Avrupa Birliği Hukukunda Doğrudan Etki Prensibinin Ab Hukukunun Üstünlüğü/Önceliği Prensibi İle İlişkisine Ab Hukukunda Özel İcrailiğin (Private Enforcement) Temini Mekanizması Perspektifinden Bir Bakış

Avrupa birliğinin entegrasyon sürecinde birlik kuralların uygulanması problemi ortaya çıkmıştır. Üye devletler AB kurallarını iç hukukuna entegre etmesi ve uygulanmasını sağlaması konusunda çekingen davranmaya başlamıştır. Bu da AB hukukunun etkisi üzerinde olumsuz sonuçlar yaratmıştır. Üye devletlerin anlaşmalardan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğini denetlemek için ihlal davası yolu öngörülmüş olsa da bireylerin davacı olamaması, ihlal kararının uygulanabilmesi için bir mekanizma tesis edilmemiş olduğundan yeterli bir sonuca ulaşmak konusunda eksik kalmıştır.[1] Ayrıca Antlaşmalarda AB hukuku ile ulusal hukuk kurallarının çatışması halini düzenleyen bir kuralın olmaması sebebiyle Divan AB hukukunun önceliği ve doğrudan etki ilkesini ortaya koyarak bu boşluğu ve yarattığı olumsuz etkileri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Önüne gelen uyuşmazlıkları çözüm yoluyla zamanla AB hukukunun üstünlüğü ve doğrudan etki kavramlarının bugünkü anlamına kavuşturan Divan üye devletlerde AB hukukunun uygulamasını sağlanması konusunda önemli bir işlev yerine getirmiştir.

AB hukukunun üstünlüğü ve doğrudan etki prensiplerine odaklanmadan önce özel icrailik kavramının ne anlama geldiğine bakmakta fayda var. Özel icrailik kavramı hukukta farklı anlamlara gelecek şekillerde kullanılmaktadır. AB hukuku perspektifinden baktığımızda özel icrailik kavramında aktörlerin türüne odaklanıyoruz. [2]AB hukukunun özel icrailiği; AB hukukunun dikey doğrudan etki kuralının etkili olduğu kamu otoriteleri ve bireyler arasındaki uyuşmazlıklar ve bazen de özel hukuk kişileri arasındaki uyuşmazlıklarla doğrudan bağlantılı bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.[3] Özel hukuk kişileri hak talep ederek, yükümlülük ileri sürerek, hak ihlalleri için tazminat talebinde bulunarak yatay anlaşmazlıklarında kendi talepleriyle AB hukukunun uygulanmasını talep ederler.[4] Ulusal mahkemeler ya da hakemler bu tür anlaşmazlıkları çözerken bu hukuku uygular ve dikkate alırlar. AB hukukunun bütün sektörleri bu taleplerin etkin bir şekilde uygulanmasına ve yasanın ulusal mahkemede uygulanmasına güvenmektedir.[5] Avrupa Adalet Divanı bu yaklaşımın önemini ve meşruiyetini çeşitli kararlarında belirtmiştir. Divanı İlk olarak Francovich davasında AB hukukunun özel icrailiğini kamusal icrailiğin yetersizliğini gidermek ve bu alanı desteklemek için ortaya koyduğunu belirtmiştir.[6]a  Bu durumunda doğrudan bir ulusal mahkeme önünde AB hukukunda kaynaklanan haklarını korumak için başvurma olanağı sağladığından, doğrudan etki prensibi özel icra sisteminin dayandığı temel ilkedir. [7]

Bireylerin ulusal hukukun AB hukukunun sağladığı haklara aykırı olması halinde ulusal mahkemelere başvurup koruma talep etmesi, dürüst işbirliği prensibi çerçevesinde üye devletlere yüklenen yükümlülüklerin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.a  ABA madde 4/3’te üye devletlerin sorumluluğunun kaynağı düzenlenmiştir.

‘’Birlik ve üye devletler, dürüst işbirliği ilkesi gereğince, Antlaşmalar’dan kaynaklanan görevlerin yerine getirilmesinde birbirlerine saygı gösterirler ve yardımcı olurlar. Üye devletler, Antlaşmalar’dan veya Birlik kurumlarının tasarruflarından kaynaklanan yükümlülüklerin yerine getirilmesini sağlamak üzere, genel veya özel her türlü uygun tedbiri alırlar. Üye devletler, Birliğin görevlerinin yerine getirilmesini kolaylaştırırlar ve Birliğin hedeflerinin gerçekleştirilmesini tehlikeye düşürebilecek her türlü tedbirden kaçınırlar.’’[8]

a  Bu maddeyle üye devletler AB hukukunun uygulanmasını sağlamak ve AB Hukukunun getirmiş olduğu hakları korumakla yükümlü kılındığı sonuca varılmaktadır.

a a Doğrudan etki prensibi, bazı AB hukuku kurallarının ulusal mahkemeler önünde ileri sürülebilecek haklar ve borçlar yaratması olarak ifade edilmektedir. [9] Bu yolla ulusal düzenlemeleri uygulama dışı bırakacak etki tanımak şeklinde olabileceği gibi Birlik kurallarına ikame edici etki sağlamak şeklinde de olabilir. İkinci halde uygun yorum, devletin sorumluluğu kuralının bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.[10] Bu ilkeler çerçevesinde AB hukuku kurallarının ulusal mahkemeler önünde ileri sürülmesi AB hukukunun geniş anlamda doğrudan etkisi şeklinde değerlendirilmektedir. [11] Dubos öncelik ilkesi ve doğrudan etki ilkesi uyarınca ulusal mahkemelerde hem ikame edici etki hem de ulusal normun uygulanmaması şeklinde etki tanınması gerektiğini belirtmektedir. [12]Gautier de Dubos’a benzer şekilde doğrudan etki kuralının AB hukukuna aykırı ulusal normların uygulanmamasının yanı sıra bireylere AB Hukukunda tanınan hakların tanınmasının zorunluluğunu da içerdiğini belirtmektedir.

Doğrudan etki ilkesi Divan tarafından ilk defa Van Gend en Loos kararı ile ortaya koyulmuştur. [13] Bu kararla bireyler ulusal mahkemeler önünde devlete ve bireylere karşı AB Hukukundan kaynaklanan haklarını iddia etme imkanına sahip olmuştur. Bu ilke AB tasarruflarının üye devletler tarafından iç hukuka gereği gibi geçirilmediği hallerde dahi AB kuralının ulusal mahkemeler önünde ileri sürülmesini sağlamaktadır.

‘’Ayrıca, [267. Madde] uyarınca Adalet Divanına verilen ve amacı, Antlaşmaların üye devletlerin mahkemelerinde ve yargı organlarında aynı şekilde yorumlanmasını teminat altına almak şeka­lindeki görev de, üye devletlerin AB hukukunu kendi vatandaşları tarafından ulusal mahkemelera­de ileri sürülebilecek bir otorite olarak kabul ettiklerini göstermektedir.’’

Bir AB hukuku hükmünün, yeterince açık ve kesin olma ve şarta bağlı olmayan bir yüa­kümlülük içerme koşullarını bir arada sağlaması halinde bu hüküm doğrudan etkiye sahip olacaktır. Hem Anlaşmaların hükümleri hem de ikincil hukuk kurallarının hükümleri bu şartları taşıması halinde doğrudan etkiye sahip olabilmektedir. Belirtilmesi gereken önemli bir nokta ise Direktiflerin yatay doğrudan etkiye sahip olmamasıdır. Eğer yükümlülük iç hukuka aktarılmadıysa ancak bu durumda ulusal mahkemelerde direktif üye devlete karşı ileri sürülebilmektedir.

Rewe-Handelsgesellschaft kararında Divan, ulusal yargı makamlarınca uygulanan usul kurallarının AT hukukunun doğrudan etkiye sahip normlarının uygulanması için de geçerli olduğunu belirtmiştir. Fakat özel icrailiğin temini prosedüründe ulusal mahkemelerde uygulanan usul hukuku kurallarının farklı olması sebebiyle farklı üye devletlerde benzer konularda farklı sonuçlar ortaya çıkması sonucunu doğurmaktadır. Bu sebeple usul kurallarının uygulanmasında ortaya çıkan adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için Divan 16 Ocak 1976 tarihinde verdiği Rewe-zentralfinanz kararıyla birtakım sınırlamalar getirmiştir.[14] Bunlardan ilki denge diğeri ise etkililik ilkesidir. [15]Denge ilkesine ilişkin olarak Divan AB Hukukundan doğan hakların korunmasına ilişkin davalarda ulusal hukuktan kaynaklanan benzer nitelikteki davalara uygulanan usul kurallarından daha ağır nitelikte usul kuralları uygulanması şartı getirilemeyeceğini belirtmiştir. Etkililik ilkesi ise ulusal hukuka ilişkin usul kurallarının AB Hukukundan kaynaklanan hakların kullanımını daha zor veya imkansız hale getiremeyeceğini belirtmiştir.[16] Etkililik ve denge ilkeleri ulusal mahkemeler tanınan takdir yetkisini sınırlayarak usul kurallarının duyarlı ve esnek bir şekilde uygulanmasını sağlamaktadır. [17] Peki ulusal hukuk kurallarının AB Hukukundan kaynaklanan hakları olumsuz şekilde etkileyecek şekilde düzenlenmişse bu durumda ne olacaktır? Divan’ın 13 Ocak 2014 tarihinde verdiği Kühne ve Heitz kararında, AB Hukukunun etkili kullanılmasını engelleyen kesin hüküm gücündeki ulusal mahkeme kararlarının dahi uygulanamayacağını belirtmiştir.[18] Bu karardan hareketle ulusal mahkemelerin AB Hukukundan kaynaklanan hakları olumsuz yönde etkileyen usul kurallarını ihmal ederek uygulamaması gerektiği sonucuna varılmaktadır.

AB hukukunun doğrudan uygulanması, AB normlarının ve ulusal normların birlikte uygulanması sonucunu doğurmuştur. AB hukukunun doğrudan uygulanması ile üye devletlerin ulusal hukuku ve AB hukuku normlarının çeliştiği durumlarda hangi norma öncelik verileceği sorusunu ortaya çıkarmıştır.[19] AB hukukunun önceliği ilkesi AB hukukuyla ulusal normların çelişmesi halinde önceliğin AB hukukuna verilmesi gerektiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. AB hukukunun üstünlüğü ilkesi Adalet Divanının kararlarıyla ortaya çıkmış bir ilkedir.

AB Hukukunun önceliği ilkesi, ilk kez 1960 tarihli Humblet davasında tartışma konusu yapılmıştır.[20] Bu kararda AB hukukunun ulusal hukuk kurallarına üstünlüğü ifade edilerek, ulusal hukuk normlarıyla AB Hukukunun çatışması halinde AB Hukukuna öncelik verileceği ifade edilerek AB Hukukunun önceliği ilkesinin temelleri atılmıştır.

Daha sonra Divan’ın 5.2.1963 tarihinde vermiş olduğu Van Gend & Loos kararı ile üye devletlerin egemenlik yetkisinin belirli alanlarda sınırlı olduğunu ifade ederek üye devletlerin vatandaşlarının da AB Hukukunun bir parçası olduğunu ifade ederek Avrupa topluluğunun kendine özgü (sui generis) yapısını ortaya koymuştur. [21]Kararda Avrupa Ekonomik Topluluğu Anlaşmasının üye devlet vatandaşlarına bireysel haklar yarattığını ve bu hakların doğrudan etki yaratacak şekilde yorumlanması gerektiği belirtilmiş, doğrudan etki prensibinin uygulanmasının AB hukukunun kendine özgü yapısının bir gereği olduğunu belirtilmiş, bu ilkenin AB hukukunun üstünlüğünü sağlamak amacını ortaya koymuştur.

Divan, AB Hukukunun önceliği ilkesini ilk defa Costa/ENEL kararında uygulamıştır. İtalya’da görülmekte olan bir davada Milona Sulh Ceza Yargıcı İtalyan Devletleştirme Kanunu’nun Avrupa Ekonomik Topluluğu Antlaşmasına aykırı olduğundan bahisle Avrupa Adalet Divanı’na ön karar prosedürü yoluyla başvurmuştur. Divan, AETA’nın yürürlüğe girmesiyle ulusal hukukun bir parçası haline geldiğini, ulusal mahkemelerin de antlaşmayı uygulamak zorunda olduğunu ifade etmiştir.[22] Bu kararla Divan, AB hukukunun hem üye devletleri hem de vatandaşlarını bağlayan yeni bir düzen yaratılmış olduğunu, devletlerin belirli alanlarda egemenlik yetkisini Avrupa Topluluğuna devrettiğini ve bunun bir sonucu olarak da AB düzeyinde kabul edilen kuralların üye devletleri ve vatandaşlarını bağlayıcı niteliğe sahip olduğunu ortaya koyarak AB hukukunun üstünlüğü ilkesinin uygulanmasını sağlamıştır.[23] Adalet Divanının 1970 tarihli Internationale Handelsgesellschaft davasında, AB hukuku ile ulusal anayasalar arasındaki ilişkiye Topluluk Tüzüğü ile ulusal hukukun tanıdığı bir temel hakkın çatışması sebebiyle değinmiştir.[24] Bu kararda AB Hukukunun, ulusal hukuk kaynaklı temel hakların ya da anayasal prensiplerin ileri sürülerek bertaraf edilemeyeceğini dile getirerek AB hukukunun, ulusal hukuk Anayasalarından önce uygulanacağını belirtmiştir. Divan’ın 1978 tarihinde vermiş olduğu Simmenthal kararında, ulusal hukukun AB normundan önce veya sonra kabul edilmesinin bir öneminin olmadığını, AB Hukukunun önceliği ilkesinin her iki durumda da geçerli olacağını belirterek öncelik ilkesinin sonraki tarihli ulusal kurallarla bertaraf edilmesinin mümkün olmadığını her durumda AB normlarına üstünlük tanınacağının belirtmiştir. İtalya’ya karşı açılan bir ihlal davası sonucunda

“Divan birçok defa, Topluluk hukuku kurallarının önceliği ile doğrudan etkisinin, üye devletleri Topluluk hukuku ile bağdaşmayan düzenlemeleri iç hukuk düzenlerinden kaldırma yükümlülüğünden kurtarmadığı yönünde karar vermiştir. Gerçekten bu düzenlemelerin muhafaza edilmesi, ilgili kişileri Topluluk hukukuna başvuru konusunda kendilerine tanınan imkanlar hakkında tereddütte bırakarak belirsiz bir durum ortaya çıkaracaktır.”[25] diyerek üye devletlerin AB hukukuyla bağdaşmayan düzenlemeler kaldırma yükümlülüğü olduğunu dürüst iş birliği ilkesinin sonucu olarak kabul etmiştir. [26]

Görüldüğü gibi Divan AB hukukunun üstünlüğü ilkesini ulusal makamların AB normlarıyla uyuşmayan düzenlemelerini kaldırma yükümlülüğünü de içinde barındıracak kadar geniş bir yorumla bu ilkeye işlerlik kazandırarak bugünkü şeklini vermiştir. Öncelik ilkesi olmadan bireylerin AB hukukundan kaynaklanan haklarına tam bir koruma sağlanması mümkün görünmemektedir. Çünkü öncelik ilkesi olmazsa üye devletler sonraki tarihli bir düzenleme ile bireylere tanınan hakları her şekilde bertaraf edebilir hale gelmektedirler. Bu halde AB kurallarının işlevinin bireyler yönünden ortadan kaldırılması sonucunu doğurmuş olacaktır.

AB Hukukunun önceliği prensibi AB Hukukunun bütün kuralları açısından geçerlidir. Bunlar Antlaşmalar ve Antlaşmalara bağlı protokoller ve ekleri, ikincil mevzuat ( Ortak Dış ve Güvenlik Politikası ile ilgili konular hariç), AB Hukukunun genel ilkeleri, AB ile üçüncü devletler ya da uluslararası örgütler arasında yapılan antlaşmalardır.[27]

AB Hukukunun önceliği ilkesi Avrupa Birliğinin kendi yetki alanına giren konularla ilgili olarak uygulanır.[28] Yani kendi yetkisinin olmadığı, örneğin münhasıran üye devletlerin yetkisine bırakılan konularda bu ilke uygulama bulmayacaktır. Bir diğer sınırlama ise AB’nin üye devletlerin ulusal kimliklerine saygılı olmasıdır.

ABA md. 4(2)’ye göre: “Birlik, üye devletlerin Andlaşmalar önündeki eşitliğine, bölgesel ve yerel özerklikle ilgili olanlar dahil olmak üzere, anayasal ve siyasal temel yapılarına ve ulusal kimliklerine saygı duyar.’’[29] denilmek suretiyle AB Hukunun önceliği ilkesi üye devletlerin ulusal devletlerin kimliklerine saygılı olması hususuyla sınırlanmıştır.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında bir değerlendirme yapıldığında, doğrudan etki prensibi bizi bir AB kuralının ulusal mahkemelerde doğrudan uygulanması sonucuna götürmektedir. Birlik hukuku hükümlerinin gerekli şartları sağlaması ulusal mahkemelerde ileri sürülebilmesi imkanını ortaya çıkarmaktadır. Yani bireylere AB hukukunun self-executing niteliğine sahip olan hükümlerini doğrudan uygulanmasını temin etme imkanı vermektedir.a  Öncelik ilkesi ise AB hukukunun iç hukuktaki bir düzenlemeyle çatışması halinde AB hukukuna üstünlük tanınması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Yani öncelik ilkesi ulusal düzenlemelerin göz ardı edilmesini sağlayarak doğrudan etki prensibinin uygulanmasında karşımıza çıkmaktadır. Self- executing niteliğine sahip olan hükümler, öncelik ilkesi gereğince ulusal hükümler göz ardı edilerek ulusal mahkemelerde doğrudan ileri sürülebilmektedir. Her iki kavram da benzer işlevi yerine getiriyor gibi görünse de üstünlük ilkesi, ulusal düzenlemelerin göz ardı edilip AB Hukuku normuna öncelik verilmesini, doğrudan etki ilkesi ise AB normunun doğrudan uygulanması anlamına gelmektedir. Öncelik ilkesinin yokluğunda doğrudan etki doğuran, ulusal hukukta sonradan yürürlüğe giren bir düzenlemeyle bertaraf edilebilmesi imkanı doğacağından AB hükümlerinin uygulanmaması riskiyle karşı karşıya kalma ihtimali doğacaktı. Bu sebeple AB Hukukunun üstünlüğü ilkesi doğrudan etki prensibinin uygulanmasında önemli bir işleve sahiptir. a AB hukukunun üstünlüğü ilkesi, AB sisteminin etkili şekilde devamlılığını sağlamaya yarayan, doğrudan etki prensibi ile birlikte AB hukukunun kendine özgü yapısı içerisinde üye devletlerin AB kurallarını uygulamasını sağlayan temel ilkelerdir. Bu ilkelerin yokluğu halinde AB sisteminin işlerlik kazanması mümkün görünmemektedir.

Bu iki ilkenin arasındaki ilişkiye Divan Simmenthal kararında şu şekilde değinmiştir.

“(…) doğrudan doğruya uygulanabilme, Topluluk hukuku kurallarının, yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren ve yürürlükte kaldıkları sürece, bütün üye devletlerde tam olarak ve yeknesak şekilde uygulanmaları anlamına gelir. Dolayısıyla bu hükümler, ister üye devletler ister bireyler olsun, Topluluk hukukuna göre hukuki ilişkilere taraf olan ve bunlardan etkilenen herkes için doğrudan doğruya bir haklar ve ödevler kaynağı oluşturur. Topluluk hukukunun üstünlüğü ilkesine uygun olarak, bir yandan Andlaşmanın hükümleri ve kurumların doğrudan doğruya uygulanabilir tedbirleri ile öte yandan üye devletlerin ulusal hukuku arasındaki ilişki öyledir ki, bu hükümler ve tedbirler, sadece […] ulusal hukuktaki bunlara aykırı hükümleri otomatik olarak uygulanamaz hale getirmez, aynı zamanda her üye devletin ülkesinde uygulanabilir olan ulusal hukukun ayrılmaz bir parçası oldukları ve ondan önce geldikleri ölçüde, Topluluk hükümleriyle bağdaşmayacak yeni ulusal yasal tedbirlerin geçerli biçimde kabulünü de imkansız kılar. Gerçekten, Topluluğun yasama yetkisini kullandığı alana tecavüz eden veya Topluluk hukukunun hükümleriyle başka bir biçimde bağdaşmayacak olan ulusal yasal tedbirlerin hukuki etkiye sahip olacaklarını kabul etmek, üye devletlerin Andlaşma uyarınca kayıtsız şartsız ve geri alınmaz biçimde yüklendikleri yükümlülüklerin etkinliğinin inkarı anlamına gelir ve böylece Topluluğun temellerini […] tehlikeye atar. Her ulusal mahkeme, görevine giren bir uyuşmazlıkta, Topluluk hukukunu tümüyle uygulamalı, onun bireylere sağladığı hakları korumalı ve dolayısıyla ulusal hukukun onunla çatışan herhangi bir hükmünü, Topluluk kuralından önce veya sonra kabul edilmiş olsun, ihmal etmelidir.’’[30]

Sonuç olarak AB Hukukunun önceliği ve doğrudan etki prensibi AB bütünleşmesinin sadece siyasi ve ekonomik konularda değil hukuk alanında da etkili olduğunu göstermektedir. [31]a  Divan kararlarıyla ortaya çıkıp gelişen bu iki ilke ile Divan’ın Avrupa Topluluğunun bir parçası olarak kabul ettiği bireyler ulusal mahkemelere başvurarak AB Hukukunun uygulanmasını sağlamaktadır.[32] Bu şekilde hem bireylere AB hukukundan kaynaklanan haklarına ulaşma imkanı yaratılmış hem de üye devletlerde belli alanlarda tek ve yeknesak uygulamanın ortaya çıkmasınaa  hizmet etmektedir. a AB hukukunun özel icrailiğini temin eden doğrudan etki ilkesi bireylerin uyuşmazlıklarının çözümünde AB Hukukunun uygulanmasını talep etme imkanı vermektedir. Bu durumda ulusal mahkemelerin önlerine gelen uyuşmazlıklarda AB Hukukunun üstünlüğü ilkesine uygun olarak ulusal hukuk kurallarını göz ardı ederek AB Hukukunu uygulaması gerekmektedir. Divan içtihatlarıyla ortaya çıkan bu iki ilkeyle hem ihlal davası yolunun yaratmış olduğu eksiklik giderilip sisteme bireyler de dahil edilerek devletlerin AB Hukukunu uygulanması daha etkili şekilde sağlanmıştır hem de üye devletlerin AB Hukukunu uygulaması yönündeki yükümlülüğünü yerine getirmesi daha sıkı şekilde denetlenmesi imkanını yaratmıştır. Bu anlamda AB Hukukunun bel kemiklerinden diyebileceğimiz bu iki ilke AB Hukuk sistemindeki işlevi sebebiyle çok önemli bir konuma sahiptir.

KAYNAKÇA

Lock T, ‘Is private enforcement of EU law through State liability a myth? An assessment 20 years after Francovich’a 49(5) (2012) Common Market Law Review

Hofmann H, Rowe G and Türk A, Administrative law and policy of the European Union (Oxford University Press 2011)

Drake S,‘More effective private enforcement of EU law post-Lisbon: aligning regulatory goals and constitutional values’ In Sara Drake and Melanie Smith(eds),a New directions in the effective enforcement of EU law and policy (Edward Elgar Publishing 2016)

Ergun Ç E, ‘Private Model of Enforcement in European Union Law’ (2004) 1 (2) Ankara Law Review

Önüt L B, ‘Avrupa Birliği Hukukunun üye devletlerde uygulanması’ (2012) 14 (2) Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

Aras İ, ‘Avrupa Birliği Hukukunun Önceliği İlkesi’ (2015) (99) Sayıştay Dergisi 5-28

Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, ‘AB Müzakere Sürecinde Yargı ve Temel Haklar Faslı’ (MRK Baskı ve Tanıtım Hizmetleri 2013)

Mehmet Hanifi Bayram, Avrupa birliği hukuku dersleri (Seçkin Yayıncılık 2015)

[1] Türkiye Cumhuriyeti Avrupa Birliği Bakanlığı, ‘AB Müzakere Sürecinde Yargı ve Temel Haklar Faslı’ (MRK Baskı ve Tanıtım Hizmetleri 2013)

[2] Çağdaş Evrim Ergun, ‘Private Model of Enforcement in European Union Law’ (2004) 1 (2) Ankara Law Review

[3] Herwig Hofmann, Gerard Rowe and Alexander Türk, Administrative law and policy of the European Union (Oxford University Press 2011)

[4] Hofmann, Rowe and Türk (n 3)

[5] İbid

[6] Tobias Lock, ‘Is private enforcement of EU law through State liability a myth? An assessment 20 years after Francovich’a 49(5) (2012) Common Market Law Review

[7] Sara Drake ,‘More effective private enforcement of EU law post-Lisbon: aligning regulatory goals and constitutional values’ In Sara Drake and Melanie Smith(eds),a New directions in the effective enforcement of EU law and policy (Edward Elgar Publishing 2016)

[8] Avrupa Birliği Antlaşmasıa  md. 4/3

[9] Lale Burcu Önüt, ‘Avrupa Birliği Hukukunun üye devletlerde uygulanması’ (2012) 14 (2) Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi

[10] Ergün (n 2)

[11] Önüt (n 9)

[12] ibid

[13] Avrupa Birliği Bakanlığı (n 1)

[14] Mehmet Hanifi Bayram, Avrupa birliği hukuku dersleri (Seçkin Yayıncılık 2015)

[15] Bayram (n 15)

[16] ibid

[17] Drake (n 7)

[18] İlhan Aras, ‘Avrupa Birliği Hukukunun Önceliği İlkesi’ (2015) (99) Sayıştay Dergisi 5-28

[19] Aras (n 19)

[20] Önüt (n 9)

[21] ibid

[22] Aras (n 19)

[23] Önüt (n 9)

[24] ibid

[25].a  Finanze dello Stato v. Simmenthal, Court of Justice of the European Union Case 106/77

[26] Önüt (n 9)

[27] Bayram (n 15)

[28] ibid

[29] ABA, md. 4/2

[30] a Finanze dello Stato v. Simmenthal, Court of Justice of the European Union, Case 106/77

[31] Aras (n 19)

[32] Ergun (n 2)

1996 yılında Samsun’da doğdu. 2015 yılında Samsun Sosyal Bilimler Lisesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi’nde hukuk eğitimini 2019 yılında tamamladı. 2021 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Kamu Hukuku Tezli Yüksek Lisans Programına başladı. 2021 yılında avukatlık ruhsatını aldı. Bir süre çeşitli hukuk bürolarında çalıştıktan sonra Legal Yayınevinde çalışmaya başlamıştır. Halen Legal Yayınevinde avukat olarak çalışmaktadır.