve enflasyonun hızlı bir şekilde düşmesine olanak sağladığı için bunun bize muhtemelen daha fazla faydası olmuştur. Uzun vadede açık bir soru, bu sürecin firmaların tedarik zincirleri ve stok yönetimi hakkında daha fazla bilgi edinmelerine yardımcı olup olmadığı, böylece gelecekte arz eğrilerinin dik kısmıyla karşılaşma olasılığımızın daha düşük olup olmadığıdır.

İkincisi, özellikle Phillips eğrisiyle ilgili olarak, geniş bir ekonomik model sınıfında, Phillips eğrisinin dikliğinin kısmen firmaların fiyatlarını ne sıklıkta ayarladığının bir fonksiyonu olduğunu ve bunun son deneyimlerle de doğrulandığına dikkat çekiyorum. Pandemiden önce tipik fiyat etiketi 10 aydan fazla sürüyordu ve bu rakam uzun yıllar boyunca oldukça istikrarlıydı. Ancak pandemi, firmaları daha sık fiyat ayarlaması, yani daha kısa fiyat süresi rejimine sürüklemiş gibi görünmektedir. 2022 yılının başlarında tipik fiyat beş aydan kısa sürüyordu. Geçen yılın üçüncü çeyreğine ait son veriler, fiyatların yaklaşık yedi ay sürdüğünü öne sürerek, fiyat ayarlama sıklığı o zamandan bu yana yavaşlamıştır. Fiyat ayarlama sıklığındaki yavaşlamanın devam etmesi, firmaların maliyetlerinin daha az hızlı arttığının ve ekonominin Phillips eğrisinden aşağıya doğru ilerlediğinin bir göstergesidir. İlginç bir şekilde, para politikasının ekonomi üzerindeki etkilerini incelemek için kullanılan ağır akademik modellerde, fiyat ayarlamalarının sıklığının genellikle sabit olduğu varsayılmaktadır. Elbette iktisatçılar bunu geçmişte düşünmüşlerdi; ancak bireysel firmaların fiyat ayarlama kararları ile genel enflasyon arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılması, ilerideki akademik araştırmalar için önemli bir alandır.

Bahsettiğim nedenlerden dolayı, işgücü piyasasında ciddi bir bozulma olmaksızın enflasyonun düşürülmesinde ilerlemenin devam edeceğini göreceğimiz konusunda temkinli bir iyimserlik içerisindeyim. Enflasyon ve işsizlik arasındaki dengeyle ilgili olarak pandemi sırasında kesinlikle çok şey öğrendik ama hâlâ öğrenecek çok şey vardır. Özellikle, ekonomi mesleğinin enflasyon-işsizlik dengesi ve Phillips eğrisine ilişkin anlayışını zenginleştirebilecek ve politika yapıcıları bilgilendirmeye devam edebilecek daha fazla araştırmayı sabırsızlıkla bekliyorum.

* Bu Türkçe çeviride İngilizce orijinal metinde yer alan “dipnotlar” çeviriye dâhil edilmemiştir.

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.