1. Giriş
Daha zengin ama aynı zamanda daha kırılgan hale gelen bir dünyada çalkantılı zamanlar yaşıyoruz. Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı, barışı olduğu gibi kabul edemeyeceğimizi acı bir şekilde gösterdi. Ölümcül bir salgın ve iklim felaketleri bize hayatın doğanın gücü karşısında ne kadar kırılgan olduğunu anımsatıyor. Yapay zekâ gibi büyük teknolojik dönüşümler gelecekteki büyüme için umut vaat ediyor ama aynı zamanda önemli riskler de taşıyor.
Daha belirsiz ve şoklara açık bir dünyada uluslararasındaki işbirliği kritik önem taşıyor. Ancak uluslararası işbirliği geriliyor. Bunun yerine, dünya parçalanmanın yükselişine tanık oluyor: ticaret ve yatırımın önündeki engellerin artmasıyla başlayan ve en uç biçimiyle ülkelerin rakip ekonomik bloklara ayrılmasıyla sona eren bir süreç; küresel ekonomik entegrasyonun ürettiği dönüştürücü kazanımların tersine çevrilmesi riskini taşıyan bir sonuç.
Bir dizi güçlü güç parçalanmaya neden oluyor. Jeopolitik gerilimlerin derinleşmesi ile birlikte ulusal güvenlik hususları politika yapıcılar ve şirketler için büyük önem taşıyor ve bu da onları teknolojiyi paylaşma veya tedarik zincirlerini entegre etme konusunda temkinli davranmaya itiyor. Bu arada, son otuz yılda gerçekleşen küresel ekonomik entegrasyon milyarlarca insanın daha zengin, daha sağlıklı ve daha üretken olmasına yardımcı olsa da, bazı sektörlerde iş kayıplarına yol açarak eşitsizliğin artmasına da katkıda bulundu. Bu da sosyal gerilimleri körükledi, korumacılık için verimli bir zemin oluşturdu ve üretimi ev ortamına kaydırma baskısını artırdı.
Parçalanma (fragmentation) normal zamanlarda bile maliyetlidir ve dünyanın şu anda karşı karşıya olduğu savaş, iklim değişikliği, salgın hastalıklar gibi muazzam küresel zorlukları yönetmeyi neredeyse imkânsız hale getirmektedir. Ancak her yerde politika yapıcılar yine de daha fazla parçalanmaya yol açacak önlemlerin peşindedir. Her ne kadar bu politikaların bazıları tedarik zincirlerinin dayanıklılığını sağlama ihtiyacıyla haklı gösterilebilirse de, diğer önlemler daha çok kişisel çıkar ve korumacılık tarafından yönlendiriliyor ve bu da uzun vadede dünya ekonomisini istikrarsız bir duruma sokacaktır.
Parçalanmanın maliyeti (costs of fragmentation) bundan daha net olamazdı: ticaret (hacmi) düştükçe ve engeller yükseldikçe küresel büyüme ciddi bir darbe alacaktır. Uluslararası Para Fonu’nun (International Monetary Fund-IMF) en son tahminlerine göre, 2028 yılındaki yıllık küresel gayrisafi yurtiçi hâsıla (GSYİH; gross domestic product) büyümesi yalnızca %3 olacak ki; bu, IMF’nin son otuz yıldaki en düşük beş yıllık gelecek tahmini olup yoksulluğun azaltılması ve gelişmekte olan ülkelerde hızla büyüyen genç nüfus arasında iş yaratılması açısından sorun anlamına gelmektedir. Parçalanma, zaten zayıf olan ekonomik tabloyu daha da kötüleştirme riski taşıyor. Büyüme düştükçe, fırsatlar ortadan kalktıkça ve gerginlikler arttıkça, jeopolitik rekabetler ile zaten bölünmüş olan dünya, rakip ekonomik bloklara daha da bölünebilir.
Politika yapıcılar her yerde korumacılığın ve ayrıştırmanın bir bedeli olduğunun farkındadırlar. Dünyanın en büyük iki ekonomisi olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin arasındaki üst düzey angajmanlar, daha fazla parçalanma riskini azaltmayı amaçlıyor. Ancak genel olarak konuşursak, iş parçalanma dalgasını tersine çevirmeye gelince, rahatsız edici bir aciliyet eksikliği vardır. Yeni bir salgın dünyayı bir kez daha küresel ekonomik krize sürükleyebilir. Ukrayna’da veya başka bir yerlerde askeri çatışma gıda güvensizliğini yeniden şiddetlendirebilir, enerji ve emtia piyasalarını bozabilir ve tedarik zincirlerini parçalayabilir. Başka bir şiddetli kuraklık veya sel, milyonlarca insanı daha iklim mültecilerine dönüştürebilir. Bununla birlikte, bu risklerin yaygın olarak kabul edilmesine rağmen, hükümetler ve özel sektör harekete geçememekte veya harekete geçmek istememektedir.
Şoklara daha yatkın bir dünya, ekonomilerin sadece bireysel olarak değil kolektif olarak da çok daha dayanıklı olması gerektiği anlamına gelir. Oraya varmak, işbirliğine bilinçli bir yaklaşım gerektirecektir. IMF gibi kurumların desteklediği uluslararası toplum, sistematik ve pragmatik bir şekilde birlikte çalışmalı, ortak zeminin mevcut olduğu yerlerde hedeflenen ilerlemeyi takip etmeli ve eylemsizliğin yıkıcı olacağı alanlarda işbirliğini sürdürmelidir. Politika yapıcıların yalnızca ulusların zenginliği açısından değil aynı zamanda sıradan insanların ekonomik refahı açısından da en önemli konulara odaklanması gerekir. Bir sonraki büyük şok geldiğinde işbirliğini hızla hızlandırabilmeleri için mümkün olan her yerde ülkeler arasındaki güven bağlarını beslemelidirler. Bu, küresel büyümeyi destekleyerek ve istikrarsızlığın sınırlar ötesine yayılması riskini azaltarak hem fakir hem de zengin ekonomilere fayda sağlayacaktır. En zengin ve en güçlü ülkeler için bile parçalanmış bir dünyada yol almak zor olacak ve işbirliği yalnızca bir dayanışma meselesi değil aynı zamanda kişisel çıkar meselesi haline gelecektir.
2. Kırılgan Bir Dünya (a fragile world)
Yirminci yüzyıldaki iki dünya savaşı, uluslararası işbirliğinin barış ve refah için kritik öneme sahip olduğunu ve sağlam bir kurumsal temel gerektirdiğini ortaya çıkarmıştır. İkinci Dünya Savaşı hâlâ sürüyorken Müttefikler, Dünya Ticaret Örgütü’nün (World Trade Organization) öncüsüyle birlikte Birleşmiş Milletler ve Bretton Woods kurumlarını (IMF ve Dünya Bankası) da içerecek çok taraflı bir mimari oluşturmak için bir araya geldiler. Her kuruluşa, kolektif eylem gerektiren günün sorunlarını çözmek için özel bir görev verildi.
Sonuçta dünyayı dönüştüren ve küreselleşme olarak bilinen şeyle sonuçlanan bir ticaret ve entegrasyon patlaması izledi. Entegrasyon önceki tarihsel dönemlerde, özellikle de ‘Sanayi Devrimi’nin (industrial revolution) ardından hızlanmıştı. Ancak dünya savaşları ve iki savaş arası dönemde keskin bir gerileme yaşanmış ve savaş sonrası dönemde ‘Soğuk Savaş’ın (cold war) parçalanması, onun toparlanmasını engelleme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Ancak Müttefiklerin inşa ettiği uluslararası güvenlik ve finansal mimari, entegrasyonun hızla geri gelmesine olanak sağlamıştır. O zamandan beri bu mimari büyük değişikliklere uyum sağladı. Dünyadaki ülke sayısı 1944 yılında 99 iken bugün 200’e yaklaştı. Aynı dönemde dünya nüfusu üç kattan fazla artarak yaklaşık 2,3 milyardan yaklaşık 8,0 milyara çıktı ve küresel GSYİH on kattan fazla arttı. Bu arada, giderek bütünleşen küresel ekonomide ticaretin genişlemesi, büyüme ve yoksulluğun azaltılması açısından önemli faydalar sağladı.
Bu kazanımlar artık risk altında. 2008 küresel finans krizinden sonra, büyümenin dengesiz hale gelmesi ve ülkelerin ticarete engeller koymaya başlamasıyla birlikte bir “yavaşlama” (slowbalization) dönemi başladı. Ülkeler içinde ve ülkeler arasında yaşam standartlarında yakınlaşma durdu. Pandeminin başlamasından bu yana, düşük gelirli ülkelerde kişi başına düşen GSYH büyüme oranlarında bir çöküş yaşanmış olup; bu oranlar, pandemiden önceki 15 yılda ortalama %3,1 olan yıllık ortalama %3,1’den 2020 yılından bu yana %1,4’e inerek yarıdan fazla düştü. Kişi başına düşen GSYİH’nin yüksek olduğu zengin ülkelerde bu düşüş çok daha ılımlı oldu. Büyüme oranları, salgın öncesi 15 yılda %1,2’den 2020’den bu yana %1,0’a düştü. Artan eşitsizlik, siyasi istikrarsızlığı besliyor ve özellikle savunmasız ekonomiler ve yoksul insanlar için gelecekteki büyüme umutlarını baltalıyor. İklim değişikliğinin varoluşsal tehdidi mevcut kırılganlıkları ağırlaştırıyor ve yeni şoklar yaratıyor. Kırılgan ülkelerin tamponları tükeniyor ve artan borçlar ekonomik sürdürülebilirliği riske atıyor.
Daha kırılgan bir dünyada ülkeler (veya ülke blokları) çıkarlarını dar bir şekilde tanımlama ve işbirliğinden çekilme eğilimine girebilir. Ancak pek çok ülke, ekonomik şoklarla kendi başlarına başarılı bir şekilde mücadele edecek teknolojiden, finansal kaynaklardan ve kapasiteden yoksundur ve bunu yapmadaki başarısızlıkları, yalnızca kendi yurttaşlarının refahına değil, aynı zamanda başka yerlerdeki insanların refahına da zarar verecektir. Daha zayıf büyüme beklentilerine sahip, daha az güvenli bir dünyada, parçalanma riski daha da artıyor ve potansiyel olarak aşağı doğru bir kısır döngü yaratıyor.
Böyle bir durumda maliyetler fahiş derecede yüksek olacaktır. Uzun vadede, ticaretin parçalanması, yani ülkeler arasında mal ve hizmet ticaretine uygulanan kısıtlamaların artması, küresel GSYİH’yi %7’ye kadar veya günümüz ABD doları cinsinden 7,4 trilyon dolara kadar azaltabilir ki; bu, Fransa ve Almanya’nın toplam GSYH’lerine eşdeğer ve tüm Sahra altı Afrika ekonomisinin üç katından fazla büyüklüktedir. Bu nedenle politika yapıcıların, son yıllarda hızla çoğalan ticaret engellerini yeni keşfettikleri yaklaşımlarını yeniden gözden geçirmeleri gerekiyor: 2019 yılında ülkeler ticarete binden az kısıtlama getirdi; 2022’de ise bu sayı neredeyse 3 bine fırladı.
Korumacılık yayıldıkça, teknolojik ayrışmanın maliyetleri (yani yüksek teknolojili malların, hizmetlerin ve bilginin ülkeler arasında akışına getirilen kısıtlamalar) yalnızca sefaletin artmasına neden olacak ve uzun vadede bazı ülkelerin GSYH’sini %12’ye kadar düşürecektir. Parçalanma aynı zamanda emtia piyasalarında da ciddi aksamalara neden olabilir ve gıda ve enerji güvensizliği yaratabilir: Örneğin, Rusya’nın Ukrayna buğday ihracatını bloke etmesi, 2022 yılı baharında küresel buğday fiyatlarında yaşanan %37’lik ani artışın arkasındaki temel etken oldu. Bu durum, diğer gıda maddelerinin fiyatlarında enflasyona yol açtı ve özellikle Kuzey Afrika, Orta Doğu ve Güney Asya’daki düşük gelirli ülkelerde gıda güvensizliğini artırdı. Son olarak, yatırımcıların ve ülkelerin yatırımlarını ve finansal işlemlerini benzer düşüncelere sahip ülkelere yönlendirmesine neden olacak sermaye akışlarının parçalanması, küresel büyümeye bir başka darbe oluşturacaktır. Parçalanmanın tüm yönlerinden kaynaklanan kayıpların toplamını ölçmek zor olabilir, ancak bunların hepsinin üretkenlikteki büyümenin azalmasına ve bunun sonucunda yaşam standartlarının düşmesine, daha fazla yoksulluğa ve sağlık, eğitim ve altyapıya daha az yatırım yapılmasına işaret ettiği açıktır. Küresel ekonomik dayanıklılık ve refah, ekonomik entegrasyonun hayatta kalmasına bağlı olacaktır.
3. Küresel Bir Güvenlik Ağı (a global safety net)
Şokların daha sık ve şiddetli yaşandığı bir dünyada ülkelerin, ekonomileri ve insanları üzerindeki olumsuz etkileri hafifletmenin yollarını bulmaları gerekir. Bu, iyi zamanlarda, daha sonra kötü zamanlarda devreye sokulabilecek ekonomik tamponlar oluşturmayı gerektirecektir. Böyle bir tampon, bir ülkenin uluslararası rezervleridir; yani, şoklarla karşılaşan ülkeler için hazır bir finansman kaynağı sağlayan merkez bankasının döviz varlıkları. Toplamda, rezervler son yirmi yılda, dünya ekonomisinin büyümesine paralel olarak ve finansal krizlere yanıt olarak muazzam bir artış gösterdi. Ancak bu rezervler ağırlıklı olarak ekonomik açıdan daha güçlü, gelişmiş ve gelişmekte olan piyasa ekonomilerinden oluşan nispeten küçük bir grupta yoğunlaşmıştır: yalnızca on ülke küresel rezervlerin üçte ikisini elinde tutmaktadır. Tersine, diğer pek çok ülkede, özellikle Sahra altı Afrika’da, Latin Amerika’nın bazı kısımlarında, Orta Doğu’daki petrol ithal eden devletlerde ve küçük ada devletlerinde rezerv varlıkları mütevazı kalıyor; bunlar hep birlikte küresel rezervlerin %1’inden daha azını oluşturuyor. Rezervlerin bu eşitsiz dağılımı, birçok ülkenin son derece savunmasız kalması anlamına gelmektedir.
Elbette hiçbir ülke yalnızca rezervlerine güvenmemelidir. Akla gelebilecek her şoka karşı yeterli parayı biriktiremeyen bir hanenin nasıl ev, araba ve sağlık sigortası satın aldığını düşünelim. Benzer şekilde ülkeler, kendi rezervlerini topluca “küresel finansal güvenlik ağı” (global financial safety net) olarak bilinen çeşitli uluslararası sigorta mekanizmalarına erişimle tamamlayabilirlerse daha iyi durumda olurlar. Ağın merkezinde, üyelerinin kaynaklarını bir havuzda toplayan ve son çare olarak işbirlikçi bir küresel borç veren olarak hareket eden IMF yer alır. Ağ, merkez bankalarının birbirlerine likidite desteği sağladığı (tipik olarak finansal istikrar risklerini azaltmak için) para takası hatlarıyla ve belirli bölgelerdeki ülkelerin bir kriz meydana geldiğinde dağıtılabilecek kaynakları bir havuzda toplamasına olanak tanıyan finansman düzenlemeleriyle desteklenir.
Ülkeleri ve ülke halklarını şoklara karşı korumak, sınırların ötesinde istikrara katkıda bulunur: bu tür bir koruma küresel bir kamu yararıdır. Felaketlerle karşı karşıya kaldıklarında tek tek ülkelere likidite sağlamak için uluslararası kaynakları bir havuzda toplayan küresel bir güvenlik ağı, bu nedenle, tek tek ülkelerin ve dünyanın çıkarınadır. Covid-19 krizi iyi bir örnek teşkil ediyor. IMF’nin bir araya getirilmiş kaynakları sayesinde üye ülkeler eşi benzeri görülmemiş bir hız ve ölçekte likidite enjeksiyonu aldılar; bu da onların ilaç, gıda ve enerji gibi temel ithalatları finanse etmelerine yardımcı oldu. IMF, pandemiden bu yana 96 ülke için 300 milyar ABD dolarının üzerinde yeni finansmanı onayladı ki; bu, bu kadar kısa bir süre içinde bugüne kadarki en geniş destekti. Bunun 140 milyar dolarından fazlası, Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden bu yana, fon üyelerinin savaştan kaynaklananlar da dâhil olmak üzere finansman baskılarını gidermelerine yardımcı olmak için sağlandı.
Küresel finansal güvenlik ağı, Covid-19’un ve Rusya işgalinin etkilerini yönetmeye yardımcı olsa da, bir sonraki büyük şokta yeniden test edileceği kesindir. Rezervlerin eşit olmayan bir şekilde dağıtılması nedeniyle, savunmasız ülkeleri ciddi şoklara karşı sigortalamak için dünyanın bir araya getirilmiş kaynaklarının genişletilmesine yönelik acil bir ihtiyaç bulunmaktadır. IMF’nin yaklaşık 1 trilyon dolarlık borç verme kapasitesi artık genel güvenlik ağının yalnızca küçük bir kısmıdır. Her ne kadar uluslararası rezervler yoluyla kendi kendini sigortalama bazı ülkeler için keskin bir şekilde artmış olsa da, IMF merkezli bir havuzda toplanan kaynaklar, kendi kendini sigortalamaya göre çok daha az artmış ve küresel mali entegrasyon önlemlerine göre belirgin biçimde küçülmüştür. Bu nedenle uluslararası toplum, IMF’de bir araya getirilen kaynakların kullanılabilirliğini genişletmek de dâhil olmak üzere küresel finansal güvenlik ağını güçlendirmelidir.
4. Borçla Başa Çıkmak (dealing with debt)
Küresel finansal güvenlik ağı güçlendirilse bile, bazı ülkeler küresel ekonomik şoklar karşısında tamponlarını tüketebilir ve zamanla ekonomik dengesizlikler (özellikle yüksek finansal açıklar ve artan borç seviyeleri) biriktirebilir. Her ne kadar borç her yerde artmış olsa da, son dönemdeki ekonomik sarsıntılar, artan faiz oranları ve bazı durumlarda hükümetlerin politika hataları nedeniyle sorun pek çok savunmasız gelişmekte olan piyasa ve düşük gelirli ülke için özellikle ciddidir. 2022 yılının sonuna gelindiğinde, gelişmekte olan piyasa ülkelerindeki ortalama borç seviyeleri GSYİH’nin %58’ine ulaşmıştı ki; bu rakam, on yıl öncesine göre %42 seviyesindeyken önemli bir artıştır. Düşük gelirli ülkelerdeki ortalama borç seviyeleri bu dönemde daha da keskin bir şekilde artarak GSYİH’nin %38’inden %60’ına çıktı. Gelişmekte olan piyasa ülkelerinin tahvillerinin yaklaşık dörtte biri şu anda sıkıntı göstergesi olan spreadlerde işlem görüyor. Yoksul ülkeler için geniş tabanlı bir uluslararası borç hafifletme girişiminin başlatılmasından 25 yıl sonra, düşük gelirli ülkelerin yaklaşık %15’inin artık borç sıkıntısı içinde olduğu düşünülüyor ve diğer %40’ın da bu duruma düşme riski bulunmaktadır.
Tam bir borç krizinin maliyeti en çok borçlu ülkelerdeki insanlar tarafından hissediliyor. Dünya Bankası tarafından yapılan bir analize göre, bir ülkenin dış yükümlülüklerini yerine getirememesinden sonra ortalama olarak yoksulluk seviyeleri %30 oranında artıyor ve on yıl boyunca yüksek kalıyor; bu süre zarfında bebek ölüm oranları ortalama %13 artıyor ve çocuklar daha kısa yaşam beklentileriyle karşı karşıya kalıyorlar. Diğer ülkeler de etkileniyor. Tasarruf edenler servetlerini kaybederler. Borçluların krediye erişimi daha sınırlı hale gelebilir.
İklim ve sağlık felaketlerinin daha sık yaşandığı bir dünyada borç sürdürülebilirliğini sağlamak için, tek tek ülkeler ve uluslararası kuruluşlar, öncelikle sürdürülemez borç birikimini önlemek için ellerinden gelen her şeyi yapmalı; bunu başaramazlarsa, gerekli olması halinde borçların düzenli bir şekilde yeniden yapılandırılmasını desteklemelidirler. Borç krizleri artarsa, düşük gelirli ülkelerin son yıllarda elde ettiği kazanımlar hızla buharlaşabilir. Bunun olmasını önlemek için uluslararası kurumlar, ülkelerin büyümeyi teşvik edecek, bütçe harcamalarının etkinliğini artıracak, vergi tahsilatını artıracak ve borç yönetimini güçlendirecek ekonomik reformlara odaklanmasına yardımcı olabilir.
Borç krizlerinin maliyetlerinin düşürülmesi, bunların hızlı bir şekilde çözülmesi anlamına gelir. Bunu yapmak kolay değildir. Alacaklı ortamı son birkaç on yılda önemli ölçüde değişmiş; Çin, Hindistan ve Suudi Arabistan gibi yeni resmi alacaklılar sahneye çıktı ve özel alacaklıların çeşitliliği dramatik bir şekilde artmıştır. Alacaklıların hızlı ve koordineli eylemi, karşılıklı güven ve anlayış gerektirir, ancak alacaklıların sayısı ve türündeki artış, özellikle bazı kilit alacaklıların jeopolitik çizgilerde bölünmüş olması nedeniyle bunu daha da zorlaştırmıştır.
Afrika’nın en büyük ikinci bakır üreticisi Zambiya’nın durumunu düşünün. Geçtiğimiz on yılda, borçla finanse edilen kamu yatırımlarına yönelik harcamaları artırdı, ancak ekonomik büyüme bunu takip edemedi ve ülke, borç geri ödemelerini karşılayacak kaynakları tükendi ve 2020’de temerrüde düştü. Resmi alacaklılarının milyarlarca dolarlık krediyi yeniden yapılandırmaya yönelik bir anlaşmayı kabul etmesi neredeyse bir yıl sürdü. Bu dönüm noktası, Paris Kulübü olarak da bilinen çoğunlukla yüksek gelirli alacaklı grubunun yeni alacaklı ülkelerle işbirliği yapmasını gerektirdi. Ancak iş ancak özel alacaklıların da öne çıkıp Zambiya ile benzer bir anlaşma üzerinde anlaşmaya varmaları durumunda tamamen tamamlanacak olup; bu çalışma zaten devam ediyor.
Zambiya için bir anlaşmaya varılması zaman almış olsa da, resmi alacaklılar bu durumda G-20 tarafından oluşturulan Ortak Çerçeve kapsamında birlikte nasıl çalışacaklarını öğreniyorlar. Şubat 2023’te IMF, Dünya Bankası ve Hindistan’ın başkanlığındaki G-20 tarafından başlatılan yeni Küresel Devlet Borçları Yuvarlak Masası aracılığıyla gerçekleştirilen teknik tartışmalar, aynı zamanda özel sektör ve borçlu ülkeler dâhil daha geniş bir paydaş grubu arasında daha derin bir ortak anlayış oluşturulmasına da yardımcı oluyor. Bu gelişme, uluslararası toplumun kritik borç hafifletme taahhütlerini kararlı bir şekilde yerine getirmesine hâlâ ihtiyaç duyan Sri Lanka ve Gana gibi yüksek borçlu ülkeler için umut vaat ediyor.
Ancak alacaklıların ve uluslararası finans kuruluşlarının daha fazlasını yapması gerekir. Borçlular, kilit kararların zamanlaması konusunda alacaklılardan neler bekleyebileceklerine dair daha net bir yol haritasına sahip olmalıdır. Alacaklıların aynı zamanda fikir birliğine varılmasının önündeki engelleri daha hızlı bir şekilde ortadan kaldırmanın yollarını bulması gerekir. Örneğin, erken bilgi paylaşımı, alacaklıların ve borçluların, IMF gibi kurumların yardımıyla borç krizlerini daha işbirlikçi bir şekilde çözmelerine yardımcı olabilir. Ve eğer özel alacaklılar üzerlerine düşeni yapabileceklerini gösterirlerse ve resmi alacaklıların teklif ettiği koşullarla karşılaştırılabilir şartlarda borç ertelemesi sağlayabilirlerse, bu, resmi alacaklılara güvence verecek ve onlara daha hızlı hareket etme konusunda güven verecektir.
Uluslararası finans kuruluşları ve borç verenler de büyük şoklar durumunda ülkeleri borç krizlerine karşı sigortalayacak mekanizmalar geliştirmelidir. Bu tür mekanizmalar, likidite sıkışıklığının ülkeleri daha maliyetli borç sıkıntısına sürüklememesini sağlamada önemli bir rol oynuyor. Umut verici fikirlerden biri ticari borçlara sözleşmeye dayalı bir yaklaşım getirmek olacaktır. Bu, bir ülkenin sel, kuraklık veya deprem gibi doğal bir felaketle karşılaşması durumunda borç sözleşmelerine otomatik olarak borç geri ödemelerinin ertelenmesini tetikleyecek hükümlerin dâhil edilmesini içerebilir.
Borçluların da risk hafifletme konusunda daha proaktif davranarak ve borç yönetimi stratejilerini maliye politikasıyla daha iyi koordine ederek üzerlerine düşeni yapmaları gerekir. Hükümetlerin aynı zamanda daha temel borç sorunlarının temelinde yatan politika hatalarıyla mücadele etme konusunda da istekli olmaları gerekir. Örneğin, Zambiya’nın çoğunlukla varlıklı hanelere fayda sağlayan yakıt sübvansiyonlarının kaldırılması gibi gerekli ekonomik reformları gerçekleştirme konusundaki güçlü kararlılığı, IMF’nin kendi mali desteğiyle ilerleyebileceği ve resmi kreditörlerin borç hafifletme konusunda daha istekli olduğu anlamına geliyordu.
5. Parçalanmaya Karşı Mücadele (fight against fragmentation)
IMF uzun süredir küresel ekonomide merkezi bir rol oynuyor. 190 üyesi tarafından ekonomilerinin düzenli ve kapsamlı “sağlık kontrollerini” (health checks) yürütmek üzere yetkilendirilen tek kurumdur. Makroekonomik ve finansal istikrarın koruyucusu, temel politika tavsiyelerinin kaynağı ve ülkelerin krizlere ve istikrarsızlığa karşı korunmasına yardımcı olmaya hazır, son çare olarak borç verendir. Daha fazla şok ve bölünmenin olduğu bir dünyada, fonun evrensel üyeliği ve gözetimi muazzam bir değerdir.
Ancak IMF, küresel ekonomideki aktörlerden yalnızca biri ve birçok önemli uluslararası finans kuruluşundan yalnızca biridir. Parçalanan bir dünyada değişimin hızına ayak uydurabilmek için fonun mali modelinin ve politikalarının da yenilenmesi gerekir. Önemli bir ilk adım, 16. Genel Kota İncelemesinin (General Review of Quotas) tamamlanması olacaktır. IMF’nin kota kaynakları (her üye tarafından ödenen finansal katkı), tüm üyelerinin kaynaklarını bir havuzda toplayan fonun mali yapısının temel yapı taşlarıdır. IMF’nin her üyesine, genel olarak dünya ekonomisindeki göreceli konumuna dayalı olarak bir kota tahsis edilir ve IMF, üyelerinin şoklarla başa çıkmalarına yardımcı olmak için yeterli olduklarından emin olmak amacıyla kota kaynaklarını düzenli olarak gözden geçirir. Kotalardaki artış, yükselen ve gelişmekte olan ekonomileri desteklemek için daha kalıcı kaynaklar sağlayacak ve fonun geçici kredi limitlerine bağımlılığını azaltacaktır. IMF üyelerinin bir araya gelerek, gözden geçirmeyi Aralık 2023’e kadar tamamlayarak kurumun kota kaynaklarını desteklemesi büyük önem taşımaktadır.
IMF’nin daha iyi durumdaki üyelerinin, Yoksulluğu Azaltma ve Büyüme Vakfı’nın (Poverty Reduction and Growth Trust) finansal kaynaklarını acilen yenilemek için ortak bir çaba sarf etmesi gerekmektedir. IMF tarafından yönetilen vakıf, salgının başlangıcından bu yana 56 düşük gelirli ülkeye yaklaşık 30 milyar dolar faizsiz finansman sağlayarak tarihi seviyelerinin dört katından fazla artış sağladı. Bu fon, IMF’nin en yoksul üye ülkelerden gelen rekor destek talebini karşılamaya devam edebilmesi açısından kritik önem taşıyor. Fonun daha iyi durumdaki üyelerinin, iklim değişikliği ve salgın hastalıkların yarattığı ekonomik riskleri ele almak için Özel Çekme Hakları [tüm üyelerine tahsis ettiği bir IMF rezerv varlığı (Special Drawing Rights)] kanallarını da artırmaları gerekir. Tüm üyelerine tahsis ettiği rezerv varlığını, fonun yeni oluşturulan Dayanıklılık ve Sürdürülebilirlik Vakfı (Resilience and Sustainability Trust) aracılığıyla daha savunmasız ülkelere aktarır.
IMF’nin örgüt içinde temsili artırmak için de çalışmaya devam etmesi gerekir. Fonun geçen yüzyılın değil, günümüz dünyasının ekonomik gerçeklerini yansıtması önemlidir. Fonda karar alma, son derece işbirlikçi bir yaklaşım ve kapsayıcı bir yönetim gerektirir. Bu, üyelerinin ihtiyaçlarına daha iyi hizmet verebilmek için IMF politikalarında ve finansman araçlarında daha fazla çeviklik ve uyarlanabilirliği destekleyecektir.
Son olarak IMF, Dünya Bankası (World Bank) dâhil olmak üzere diğer uluslararası kuruluşlarla, Afrika Kalkınma Bankası (African Development Bank) gibi diğer çok taraflı kalkınma bankalarıyla ve Uluslararası Ödemeler Bankası (Bank for International Settlements) ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlarla bağlarını derinleştirmeye devam etmediği sürece günümüzün parçalanmış dünyasında gerçek anlamda etkili olamaz. Tüm bu uluslararası finans kuruluşları, dünyanın karşı karşıya olduğu en acil zorluklara karşı uluslararası işbirliğini geliştirmek için güçlerini birleştirmelidir.
1944 yılında Bretton Woods anlaşmasını imzalayan 44 erkek (ve sıfır kadın) mütevazı büyüklükteki bir odada bir masada oturuyordu. Temsil edilen ülkelerin çoğunun II. Dünya Savaşı’nda birlikte savaşan müttefikler olması gerçeği gibi, oyuncu sayısının az olması da bir avantajdı. Bugün, 190 üye arasında fikir birliğine varmak çok daha zordur; özellikle de farklı ülke grupları arasındaki güven aşınıyor ve ortak çıkarı gözetme becerisine olan inanç tüm zamanların en düşük seviyesindedir. Ancak dünya insanları yaşanabilir bir gezegende barışı, refahı ve yaşamı sürdürme şansını hak ediyor.
Yaklaşık 80 yıldır dünya, büyük ekonomik zorluklara, Bretton Woods sistemine dayananlar da dâhil olmak üzere, kurallar, ortak ilkeler ve kurumlardan oluşan bir sistem aracılığıyla yanıt verdi. Artık dünya giderek artan parçalanmanın yaşandığı yeni bir döneme girdiğinden, uluslararası kurumlar ülkeleri bir araya getirmek ve günümüzün büyük küresel sorunlarını çözmek için daha da hayati önem taşımaktadır. Ancak yüksek gelirli ülkelerden daha fazla destek ve işbirliğine yönelik yenilenmiş bir taahhüt olmazsa, IMF ve diğer uluslararası kurumlar zorluk yaşayacaktır.
Hızlı küreselleşme ve entegrasyon dönemi sona ermiş, korumacılık güçleri yükselişe geçmiştir. Belki de bu kırılgan, parçalanmış yeni küresel ekonomiyle ilgili kesin olan tek şey, şoklarla karşılaşacağıdır. IMF, diğer uluslararası kuruluşlar, kredi verenler ve borçlular uyum sağlamalı ve hazırlanmalıdır. İnişli çıkışlı bir yolculuk olacak; uluslararası finans sisteminin toparlanması gerekmektedir.
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.