Markaların İdari İptaline İlişkin Taslak Düzenlemeye Dair Değerlendirmeler

10 Ocak 2017 tarihinde yürürlüğe giren 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu (‘SMK’), marka iptal yetkisinin Türk Patent ve Marka Kurumu’na verilmesini öngören 26. madde ile yeni bir yasal düzenleme getirmiştir. Kısaca “idari iptal” müessesesi olarak anacağımız bu düzenlemenin yürürlük tarihi ise Kanun koyucu tarafından 10 Ocak 2024 olarak öngörülmüştür. İdari iptal müessesinin işleyişine dair usul ve esaslara ilişkin yürütme işlemi olması öngörülen “Sınai Mülkiyet Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik Taslağı” ise Türk Patent ve Marka Kurumu tarafından 20 Ekim 2023 tarihinden 3 Kasım 2023 tarihine kadar kamuoyunun görüşüne açılmıştır. 10 Ocak 2023 tarihine günler kalmasına rağmen, Kurum tarafından henüz kamuoyu görüşlerinin değerlendirilmesine ilişkin bir açıklama veya taslak değişikliğine ilişkin duyuru yapılmamıştır. Bu çalışmamızda Yönetmelik Taslağı ile getirilen usul ve esasların işleyişine dair düzenlemeleri, uygulama perspektifinde ortaya çıkabilecek sorunları ele alarak değerlendireceğiz.

Yönetmelik Taslağının şekli yapısına baktığımızda, idari iptal müessesesinin, kanundaki sistematikten ayrılarak, ayrı bir bölümde değil ancak ‘İtiraz, Kullanımın İspatı, İptal ve Uzlaşma’ başlıklı kısımda ele alındığını görüyoruz. Bu yaklaşımın Kurum’un idari kararlarına ilişkin düzenlemelerin birlikteliği açısından bir bütünlük yaratma çabasından kaynaklandığını düşünüyoruz. Ancak markanın sicilden terkini sonucunu ortaya çıkaran bu kadar radikal bir müessesenin aynen kanunda öngörüldüğü şekilde ayrı bir bölümde düzenlenmesinin sistematik açıdan daha doğru ve ihtiyaca cevap verecek özel düzenlemeler için daha pratik bir yaklaşım olacağı kanaatindeyiz.

İdari iptal müessesesinin kapsamına baktığımızda daha çok SMK m. 9 ile getirilen kullanmama sebebiyle iptal meselesi gündemde olsa da 26. Madde’nin yürürlüğe girmesi ile kanunda düzenlenen diğer iptal hallerine ilişkin yetkinin de mahkemelerden Kurum’a geçeceğinin bir kez daha altını çizmekte fayda görüyoruz. Bu kapsamda marka sahibinin fiillerinin veya gerekli önlemleri almamasının sonucu olarak markanın, tescilli olduğu mal veya hizmetler için yaygın bir ad hâline gelmesi, marka sahibi tarafından veya marka sahibinin izniyle gerçekleştirilen kullanım sonucunda markanın, tescilli olduğu mal veya hizmetlerin özellikle niteliği, kalitesi veya coğrafi kaynağı konusunda halkı yanıltması ve garanti markası veya ortak marka teknik şartnamesine ilişkin düzenlemeye aykırı kullanımın da birer iptal sebebi olarak düzenlendiği dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu anlamda Kurum’un yürürlük tarihinde bu geniş yelpazeyi karşılayacak altyapı ve nitelikli işgücüne sahip olması çok önemlidir.

Diğer yandan Yönetmelik Taslağının iptal talebinin şekli unsurlarına ilişkin oldukça detaylı şartlar getirdiğini görmekteyiz. Bu şekli düzenlemelere uygun olmayan taleplerin ise ayrıca bir bildirime gerek kalmaksızın hiç yapılmamış sayılacağı düzenlenmiştir. Bu anlamda talep sahiplerine iptal taleplerinin hazırlanmasında ciddi bir özen yükümlülüğü getirilmiş olmasını, müessesenin kötü niyetli veya yıpratıcı kullanımının önüne geçilmesi açısından olumlu bir adım olarak değerlendiriyoruz. Keza henüz belirli olmamakla birlikte iptal taleplerine ilişkin ücretin de bu anlamda ciddi talepler için ayırt edici nitelikte olmasını beklemek yersiz olmayacaktır. Bu noktada Yönetmelik Taslağı bu şekilde yürürlüğe girerse, her bir iptal talebinin tek bir tescilli markaya yöneltilecek şekilde öngörüldüğünü, bu anlamda tek bir talep ile aynı marka sahibine ait birden fazla markaya karşı tek talep yöneltilmesinin mümkün olmayacağını belirtmek gerekir.

İptal talebi sürecinin yürütülmesi esnasında ise talebin ardından marka sahibine bir aylık süre içinde cevap ve delillerini sunması için süre verileceği öngörülmüştür. Bunun dışında Kurum’un ‘gerekli gördüğü takdirde’ taraflara ek bilgi ve belge sunulması veya bunlarla ve gerekçelerle ilgili açıklamada bulunulması için bir aylık süre verebileceği öngörülmüştür. Bu aşamanın Kurum’un takdirinde olduğu, dolayısı ile yürürlük tarihine kadar mahkemeler önünde cevaba cevap ve ikinci cevap imkânı da veren sürecin, yönetmelik bu şekliyle yürürlüğe girdiği takdirde kendiliğinden işlemeyeceğini anlıyoruz. Dolayısı ile hukuk güvenliği ilkesi çerçevesinde Yönetmelik Taslağındaki usulün sakıncalar doğurabileceğini göz ardı etmemek gerekir.

Son olarak iptal kararının etkisi konusuna göz atacak olursak, kanunda da öngörüldüğü şekilde iptal kararının kural olarak talep tarihinden itibaren etkili olacağı Yönetmelik Taslağında da aynen yer almıştır. Bununla birlikte Yönetmelik Taslağında, talepte açıkça belirtilmesi şartı ile geriye dönük etki sağlanabileceği belirtilirken, kanunda geçen ‘iptal hâllerinin daha önceki bir tarihte doğmuş olması hâlinde’ ifadesinin zikredilmediğini görmekteyiz. Buna karşın Yönetmelik Taslağı, kanunda öngörülmemiş olan ‘talep sahibinin meşru menfaati’ şeklinde ek bir koşul daha getirmektedir. Her ne kadar bu iki ifade benzer konuları düzenliyormuş gibi gözükse de birebir örtüştüğünü söylemek mümkün değildir. Dolayısı ile kanundaki iptal hallerinin önceki bir tarihte doğmuş olması şartının yanı sıra ayrıca meşru menfaate yönelikte de bir ispat yükü getirildiğini söylemek mümkündür. Bu yönüyle talep sahibine getirilen bu ek külfetin yürütme işleminin kanuniliği yönünden sakıncalar doğurabileceğini belirtmekte fayda görüyoruz.

Nihayet Yönetmelik Taslağında iptal kararın Kurum’un mevcut organlarından biri tarafından mı yoksa yeni ihdas edilecek bir organ tarafından mı verileceğine dair bir belirleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte Kurum tarafından verilen nihai iptal kararların Sicile kaydedileceğini düzenlemektedir. Ancak ilan edilmiş olan nihai kararlara karşı dava açılması ve bu nihai kararın ortadan kaldırılması halinde, ilanın ardından gerçekleşmiş olabilecek yeni tescillerin akıbeti bir soru işareti olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer yandan SMK Geçici m.4 uyarınca yürürlük tarihinden önce açılmış iptal davalarını yürütme yetkisinin mahkemelerde kalacağının açıkça belirtilmiş olması karşısında, devam eden davalarla çakışan taleplerin derdestlik sebebiyle, nihai olarak sonuçlandırılmış davalarla çakışan taleplerin ise kesin hüküm sebebi ile Kurum tarafından reddedilmesi gerekeceği kanaatindeyiz.

Aksine bir yasal düzenleme ile ertelenmediği takdirde çok kısa bir süre içinde yürürlüğe girecek olan idari iptal müessesesi kuşkusuz uygulamada birçok soruya ve muhtemel sorunlara gebedir. Bu anlamda Kurum’un sektör paydaşlarından gelen cevaplar sonrası Yönetmelik Taslağına nihai halini ne şekilde vereceği sağlıklı bir süreç yönetimi için şüphesiz azami önem taşımaktadır.

Ceren Gülal Karakuş, 2007 senesinde Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Paris-II Panthéon-Assas Üniversitesi Karşılaştırmalı Hukuk Enstitüsü’nde Fransız, Avrupa ve Uluslararası Ticaret Hukuku alanındaki yüksek lisansını 2008 senesinde tamamlamıştır. 2009 yılından bu yana İstanbul Barosu’na kayıtlı olan Karakuş aynı zamanda marka vekilidir. Bir dönem Türkiye’nin en köklü Bankalarından birinde Müfettiş Yardımcısı olarak görev alan Karakuş, Türkiye’nin önde gelen hukuk bürolarında deniz ticaret hukuku, sermaye piyasası, kredi ve finansman projeleri, birleşme devralmalar, halka açık şirketlerde mevzuata uyum ve kurumsal yönetim süreçleri ile şirket kuruluşu alanlarında çalışmıştır. Bir yazılım şirketinin hukuk müşavirliği görevini yürütürken 2017 senesinde DP Hukuk & Danışmanlık Bürosu’nun ortağı olarak faaliyetlerini sürdürmüştür. 2019-2023 arasında Strasbourg’a yerleşerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde hukukçu olarak göreve yapmıştır. Halihazırda Pekdinçer hukuk Bürosu’nun ortaklarından biri olup, danışmanlık, avukatlık ve marka vekilliği alanlarındaki çalışmalarına devam etmektedir.