Prestijli Asia Business School’un (Asya İşletme Okulu) 2023 yılı Merkez Bankacılığı Yüksek Lisans Sınıfı’ndan mezun olan öğrencilere merkez bankacılığı hakkındaki düşüncelerimi paylaşmaya yönelik nazik davetiniz için teşekkür etmek isterim. Sizinle konuşmak bir ayrıcalık ve onurdur. Eğitiminizi yeni bitirdiğiniz için merkez bankacılığının gerçeklerine ve tarihine aşinasınız. Konuşmamda bu bilgi birikimini geliştirmek ve bazı zorluklar ve merkez bankacılığının gelecekteki yolunun bunları nasıl çözebileceği hakkında birlikte düşünmek istiyorum. Doğal olarak gelecek hakkında düşünmek birçok uyarıyı da beraberinde getiriyor: trendler hızla değişebilir. Eminim Yogi Berra’nın şu ünlü sözüne aşinasınızdır: “Tahminlerde bulunmak zordur, özellikle de gelecekle ilgili.” Ama bir avantajınız var: siz geleceksiniz.
Merkez bankaları ve merkez bankacıları bir yol ayrımında duruyor. Yolda bir değil beş büyük ayrımla karşı karşıyalar. Görevleri doğrultusunda ve bilinen başarılarına ek olarak merkez bankalarının 21. yüzyılda yeni zorlukların kendi rollerini nasıl etkileyebileceği konusunda dikkatli bir şekilde düşünmeleri gerekmektedir. Bu ayrımlardan beşini sıralayacağım: (1) enflasyonun yeniden ortaya çıkışı; (2) iklim değişikliği; (3) eşitsizlik; (4) dijital finansal yenilik ve (5) yapay zekâ. Bildiğiniz gibi modern merkez bankaları başarılı oldular, çünkü geçmişte zorluklarla karşılaştıklarında analitik düşünmelerini güçlendirebildiler, riskleri doğru bir şekilde dengeleyebildiler ve bu yol zorlu görünse bile en iyi yolu seçebildiler. Şimdi, karşılaştığımız pek çok sonuçsal sorun, merkez bankalarının yürümek istedikleri yolları dikkatli bir şekilde belirlemeleri ve analiz etmeleri gerektiğini gösteriyor.
Yol Ayrımı 1: Enflasyon (inflation)
İlk ayrım, enflasyonun yeniden ortaya çıkışı, yorumlanması ve gelecekteki gidişatı ile ilgilidir. Uzun bir parasal ve mali teşvik döneminin takip ettiği Büyük Ilımlılık (Moderasyon) ve Küresel Finans Krizinin ardından enflasyon geri döndü. (2) Pandemi sonrası beklenenden hızlı toparlanmanın ardından tedarik zincirleri gerildiğinden enflasyon oranlarının da artmaya başlaması şaşırtıcı değildir. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesinden sonra fiyat artışları daha da hızlandı; gıda ve enerji fiyatları enflasyonu yükseltti. Gelişmiş ekonomilerin birçoğu onlarca yıldır görülmeyen manşet enflasyon oranlarıyla karşılaştı. Şimdi manşet enflasyonu yavaş yavaş ılımlılaşıyor. Ancak çekirdek enflasyonun beklenenden daha dirençli olduğu görüldü.
Para politikası açısından ilk tartışma, bu enflasyonun ne kadar geçici olabileceği ve dolayısıyla politika tepkisinin zamanlaması ve yoğunluğu üzerineydi. Geriye dönüp bakıldığında, çekirdek enflasyonun bu kadar dirençli olduğu bir dönemde, daha iddialı olmak artık daha kolaydır. Nitekim enflasyonla mücadele, para politikası faiz oranlarının hedefe yakınlaşmayı sağlayacak, aktiviteye, istihdama ve finansal istikrara en az zarar verecek düzeyde belirlenmesini gerektirmektedir. Dolayısıyla, bu “son adım” sırasında enflasyonla mücadele etmek, Uluslararası Ödemeler Bankası’nın (Bank for International Settlements-BIS) son Yıllık Ekonomik Raporu’nda da belirtildiği gibi zorlu bir dengeleme eylemi haline geliyor. Neyse ki, parasal sıkılaştırma dönemlerinde yaşanan bazı zorluklar iyi bilinmektedir.
Örneğin, biri finansal istikrarla ilgilidir. Finansal aracı kuruluşlar faiz oranlarındaki artışlara karşı savunmasızdır. Örneğin bankalar, borçlardan (örneğin mevduat) daha uzun vadeli varlıklara (örneğin kredi) sahip olma eğilimindedir. Faiz oranları arttıkça, kısa vadeli mevduat, uzun vadeli kredilerden daha hızlı hareket etme eğilimindedir: Sonuç, daha düşük kârlılık, belki de kayıplar ve Silikon Vadisi Bankası gibi aşırı durumlarda potansiyel temerrüt olur. Faiz oranlarının yükseldiği dönemlerin daha yüksek banka iflasları ve ekonomik krizlerle işaretlendiği iyi bilinmektedir; bu nedenle denetleyiciler ve düzenleyiciler finansal piyasalar ve kurumlardaki gelişmelere ve her türlü stres işaretine karşı dikkatlidirler.
İkinci zorluk ise ekonomik büyümenin yavaşlamasıdır. Elbette, ekonomik aktivitenin yavaşlaması enflasyonla mücadelenin amaçlanan bir sonucudur: fiyatlar üzerindeki yukarı yönlü baskının kontrol altına alınmasına yardımcı olmak için toplam talebin ekonomideki arzla eşleşmesi gerekir. Ancak yavaşlamaları kalibre etmek her zaman hassas bir iştir, çünkü kurumsal kârları azaltır, bütçe açıklarını artırır (sosyal transferler arttıkça) ve işsizliği artırır.
Dolayısıyla, para politikası yapıcılarının sanatı, stagflasyon riskini, yani yapışkan enflasyonun eşlik ettiği düşük büyüme riskini en iyi şekilde önleyecek politika karışımını bulmaktır. Dolayısıyla para politikası, kısa vadede makro-finansal istikrara katkıda bulunurken, uzun vadeli ekonomik beklentileri güçlendirecek büyümeyi artırıcı yapısal reformlarla da desteklenmelidir.
Bu zorluklarla karşı karşıya kalan gelişmekte olan piyasa ekonomileri (emerging market economies-EMEs), son krizi eskisinden çok daha iyi atlattı. Geleneksel olarak gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ekonomilerdeki parasal sıkılaştırmaya karşı daha fazla kırılganlık yaşamaktadır. Zayıf kurumlar ve makro-finansal dengesizliklerden kaynaklanan riskten kaçınma, onları gelişmiş ekonomilerden kaynaklanan şoklar da dâhil olmak üzere şoklara karşı daha savunmasız hale getirdi. Dolayısıyla geçmişte gelişmiş ekonomilerdeki sıkılaşma, sermaye girişlerinde ani duruşları ve büyük sermaye çıkışlarını tetiklemiş, bu da döviz oynaklığının artmasına neden olmuştu.
Bu sefer farklıydı. Gelişmekte olan ekonomilerin merkez bankaları, gelişmiş ekonomilerdeki benzerlerinin önünde faiz oranlarını artırmaya başladı ve bu da politika çerçevelerini gerçekten güçlendirdiklerini teyit etti. Daha güçlü makroekonomik temeller ve daha sağlam şirket ve hükümet bilançoları ile daha istikrarlı bir bankacılık sektörü, merkez bankasının güçlü tepkisini destekledi. Bu güçlü temeller sayesinde gelişmiş ekonomilerdeki sıkılaşmanın döviz etkisi geçmişe kıyasla daha hafif kaldı. Özellikle, birçok gelişmekte olan ülke merkez bankası geçmiş krizlerden ders almış ve daha fazla politika aracını birleştiren daha geniş bir araç seti kullanarak fiyat ve finansal istikrarı korumak amacıyla parasal-finansal istikrar politika çerçevelerini güçlendirmiştir. (3)
Peki, enflasyonun geleceği ne olacak? Anlamanız ve ele almanız gereken şey budur. Yapım aşamasında olan yapısal değişiklikler üzerinde düşünmeniz gerekeceğinden, bunlar yeni zorluklar olacaktır ve ister tek seferlik isterse daha uzun bir süreye yayılmış olsun, maliyet itici faktörlerle sonuçlanabilir. İşgücü piyasalarında bunlar, örneğin; bazı düşük vasıflı hizmetlerde doldurulamayan boş pozisyonlarla dolu olan Covid sonrası rezervasyon ücretleri; küresel değer tedarik zincirlerini işletmeye ilişkin yüksek maliyetler; bazı faaliyetlerin güvenlik nedeniyle yeniden düzenlenmesi; Avrupa’daki savaş da dâhil olmak üzere jeopolitik gerilimlerin devam etmesi nedeniyle küresel ticaretin yeniden şekillenmesi; Çin’in küresel imalat üretim maliyetlerini azaltmadaki rolünün enflasyonu düşürücü etkisinin azalması (4) ve son fakat bir o kadar önemli olarak, hem teknolojik yatırımlar hem de potansiyel düzenleme ve yüksek karbon ayak izine sahip faaliyetlere ilişkin potansiyel düzenleme ve vergiler nedeniyle üretim maliyetlerinde artışlar. Bu beni ikinci ayrıma getiriyor.
Yol Ayrımı 2: İklim değişikliği (climate change)
İkinci ayrım ise iklim değişikliğinden kaynaklanıyor. İklim değişikliği hem fiyat hem de finansal istikrarı etkilediği için merkez bankalarının temel görevlerini etkiliyor. Aslında iklim değişikliği, Yeşil Kuğu (Green Swans) olarak nitelendirdiğimiz yeni bir sistemik risk türünü temsil ediyor. (5) Küresel Mali Krizin Siyah Kuğuları (Black Swans of the Global Financial Crisis) gibi nadir kuyruk olaylarından farklı olarak, Yeşil Kuğular, uygun politikalarla ele alınmadığı takdirde kesin olarak gerçekleşmeye mahkûmdur.
İklim değişikliği iki ana risk türü sunuyor. Fiziksel riskler doğrudan daha sık yaşanan sel, sıcak hava dalgaları, yükselen deniz seviyeleri veya daha düşük mahsul verimi gibi aşırı hava koşullarının etkilerinden kaynaklanmaktadır. Geçiş riskleri, iklim bağlantılı risklere maruz kalma nedeniyle varlık değerlemesinde değişikliklere yol açabilen net sıfır ekonomiye geçişten kaynaklanmaktadır.
Bu riskleri ortadan kaldıracak bir “sihirli değnek” (silver bullet) bulunmadığından, merkez bankalarının eylemlerini hükümetler, diğer kamu kurumları, özel sektör ve toplumdaki diğer aktörler gibi yerel ve küresel diğer paydaşlarla koordine etmesi gerekmektedir.
Koordinasyon daha da önemlidir, çünkü iklim değişikliği toplumlarımızı bir bütün olarak karmaşık zorluklarla yüzleşmeye zorlayan küresel bir olumsuz dışsallıktır. Bir yandan iklim riskleri makroekonomik istikrarı tehdit ediyor. Beri yandan, net karbon sıfır ekonomisini teşvik etmek için gereken yeniliklere yatırım yapmanın finansman gereksinimleri, çok büyük kamu ve özel finansal kaynakların harekete geçirilmesini gerektiriyor.
Net sıfır karbon ekonomisine doğru ilerlemek, büyük makroekonomik sonuçları olan tipik bir Schumpeterci yaratıcı yıkım sürecidir. En iyi bilimsel uzmanlarımız, yeşil teknolojilere büyük yatırımların, ilgili finansman ihtiyaçları ile birlikte hızlı bir şekilde yapılması gerektiğini tahmin ediyor. Finansman karışımının çeşitli kaynakları içermesi muhtemeldir: vergiler (karbon dâhil) ve hükümet ve özel borçlar. Ekonomik etki, geçiş hızına ve kesin finansman karışımına bağlı olsa da, iklim bağlantılı yatırımların makro-finansal koşulları önemli ölçüde etkilemesi muhtemeldir. Bu büyük yatırımlar ekonomideki nötr oranı artırabilir ve aynı zamanda özel-kamu yük paylaşımının yeni biçimlerini de gerektirebilir. En son ama en kötü değil, finansal sistemin iklim riskine maruz kalmalarını yeterli şekilde haritalandırmasını ve bu büyük yatırımları etkili bir şekilde kanalize etmesini sağlamak için iklim riskiyle ilgili finansal düzenleme ve denetim gerekli olabilir; bunun yanı sıra, dünyamızda üretim ve tüketim süreçlerimizde net sıfıra giden yolu garanti altına almak için reel ekonomide daha sıkı düzenlemeler yapılması gerekebilir.
İklim değişikliğine yanıt verirken, merkez bankaları eylemlerinde dikkatli bir denge sergiliyor ve hâlihazırda Finansal Sistemi Yeşillendirme Ağı (Network for Greening the Financial System-NGFS) ile güçlerini birleştirmiş durumdalar. Analizleri bir dizi önemli yayınlanmış rapora yansıyor: finans sektörlerinin ortak bir hipotez seti üzerinden çalışmasına yardımcı olacak iklim senaryolarının oluşturulması; iklim risklerinin belirlenmesine yönelik yönergeler; iklim değişikliğinin para politikası üzerindeki etkilerine ilişkin tartışmalar; karma finans vb. ile geçişin finansmanına yönelik çözümler.
İklimle ilgili eylemler merkez bankaları için bariz zorluklar yaratıyor; bunların bazıları tamamen geleneksel fiyat ve finansal istikrar talimatlarıyla ilgili iken, bazıları küresel ısınmanın tarım, göç ve iş gücü üzerindeki etkileri ile ilgili maliyet artırıcı faktörler ve net sıfıra geçişin finansmanı gibi Yeşil Kuğuların getirdiği radikal belirsizliklerdir. Son olarak, iklim değişikliğinin dağıtımsal sonuçları vardır: Öncelikle yoksul ülkeleri ve zengin ülkelerdeki yoksul insanları etkiliyor. Politika yanıtlarımızı güçlendirmek ve kalibre etmek için bu aciliyet duygusunun ve yoksullar üzerindeki etkinin her zaman hatırlanması gerekir. Bu da bizi bir sonraki ayrıma getiriyor.
Yol Ayrımı 3: Eşitsizlik (inequality)
Ülkeler içindeki eşitsizlik üçüncü çatalı temsil ediyor. Hem gelişmiş ekonomilerde hem de gelişmekte olan ülkelerde daha etkili sosyal politikaların uygulanmasıyla ülkeler arasındaki eşitsizlik ve fakir ve zengin ülkeler arasındaki mesafe inanılmaz derecede azaldı. Ancak ülkeler içindeki eşitsizlik arttı. Ülke içi eşitsizliğin artması, adalet, hakkaniyet ve sosyo-politik istikrarla ilgili diğer birçok soruyu daha da artırdı. Ancak belki de şaşırtıcı bir şekilde bu durum para politikası için de önemlidir. (6)
BIS’te yürütülen bir dizi araştırma, para politikasının eşitsizliğin fazla olduğu toplumlarda daha az etkili olduğunu gösteriyor. Çok basit bir ifadeyle, zengin hane halkı hem daha fazla tasarruf etme eğiliminde olduğundan hem de tüketimleri gelirlerine daha az duyarlı olduğundan, eşitsizliğin daha fazla olduğu toplumlar para politikası teşviklerine daha az tepki verebilir. Dahası, durgunluklar eşitsizliği artırma eğiliminde olduğundan olumsuz bir geri bildirim döngüsü ortaya çıkabilir. Daha eşitsiz toplumlar, genişletici para politikasına daha az tepki veriyor ve durgunluklardan daha yavaş toparlanıyor. Bu da onları daha eşitsiz kılıyor. Biz buna “eşitsizlik histerisi” diyoruz.
Merkez bankalarının eşitsizliğin para politikası etkinliği üzerindeki etkisini anlaması gerekiyor. Özellikle bu, Fed (Amerikan Merkez Bankası) ve Avrupa Merkez Bankası (European Central Bank-ECB) gibi bazı merkez bankalarının yapmaya başladığı, kendi görevlerini yerine getirirken yeni tür modelleme yaklaşımlarının araştırılması anlamına gelebilir. Buna ek olarak, maliye politikalarının, vergilendirmenin ilericiliği ve eğitim ve sağlık gibi kamu mallarına yapılan harcamaların kalitesi yoluyla günümüzün gelir eşitsizliklerine nasıl hitap ettiğini hesaba katabilirler; yapısal reformlar ve politikalar ise gelecekteki eşitsizliğin azaltılmasına yardımcı olabilir. Sosyal içerme için yenilikçi finansal teknolojinin teşvik edilmesi de dâhildir. Bu beni bir sonraki ayrıma getiriyor.
Yol Ayrımı 4: Dijital finansal yenilik (digital financial innovation)
Dijital finansal inovasyon dördüncü ayrımı temsil ediyor. Büyük veri, hızlı ödeme sistemleri ve dağıtık defter teknolojisi (distributed ledger technology-DLT) gibi teknolojik yenilikler hem finans sektöründe hem de reel ekonomide zemin kazanıyor. Bu, dijital ödemelerde, çevrimiçi borç vermede ve sigortada ve dağıtık defter teknolojisinin kripto ve merkezi olmayan finans (decentralised finance-DeFi) uygulamalarında görülebilir. BIS olarak biz, araştırmalarımızda ve aynı zamanda BIS İnovasyon Merkezi’nin uygulamalı çalışmalarında bu konuları araştırıyoruz.
Bu teknolojiler finansmana erişimin artmasına yardımcı oluyor ve birçok ülkede finansal katılımın teşvik edilmesinde önemli bir rol oynuyor. Dijital finanstaki teknolojik gelişmeler, bilgi işleme maliyetini önemli ölçüde azaltabilir ve (sosyal) sigorta ve bazen de yeni sözleşme düzenlemelerine gönüllü olarak uyma dâhil olmak üzere mevcut sözleşmeler dizisini genişletebilir. (7) Bu, prensipte tüketimin yumuşatılmasına ve refahın arttırılmasına yardımcı olarak daha fazla insanın yoksulluk tuzaklarından kaçmasına olanak sağlayabilir.
Dijital finansal inovasyon bu nedenle daha parlak bir gelecek potansiyeli sunuyor. Birlikte çalışabilen ortak platformlar geliştirir ve veri gizliliğini korursak, küresel bağlantıları güçlendirebilir ve kaynak tahsisini geliştirebiliriz. Ayrıca toplumlarımızın daha önce yetersiz hizmet alan ve daha yoksul kesimleri için finansal araçlar sunabiliriz. Ayrıca yeni, daha yaygın olarak bulunabilen ve daha kaliteli finansal ürünler aracılığıyla finansal sisteme olan güveni güçlendirebiliriz. Bu şekilde dijital inovasyon, daha verimli ve daha istikrarlı bir küresel finansal sisteme katkıda bulunabilir.
Ancak bunun bir de ters tarafı var. Teknolojiler aynı zamanda yoğunlaşmaya ve pazar gücüne izin verebilir ve yeni ayrımcılık türlerini tetikleyebilir. Net etkilerini değerlendirmek için mevcut teknolojik dönüşümün tüm yönlerine bakılmalı ve daha fazla veri ve kanıta göre hareket edilmelidir. Önemli olan dijital teknolojilerin nasıl uygulandığı ve özellikle kamu politikasının nasıl bir rol oynayacağıdır.
Bu potansiyeli yakalamak kamu ve özel sektörün birlikte çalışmasını gerektiriyor. Tüm teknolojik gelişmeler gibi dijital finansal ürünlerin gelişimi de iki ucu keskin bir kılıçtır. Sorumlu bir şekilde kullanıldığında, yeni teknolojiler herkes için daha fazla refah sağlayabilir, ancak aynı zamanda yeni ayrımcılık biçimlerine de yol açabilir. (8) Bunun nedeni, dijital inovasyonun aynı zamanda finans dünyasının parçalanmasına da yol açabilmesidir. Farklı sistemler, farklı kullanıcı gruplarını ve ülkeleri birbirinden ayırabilir. Küresel ölçekte, artan jeopolitik gerilimler bağlamında dijital inovasyon, jeopolitik fay hatları boyunca bölünmeyi ve parçalanmayı teşvik edebilir. Dijital teknolojiler, yerel düzeyde kötüye kullanıldığında, belirli azınlık gruplarına karşı daha karmaşık ve dolayısıyla daha az algılanan ayrımcılığa yol açabilir. Varlık fiyatlarındaki oynaklığı, bulaşıcılığı, coşkuyu artırarak ve örneğin akıllı telefon uygulamalarını kullanarak mevduat işlemlerini hızlandırarak küresel ve yerel finansal istikrara yeni zorluklar da getirebilirler. En uç durumda, bu eğilimler daha istikrarsız bir finansal sistemle sonuçlanabilir ve insanların paraya olan güvenini aşındırabilir.
Bu nedenle, dijital inovasyonda merkez bankası eylemleri önemlidir: Yeni denetim araçları ve daha fazla veri noktasıyla dijital inovasyonu daha verimli ve daha istikrarlı bir finansal sisteme yönlendirebilirler. Merkez bankaları, merkez bankası dijital para birimleri gibi yeni dijital araçlarla daha hızlı ödeme sistemleri geliştirebilir ve uygulamayı düşünebilir. Aynı zamanda, fiyat ve finansal istikrarın güvenilir koruyucuları olarak geçmiş performanslarını geliştirebilirler. Bir merkez bankasının güvenilirliğini yeni dijital araçlara vermek, yeni bir kamu yararı biçimi sunuyor. Bununla birlikte, kripto varlıkların uygun bir düzenleyici çerçeve olmaksızın katlanarak gelişmesi, şimdiye kadar insanların karar verme süreçlerinin çoğunun otomatikleştirilebileceği potansiyel dramatik değişikliklerin birçok sinyalinden sadece bir tanesidir. Eğer bu büyük ölçekte meydana gelirse, yeni teknolojilerin nasıl, ne zaman ve kime yayılacağına karar verirken etik değerlerimizin her zaman kritik bir rol oynamasını sağlayan gerekli kontrol ve dengeleri sağlayan insani kurumsal ortamlarımızdan çok fazla süreç kaçacaktır. Yuval Harari bizi bu önlemleri kaybetmemeye karşı uyardı (9) ve bir sonraki ve son ayrımı tanıttı.
Yol Ayrımı 5: Yapay zekâ (artificial intelligence)
Gelecekte bir noktada algoritmalar toplumlarımızın kararlarının tamamını olmasa da çoğunu belirleyecekse, bu kesinlikle Taylor kuralının bir formunun para politikası kararlarına mekanik olarak uygulanmasının ötesine geçecektir. Yapay zekâdaki son sıçramalar beşinci ve son çatalı temsil ediyor. Yapay zekâ, otomatikleştirilebilecek rutin görevleri büyük ölçüde genişleterek üretkenlikte sıçramalar vaat ediyor. Verimlilik artışları özellikle sağlık ve eğitim gibi temel kamu malları için geçerli görünüyor. Geçtiğimiz on yıllarda, sağlık ve eğitim maliyetleri, fiziksel malların fiyatlarına göre arttı, çünkü bu kamusal mallara yönelik artan talep, üretkenlikteki orantılı bir artışla karşılanamadı. Yapay zekâ, sağlık hizmetleri ve eğitim verimliliğinde tam olarak böyle bir artış vaat ediyor: Yapay zekâ hemşirelerinin semptomları insan doktorlardan daha doğru bir şekilde analiz ettiğini hayal edelim. Veya yapay zekâ öğretim asistanlarının soruları anında yanıtladığını ve kavramları profesörlerden daha iyi açıkladığını hayal edelim. Böylece yapay zekâ, sağlık hizmetlerinin ve eğitimin doğasını kökten değiştirebilir, böylece belki de maliyetleri düşürebilir ve erişimi daha da demokratikleştirebilir. Ama bir şey var ama…
Aslında yapay zekâ teknolojisindeki ilerlemenin potansiyel olarak zorlayıcı yönleri de vardır. Büyük veriler ve bilgisayar gücünün ölçeklenebilirliği göz önüne alındığında, doğrusal olmayan gelişmeler, yani yapay zekâ yeteneklerinde büyük sıçramalar için gerçekçi bir şans söz konusudur. Engellenmemiş yeteneklere sahip yapay zekâ, uygun şekilde denetlenmediği takdirde bilinmeyen bir rol oynayabilir. Yorulmak bilmez yapay zekâ gözetimi insan faaliyetlerini izleyebilir, inovasyonun ve epistemolojik devrimlerin temeli olan insanların eleştirel düşüncesini kontrol edebilir ve azaltabilir. Daha olumlu bir senaryoda bile, genişleyen ekonomik, sosyal ve politik karar alma mekanizmaları üzerindeki kontrolümüzü kaybedebiliriz. Ayrıca yapay zekâ, insanlar için yeni faaliyetlerin yaratılmasıyla orantılı olmayan bir hızda, milyonlarca yarı vasıflı ve hatta vasıflı işin yerini alabilir. Böylece, birçok sektörde vasıflı işsizliğin artması riski göz ardı edilemez, bu da sosyal refah sistemlerimizi daha da zorluyor. Yapay zekânın istihdam üzerindeki dağıtımsal sonuçlarına ilişkin bu endişe, Daron Acemoğlu ve Simon Johnson tarafından yeni kitapları ‘Power and Progress’te dile getiriliyor. (10)
Ayrıca yapay zekâ gelişimi, potansiyel yeni bir yaşam formu hakkında etik ve pratik soruları gündeme getiren yeni, biyolojik olmayan bir zekâ biçimini temsil edebilir. İnsanların insan haklarına sahip olduğunu biliyoruz ancak yapay zekâya nasıl adil davranmalıyız?
Bu nedenle yapay zekâ hepimiz için benzeri görülmemiş zorluklar ortaya çıkarıyor. Merkez bankalarının yapay zekâ yardımıyla fiyat ve finansal istikrarı izleme yetkilerinin arttığı görülebilir. Aynı zamanda, yapay zekânın fiyat ve finansal istikrar ile ilgili önemli kararları devralması ve şimdiye kadar merkez bankacılığının “sanatı” olan şeye meydan okuması ihtimali de mevcuttur: verileri analiz etmek, senaryoları projelendirmek ve tahminlerde bulunmak için birçok modele güvenme; ancak her zaman, risk dengesini değerlendirmeye yönelik dengeleyici eylemin insanlar tarafından, oldukça karmaşık, meslektaşlar arası bir şekilde, iyi test edilmiş bir kurumsal yapıya sahip ve toplumun ve temsilcilerinin incelemesi altında birçok modele güvenme. Sizin nesliniz bu yeni zorluklar üzerinde en kısa zamanda düşünmek zorunda kalacaktır.
Sonuç
Merkez bankaları bir yol ayrımındadır. Beş büyük yol ayrımı hâlihazırda bizimle birliktedir: (1) enflasyonun hedefe yakınsaması için “son adım”; (2) iklim değişikliği; (3) eşitsizlik; (4) dijital yenilik ve (5) yapay zekâ. Merkez bankalarının yol ayrımları konusunda bugün yapacağı tercihler, önümüzdeki yıllarda makroekonomik koşulları etkileyecektir. Merkez bankalarının toplumlarda oynadığı önemli rol göz önüne alındığında, bunların sonuçlarını dikkate almaları gerekecektir. Bu zorluklara daha iyi yanıt verebilmek için merkez bankacılığı topluluğunda çeşitlilik ve katılım kültürünün geliştirilmesine de yardımcı olmanız gerekecektir.
Bu zorlukların birleşik etkilerini kavramak zordur; bunun nedeni, farklı yol ayrımları arasında alınan kararlar arasındaki belirsiz etkileşimdir. Açık bir sonuç, geleneksel ekonomik ve parasal modellerimizin bu karmaşıklığı yakalayacak şekilde tasarlanmadığı ve merkez bankası politikalarına rehberlik edecek yeni yenilikçi modellere ve yaklaşımlara ihtiyacımız olduğudur. Hâlihazırda birçok durumda makro ihtiyati araçlar, varlık alımları, belirli durumlarda piyasa müdahaleleri ve yeni iletişim biçimleri gibi daha fazla aracı araç setimize dâhil ediyoruz ve para politikasını daha etkili bir şekilde kalibre edebiliyor ve yeni sorunlarla mücadele edebiliyoruz. Ortaya çıkan riskler nedeniyle modellerimizi takip edilebilir tutmamız ve toplumdaki rolümüzü ve işlevimizi iletme konusunda bir miktar basitliği korumamız gerekiyor.
Ayrımlara veya karşılaşmanız muhtemel zorluklara baktığınızda, özetle bunların hepsi para politikası yapımına yön veren mevcut parametreleri veya genellikle faiz oranı ve işsizlik için nötr seviye kavramıyla ilişkilendirilen “yıldızları” etkiler. İşgücü arzındaki yapısal değişiklikler, yeniden kıyıya bağlama, ticaret için yeni bir coğrafya, jeopolitik gerilimler ve ekonomilerimizin yeşillendirilmesi, görünüşe göre maliyetleri artıran faktörlerdir. Açıkçası, daha fazla dijital finansal yenilik ve yapay zekâ kullanımıyla ilişkili olanlar gibi pek çok değişiklik zamanı gelince üretkenliği artıracaktır. Ancak tüm bunların birleşik net etkilerini ve özellikle bu faktörlerin her birinin ve tümünün ortaya çıkacağı zamanlamayı değerlendirmenin zor olacağı bir dönemden geçmeniz gerekecektir. Öyleyse, geleceğin politika yapıcıları olarak sanatınız, gelecekteki bu ödünleşimleri, bunların geçici veya daha kalıcı doğasını analiz etmek ve fiyat ve finansal istikrarı korumaya yönelik kararlı ve güvenilir bir strateji oluşturmak olacaktır. Bunu yapacağınıza ve politika eylemleriniz için uygun yoğunluk ve doğru zamanlamayla hedeflerinize başarıyla ulaşacağınıza inanıyorum. Ayrıca toplumların gerçekleştirmenizi zorunlu kılabileceği diğer olası hedefler üzerinde de düşünebilirsiniz. Son olarak, daha önce de belirtildiği gibi, bu zorlukların çoğunun dağıtımsal sonuçları vardır: Gelecekteki hazine departmanındaki meslektaşlarınızın bu yeni finansman ihtiyaçlarına yanıt vermek için mali politikalarını nasıl tasarlayacaklarını da analiz etmeniz gerekebilir.
Yukarıda bahsettiğim beş yol ayrımı, üzerinde düşünülmesi gereken zorluklar olsa da, ilerlemenin yolu belki de onlarla karşılaşıldığında umutsuzluğa kapılmamak ve her şeyi kucaklamaya çalışmamak, ancak Tinbergen’in ayırma ilkesinin geleneksel bilgeliğini kullanmak ve tanımlanmış hedefler ve araçlarla, kamu yararına en iyi şekilde hizmet etme amacına sahip politika çerçeveleri oluşturmaya çalışmaktır. Ve bugün merkez bankacılığı alanında diploma alan akıllı genç öğrencilere baktığımda, hepinizin merkez bankacılığı için bu kritik zorlukların üstesinden gelme yolunda ilerleme kaydedilmesine yardımcı olacağınızdan kesinlikle eminim.
Teşekkür ederim.
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.