1. Giriş
Şirket iflas hukuku, esasen şirketlerin finansal sıkıntılarını çözmek için bir araçtır. Yaşamaz durumdaki şirketler tasfiye edilir ve gelirleri alacaklılara dağıtılır. Yaşayabilir şirketler ise yeniden yapılandırılır ve yeni bir finansal temele oturtulur. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) İflas Kanunu’nun 11. Bölümündeki (Chapter 11 of the US Bankruptcy Code) modeli müteakip, dünya çapında birçok yargı bölgesi bu tür yeniden yapılandırma seçeneklerini iflas kanunlarında güçlendirmiş veya uygulamaya koymuştur. Örneğin Avrupa Birliği’nde (AB), 2019 yılında Üye Devletlerin iflas öncesi yeniden yapılandırma rejimlerini uyumlaştırmayı amaçlayan bir ‘Yeniden Yapılandırma Direktifi’ (Restructuring Directive) kabul edilmiştir. Örneğin Almanya, bu Yeniden Yapılandırma Direktifini, 1 Ocak 2021 tarihinde yürürlüğe giren yeni bir yeniden yapılandırma yasası olan “Unternehmensstabilisierungs- und -restrukturierungsgesetz” (StaRUG) ile uygulamaya koymuştur.
Yeniden yapılandırma yasaları da dahil olmak üzere iflas yasaları, genellikle benzer durumdaki çok sayıda şirketin finansal başarısızlığını işlemek için tasarlanmamıştır. Buradaki tipik senaryo, uygulanabilir bir iş modeline sahip olan veya olmayan tek bir firmanın finansal sıkıntısıdır. Tabii ki, iflas kanunları, örneğin belirli bir iş sektörü inovasyon nedeniyle sekteye uğrarsa veya özellikle ekonomik bir düşüşten etkilenirse, daha fazla sayıda sıkıntılı firmanın eşzamanlı akışını yönetebilir. Ancak jeopolitik ve makroekonomik şoklar ve mücadele eden milyonlarca firma anlamında bununla bağlantılı ekonomik serpinti farklı bir konudur. İflas mahkemesine koşmak, iflas adalet mekanizmasını durma noktasına getirebilir.
2020’nin başından bu yana, dünya buna benzer iki şok gördü. İlki Covid-19 pandemisi ile geldi. Dünya çapında hükümetler sokağa çıkma kısıtlamaları uyguladılar. Firmalar ticaret yapamadı ve benzeri görülmemiş bir ölçekte gelir kaybettiler. Hükümetler de, işletmelere genellikle kredi şeklinde büyük yardım paketleri sağladılar. İşletmeleri iflastan (bankruptcy) uzak tutmak, vergi mükelleflerine çok büyük maliyetler pahasına, ağır basan hedef gibi görünüyordu. İkinci şok Ukrayna’daki savaşla geldi. Enerji maliyetleri yükseldi ve tedarik zincirleri bozuldu. Hükümetler bir kez daha, toplu iflas başvurularını önlemek amacıyla işletmeler için enerji maliyeti sübvansiyonları ve diğer mali yardım biçimleriyle adım attı.
Yakın tarihli bir makalede (European Business Organization Law Review-EBOR’da yayınlanacak), bu iflas karşıtı politikaların esasını araştırıyorum. Biri dar ve Alman iflas yasasına odaklı, diğeri ise yargı alanları arası geniş kapsamlı iki iddiada bulunuyorum. Benim dar bakışlı iddiam, yukarıda belirtilen yeni Alman yeniden yapılandırma yasası StaRUG ile ilgilidir. Bu yasanın gereksiz ve kusurlu bir araç olduğunu savunuyorum. Bu yasa yürürlükten kaldırılmalıdır. StaRUG aleyhindeki dava, şok olaylarla ilgili tartışmalara dayanmıyor. Bunun yerine, StaRUG özellikle kullanışlı olmayan bir yeniden yapılandırma aracıdır.
İkinci iddiam çok daha geniş çerçevelidir. Yeniden yapılandırma yasaları da dahil olmak üzere iflas yasalarının genellikle jeopolitik veya makroekonomik şokların ekonomik sonuçlarıyla başa çıkmak için uygun olmadığını savunuyorum. İflas kanunları, bu olaylardan etkilenen işletmelerin ihtiyaç duyduğu ölçekte yapısal yardım sağlayacak şekilde tasarlanmamıştır. Dolayısıyla birçok devletin Covid sonrası iflas karşıtı politikaları prensipte haklıdır. Aynı zamanda, kriz zamanlarında zor durumdaki işletmelere yönelik devasa Devlet yardımları ve özellikle büyük firmaların geçici olarak kurtarılması da sorunludur. Firmaların jeopolitik veya makroekonomik şoklara karşı dayanıklılıklarının güçlendirilmesini ve kurtarma paketlerine yönelik en iyi uygulamaların geliştirilmesini öneriyorum. Ayrıntılarını aşağıda vereceğim.
2. Yeniden yapılandırma yasalarının yapısal sınırları
Milyonlarca firma, pandeminin başlamasından sonra veya mevcut enerji krizi sırasında ciddi mali sıkıntılarla karşılaştı veya karşı karşıya kalıyor. Her iki olay türü de işletmelerin nakit akışını ciddi şekilde etkiler, ancak bunu farklı şekilde yaparlar. Pandemi tecritlere yol açtı ve bu tecritler işletmelerin ciddi ve ani bir gelir kaybı yaşamasına neden oldu. İşletmelerin ticaret yapması (geçici olarak) engellendi. Hiç (veya çok az) para kazanamadılar.
Mevcut enerji krizi, işletmeler için farklı bir sorun yarattı. Ukrayna’daki savaş, tedarik zincirlerinde ciddi aksamalara ve başta gaz olmak üzere elektrik ve fosil yakıtlar için enerji fiyatlarının artmasına neden oldu. Sonuç olarak, işletmeler ciddi maliyet artışları ile karşı karşıyadır. Sarf malzemeleri, özellikle enerji yoğun endüstrilerde üretim gibi (çok) daha maliyetli hale geldi. Çoğu mal ve hizmete olan talep tamamen inelastik olmadığından, firmalar fiyatları yükselterek bu maliyet artışlarını tam olarak telafi edemezler. Bundan dolayı, ciddi bir nakit akışı sorunu beliriyor.
Bir iflas yeniden yapılandırması bu sorunları çözmek için ne yapabilir? Yeniden yapılandırma yasaları, sıkıntılı bir işletmenin finansal yapısını değiştirmeye çalışır. Alacaklıların alacakları kesilir veya yeni (borç veya sermaye) alacaklarla değiştirilir. Temel amaç genellikle şirketin borcunu sürdürülebilir bir düzeye indirmektir. Aynı zamanda, bir finansal yeniden yapılandırma bağlamında, genellikle işin kendisi de yeniden yapılandırılır, yani bir ekonomik yeniden yapılandırmaya girişilir. Bununla birlikte, bir yeniden yapılandırma davasının merkezinde yer alan yasal teknolojinin, bir işletmeye karşı mali iddiaları değiştirmeye çalıştığını belirtmek önemlidir. Ekonomik yapısını değiştiremez.
Bu arka plana karşı, iflas yeniden yapılandırmasının, Covid-19 salgını veya mevcut enerji krizi gibi jeopolitik ve/veya makroekonomik şoklar nedeniyle finansal olarak sıkıntıya giren milyonlarca firmaya yardım etmek için neden doğru araç olmadığı netleşiyor. Bir iflas yeniden yapılandırması, firmaların sokağa çıkma kısıtlamaları nedeniyle kaybettiği eksik gelirleri sağlayamaz. Benzer şekilde, bir iflas yeniden yapılandırması, mal ve hizmet tedarikçilerini tedarikleri için daha düşük fiyatlar talep etmeye zorlayamaz. Enerji maliyetlerini de düşüremez.
Bu nedenle, yapısal olarak, bir iflas yeniden yapılandırması, işletmelerin Covid-19 salgını ve/veya devam eden enerji krizinin neden olduğu sorunları çözmek için doğru araç değildir. Fiyat artışlarını sınırlamak ve böylece sıkıntıdaki işletmelere yardımcı olmak için (enerji) piyasalarında nakit sübvansiyonları, krediler veya düzenleyici müdahaleler gibi başka araçlara ihtiyaç vardır.
Bu, iflas işlemlerinin gereksiz olduğu veya ne pahasına olursa olsun kaçınılması gerektiği anlamına gelmez. Pandemi veya enerji krizi gibi şok olayların farklı firmalar üzerinde farklı etkileri vardır. İşletmeler en çok etkilenenler, genellikle en savunmasız sermaye yapısına, yani en yüksek borç seviyelerine sahip olanlardır. Özellikle enerji krizi ile ilgili olarak, büyük ölçüde fosil yakıt kullanan enerji yoğun şirketler yüksek risk altındadır. Bazı firmalar, Devletin sunduğu genel mali yardıma rağmen (yaklaşan) iflastan kaçınamayacaklardır ve bu firmalar resmi bir tasfiye veya yeniden yapılandırma işlemine girmelidir. Bu, vergilerin askıya alınması gibi önlemlerin veya yanlış ticaret kuralları gibi benzer hükümlerin oldukça sorunlu olduğu anlamına gelir. Zor durumdaki işletmeler, devam eden alım satım işlemleri mevcut ve gelecekteki alacaklılar için bir risk oluşturuyorsa, resmi iflas işlemlerini başlatmalıdır. Dolayısıyla, özünde iflas, salgın veya enerji krizi gibi şok olaylara karşı ikinci savunma hattıdır ve olmalıdır, ancak ilk savunma hattı olmamalıdır.
Bu argümanın, öncelikle bu olayların neden olduğu düzenleme sorununun ölçeğine dayanan bir argüman olmadığına dikkat edilmelidir. İflas (yeniden yapılandırma) kanunlarının yapısal imkan ve sınırlamalarına dayanan bir argümandır. Milyonlarca sıkıntılı işletmenin iflas (yeniden yapılandırma) işlemlerine akın etmesi, farklı bir dizi sorun yaratır. İlk olarak, yeniden yapılanmalarda bile, varlık satışları genellikle benimsenen önlemlerin bir parçasıdır ve milyonlarca işletmenin aynı anda iflas etmesi, varlık fiyatlarını ciddi şekilde düşürerek yetersiz sonuçlara yol açar. İkincisi, iflas mahkemeleri bunalmış olacaktır. Teorik olarak, bu sorun iflas sistemine çok daha fazla kaynak sağlanarak çözülebilir. Pratikte bu mümkün değildir, en azından kısa sürede mümkün değildir. Ve bu da en iyi çözüm olmayacaktır. İflas (yeniden yapılandırma) işlemleri, alacaklıların alacaklarının önemli ölçüde azaltılmasını içerir. Prosedürler, adli gözetim gibi gerekli süreç güvencelerini içermelidir. Yapılandırılmış bir pazarlık prosedürü temelinde bir yeniden yapılandırma yapılırsa, süreç biraz zaman alır ve genellikle prosedür açısından karmaşıktır. Bu nedenle, iflas (yeniden yapılandırma) işlemleri belirli sabit maliyetleri beraberinde getirir.
Binlerce veya milyonlarca benzer durumdaki şirketin eşzamanlı akışını yönetmek için kalibre edilmiş bir yeniden yapılandırma süreci tasarlamak istenseydi, muhtemelen bildiğimiz yeniden yapılandırma işlemlerinden çok daha basit ve daha az karmaşık olurdu. Örneğin (ABD İflas Kanunu) 11. Bölüm’de olduğu gibi, yapılandırılmış pazarlık ve sınıf bazında oy kullanma çok karmaşık ve maliyetlidir. Borç değerine dayalı basit çoğunluk kuralı ve teminatlı ve teminatsız tüm alacaklılara eşit muamele kuralı temel özellikler olabilir. Bununla birlikte, böyle bir prosedür bile yukarıda belirtilen yangın satışı sorununu çözemez.
3. Kritik firmalar
Birçok devletin jeopolitik şok olayları karşısında iflas önleme politikasının ikinci tezahürü, Alman amiral gemisi Lufthansa veya gaz ithalatçısı Uniper gibi ‘kritik firmaların’ geçici olarak kurtarılmasıdır. Bu kurtarma paketleri toplu olaylar değildir. Aksine ciddi finansal sıkıntı yaşayan ve Devlet tarafından kurtarılan tek büyük firmalardır. Prensip olarak, bu davalar, (ABD İflas Kanunu) Bölüm 11 veya StarRUG gibi karmaşık yeniden yapılandırma işlemlerinin doğru kullanımı için mükemmel örnekler olarak görünmektedir. Firmaların büyüklüğü ve ekonomik önemi, kesinlikle karmaşık yapılı bir pazarlık prosedürünü başlatma ve yürütme maliyetlerini haklı çıkarır. Yine de, sık sık kurtarılıyorlar -bunun iyi bir nedeni var mıdır?
Bu firmaların finansal sıkıntılarını yönetmek için bir iflas (yeniden yapılandırma) prosedürünün kullanılmasıyla ilgili sorunlar yine yapısaldır. Pandemi’nin ilk dalgası sırasında hava yolculuğu aniden durma noktasına geldiğinden Lufthansa, 2020 yılında ciddi bir gelir kaybı vakasıyla battı. Uniper, 2022 yılı ilkbahar/yazında spot gaz fiyatı fırladığında patlayan maliyetlerden zarar gördü. Bu nedenle, hükümetin nakit yardımını haklı çıkarmak için yukarıda tartışılan tüm argümanlar geçerlidir. Ancak bu firmalar neden tüm firmalara sağlanan yardımın çok ötesine geçerek olağanüstü yardıma layık görüldü?
İflas yeniden yapılandırma işlemlerinin yapabilecekleri yapısal olarak sınırlıdır. Tartışıldığı gibi, bu işlemler, sıkıntı içindeki kuruluşa karşı mali iddiaları yeniden düzenlemeyi amaçlamaktadır. Sonuç olarak, bir kurumsal yeniden yapılanmada kilit menfaat sahipleri, şirketin alacaklıları ile borçlu şirket ve hissedarlarıdır. Firmayı sürekli bir işletme olarak yönetmeye devam etme (yeniden yapılandırılmış bir biçimde) veya kapatma kararı, genellikle kararın bu finansal paydaşlar üzerindeki etkilerine dayalı olarak verilir. Alacak sıralaması, oylama ve plan teyidinden oluşan tüm iflas mekanizması, işletmeye karşı mali iddiası olanların menfaatlerinin şartlar altında ve kanunda öngörülen talep sırasına göre (according to the ordering of claims prescribed by the law) mümkün olduğu ölçüde karşılanacağı şekilde kalibre edilir.
Tipik olarak ilgili olmayan konu, iflas sürecinin dışında kalanların çıkarlarının etkilenip etkilenmediği ve ne ölçüde etkilendiğidir. İflas, ‘mikroekonomik verimlilik’ (microeconomic efficiency) olarak tanımlanabilecek şeyle, yani, iflas sürecine katılmayan ve bu süreçte söz sahibi olmayanların katlandığı maliyetleri ve faydaları (‘makroekonomik verimlilik’ macroeconomic efficiency) kapsayan daha geniş bir verimlilik kavramıyla karşılaştırıldığında, firma düzeyinde verimlilikle ilgilidir.
Örneğin, Lufthansa veya Uniper’in kapatılması, daha geniş ekonomi ve toplum üzerinde, bu firmalara karşı finansal alacakları bulunanların sonuçlarının çok ötesine geçen önemli olumsuz etkiler yaratabilir: iş ortakları iflasa sürüklenebilir, bölgesel ve hatta ulusal işsizlik seviyeleri yükselebilir ve birçok kişinin yaşam koşulları ciddi şekilde kötüleşebilir. Tersine, bu firmaları devam eden şirketler olarak sürdürmek, bu olumsuz dışsallıkları önleyebilir veya en azından içerebilir. Bir ulusal ekonomi için ve içinde önemli kritik işlevleri yerine getiren bazı firmalarla ilgili olarak, bu etkiler, firmanın sıkıntısının tek başına firma düzeyindeki etkilerinden önemli ölçüde daha büyük olabilir. Ancak iflas süreci, bu tür olumlu veya olumsuz dışsallıkları hesaba katmaz. Alman hükümetinin Lufthansa veya Uniper gibi kritik firmaları kurtarmakta haklı olmasının yapısal nedeni buydu. İflas, bu tür firmaları yeniden yapılandırmak için yanlış bir araçtır. Devam eden operasyonlarının tipik olarak önemli olumlu ve tasfiyelerinin daha geniş ekonomi ve toplum üzerinde önemli olumsuz etkileri vardır. Bu nedenle, geçici kurtarmalar gerekli bir kriz yönetimi aracıdır.
Lufthansa ve Uniper finansal olmayan firmalardır. Birçok kişi büyük finansal ve ekonomik kriz sırasında ve sonrasında benzer bir politika tartışmasının bankalar ve diğer finansal kurumlarla ilgili olduğunu hatırlayacaktır. ‘Sistematik olarak ilgili’ finansal firmaların finansal başarısızlığıyla başa çıkmak için geleneksel iflas prosedürlerinin kullanılmasına karşı temel argüman da dışsallıklara dayanıyordu. Çöküşlerinin tüm finansal sistemi çökertebileceğinden ve dünya ekonomisini alt üst edeceğinden korkuluyordu. O dönemde ortaya çıkan düzenleyici fikir birliği, finansal kurumlar için hızlı bir yeniden sermayelendirmeye izin verecek bir tür özel yeniden yapılandırma rejimine ihtiyaç duyulduğu yönündeydi. Avrupa’da bu, ‘Banka Kurtarma ve Çözümleme Yönergesi’ (Bank Recovery and Resolution Directive) aracılığıyla sağlandı.
4.Kurtarma çerçeveleri
Bu, finansal olmayan firmaların kurtarma paketlerine ilişkin tartışmanın alması gereken yöne işaret ediyor: bu tür kurtarma paketlerini yöneten yasal çerçeve hakkında düşünmemiz gerekiyor. Birleşmiş Milletler Uluslararası Ticaret Hukuku Komisyonu (United Nations Commission on International Trade Law-UNCITRAL), ‘Kritik Firmaların Geçici Kurtarma Paketlerine İlişkin İlkeler’ (Principles on Ad Hoc Bailouts of Critical Firms) üzerinde çalışmaya başlayabilir. Buradaki ana fikir, hangi firmaların bu tür kurtarma paketlerine ve hangi koşullarda aday olması gerektiğini belirleyebilecek temel ilkeleri belirlemek amacıyla mevcut yasama kaynaklarından [Devlet yardımına ilişkin kurallar, doğrudan yabancı yatırıma ilişkin kısıtlamalar veya AB Adalet Divanı’nın (Court of Justice of the EU; CJEU) Altın Hisse içtihatlarına (Golden Shares’ jurisprudence) ilişkin kurallar gibi] yararlanmak olacaktır.
Reform için başka bir yol, işletmelerin düzenli katkılarıyla finanse edilecek bir kurtarma fonunun kurulması olabilir. Bu teklifin arkasındaki ana fikir iki yönlüdür. Birincisi, özel sektörün kurtarma paketlerinin finansmanına katılımını artırmak ve muhtemelen kazançların özelleştirilmesi ve kayıpların kamulaştırılmasıyla karakterize edilen mevcut durumu kısmen düzeltmektir. Böyle bir fonun ikinci bir faydası, fon etkilenen işletmelerin finansal sıkıntılarını azaltabildiği ve hatta ortadan kaldırabildiği ölçüde (bazı durumlarda) Devlet müdahalesini ve yardımını geciktirmek veya hatta gereksiz hale getirmek olabilir. Özünde, bu fon, katkıda bulunan üyeleri için finansal sıkıntıya karşı bir tür sigorta sağlayacaktır.
Nispeten küçük bir kapsamla da olsa, birçok yetki alanında benzer programlar zaten mevcuttur. Örneğin Almanya’da, Pensions-Sicherungs-Verein 1975 yılından beri mevcuttur. Üye firmalardan (şu anda 100 binden fazla) katkı payı almaktadır. Amacı, bireysel bir işletme düzeyinde faaliyet gösteren emeklilik planlarının, o işletmenin iflasından etkilenmemesini sağlamaktır. Bu fikir, makroekonomik veya jeopolitik şok olaylarının neden olduğu sıkıntı durumlarının finansal sonuçlarını daha geniş bir şekilde, en azından kısmen kapsayacak şekilde genişletilebilir.
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.