‘Sütun 2’ ve Yabancı Yatırımları Çekmek ve Elde Tutmak İçin Alternatifler

‘Sütun 2’ girişimi [Matrah Aşındırma ve Kâr Kaydırma (Global Anti-Base Erosion; GloBE) ve Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi (Qualified Domestic Minimum Top-up Tax; QDMTT)], düşük etkili kurumlar vergisi oranlarının (düşük nominal kurumlar vergisi oranları ve/veya vergi teşvikleri kullanımı yoluyla) yabancı yatırımcıları çekmenin bir yolu olarak kullanılmasının sonu olarak görülmüştür. Ev sahibi ülkenin daha düşük vergi gelirleri açısından yaptığı fedakârlıklar, diğer yargı bölgelerinin aynı kârlar üzerinden ilave vergi toplamasına izin veren 2. Sütun mekanizmaları ile anlamsız hale getirilmiştir. Bugün dünyadaki birçok ülke (ve hatta tüm bölgeler) için 2. Sütun, ekonomik kalkınma politikalarının temellerini baltalamaktadır. Başka bir deyişle, 2. Sütun ortamında, yurtdışından sermaye çekmek için düşük etkili kurumlar vergisi oranlarına güvenen devletler, aynı hedefe ulaşmak için artık alternatifler bulmak zorundadır. Akademik ve politika çevrelerinde, 2. Sütunun gelişmekte olan ülkeler için iyi bir çözüm olup olmadığı konusunda önemli tartışmalar yaşanmıştır; ancak bu geminin artık yelken açtığını söylemek mümkündür; 2. Sütun kuralları dünyanın en güçlü ekonomileri (örneğin, birçok etkili genel hukuk devleti, Avrupa Birliği ülkeleri, vb.) tarafından benimsenmiştir ve artık kaçınılmazdır.

Ele alınması gereken ilk soru, düşük etkili kurumlar vergisi oranlarına alternatifler aranmalı mıdır? Yani ülkeler yatırım çekmek ve teşvik etmek için şirketlere herhangi bir biçimde mali teşvikler sağlamayı bırakmalı mıdır? Bu, tartışma için ilginç bir teorik konu olsa da ülkelerin küresel sermaye için bir varış noktası olarak kendilerini mümkün olduğunca çekici kılmaya çalışmaya devam edeceklerini varsaymak güvenli olacaktır. Dahası, 2. Sütun küresel çokuluslu şirketlerin işlerini kurmak için en avantajlı koşulları aramasını kesinlikle engellemeyecektir. Dolayısıyla teşvikler kalıcıdır, mesele sadece hangi biçimi alacaklarıdır.

Bugüne kadar yabancı yatırımcı çekmenin bir yolu olarak düşük efektif kurumlar vergisi oranlarına güvenen devletler, bugün birçok ikilemle karşı karşıyadır.

Öncelikle, kurumlar vergisi sistemlerinin iki alt bölüme ayrılıp ayrılmayacağına karar vermeleri gerekmektedir: biri bunu yapanlar için, diğeri ise 2. Sütun kurallarının kapsamına girmeyenler için. Başka bir deyişle, vergi sistemlerimiz 750 milyon avroluk küresel gelir uçurumuna mı dayanmalı, böylece bu eşiğin altında olanlar daha düşük nominal vergi oranları ve/veya daha düşük efektif vergi oranlarıyla sonuçlanan teşvikler açısından eski rejimin tüm avantajlarından yararlanmaya devam edebilir mi? Bu yaklaşım oldukça cazip gelebilir, çünkü birçok yargı bölgesinde, bilhassa gelişmekte olan ülkelerde, 2. Sütun kriterlerini karşılamayanlar yerli işletmelerdir. Ne yazık ki, bu yargı bölgelerinin çoğu büyümelerini sağlamak için tamamen yerel kaynaklara güvenemez ve alıştıkları önlemler geçersiz hale geldiğinde yabancı sermayeyi çekmek için ne yapacakları konusunda hâlâ bir çıkmazdadırlar.

İkinci olarak, ülkeler mevcut vergi sistemlerini korumayı tercih edebilirler ancak Sütun 2 kurallarının (Matrah Aşındırma ve Kâr Kaydırma kuralları) uygulanması nedeniyle diğer yargı bölgelerinde vergilendirilecek olan kârların kendileri tarafından vergilendirilmesini sağlamak için bir Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi mekanizması getirebilirler.

Daha önce açıklanan iki yaklaşım arasındaki seçimin potansiyel yasal kısıtlamalar açısından tamamen özgür olmadığı ve hangisinin uygulanacağına karar vermesi gerekenin sadece saf ekonometri olmadığı belirtilmelidir. Örneğin, belirtilen her iki seçenek ve bunların çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmalarının hükümlerini [örneğin OECD Model Vergi Sözleşmesi’nin 24(5) no.lu maddesi uyarınca yasaklanmış sermaye mülkiyeti ayrımcılığı], ikili yatırım koruma anlaşmalarını [örneğin adil ve eşit muamelenin ihlali, uygulanabilir bir vergi istisnası içermeyen ikili yatırım koruma anlaşmaları durumunda en çok kayrılan ülke muamelesi] ve ilgili ülkenin taraf olduğu diğer uluslararası anlaşmaları ihlal etme potansiyeli açısından dikkate değer ayrımcılık karşıtı sorunlar ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, eksik vergilendirilmiş kârlar kuralı (undertaxed profits rule-UTPR) mekanizmalarının uygulanması (vergi ve vergi dışı) uluslararası anlaşma yükümlülüklerinin ihlaline de yol açabilir. Tüm bunlar, nihai politika seçimi yapılmadan önce iyice araştırılmalıdır.

Üçüncü olarak, nitelikli iade edilebilir vergi kredileri tasarlamanın oldukça karmaşık bir yolu vardır. Başka bir deyişle, 2. Sütun ülkelerin bazı vergi teşvik biçimlerini korumasını sağlar, ancak bunların etkinliğini (etkin kurumlar vergisi oranını düşürme yetenekleri açısından) bir miktar sınırlar. Ne yazık ki, bu yaklaşım belirsizliklerle doludur. Yani, tasarımın kabul edilebilirliği ve buna karşılık gelen başarısı tasarımın kendisinden sorumlu olan yargı bölgesi tarafından değil nihayetinde diğer yargı bölgeleri tarafından belirlenecektir. Bu duyulmamış bir durum olmasa da [örneğin, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yatırımlarına ev sahipliği yapan ülkeler genellikle vergilerinin ABD yabancı vergi kredisi amaçları için kredilendirilebilir olduğundan emin olmaya çalışırlar ki, burada aynı temel sorunla karşı karşıyayız -ilgili verginin tasarımının nihai başarısı başka bir ülkenin vergi otoritesinin yaklaşımı ile belirlenecektir-], 2. Sütun kuralları hâlâ oldukça yenidir ve birçok konuda henüz geniş bir fikir birliği bulunamamıştır.

Ülkeler, kurumlar vergisi yoluyla teşvik sağlamaktan tamamen vazgeçmeyi tercih edebilirler; bu da onları iki olası politika seçeneğine götürür.

Birincisi, diğer vergi formlarının kapsamı içinde vergi teşvikleri sağlama olasılıklarını daha derinlemesine incelemektir. Örneğin, bir yargı bölgesinin, hukukun üstünlüğü, politik ve finansal istikrar ve gelişmiş altyapının yanı sıra, küresel çokuluslu şirketlerin merkezlerini rekabetçi bir kurumsal vergi ortamı sağlayarak çekmeyi başardığını varsayalım. Böyle bir ülke artık düşük kurumlar vergisi oranları sağlayamıyorsa, rekabet üstünlüğünü korumak için üst düzey yönetimin istihsal ettiği gelir için cömert teşvikler getirebilir. Uluslararası vergi gelişmeleri içinde şimdiye kadar çok daha az inceleme konusu olsa da, bu tür teşvikler kusursuz değildir ve önemli politik [Örneğin, gelen yüksek vasıflı göçmenler için vergi teşvikleri önerileriyle ilgili olarak Almanya’daki en son teşvikler gibi] ve daha geniş sosyal sorunlara [konut maliyetindeki artış, belirli toplulukların soylulaştırılması vb.] neden olabilir.

İkincisi ise, yabancı yatırım çekmenin temel aracı olarak doğrudan sübvansiyonlara yönelmektir ki; bu, bazı yargı bölgeleri tarafından, özellikle Vietnam’da, Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi’nin getirilmesiyle birlikte hâlihazırda benimsenen bir politika tercihidir.

Büyük çokuluslu şirketlere doğrudan sübvansiyonlar sağlamak çok sayıda soruna yol açar. Yani, Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi getirmeden düşük etkili kurumlar vergisi oranını korumak esasen ana kuruluşun bulunduğu devletin kamu gelirinin artmasına yol açar. Başka bir deyişle, vergi haklarınızın bir kısmından vazgeçerek (düşük etkili kurumlar vergisi oranı nedeniyle) sadece başka bir ülkenin vergi gelirini, kârları asgari vergi seviyesinden kaçamayan vergi mükellefi için hiçbir fayda sağlamadan artırıyorsunuz (sadece hangi yargı alanının onları vergilendireceği meselesi). Öte yandan, doğrudan sübvansiyon mekanizmasına geri döndüğünüzde, yalnızca çokuluslu bir grubu finansal olarak desteklediğiniz görülmeyecek (bu, sofistike bir vergi teşviki, yani nitelikli geri ödenebilir vergi kredisi sağlamaktan çok daha politik olarak popüler olmayabilir), aynı zamanda sübvansiyonun Uluslararası Muhasebe Standardı 20 (Devlet Hibelerinin Muhasebeleştirilmesi ve Devlet Yardımlarının Açıklanması) uyarınca gelir olarak değerlendirileceği gerçeği nedeniyle, başka bir devletin bütçesini sübvansiyonun yüzde 15’i oranında sübvanse ediyor olabilirsiniz.

Ancak, eğer siyasi tartışmaların (ki bunlar genellikle popülist söylemlerle yüklüdür) engellerinden kaçınabilirsek, doğrudan sübvansiyonun etkisi esas itibarıyla nitelikli iade edilebilir vergi kredisinin etkisine benzerdir.

Doğrudan sübvansiyon politikası seçimi, diğer 2. Sütun uyumlu teşviklerin tabi olduğu benzer endişelerle yüklenmektedir. Birincil tehlike, sübvansiyonun, yargı bölgesinin vergi mevzuatına bir Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi eklemesi için doğrudan bir karşılıklılık olarak görülmesinde yatmaktadır[1].

Yani, bir Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi’nin “nitelikli” asgari vergi olması için, onu uygulayan yargı yetkisinin bu tür kurallarla ilgili herhangi bir fayda sağlamaması gerekir. Başka bir deyişle, 2. Sütun uygulamasının etkilerini hafifletmek için doğrudan bir sübvansiyon mekanizmasının basit bir şekilde tanıtılması (esasında Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi’nin tanıtılması), Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi’nin nitelikli statüsünü kaybetmesine yol açabilir. Ancak, dünyadaki birçok yargı yetkisinde geniş doğrudan sübvansiyon programlarının varlığı (örneğin, AB Yeşil ve Dijital Dönüşüm Anlaşması ve benzeri ABD girişimleri), bir Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi’nin tanıtılmasının etkilerini de hafifletebilecek bir sübvansiyon programının başarılı bir şekilde uygulanabileceğini varsaymak için iyi bir neden sunar ki; burada, Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi sayesinde toplanan gelirler sübvansiyon mekanizması için fon sağlayabilir, ancak ikisi arasında açık bir bağlantı kurulması tavsiye edilmez. Aynı mantık, sübvansiyonun verilmesinin yararlanıcının bir Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergiye tabi olması koşuluna da uygulanabilir. Öte yandan, Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi veya 2. Sütun ile doğrudan bağlantısı olmayan belirli ölçütlerin, bir sübvansiyonun verilmesini Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergiye tabi olma koşuluna bağladığımızda elde edeceğimiz sonuca çok yakın bir sonuca bizi götürebileceği açıktır. Aslında, Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi’nin uygulanma şekli, bir sübvansiyona hak kazanma ölçütlerinin tanımlanmasına rehberlik edebilir. Örneğin, konsolide gelirleri 750 milyon avronun üzerinde olan grupların parçası olan tüm kuruluşlar Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergiye tabi tutulursa ve yalnızca bu koşulu karşılamaya ek olarak genel merkezleri düzeyinde 2. Sütun kurallarına tabi olanlar değilse, bu sübvansiyon mekanizmasının tasarımcılarına daha geniş bir alan sağlayacaktır. Başka bir deyişle, yalnızca genel merkezleri veya bağlı kuruluşları gelir dâhil etme kuralı (income inclusion rule-IIR) veya eksik vergilendirilmiş kârlar kuralı mekanizmasına tabi olan mükellefler Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergiye tabi tutulacaksa, bu, karşılaştırılabilir gruplara veya hatta büyük yerel şirketlere/gruplara ait diğer mükelleflerin kârları üzerinden ek vergi ödemek zorunda kalmayacakları anlamına gelecektir. Sadece Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergiye tabi şirketlere sübvansiyon sağlayacak olsaydık, sübvansiyonun temel amacının ek vergi yükünü hafifletmek olduğunu iddia etmek oldukça zor olurdu. Ancak, konsolide gelirleri 2. Sütun eşiğinin üzerinde olan gruplara ait tüm vergi mükellefleri, merkezleri veya bağlı kuruluşları gelir dâhil etme kuralı veya eksik vergilendirilmiş kârlar kuralı mekanizmasına tabi olsun veya olmasın, ilave bir vergi katmanına tabi tutulursa ve ilgili yargı alanı, yalnızca büyük çokuluslu veya yerel gruplar tarafından karşılanabilen nesnel kriterlere dayalı olarak tüm bu kuruluşlara sübvansiyon sağlamaya başlarsa, sübvansiyon ile Nitelikli Yerel Asgari Tamamlayıcı Vergi arasındaki bağlantıyı kurmak çok daha zor olur ve bu da hiçbir fayda koşulu vergiden kaçınma kurallarının uygulanmasından kaynaklanan riski önemli ölçüde azaltır.

Hiçbir fayda koşulu vergiden kaçınma karşıtı kuralları sorunu aşıldığında, dünyadaki çoğu ülke için doğrudan sübvansiyon mekanizmasını tasarlamak için kısıtlamalar oldukça sınırlıdır. Ülke Avrupa Birliği (AB) üyesi olmadığı veya iç mevzuatında AB devlet yardımı kurallarını yansıtan kurallar bulunmadığı sürece (örneğin AB katılım ülkeleri), dikkate alınması gereken temel endişeler, bir ülkenin taraf olduğu Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) hukuku ve uluslararası ticaret anlaşmaları ile ilgilidir. Ancak, DTÖ Sübvansiyonlar ve Karşı Tedbirler Anlaşması’nın hükümleri ve çoğu uluslararası ticaret anlaşması, sübvansiyon mekanizmasını tasarlamak için oldukça geniş bir alan sağlar ki; burada, Sütun 2 kurallarının uygulanması için birincil ölçüt (çokuluslu grubun konsolide gelir açısından büyüklüğü) önemli olmayabilir. Bu, bir sonraki yazıda incelenecek bir konudur.

Sütun 2 kurallarının getirilmesiyle geçersiz hale gelen vergi teşviklerine alternatifler üzerine yapılan çalışmalar henüz başlangıç aşamasındayken, artık sadece vergi mevzuatının kapsamı içinde kalma lüksüne sahip olmadığımızı fark etmek zorunludur. Sütun 2 koşullarını karşılayarak sermaye çekme arayışı, örneğin ikili yatırım anlaşmalarından, uluslararası ticaret anlaşmalarından ve hatta DTÖ hukukundan kaynaklanan diğer uluslararası yükümlülüklerin ihlaline kolayca yol açabilir. Bu yasal kaynakların hepsine aykırıdır ve sadece Sütun 2’ye aykırı değildir, çünkü bu ek yasal kaynakların etkili dava forumları da olabilir ve bu forumların kararlarının sonuçları oldukça ağır olabilir.

[1] Bu, bu blogda daha önce tartışılan 2. Sütun kurallarında bulunan hiçbir fayda koşulunun (no benefits requirement) uygulanmasını tetikleyebilir (Bkz. <https://kluwertaxblog.com/2023/09/18/fiscal-subsidies-aspirers-beware-of-the-no-benefit-requirement-in-pillar-two/>).

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.