Günümüz toplumlarında kalkınma siyasal süreçlerin etki ettiği bütüncül bir kavramdır. Eğitim ise bir ülkenin geleceğini ve gelişmişliğinin birincil ölçütünü oluşturan kalkınmanın en önemli unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Eğitim,a ülkedeki refah ve ekonomik özgürlük seviyesinin artmasının temel taşı olarak tanımlanabilir.a Gelişmiş ülkelerde bütçe yatırımlarının aslan payı, eğitime ayrılmaktadır. Bununla birlikte, eğitime yapılan yatırımların sonuçlarını elde etmek uzun zaman almaktadır. Bu nedenledir ki eğitimin devlet politikası yerine hükümet politikası olarak ela alındığı siyasi yapılarda: Siyasi iktidarların oluşturduğu yatırım bütçesinde eğitime gerekli öncelik tanınmamış ve yatırımlar yapılmamıştır. Başka bir deyişle siyasiler, eğitim yatırımlarının geri dönüşünün uzun vadeli olması sebebi ile bu alanda süregelen ve aşılması gereken sorunları ya ötelemekte ya da çözün önerilerine yönelik çalışmaları iptal edilme durumu ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Devletler bütçelerinde oluşan gider kalemlerini büyük ölçüde vergiler ile sağlamaktadır. Sözlük anlamı olarak vergi; “kamu hizmetlerine harcanmak üzere devletin ve yerel yönetimlerin yasalara göre doğrudan doğruya ya da bazı mal ve hizmetlerin fiyatları üstüne koyarak dolaylı yoldan yurttaşlardan topladığı para” olarak tanımlamaktadır. Tanımdan da anlaşıldığı üzere vergiler, doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki türlü oluşmaktadır. Araştırmalara göre gelişmiş ülkelerde toplanan verginin büyük bir oranı kurumlar vergisi veya gelir vergisi gibi yöntemler ile doğrudan vergi olarak toplanmaktadır. Doğrudan verginin adil bir şekilde toplanamadığı ülkemizde toplanan vergilerin ağırlıklı yoğunluğu çeşitli tüketim ürün ve hizmetlerin üzerinden alınan dolaylı vergiler ile toplanmaktadır. Özel tüketim vergisi ve katma değer vergisi bunun en büyük örneği ve kalemini oluşturmaktadır.
Ülkemizde de serbest piyasa ekonomisine geçiş ve dünya ekonomileri ile bütünleşme sürecinde kullanılmaya başlayan katma değer vergisi ilk kez 1984 yılında 3065 sayılı kanun ile yürürlüğe girmiştir. Daha önce olmayan bu vergi bir tüketim vergisi olma özelliğine sahiptir. Katma Değer Vergisi pek çok ülkede olan ve harcama üzerinden alınan bir dolaylı vergi türü olarak karşımıza çıkmaktadır. Alınan ürünün veya hizmetin zaruri lüks ve benzeri ayrımına göre Cumhurbaşkanlığının çıkardığı (parlamenter sistemde Bakanlar Kurulunun) yasal düzenlemeler ile yüzde 1 ila yüzde 18 oranları arasında değişik oranlarda uygulanmaktadır. Türkiye’de Eğitim alanında verilen hizmetlerde dönemsel olarak örgün ve yaygın eğitim alanlarında Katma Değer vergisi %0 dan %18 e kadar değişik oranlarda uygulanmıştır.
Milli Eğitim Temel Kanunu 18 maddesinde belirtildiği üzerea “Türk milli eğitim sistemi, örgün eğitim ve yaygın eğitim olmak üzere, iki ana bölümden kurulur. Örgün eğitim, okul öncesi eğitimi, ilköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim kurumlarını kapsar. Yaygın eğitim, örgün eğitim yanında veya dışında düzenlenen eğitim faaliyetlerinin tümünü kapsar.” şeklinde düzenlenmiş olup Yaygın eğitimi için “Yaygın eğitimin özel amacı, milli eğitimin genel amaçlarına ve temel ilkelerine uygun olarak, örgün eğitim sistemine hiç girmemiş yahut herhangi bir kademesinde bulunan veya bu kademeden çıkmış vatandaşlara, örgün eğitimin yanında veya dışında”, verilen eğitimler olarak açıklık getirilmiştir.
Ülkemizde Örgün eğitim alanında faaliyet gösteren özel okullar, Anayasanın 42. Maddesi, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu,a 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ve bu kanunlara dayanılarak çıkartılan Milli Eğitim Bakanlığı Özel Eğitim Kurumları Yönetmeliği ve ilgili diğer yasal mevzuatlar çerçevesinde faaliyet göstermektedirler. Yine aynı şekilde yükseköğretim kurumları (Üniversitelere ve Meslek Yüksekokulları) ise Anayasanın 130. Maddesi, 2547 saylı Yükseköğretim Kanunu, Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği ve sair ilgili mevzuatta çerçevesinde faaliyet göstermektedirler.a Üniversiteler, Anayasanın 130 maddesi kapsamında devlet eliyle ve vakıf eliyle olmak üzere iki şekilde kurulmaktadır. Kuruluş aşamasından sonra gerek devlet eliyle gerekse vakıf eliyle kurulan üniversiteler 2547 sayılı kanun ve bu kanuna dayanarak çıkartılan yönetmelikler kapsamında faaliyet gösteren kamu kurumlarıdır. Mali ve idari yönden özerk olan vakıf üniversiteleri devlet üniversitelerinden ayıran en önemli ayrımlardan bir de vakıf üniversitelerinin katma bütçeye tabi olmayıp özel bütçeye tabi olmasıdır. Başka bir anlatımla vakıf üniversiteleri kendi bütçelerini kendileri yaratmaktadırlar. Ülkemizde vakıf yükseköğretim kurumlarının oluşumu 1982 Anayasası ile birlikte ortaya çıkmıştır. İlk olarak da 1986 yılında faaliyete geçmiş ( Bilkent Üniversitesi ) olup Ülkemizde uluslararası ölçekte vakıf üniversitesi kavramı bu bağlamda çok daha yeni olup daha oluşum aşamasındadır diyebiliriz. a a Bu bağlamda henüz oluşum aşamasında olan vakıf üniversitelerinin gelirlerin en büyük kalemini eğitim ücretinden sağlamaktadır.
Anaokulundan liseye kadar eğitim hizmeti vermek amacı ile gerçek ve/veya tüzel kişiler tarafından kurulan/işletilen özel okullar ise Türk Ticaret Kanunu kapsamında her ne kadar tacir sıfatında iseler de 12 yıllık zorunlu örgün eğitim hizmeti verdikleri unutulmamalıdır. Bu özel okullarda işleyişe ilişkin olarak eğitim-öğretim, a yönetim, denetim, gözetim ve personel çalıştırılmasına ilişkin usul ve esasları Milli Eğitim Bakanlığı’nca yapılmaktadır. 5580 sayılı kanunun 12.maddesinin 1 paragrafında belirtildiği üzere Özel Okullar; “Kurumlar faaliyetlerini sadece kazanç sağlamak için düzenleyemezler. Ancak, Türk milli eğitiminin amaçları doğrultusunda eğitimin kalitesini yükseltmek, gelişmelerine fırsat ve imkan verecek yatırımlar ve hizmetler yapmak üzere gelir sağlayabilir”. Dolayısı ile ilgili yasal düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; özel okullar, katma bütçeye tabi olmayan, kuruluşu, faaliyeti ve harcaması tamamı ile kamu tarafından denetlenen bir nevi özel bütçeye tabi kamu hizmeti veren özel hukuk gerçek ve/veya tüzel kişileri olduğu kanaatindeyiz.
Bu bağlamda özel okullar, her ne kadar vakıf üniversiteleri gibi kamu kurumu sayılmasalar da faaliyet alanının büyük çoğunluğu kamu hukukunu ilgilendirmektedir. Zira Anayasanın 42. Maddesi çerçevesinde 12 yıllık zorunlu eğitim kapsamında faaliyet göstermekte oldukları göz ardı edilmemelidir. a Yukarıda da bahsettiğimiz üzere eğitim-öğretim, yönetim, denetim, gözetim, personel çalıştırılmasına ilişkin usul ve esasları Milli Eğitim Bakanlığı’nca yürütülmektedir. Ve ayrıca Özel Okul işleten gerçek veya tüzel kişilerin 5580 sayılı kanunun 12.maddesinin 1 paragrafında belirtildiği üzere “Kurumlar faaliyetlerini sadece kazanç sağlamak için düzenleyemezler. Ancak, Türk milli eğitiminin amaçları doğrultusunda eğitimin kalitesini yükseltmek, gelişmelerine fırsat ve imkan verecek yatırımlar ve hizmetler yapmak üzere gelir sağlayabilir” hükmü gereği faaliyette bulundukları göz ardı edilmemelidir.
Eğitim hakkı, pek çok uluslararası belgede insan haklarının ön koşulu olarak yer almaktadır. Zira diğer haklarının kullanılabilmesi ve hak ihlallerine karşı mücadele edilebilmesi, için öncelikle bireylerin eğitilmesi zorunlu bir hak ve ödevdir. Belirttiğimiz üzere günümüz de eğitim, uluslararası sözleşmelere de girmiş bir haktır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de eğitim hakkı ayrı bir madde başlığı olarak açılmış ve tarif edilmiştir. Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 saylı kararı ile ilan edilen ve TBMM tarafından 6 Nisan 1949 tarihinde Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul edilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 26 maddesinde eğitim hakkı;
- Herkes, eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel öğrenim aşamalarında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitim herkese açıktır. Yükseköğrenim, yeteneğe göre herkese eşit olarak sağlanır.
- Eğitim, insan kişiliğinin tam geliştirilmesine, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel gruplar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu yerleştirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki etkinliklerini güçlendirmelidir.
- Ana-babalar, çocuklarına verilecek eğitimi seçmede öncelikli hak sahibidir.
Yine aynı şekilde taraf olunan Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi olarak anılan İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme ’ye Ek Protokol (Paris, 20.3.1952) Eğitim hakkını 2.maddede;
Hiç kimse eğitim hakkından yoksun bırakılamaz. Devlet, eğitim ve öğretim alanında yükleneceği görevlerin yerine getirilmesinde, ana ve babanın bu eğitim ve öğretimin kendi dini ve felsefi inançlarına göre yapılmasını sağlama haklarına saygı gösterir.
Şeklinde düzenlenmişlerdir.
Anayasamızın 42. Maddesinde düzenlenen eğitim hakkı kavramı ise
Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.
Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.
Eğitim ve öğretim hürriyeti, Anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmaz.
İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır.
Özel ilk ve orta dereceli okulların bağlı olduğu esaslar, Devlet okulları ile erişilmek istenen seviyeye uygun olarak, kanunla düzenlenir…
Şeklinde düzenlenmiştir.
Tüm bu ulusal ve uluslararası tanımlamalar ve kavramlar ışığında Eğitimin temel bir insan hakkı olduğunu tartışmasız bir şekilde ortaya koymuştur. Bu durumda temel bir insan hakkı olan eğitim devlerin kamusal sorumluluğundadır. Yani devlet herhangi bir ayrım gözetmeksizin tüm vatandaşlarına, nitelikli eğitimi parasız olarak sunma görevini yüklemiştir. Eğitimin kamusal bir sorumluluk değil, parayla alınabilen bir mal olması ise onun bir hak değil, kişilerin maddi olanaklarına göre yararlanılabilen bir ayrıcalık durumuna dönüşmesine yol açmaktadır (Özsoy, 2004). Eğitimin hak olarak görülmesi devlete bir sorumluk yüklerken, bir hak değil de gereksinim olarak algılanması bu sorumluluğun ailelere ve bireylere devredilmesi anlamına gelir. Evrensel bir kavram olan Eğitim hakkının devlete ve topluma yükümlülük getiren önemli uluslararası belgelerden biri Yükseköğretim Kurumlarının Özerkliği ve Akademik Özgürlük Üzerine Lima Bildirgesidir (6-10 Eylül 1988). Bildirgede eğitim hakkına ilişkin olarak, eğitim hakkının sağlanmasına yönelik kaynağın ayrılması sorumluluğunu devletlere yüklemekte, özgürlükçü ve eşitlikçi bir içerik öngörmektedir. Bildirgenin değindiği önemli noktalardan biri de eğitimin “olumlu bir toplumsal değişimin aracı” olması ve “statükonun değiştirilmesine katkıda” bulunması gerektiğidir.a Türkiye de 1980 sonrası neoliberal politikaların yön verdiği dönemde yapılan 1982 anayasası ile de gelişme alanı bulan eğitim politikaları; sağlık, güvenlik, gibi diğer kamusal hizmet alanlarında olduğu gibi, bütünsel bir dönüşüm yaşanmaya başlanmıştır. Özelikle hukuki altyapısı da tamamlanan liberal eğitim politikaları ile 1985’de Türkiye genelinde yaklaşık 300 özel okulu bulunurken bu sayı 2001-2002 örettim yılında 1780’e iken 2019-2020 eğitim öğretim döneminde bu sayı 13.870 ulaşarak kontrolsüz bir şekilde artmıştır. Bu da eğitimde ticarileşmenin önünü açmıştır.
Hizmet, Katma Değer Vergisi Kanunun 4 maddesinde “teslim ve teslim sayılan haller ile mal ithalatı dışında kalan işlemlerdir. Şeklinde tanımlanmış, “Bu işlemler; bir şeyi yapmak ve işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi, şekillerde gerçekleşebilir.” Şeklinde açıklamıştır.
- Bir hizmetin karşılığının bir mal teslimi veya diğer bir hizmet olması halinde bunların her biri ayrı işlem olup, hizmet veya teslim hükümlerine göre ayrı ayrı vergilendirilirler.
Hizmet sayılan haller: ise madde 5 de “Vergiye tabi bir hizmetten, işletme sahibinin, işletme personelinin veya diğer şahısların karşılıksız yararlandırılması hizmet sayılır.
Şeklinde tanımlanmıştır.
Ülkemizde Katma Değer Vergisi Kanunu’nun 28. maddesinin Bakanlar Kuruluna verdiği yetkiye dayanılarak yayımlanan 2007/13033 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile Kararname ekia (II) sayılı listede yer alan teslim ve hizmetler için %8, olarak belirlenmiştir.a (II) sayılı listenin B/15. sırasında yer alan, üniversite ve yüksekokullar ile 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu, 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu ve 573 sayılı Özel Eğitim Hakkında Kanun Hükmünde Kararname kapsamında verilen eğitim ve öğretim hizmetlerine %8 oranında KDV uygulanmaktadır. Uygulamada hali hazırda Katma Değer Vergisi Kanunu’nun (17/2-b) maddesinde; 8.2.2007 tarihli ve 5580 sayılı Kanun hükümlerine tabi özel okullarca bedelsiz verilen eğitim ve öğretim hizmetlerinde ilgili dönemdeki kapasitelerinin (% 10)’ unu, Üniversite ve yüksekokullarda ise (%50)’ sini, a geçmemek üzere verilen bedelsiz eğitim ve öğretim hizmetlerinin KDV’den istisna olduğu hüküm altına alınmıştır. Bedelsiz eğitim ve öğretim hizmetleri ile yurt hizmetleri, kısmi burs ve tam burs uygulanması suretiyle yapılabilmektedir.a Yukarıda belirtilen sınırlar dahilinde tam burs uygulanarak verilen hizmetler için ise KDV hesaplanmamakta, yüklenilen KDV de kanunun (30/a) maddesi uyarınca indirim konusu yapılamamaktadır. Ancak bu kısıtlanın doğru ve yeterli olmadığı kanaatindeyiz. Zira özel okullar eliyle yapılan 12 yıllık zorunlu eğitim devletin ödevi ve görevidir.
Belirttiğimiz üzere ülkemizde örgün eğitim, devlet eliyle ayrıca devletin denetim ve gözetimiyle özel okullar ve vakıf üniversiteleri aracılığı ile yapılmaktadır. 12 yıllık zorunlu örgün eğitim üzerine inceleme yaptığımızda Milli Eğitim Bakanlığının 2019-2020 eğitim öğretim denemi için açıkladığı istatistiklere göre ülkemizdeki mevcut okul sayısı 68.589 e yükselmiştir. Bunun 13.870’ini özel okullar oluşturmaktadır. Yükseköğretim hariç örgün eğitim de okuyan toplam öğrenci sayısı 18.241.881 olup, bunun 1.468.198’i özel okullarda eğitim öğretimine devam etmektedir. Bu da demektir ki yaklaşık bir buçuk milyon aile 12 yıllık zorunlu eğitim yükünü devletin üzerinden almışlardır. Aşağıdaki Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan eğitim harcamalarına ilişkin tablolar yer almaktadır.
Tabloyu incelediğimizde Eğitim harcamasının gayrisafi yurtiçi hasıla içindeki payı 2018 yılında %5,8 iken, 2019 yılında %6,0 olduğu. 2011 yılından itibaren a artan bir grafik çizdiği görülmektedir. Bu artış enflasyon ve diğer etkenlerden arındırıldığında daha düşük de olsa artış gözlenmeye devam etmektedir. Türkiye’de özel kurumlarca yapılan harcamaların %38,4’ü ortaöğretime, %36,8’i yükseköğretime yapıldığı gözlemlenmiştir. Türkiye’de 2019 yılında yapılan eğitim harcamalarının %74,0’ı devlet tarafından finanse edildiği görülmektedir. Eğitim harcamaları içerisinde hane halklarının yaptığı harcamaların payı ise %20,8 olduğu tespit edilmiştir.
a
Eğitim düzeylerine göre öğrenci başına eğitim harcaması, 2018,2019 |
||||
Eğitim düzeyi | Yıl
|
Eğitim harcaması
|
Öğrenci başına yapılan harcama
|
Öğrenci başına yapılan harcama |
a Milyon TL | Milyon TL | a USD | ||
Toplam | 2018(r) | a 219 363 | a 10 005 | a 2 075 |
a | 2019 | a 259 220 | a 11 769 | a 2 071 |
Okul öncesi | 2018(r) | a 13 552 | a 8 804 | a 1 826 |
2019 | a 15 855 | a 9 886 | a 1 740 | |
İlkokul | 2018(r) | a 35 657 | a 6 854 | a 1 421 |
2019 | a 47 018 | a 8 914 | a 1 569 | |
Ortaokul | 2018(r) | a 40 948 | a 7 296 | a 1 513 |
2019 | a 51 763 | a 9 127 | a 1 606 | |
Ortaöğretim | 2018(r) | a 63 421 | a 11 194 | a 2 321 |
2019 | a 72 317 | a 12 826 | a 2 258 | |
Yükseköğretim(1) | 2018(r) | a 65 785 | a 16 845 | a 3 493 |
2019 | a 72 266 | a 18 830 | a 3 314 | |
TÜİK, Eğitim Harcamaları İstatistikleri, 2019 | ||||
(1) Açıköğretim öğrencileri hesaplamalara dahil edilmemiştir. | ||||
(r) 2018 yılı verileri idari kayıtların güncellenmesi nedeniyle revize edilmiştir. | ||||
Yukarıdaki tabloyu incelediğimizde 2019 verilerine göre bir öğrencinin devlete ortalama 2.000 USD (Amerikan doları) yani yaklaşık bu gün itibarı ile 2.000.X8.5= 17.000TL civarındadır. Bu durumda yüksek öğretim hariç 12 yıllık zorunlu eğitim de okuyan 1.468.198 öğrenci için devlet yapması gereken yaklaşık 25.000.000.000.TL civarında bir maliyeti her yıl öğrencilerini özel okullarda okutan velilerin sırtına vermektedir. İşte bu noktada devlet, asli görevi olan eğitimi sağlama ödevi ve görevini vatandaşa bıraktığından söz edebiliriz. Buna rağmen Devlet sağlamış olduğu bu tasarruftan ötürü oluşan maliyetten ayrıca %8 oranında vergi alması Anayasaya aykırı aykırı düştüğü kanaatindeyiz.
Sonuç olarak özel okullaşma oranını %15 lere getirmeyi hedefleyen siyasal iktidarın bu hedeflerine ulaşabilmesi için öncelikle gerekli reel politikalar oluşturmak zorundadır. Bunun başında da Katma Değer Vergisi Kanuna getirilecek yasal düzenlemeler ile özellikle 12 yıllık zorunlu eğitim kapsamında faaliyet gösteren eğitim kurumlarındaki okul ücretlerinden KDV’in alınmaması hususu olduğu kanaatindeyiz, a Getirilen bu düzenleme ile 2000 li yılların başından itibaren teşvik edilen özel okul açılması gayretlerini destekleyecek olup hem mevcut özel okulda okuyan öğrenci velilerinin ekonomik olarak daha rahat bir şekilde çocuklarını okutabilecekleri gibi öğrencisini özel okula gönderecek veli sayısı artacağından devlet okullarında okuyan öğrenci sayısı ve derslik öğrenci yoğunluğu da hissedilir oranda azalacaktır. Öğrenci başına 17.000.TL maliyetleri bulan eğitim harcamalarınınım devlet üzerinden kısmen de olsa alınarak tasarruf sağlanarak elde edilen tasarrufunda eğitime harcanması halinde eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması yönünde çok büyük bir kaynak yaratacaktır. a Nihayetinde, Anayasal bir hak olan 12 yıllık zorunlu eğitimi sağlamak devletin ödevi ve görevidir. Bu görevin devlet yerine özel okullar tarafından yapılmasına yönelik teşvik edici düzenlemeler getirilmesi gerekirken buna karşın Katma Değer Vergisi kesintisi yapılması hem hizmet veren hem de hizmet alan açısından yarattığı etkiler bakımından ulusal ve uluslararası düzenlemelere aykırı düştüğü kanaatindeyiz.
1969 yılında Van’da doğdu. İlk, Orta ve Lise eğitimimi İzmir’de Lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde tamamladı. Lisans eğitimi ile birlikte 30 yılı aşkın hukuk ve 25 yıla yakın avukatlık mesleğinin yanı sıra uzun yıllar üst düzey yöneticilik yaptı. Farklı disiplinlerde 2 yüksek lisans eğitimini tamamladı. Halen doktora eğitimine devam etmektedir. Halen Yeditepe Üniversitesi ve İstek Eğitim kurumlarında Hukuk Müşaviri olarak çalışmalarına devam etmektedir. Özellikle 2547 sayılı Kanun kapsamında Vakıf Yükseköğretim Kurumları ile 5580 sayılı Kanun ve k12 seviyesinde örgün eğitim konusunda yaklaşık 15 yıllık birikim ve tecrübeye sahip olarak, gerek eğitim hukuku gerekse eğitim yönetimi konusunda deneyim ve birikime sahip olan Av. Oğuz Can Bahar, bu deneyim ve birikimlerimi çeşitli yazı ve makaleler ile zenginleştirmektedir. Çalıştığı kurumlarda akademik ve idari personelin hukuku statülerine yönelik birçok içtihadın oluşumunu sağlayarak akademik çalışmalarını uygulama ile de birleştirmeyi başarmış bir hukukçudur.