Orta Gelir Tuzağının Üstesinden Nasıl Gelinir?

Polonya, Doğu Avrupa ekonomileri arasında öne çıkan bir performans sergileyen ülke olarak ortaya çıkmıştır. Ancak ülkenin alt-orta gelirden yüksek gelir statüsüne yolculuğu bir istisna olmaya devam etmektedir. Bu köşe yazısı, artan borç, yaşlanan nüfus ve artan korumacılık nedeniyle çeşitli orta gelir tuzağı biçimlerine sıkışmış 100’den fazla ülkeyi incelemektedir. Şu anda orta gelirli ülkelerde yaşayan altı milyar insanın ekonomilerinin yüksek gelir statüsüne ulaşmasını görmek için, hükümetler, hızlı kalkınmanın temel taşı olarak ucuz enerjiye olan geleneksel bağımlılığı yumuşatırken yetenekli kimseler yetiştirmelidir.

Polonya, son birkaç on yılda Doğu Avrupa ekonomileri arasında öne çıkan bir performans sergileyen ülke olarak ortaya çıkmıştır. Ülke yıllarca merkezi olarak planlanmış bir ekonominin ağırlığı altındayken, hükümet insanların ne satın aldığından nerede çalıştıklarına ve işletmelerin nasıl faaliyet gösterdiğine kadar hayatın hemen her yönünü kontrol ediyordu. Bu katı sistem yaratıcılığı ve yeniliği engellemiş ve ülkeyi kronik kıtlıklar, verimsizlikler ve sınırlı fırsatlarla boğuşur halde bırakmıştır. Piyasa ekonomisine geçişten bu yana, Polonya’nın olağanüstü ekonomik performansı onu ilgi çekici bir başarı hikâyesine dönüştürmüştür. Ekonomik sınırla tam bir yakınsamaya ulaşmak için kat etmesi gereken biraz mesafe olsa da (Dünya Bankası 2015), Polonya bir umut ışığı olarak durmakta ve ilerlemesi orta gelirli ülkeler için refaha giden yolu anlamak isteyenlerin yakından takip etmesini hak etmektedir.

Değişim rüzgârları: Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve yeni bir şafak

1989 yılında değişim rüzgârları Avrupa’yı kasıp kavurmuştur. Uzun zamandır bölünme ve baskının sembolü olan Berlin Duvarı yıkıldığında, Polonya geçmişinin küllerinden yeniden doğmaya ve piyasa ekonomisinin ilkelerini benimsemeye hazır, düşük-orta gelirli bir ülkeydi. Bir reformcu ekibi cesur bir ekonomik plan hazırladı. Leszek Balcerowicz liderliğinde[1], Polonya ekonomisini ‘şok terapisi’ yoluyla hızla dönüştürmek için tasarlanmış radikal bir strateji olan Balcerowicz Planı’nı hazırladılar. Reformlar hızlı ve kararlıydı ve arz ve talep piyasa güçlerinin kök salmasına izin verdi. İlk etki sarsıcıydı: fiyatlar yükseldi, işletmeler zorlandı ve ekonomi yeni bulduğu özgürlüğe uyum sağlarken Polonya halkı önemli zorluklarla karşılaştı. Ancak türbülansın ortasında, olağanüstü bir şey olmaya başladı.

Girişimci ruhu uyandırmak ve yeteneklere ulaşmak

Bir zamanlar katı kontroller ile engellenen girişimciler ortaya çıkmaya başlamış ve daha dinamik bir iş ortamı yaratmıştır. Yeni işletmeler kurulmuş ve ulusu bir yenilikçilik ruhu ele geçirmiştir. Polonya’nın keşfedilmemiş potansiyelinden etkilenen yabancı yatırımcılar ülkeye akın etmiş ve daha sonra ülke genelinde yayılan yeni küresel teknolojiler ve fikirler getirmiştir. Polonya, otomotiv üretimi ve elektronik gibi endüstrilerin öncülük ettiği bir teknoloji ve üretim merkezi haline gelmiştir (Uluslararası Ticaret İdaresi 2020). Ülke, malları her yere ihraç ederek ve dünyanın dört bir yanından yatırım çekerek küresel değer zincirlerine entegre olmuştur.

Geçişin önemli bir yönü, devlete ait işletmelerin yeniden yapılandırılması ve özelleştirilmesiydi (restructuring and privatization of state-owned enterprises). Hükümet, şok terapisinin bir parçası olarak katı bütçe kısıtlamaları getirmiş ve kamu iktisadi teşebbüslerini (KİT) gelirler yoluyla maliyetleri karşılamaya zorlamış, bu da onları daha hesap verebilir ve verimli hale getirmiştir (Pinto 2014). Ayrıca, katı iflas yasaları da getirilmiş, bu da kârsız KİT’lerin artık devlet kurtarmalarına güvenemeyeceği ve finansal işleri kötü yönetirlerse gerçek iflas riskleriyle karşı karşıya kalacakları anlamına geliyordu.

Polonya’nın dönüşümü yalnızca işletmelerle ilgili değildi; aynı zamanda yetenekleri beslemekle de ilgiliydi. Yeni fırsatlarla, Polonya vatandaşları eğitim aldı, becerilerini geliştirdi ve yeni ekonominin zorluklarını kucakladı. İnsan sermayesinin önemini kabul eden hükümet, eğitime ve altyapıya büyük yatırımlar yapmış ve Polonya iş gücünün modern dünyanın taleplerine uygun şekilde donatılmasını sağlamıştır.

Bu reformlar Polonya’yı Avrupa’ya da yakınlaştırmıştır. Ülke, Polonya’nın hızla büyüyen firmaları için daha da büyük pazarlara kapı açan, onları küresel değer zincirlerine entegre eden, ticareti genişleten ve uluslararası iş birliğini teşvik eden Avrupa Birliği’ne (AB) katılmayı hedeflemiş ve bu da Polonya’nın ekonomik büyümesini daha da ileriye taşımıştır.

Ekonomisi güçlendikçe, daha dirençli hale geldikçe ve giderek daha müreffeh hale geldikçe Polonya, birçok başkasını tuzağa düşüren orta gelir tuzağından başarıyla kurtulan ve yüksek gelir kategorisine geçen 34 ülkenin arasına katılmıştır. Bugün, Polonya’nın merkezi olarak planlanmış bir ekonomiden gelişen, piyasa odaklı bir güç merkezine olağanüstü dönüşümü, cesur reformların, sağlıklı rekabetin, yaratıcı yıkımın ve liyakate bağlılığın etkisinin bir kanıtıdır.

Polonya bir istisna: Orta gelirli ülkeler arasında nadir bir yolculuk

Polonya’nın düşük orta gelirli bir ülkeden yüksek gelirli bir ülkeye yolculuğu gerçekten dikkat çekicidir. Peki diğer orta gelirli ülkeler nasıl gidiyor? Son Dünya Kalkınma Raporu’nda (WDR), orta gelir tuzağına dalıyoruz ve bu temel soruyu (Dünya Bankası 2024) inceliyoruz. Ne yazık ki, Polonya’nın başarı hikâyesi diğer 108 orta gelirli ülke için norm değil, bir istisna olmuştur. Dünya Bankası’na göre, Polonya’nın da içinde olduğu bir grup olan orta gelirli ülkeler, küresel nüfusun yüzde 75’ine ev sahipliği yapmakta ve küresel gayrisafi yurtiçi hâsılanın (GSYH) yaklaşık üçte birini oluşturmaktadır. Kişi başına düşen geliri bin 136 ila 13 bin 845 dolar arasında değişen 108 orta gelirli ülke, önümüzdeki 20 ila 30 yıl içinde yüksek gelir statüsüne ulaşmayı hedeflemektedir. Bu hedefle karşılaştırıldığında tablo kasvetlidir: 1990 yılından beri, yüksek gelir statüsüne geçiş yapan orta gelirli ekonomilerin toplam nüfusu 250 milyondan azdır ve bu da kabaca Pakistan’ın nüfusuna eşittir. Birkaç önceki VoxEU analizinin gösterdiği gibi (Çin için de Souza 2024, Doğu Asya ve Orta Doğu için Fan vd. 2019, Yueh 2018), bu ekonomiler kendilerini sıklıkla orta gelir tuzağının çeşitli biçimlerine sıkışmış halde bulurlar (Gill ve Kharas 2007).

Geçtiğimiz on yılda, orta gelirli ülkelerin beklentileri kötüleşmiştir. Artan borç, yaşlanan nüfus, gelişmiş ekonomilerde artan korumacılık ve enerji geçişini hızlandırmak için artan baskılar, günümüzün orta gelirli ekonomilerini giderek daha fazla köşeye sıkıştırmıştır. Günümüzün orta gelirli ülkelerinde yaşayan altı milyar insanın, ülkelerinin bir veya iki nesil içinde yüksek gelir statüsüne ulaşma olasılığı oldukça düşüktür.

1950’lerden bu yana onlarca yıllık kalkınma deneyiminden ve Schumpeterci ekonomik analizden elde edilen kavrayışlardan yararlanan 2024 yılı Dünya Kalkınma Raporu, gelişmekte olan ülkelerin orta gelir tuzağından kaçınmaları için stratejiler ortaya koymaktadır. Anılan raporun önerilerinin merkezinde, ekonomik kalkınmanın üç aşamasında iki temel geçişi içeren bir ‘3i’ stratejisi yer almaktadır.

En düşük gelirli ülkelere uygulanan ilk aşamada, bir ülkenin temel üretim kapasitesini oluşturmak için önemli sermaye yatırımına odaklanılır. Ekonomiler ikinci aşamaya ilerledikçe, bir ‘2i’ stratejisi olmazsa olmaz hale gelir. Burada, sürekli yatırımı ‘enfüzyon’ ile birleştirme ihtiyacı vardır -Polonya deneyiminde olduğu gibi, küresel teknolojileri ve başarılı iş uygulamalarını getirme ve etkili bir şekilde entegre etme süreci. Yeterli sermaye biriktirmiş ülkeler artık bu kaynakları, modern teknolojileri yurtiçinde aşılayarak, endüstrilerini küresel tedarik zincirlerinde kilit oyuncular haline getirmek için yeniden şekillendirerek kullanmayı hedeflemektedir.

Üçüncü ve en ileri aşamada, yatırımı ve infüzyonu inovasyonla tamamlamak için bir 3i stratejisi gereklidir. İnfüzyonu başarıyla gerçekleştirmiş üst-orta gelirli ülkeler için bir sonraki adım yalnızca küresel teknoloji sınırlarından fikirler benimsemek değil, aynı zamanda bu sınırları dışarıya doğru itmeye katılmaktır. Bu aşama, küresel sahnede atılımlara yol açabilecek, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi ve orta gelir tuzağından öteye ilerlemeyi garantileyen yerel inovasyonlar geliştirmeyi içerir. Guriev ve diğerleri (2019) daha önceki bir yazıda Kore’nin inovasyon odaklı büyümeye geçişini nasıl başarıyla yönettiğini ayrıntılı olarak açıklamışlardır.

Büyüme stratejileri arasındaki geçişler otomatik değildir; toplumların Schumpeterci yaratma, koruma ve yıkım güçlerini ne kadar etkili bir şekilde yönettiğine bağlıdır. Başarı hassas bir denge gerektirir: kontrol edilmedikleri takdirde, yeniliğe odaklanmak yerine, çıkarlarını güvence altına almak için politikacılarla uyum sağlamak gibi stratejik davranışlarda bulunabilecek mevcut kişileri disiplin altına almak. Ayrıca, liyakati ödüllendirmeyi ve kriz zamanlarında fırsatları yakalamayı gerektirir. Mevcut kişiler -ister büyük şirketler, ister devlete ait işletmeler veya etkili bireyler olsun- muazzam değerin itici güçleri olabilir, ancak aynı zamanda ilerlemeyi de engelleyebilirler. Dinamik bir ekonomi sağlamak için hükümetler, küçük ve orta ölçekli işletmeleri aşırı derecede koruma veya büyük şirketleri şeytanlaştırma aşırılıklarından kaçınırken yeni katılımcıları teşvik eden rekabet çerçeveleri oluşturmalıdır.

Gelişmiş ekonomilere kıyasla daha küçük beceri havuzlarına sahip orta gelirli ülkeler, bu kritik kaynağın hem birikimini hem de dağıtımını iyileştirmelidir. Ayrıca, hızlı kalkınmanın temel taşı olarak ucuz ve güvenilir enerjiye olan geleneksel bağımlılık, artık gezegenimizi yaşanabilir tutmak için enerji verimliliğine ve emisyonları azaltmaya odaklanılarak yumuşatılmalıdır.

Popülizmin yükselişi, büyüyen küresel korumacılık ve iklim değişikliğini ele alma konusunda acil ihtiyaç gibi ortaya çıkan zorluklar, eski yapıları ortadan kaldırmak ve yeni yaklaşımlar için yol açmak için fırsatlar sunar. Krizler şüphesiz acı verici olsa da, özellikle demokratik toplumlarda zor ama gerekli politika reformlarını yürürlüğe koymak için gereken fikir birliğini de hızlandırabilirler.

* Bu yazı ilk olarak 17 Eylül 2024 tarihinde ‘VoxEU’da yayınlanmış olup, metnin referansları çevirinin sonunda yer almaktadır.

[1] Bu konuda ayrıntılı bilgi için lütfen bkz. “Çevirenler Yavuz Akbulak, Ayşegül Aslan, İktisat Politikası Reformlarını Anlamak, Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Sayı:23, Temmuz-Aralık 2004, ss.115-153, <https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/66445> (Orijinal Makale: Dani Rodrick, “Understanding Economic Policy Reform”, Journal of Economic Literature, Vol: XXXIV, March 1996).” [Çevirenin Notu: Bu çeviri, esasen ABD’nin Denver şehrinde bulunduğumuz dönemde 1997 yılında tarafımızca İngilizce klavye üzerinden yapılmış (1997-1998 döneminde tarafımızca onlarca ekonomi ve finans içerikli orijinal İngilizce metin Türkçeye çevrilmiştir), ancak yurtdışı dönüşünde birlikte refakat çalışması yaptığımız arkadaşımız Ayşegül Aslan tarafından Türkçe klavye üzerinden yeniden yazılmıştır.]

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.