Yeni araştırmalar, şirket yöneticilerinin çevre, sosyal ve kurumsal yönetişim (environmental, social, and governance-ESG) ilkelerine ilişkin yasal olarak bağlayıcı olmayan taahhütlerinin, sonraki şirket davranışlarını tahmin etmeye yardımcı olabileceğine dair kanıtlar sunmaktadır. Bu çalışmada, etik etkileri ve şirket eylemlerinin hissedar olmayan paydaşlar üzerindeki etkilerini dikkate aldığını iddia eden CEO’ların (en üst düzey yönetici), en azından marj açısından, böyle iddialarda bulunmayan CEO’lardan şirketlerini farklı şekilde yönettiğine dair ihtiyatlı bir şekilde iyimser kanıtlar sunulmaktadır. Bu, 2019 tarihli Şirketin Amacı Üzerine Yuvarlak Masa İş Bildirisi (Business Roundtable Statement on the Purpose of the Corporation) gibi taahhütleri yalnızca bir vitrin süsü olarak küçümseyen birçok şirketler hukuku bilgini ve uygulayıcısı için bir sürpriz olabilir.
Ancak şüpheciler muhtemelen kurumsal davranıştaki gerçek farklılıkların hissedarların parasal çıkarları için daha az endişeye işaret etmediği konusunda haklıdırlar: sadece bazı şirketlerin daha büyük riskler alma pahasına daha yüksek getirileri önceliklendirdiği, ESG’yi benimseyenlerin ise risk azaltmaya daha fazla kaynak harcadığı. Başka bir deyişle, ESG taahhütlerine deneysel olarak bağlı olduğunu gözlemleyebildiğimiz kurumsal davranıştaki farklılıklar, makul bir ticari muhakeme (business judgment) uygulamasını yansıtır ve bu ticari muhakemenin yerine ilerici bir ideolojinin ikame edilmesini yansıtmaz.
Bazı firmalar olumsuz basın haberlerinden kaçınmak için daha fazla çaba gösterebilir, ancak daha sonra devreye girebilecek düzenlemeler veya kesintiler için önceden hazırlık yapabilir ve maliyetli bir tepkiden kaçınmak amacıyla şirketin itibarını korumak için daha fazla şey yapmaya çalışabilir. Bu pragmatik yaklaşım, bu tür CEO’ların uzun vadeli hissedar değerini baltalamadan daha etik bir yol çizmesini sağlayabilir. Gerçekten de, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) temel “tek hisse, tek oy” kurumsal yönetişim rejiminin (one-share, one-vote corporate governance regime), hanelerin en zengin yüzde 1’i ila yüzde 10’unun elinde yoğunlaştırılmış faydalı hisse sahipliği ve fiili oy gücüyle birleştiğinde, çok sınırlı koşullar dışında uzun vadeli kurumsal kârlardan fedakârlık edilmesine tahammül etmesi olası değildir.
2019 tarihli Şirketin Amacı Üzerine Yuvarlak Masa İş Bildirisi’nin kârlardan fedakârlık etmeyi gerektirmediği görüşü, Dammann ve Lawrence’ın çalışması ile desteklenmektedir. CEO’ların Şirketin Amacı Üzerine Yuvarlak Masa İş Bildirisini imzalamaları etrafında anormal getirilerin sıfıra yakın veya biraz pozitif olduğuna dair kanıtlar bulmuşlardır.
Dammann ve Lawrence araştırmasında, halka açık ABD şirketlerinin Refinitiv ESG derecelendirmeleri[1] ile bu şirketlerin CEO’larının Şirketin Amacı Üzerine Yuvarlak Masa İş Bildirisini imzalayıp imzalamadıkları ve Rusya’nın 2022 yılında Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından Rusya’daki ilişkilerini sonlandırıp sonlandırmadıkları arasında korelasyonlar olduğunu göstermektedir. İlk imzacıların Rusya’dan çekilme olasılığı daha yüksekti.
Şirketin Amacı Üzerine Yuvarlak Masa İş Bildirisini imzalayan firmalar, imzalamayan firmalardan ortalama olarak farklıydı. İkincilerle karşılaştırıldığında, ilki daha büyüktü (hem varlıklar hem de çalışanlarla ölçüldüğünde), daha kârlıydı (varlık getirisiyle ölçüldüğünde) ve daha az kaldıraçlıydı (borçluydu). Bu tür firmaların itibar risklerini yöneterek kazanacakları daha fazla şey ve risk azaltmaya yönelik uzun vadeli yatırımlar yapmak için daha fazla kaynakları olması muhtemeldir. İmzalayan firmalardaki daha düşük kaldıraç seviyeleri, yatırımcılara (alacaklılar dâhil) kıyasla daha fazla yönetim gücüne işaret edebilir.
Sektör farklılıkları sezgisel olarak mantıklıdır. Örneğin, madencilik (petrol ve gaz çıkarma dâhil) ve imalat (büyük miktarda enerji tüketen ve kirlilik üreten) sektöründeki firmaların, diğer birçok sektördeki firmalara kıyasla, diğerlerinin yanı sıra çevreyi korumayı vaat eden bir taahhütname imzalama olasılıkları şaşırtıcı olmayan bir şekilde daha düşüktü. Buna karşılık, kamu hizmeti şirketlerinin taahhütnameyi imzalama olasılıkları çoğu firmadan çok daha yüksekti. Kamu hizmeti şirketleri, enerji üretimi ve iletiminde çevre dostu yaklaşımlara geçişin maliyetlerini karşılamaya yardımcı olmak için tüketici elektrik fiyatlarını önemli ölçüde artırıyordu. Kamu hizmeti şirketleri, daha yüksek kamu hizmeti kârlarına yol açan daha yüksek tüketici fiyatlarının, çevre korumayı teşvik eden genel bir programın parçası olarak gerekli olduğunu açıklayarak, tüketici ve düzenleyici tepkilerini sınırlayabilir.
İmzalayanlar, imzaladıkları yılda, özellikle çevre, istihdam ve insan hakları önlemlerinde, benzer imza atmayanlardan daha yüksek ortalama ESG puanlarına sahipti. Ayrıca, Yuvarlak Masa bildirisini imzalamadan önceki yıllarda ve sonrasında da ortalamadan daha yüksek ESG puanlarına sahiptiler. Bu nedenle, yüksek ESG puanları ve bildiriyi imzalamak, firmalar hakkında zaman içinde nispeten istikrarlı olan benzer bir şeyi tanımlamaktadır.
Dammann ve Lawrence, bildiriyi imzalamanın, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinden sonra bir firmanın Rusya’dan çekilme olasılığında yaklaşık yüzde 2’lik bir artış öngördüğüne dair kanıtlar bulmuştur. Bu çekilmeyi, firmaların insan haklarına olan bağlılığının güvenilir bir göstergesi olarak görüyorlar.
Ancak, analizleri, ABD firmaları arasında büyük ölçüde farklılık göstermesi muhtemel olan, şirketler için çekilmenin potansiyel finansal maliyetini kontrol etmiyor, bunun yerine çekilmeyi ikili bir sonuç değişkeni olarak ele alıyor. Ne yazık ki, Rusya’ya maruz kalma, birçok firmanın kamuyu aydınlatma açıklamalarından kolayca belirlenemiyor. Yine de, ESG odaklı şirketlerin, Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgal etmesinden önce bile, Rusya’ya önemli ölçüde benzer şirketlere göre daha az maruz kalacağına inanmak için iyi nedenler bulunmaktadır.
Firmaların Rusya’dan çekilme kararı, ulusal bağlılıklara bakılmaksızın tarafsız bir şekilde uygulanan evrensel bir insan hakları veya pasifizm taahhüdünün işareti olarak değil, daha çok ABD ve Avrupa gibi kilit pazarlarda gelecekteki hükümet eylemlerini tahmin etme konusunda daha büyük bir yeteneğe dayalı ihtiyatlı bir risk yönetimi egzersizi olarak görülebilir. Rusya, Avrupa Birliği (AB) üyeliği ve hatta muhtemelen NATO genişlemesi için uygun bir aday haline gelen bir Avrupa ülkesi olan Ukrayna ile savaşa girdiğinde; ABD ve AB’nin en azından Rusya’ya karşı giderek daha katı ekonomik yaptırımlar uygulaması ve Rusya ile bağlantıları olan iş adamlarının Batılı istihbarat ve kolluk kuvvetleri tarafından yakın incelemeye alınması son derece olası hale gelmiştir. Ayrıca Rusya’nın, ABD veya Avrupa dış politikasına bağlı olduğu algılanan şirketlere karşı sert bir yaklaşım sergilemesi, muhtemelen varlıklara el konulması, fikri mülkiyetin çalınması ve yöneticilerin casusluk veya diğer suçlamalarla tutuklanması gibi durumlar da dâhil olmak üzere olası bir durum haline gelmiştir.
Rusya’nın mevcut liderliği altında bu tür eylemlerde bulunma konusunda uzun bir geçmişi vardır. Rusya, Batı bağlantıları olan iş adamlarını 2003 gibi erken bir tarihte şüpheli suçlamalarla tutuklamış ve şirketlerinin kontrolünü ele geçirmiştir. Halka açık Rus şirketleri, yatırımcıların suiistimal ve hükümet müdahalesi korkularını yansıtan şekilde, uzun süredir Amerikan ve Avrupalı meslektaşlarından çok daha düşük fiyat-kazanç oranlarıyla işlem görmektedir. Rusya’nın uzun süredir devam eden ciddi yolsuzluk ünü, birçok yabancı şirketin Rus pazarına bağımlı olma konusunda isteksiz olmasına neden olacaktır. Rusya’nın 1998 yılındaki devlet borcunu ödememesi yatırımcı güvenini artırmamıştır. Rusya’nın düşük işgücü ve enerji maliyetleri olmasına rağmen, Rusya içinde üretim kapasitesi konumlandırmak uzun zamandır riskli olarak görülüyordu ve ABD şirketleri arasında özellikle popüler değildi.
Rusya’nın yönetim sorunları, ABD ve NATO ile uzun süredir devam eden jeopolitik gerginliklerle daha da karmaşık hale gelmektedir. 1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ve 2022 yılında Ukrayna’nın işgalinden önce bile Rusya, ABD ve AB üyesi ülkeler ile gergin ilişkilere sahipti ve Gürcistan ve Ukrayna da dâhil olmak üzere Rusya’nın etki alanından Batı hizasına doğru kayan eski Sovyet Cumhuriyetlerine karşı saldırganca davranmıştır.
2015 yılında Rusya, Suriye’de hava bombardımanı ve topçu ateşi kullanarak ve Türkiye ve ABD tarafından desteklenen isyancı gruplara karşı Suriye hükümetini desteklemek için İran özel kuvvetleriyle birlikte çalışarak acımasız bir savaş yürütmüştür. Suriye iç savaşı, 500 binden fazla Suriyelinin ölümü ve tüm şehirlerin yerle bir edilmesiyle milyonlarca mültecinin yerinden edilmesiyle sonuçlanmıştır. Rusya, Rus yanlısı bir Suriye rejimini iktidarda tutma hedeflerinde başarılı olmuştur.
Dolayısıyla Rusya’nın 2022 işgali öncesinde de düşmanca bir iş ortamı, ABD ve müttefikleriyle jeopolitik gerginlik ve insan haklarına saygısızlık konusunda uzun bir geçmişi vardı.
Bunun anlamı, ESG yönelimli veya jeopolitik risk yönetimine karşı ihtiyatlı bir yaklaşıma sahip olan firmaların, işgalden çok önce Rusya konusunda endişeleri olacağıdır. Bu firmaların tedarik zincirlerini Rusya’ya bağımlılıktan izole ederek hazırlanmak için zamanları vardı. Bu tür hazırlıklar, 2022 veya 2023’te Rusya’dan resmi olarak “çekilmeyi” daha kolay hale getirirdi çünkü bu firmalar etkili bir şekilde daha erken çekilmeye başlardı. Bu tür firmalar, risk yönetimine daha az bütünsel bir yaklaşıma sahip olan firmalardan çekilmeyi finansal olarak daha ucuz bulurlardı. Firmalar, Ukrayna işgalinden sonra çekilmeyi duyurarak halkla ilişkiler açısından fayda sağlayabilirlerdi, hatta daha erken çekilmiş olsalar bile (veya hiç girmemiş olsalar bile).
Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin yarattığı dikkat miktarı kısmen jeopolitik ve ekonomik bağlamın bir işleviydi ve sadece insan hakları ihlallerinin ciddiyetinin bir işlevi değildi. Şimdiye kadar, ABD ve Avrupa kaynakları, iç savaşta ölen 500 binden fazla Suriyeli ile karşılaştırıldığında, yaklaşık 100 bin Ukraynalının çatışmada öldüğünü tahmin etmektedir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinden daha ölümcül olan son çatışmaların, savaşan taraflarla iş yapmayı bırakma yönünde benzer kurumsal taahhütler üretmemiş olması, kurumsal geri çekilme dinamiğinin basit bir insan hakları endişesinden daha karmaşık olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, ESG belki de kurumsal risk yönetimi merceğinden en iyi şekilde anlaşılabilir.
[1] Çevirenin Notu: Refinitiv’in ESG puanları, şirketler tarafından bildirilen verilere dayanarak bir şirketin göreceli ESG performansını, bağlılığını ve etkinliğini şeffaf ve objektif bir şekilde ölçmek için tasarlanmıştır. Bu, emisyon, çevresel ürün inovasyonu, insan hakları, hissedarlar vb. dâhil olmak üzere 10 ana temayı kapsamaktadır […].
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.