Giriş
Uluslararası korsanlık suçunun reforme edilmesine ilişkin tartışmalar[1] ortaya çıktıkça, bu suçun uluslararası bir suç olarak korunmasının geçerliliğini koruyup korumadığını düşünmeye değerdir. Kuşkusuz, deniz güvenliğine yönelik tehditler devam etmekte ve ciddi bir dikkat gerektirmektedir. Ancak, sömürge tarihinde derin kökleri olan geleneksel korsanlık kavramının, tarihsel ve siyasi güç dinamiklerini sürdürmeden çağdaş güvenlik sorunlarına çözüm bulma konusunda en iyi donanıma sahip olup olmadığını sorgulamamız gerekmektedir.
Bu yazı, korsanlık kavramının sömürgeci kökenlerini vurgulamayı, tarihsel kullanımını tartışmayı ve çağdaş tezahürlerini incelemeyi amaçlamaktadır. Yazı, korsanlığın korunması mı yoksa terk edilmesi mi gerektiği sorusuna doğrudan yanıt vermemekle birlikte, uygun bağlamı sağlayarak ve Deniz Hukuku’na daha az Batı merkezli bir yaklaşımı savunarak tartışmayı zenginleştirmeyi amaçlamaktadır.
Yazı hiçbir koşulda denizde şiddeti meşrulaştırmaz. Daha ziyade, korsanlığın cezai bir suç olarak tanımlanmasını ve kullanımını çevreleyen spesifik bir tarihsel ve politik bağlamı keşfetmeyi amaçlamaktadır.
1. Batı Merkezli Deniz Hukuku [Western-Centred Law of the Sea]
Korsanlık genellikle Deniz Hukuku’nun temel taşı olarak tanımlanan denizlerin özgürlüğü ilkesinin nihai ihlali (ultimate violation of the principle of freedom of the seas[2]) olarak algılanır. Ancak Deniz Hukuku’nun Avrupa merkezli yorumlarından uzaklaşma iki önemli noktayı ortaya çıkarmaktadır. İlk olarak, Deniz Hukuku’nun temelini çevreleyen varsayılan fikir birliği, sömürgeci egemenliği güçlendiren ve denize alternatif geleneksel ve yerli yaklaşımları boşa çıkaran temel güç dinamiklerini ortaya koymaktadır. İkinci olarak, korsanlığın kökenlerinin, korsanlıkla mücadele etmek için tasarlanmış yapılar ile bağlantılı olabileceğini öne sürmektedir.
Portekiz ve İspanya, 16. yüzyılın sonlarında ve 17. yüzyılın başlarında, deniz ticareti ve seyrüsefer konusunda münhasır haklar talep ederek denizler üzerindeki egemenliklerini ilan etmişlerdir[3]. Bu saldırgan iddialara yanıt olarak ve ticaret üzerindeki tekellerine meydan okumak için, Hollanda Doğu Hindistan Şirketi’ni (Dutch East India Company) temsil eden Hollandalı avukat Hugo Grotius, 1609 yılında yayınlanan “Mare Liberum”[4] (Denizlerin Özgürlüğü) adlı eserinde denizlerin özgürlüğü kavramını geliştirmiş ve vatanseverlik (patriotism) duygusuyla hareket eden Grotius, denizlere sınırsız erişimi ve ticaret yapma özgürlüğünü savunmuştur.
Grotius’un savunduğu denizlerin özgürlüğü doktrinine göre, sadece Hollandalılar değil, tüm uluslar Doğu Hint Adaları gibi bölgelere gitme ve orada yaşayanlarla ticaret yapma hakkına sahiptir[5]. Grotius, doğasında var olan ve evrensel olarak Tanrı’dan kaynaklandığı kabul edilen bu yasaların herkese uygulandığını ileri sürerek, doğal hukuk ilkelerine (principles of natural law) başvurarak argümanını desteklemiştir.
Ancak Grotius argümanını doğal hukuka dayalı olarak inşa ederken[6], denizlerin özgürlüğü doktrini, ‘Mare Liberum’un yayınını çevreleyen tarihsel bağlamın da gösterdiği gibi, esas olarak Hollanda’nın ulusal çıkarlarını korumak için ortaya çıkmıştır[7].
Batılı sömürgeciler, Deniz Hukuku’na yönelik yerli yaklaşımları[8] büyük ölçüde göz ardı ettiler ve Avrupalı denizcilik güçlerine, deniz bölgelerine sınırsız erişim ve geleneksel olarak yerli sakinler tarafından kullanılan deniz kaynaklarından yararlanma fırsatını verdiler; ancak yerlilerin deniz ve kaynakları üzerindeki geleneksel haklarını göz ardı ettiler. Grotius’un deniz kaynaklarının tükenmezliğine olan inancı, bu kaynakların aşırı sömürülmesini daha da artırmıştır. Sömürgeciliğin belirli bölgelerdeki doğrudan etkileriyle yoğunlaşan bu aşırı sömürü, korsan faaliyetlerin ortaya çıkmasında katalizör görevi görmüştür[9].
2. Korsanlığın Yeni Bir Okuması [A New Reading of Piracy]
Örneğin, 1990’ların ortasından bu yana Afrika Boynuzu yakınlarında korsanlığın artması, Somali’nin sömürgecilikten kaynaklanan etkili yönetim eksikliğiyle doğrudan bağlantılıdır[10]. Somali’nin sömürgeci güçler tarafından bölünmesi ve sonrasında gelen bağımsızlığın ardından, siyasi istikrarsızlık ortaya çıkmış[11] ve merkezi otoritenin olmadığı başarısız bir devlet ile sonuçlanmıştır. Bu kaostan yararlanan Avrupalı gemiler Somali sularına tehlikeli atıklar boşaltarak sağlık sorunlarına ve deniz yaşamının yok olmasına neden olmuştur[12]. Eş zamanlı olarak, yabancı trol tekneleri yılda 300 milyon ABD dolarının[13] üzerinde deniz kaynağını yasa dışı bir şekilde ele geçirmekte ve bu da balıkçılığa bağımlı olan kıyı topluluklarını ciddi şekilde etkilemektedir. Korsanlık bu krizlere yanıt olarak ortaya çıkmış ve hem çevresel bozulmaya karşı direnç hem de etkilenen topluluklar için bir hayatta kalma aracı sunmuştur. Niteliksel çalışmalar da dâhil olmak üzere deneye dayalı kanıtlar, korsanlıkla yasa dışı balıkçılık ve devletin kırılganlığı gibi sorunlar arasındaki bağlantıyı doğrulamakta ve korsanlığın ortaya çıkışının altında yatan karmaşık sosyo-politik bağlamın altını çizmektedir.
Batı merkezli Deniz Hukuku sistemi yalnızca korsan faaliyetlerin yükselişine zemin hazırlamakla kalmamış, aynı zamanda korsan etiketini ve korsanlık kavramını güçlü sömürgeci çağrışımlarla aşılamıştır. İlk olarak, Deniz Hukuku’nun yerleşik yönetim ve algısından herhangi bir sapma, korsanlık olarak damgalanmış ve ilgili kişiler için ciddi sonuçlara yol açmıştır. İkinci olarak, bu korsanlık kavramı genellikle güçlü devletler tarafından kendi çıkarlarına ve gündemlerine uyacak şekilde fırsatçı bir şekilde manipüle ediliyordu.
Korsanlık sıklıkla evrensel olarak kınanan bir suç olarak sunulur ve korsanlıkla mücadele çabaları çoğu zaman devletlerin üzerinde ortaklaşa mutabakata vardığı birkaç zorluktan biri olarak takdim edilir[14]. Bazı akademisyenler, “uzlaşıya dayalı düşmanın, uzlaşmaya dayalı muhalefete yol açması gerektiğini” öne sürdüler. Ancak “korsan düşman” (pirate enemy) kavramı sıklıkla tasvir edildiği kadar evrensel olarak kabul edilmemiştir. Dilbilimsel bir analiz bu argümanı güçlendirmektedir. Asya dilleri, anlam ve çağrışım açısından eşdeğerlik olmamasına rağmen, modern bilimin korsanlık olarak yorumladığı çeşitli ifadeler içerir[15]. Benzer şekilde, Avrupa devletlerinin etkisinden önce İslam topraklarında ‘korsan’ ve ‘korsanlık’ (pirate and piracy) gibi terimler yoktu[16]. Kur’an geleneğinde bulunan en yakın terminoloji[17], “seferi (yolcu) adamlar” ve “seferi (yolcu) kadınlar” (highwaymen and highwaywomen) anlamına gelir. Bugün kullanılan Arapçadaki “korsan” ve “korsanlık” terimleri, İtalyancanın bozuk bir sürümünden türetilmiştir.
Ayrıca korsanlık sıklıkla güçlü devletlerin anlatısından farklı olan alternatif yönetişim yapılarına meydan okumanın bir aracı olarak hizmet ediyordu. Müller’in son araştırması[18], Güneydoğu Asya’daki güçlü devletlerin “korsanlık” (piracy) olarak etiketlediği şeyin yalnızca ara sıra meydana gelen bir hadise veya ticaretin bir yan ürünü olmadığını, aslında çok sayıda kıyı topluluğundaki ekonomik yapının ve siyasi organizasyonun ayrılmaz bir bileşeni olduğunu göstermiştir. Sonuç olarak, bu sözde “korsanlar” (pirates) toplumdan dışlanmış kişiler değil, kendi topluluklarının üyeleriydi ve önemli siyasi nüfuza sahiplerdi.
“Bu, bu denizlerin kanunsuz bir alanı temsil ettiği anlamına gelmiyordu; daha ziyade, (…) çeşitli dini kuralların ve hukuk kültürlerinin kesiştiği, bir arada var olduğu ve rekabet ettiği çok sesli ve çoğulcu bir hukuk ortamında, devletin tek meşruiyet sağlayıcısı olarak değil, birçok aktör arasında bir aktör olarak göründüğü, asi bir okyanus alanı oluşturmuştur.”
Bununla birlikte, çoğu zaman bu bölgelerin sömürgeleştirilmesi için bir bahane olarak hizmet eden, sözde “korsanlığa” karşı verilen mücadeleydi ki; bu aynı zamanda, çoğunlukla dini çağrışımlarla, özellikle de Hıristiyan çağrışımlarıyla aşılanan dışlayıcı ve şeytanlaştırıcı bir dilin kullanımıyla da damgasını vurmuştur[19].
Güçlü devletlerin kendi yönetimlerini açıkça diğer yasal geleneklere dayatmadığı durumlarda bile, kendi gündemlerini ilerletmek için korsanlık kavramını fırsatçı bir şekilde manipüle ettiler. Korsanlık ile hükümet izniyle korsanlık arasındaki ayrım bu fırsatçı yaklaşımın bir örneğidir. Esasen devlet onaylı korsanlık olan korsanlık, 1856 tarihli Paris Antlaşması’na kadar yasal kabul edilmiştir[20]. Bununla birlikte, daha az güçlü devletler üzerinde hâkimiyet kurmanın bir yolu olarak, ‘A’ Devleti korsanlığa giriştiğinde, ‘B’ Devleti bunu korsanlık olarak etiketleyecektir ya da tam tersi olacaktır.
“Korsanlar” ve “korsanlık” etiketlerinin kötüye kullanılması, korsanlığın geçerli olmadığı ve tamamen siyasi saiklerle yönlendirildiği durumları da kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Açıklayıcı bir örnek “Arap korsanları” efsanesidir[21]. 18. yüzyılın sonlarında, Persler ve Ummanlılar ile işbirliğini güvence altına aldıktan sonra İngilizler, korsanlık ile ilgisi olmayan kârlı deniz ticareti yapan inatçı rakipleri ‘Qawāsim’i hedef almıştır. ‘Qawāsim’in dâhil olamayacağı her olay, şüphesiz ‘Qawāsim’ “korsanlarının” saldırganlığına atfedilmiştir. Britanya İmparatorluğu, tarihi kanıtlar aksini öne sürse de, “Arap korsanlığının” (Arab piracy) varlığına dair inancı yayan bir anlatı hazırlamıştır.
Benzer gelişmeleri bugün farklı bir bağlamda görmek mümkündür. 1982 yılında ilk korsanlık suçlamaları denizde doğrudan eylem yapan çevre aktivistlerine yöneltilmiştir[22]. Daha sonra, çevre aktivistlerini korsan olarak etiketleyen ilk resmi karar 1986 yılında yayınlanmış ve 2013 yılında yeni davalar açılmıştır[23]. 2015’e gelindiğinde, Greenpeace’in ‘Shell’ firmasına karşı yürüttüğü çevre operasyonlarını durdurmak için Kudüs’te ‘Eichmann’a karşı kullanılan aynı “korsanlık benzetmesi”ne (piracy analogy) dayanılmıştır[24]. Bir anlatı inşa edilmekte olup bunun sonuçları ortadadır: 1990’ların başında çevre aktivistlerini korsan olarak etiketlemek bir zamanlar izole ve sorunlu bir örnek olarak görülürken, bugün çevre aktivistleri tarafından denizde gerçekleştirilen herhangi bir yüksek profilli protesto eylemi, genel kamuoyunun onları “korsan” olarak damgalamasına neden olmaktadır; üstelik bunların hepsi, her yıl yaklaşık 200 çevre savunucusunun öldürüldüğü bir bağlamda gerçekleşmektedir[25].
“Korsan” ve “devlet izinli korsan” (piracy and pirate) etiketlerinin son derece insanlık dışı bir dille –“haksız düşmanlar”, “insanlığın düşmanları”, “suçların ve insanların en kötüsü” (rightless enemies, enemies of mankind, the worst of crimes and the worst of men)- yüklü olduğu bir bağlamda, bunun çağdaş kabul edilebilirliğini sorgulamak çok önemlidir. Sömürgeciliğin yıkıcı sonuçları nedeniyle şiddete sürüklenen yoksul balıkçıları, bu terim ile ilgili tüm tarihsel ve politik yükü taşıyan “korsanlar” olarak damgalamak hâlâ adil midir? Tam da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (European Court of Human Rights[26]), yıkıcı doğrudan eylemler yoluyla bile ifade özgürlüğü hakkını yeniden teyit ederken, çevre aktivistlerini “haksız düşmanlar” (rightless enemies) olarak adlandırmak haklı olabilir mi?
Sonuca Dair Notlar
Tüm bu tarihsel ve çağdaş arka plan, korsanlık kavramının sömürgeci kökenlerini ortaya koymakta ve bu sorunlu suçun, mevcut sorunları daha da kötüleştirmeden bugün de geçerli olup olmadığı sorusunu gündeme getirmektedir. Yazının girişinde de belirtildiği gibi, bu yazının yazarı şiddeti haklı çıkarmaz veya deniz güvenliği tehditlerini küçümsemez. Ancak korsanlık etiketinin hâlâ gerekli olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Günümüzde pek çok korsanlık vakası alternatif yasal çerçeveler kapsamında kovuşturulabilir. Benzer şekilde, ‘Nordstream 2’ sabotajı, Kızıldeniz krizi veya tarihi uçak kaçırma olayları (the Nordstream 2 sabotage, the Red Sea crisis, or historical hijacking incidents) gibi[27] ortaya çıkan güvenlik tehditleri, korsanlığın güvenlik tehditleriyle mücadelede işe yaramadığı durumlara ilişkin örnekler sunmaktadır.
Belki de korsanlık ile ilgili en etkili reform, onun tamamen terk edilmesi ve tarafsız bir terminoloji altında yeni bir düzenleyici çerçevenin oluşturulmasında yatmaktadır ki; bu konu, sonraki bir blog yazısında daha fazla incelenmeyi hak etmektedir. Bu çerçeve, suçla bağlantılı yetkilerin olası kötüye kullanımını azaltmak için ilgili yargısal hakların yanı sıra uygun güvenceleri ve ciddiyet düzeylerini içermelidir.
* Blog Yazarının Notu: “Nazik incelemeleri ve düşünceli yorumları için Nottingham Trent Üniversitesi’nden Deladem Ohenewaa Mensah’a, Kampala Uluslararası Üniversitesi’nden Cosmos Nike Nwedu’ya ve Sussex Üniversitesi’nden Ahmad Ali Shariati’ye en içten şükranlarımı sunuyorum.”
[1] <https://legal.un.org/ilc/guide/7_8.shtml>
[2] <https://www.taylorfrancis.com/books/edit/10.4324/9780203111550/maritime-piracy-construction-global-governance-jon-carlson-mark-nance-michael-struett>
[3] <https://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/002088177301200302>
[4] <https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/7/7b/Grotius_Hugo_The_Freedom_of_the_Sea_(v1.0).pdf>
[5] <https://journals.sagepub.com/doi/10.1177/084387140401600203>
[6] <https://www.cambridge.org/core/books/abs/locating-nature/appropriating-nature/A45BBB2C3564E7D95F9FAD9DCBF9246B>
[7] <https://academic.oup.com/chinesejil/article/21/3/439/6833174?login=false>
[8] <https://www.researchgate.net/publication/229459741_Mare_Nullius_Indigenous_Rights_in_Saltwater_Environments>
[9] <https://scholarship.law.wm.edu/wmelpr/vol34/iss2/3/>
[10] <https://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/07388942231174174?journalCode=cmpb>
[11] <https://www.plutobooks.com/9780745329741/understanding-the-somalia-conflagration/>
[12] <https://www.thefreelibrary.com/Robbers+or+Robinhoods%3F%3A+a+study+of+the+Somali+piracy+crisis+and+a…-a0251378792>
[13] ABD doları: [Amerika Birleşik Devletleri doları].
[14] <https://www.researchgate.net/publication/236779036_The_Concept_of_Piracy_1937>
[15] <https://hkupress.hku.hk/index.php?route=product/product&product_id=42>
[16] <https://www.cambridge.org/core/books/islamic-law-of-the-sea/2DA14E3D3AA44230F191FE1C807EBE27>
[17] <https://www.cambridge.org/core/books/islamic-law-of-the-sea/2DA14E3D3AA44230F191FE1C807EBE27>
[18] <https://www.aup.nl/en/book/9789463720960/the-problem-of-piracy-in-the-early-modern-world>
[19] <https://brill.com/display/title/33923?language=en>
[20] <https://papers.ssrn.com/sol3/papers.cfm?abstract_id=1682624>
[21] <https://www.routledge.com/The-Myth-of-Arab-Piracy-in-the-Gulf/Al-Qasimi/p/book/9781138184190#:~:text=This%20book%2C%20first%20published%20in,Qawasim%20of%20the%20lower%20Gulf.>
[22] <https://books.google.co.uk/books/about/The_Greenpeace_Story.html?id=9jTbAAAAMAAJ&redir_esc=y>
[23] <https://www.cambridge.org/core/journals/international-law-reports/article/abs/castle-john-and-nederlandse-stichting-sirius-v-nv-mabeco-and-nv-parfin/830AF191CA29982F87588BB78702DC69>
[24] <https://opiniojuris.org/2019/08/19/emerging-voices-theorising-universal-jurisdiction-time-to-reappraise-the-piracy-analogy/>; <https://casetext.com/case/shell-offshore-inc-v-greenpeace-inc-8>
[25] <https://www.theguardian.com/environment/2023/sep/13/environmental-activists-killed-at-a-rate-of-one-every-other-day-in-2022-global-witness-report-aoe>
[26] <https://www.ntu.ac.uk/about-us/news/news-articles/2023/07/expert-blog-obviously,-they-are-not-pirates-the-european-court-on-human-rights-rules-in-favour-of-greenpeace-activists-in-the-arctic-sunrise-case>
[27] <https://www.reuters.com/world/europe/qa-what-is-known-about-nord-stream-gas-pipeline-explosions-2023-09-26/>; <https://interactive.aljazeera.com/aje/2024/mapping-red-sea-shipping-attacks/>
Yavuz Akbulak
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
• Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
• Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
• Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte),
• Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve
• Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte)
başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
• Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003),
• Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004)
ile
• Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II;
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021);
• Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021);
• Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022);
• Ticari Mevzuat Notları (2022);
• Bilimsel Araştırmalar (2022);
• Hukuki İncelemeler (2023);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024);
• Hukuka Giriş (2024);
• İşletme, Pazarlama ve Hukuk Yazıları (2024),
• İnterdisipliner Çalışmalar (e-Kitap, 2025)
başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 3 bini aşkın Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.