Beşinci Uluslararası Suç Olarak Ekosistem: Roma Statüsü Ekolojik Soykırımla Uyumlu mudur?*

Giriş

Uluslararası ceza hukuku çerçevesi yakında ‘ekosistem’i[1] (ecocide) de kapsayacak şekilde -ekosistemlerin keyfi, şiddetli ve yaygın veya uzun vadeli tahribatı- genişleyebilir. Fiji, Samoa ve Vanuatu 09 Eylül 2024 tarihinde, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (International Criminal Court) ekosistemi soykırımla[2] aynı seviyede bir suç olarak tanıması için ortak bir teklif sundu[3]. Böylece, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Roma Statüsü/Tüzüğü[4] uyarınca çevre suçları için hesap verebilirliği ilerletmeye zaten istekli olmasıyla, bu gerçek bir olasılık haline gelmiştir.

Ekosistemin uluslararası suç sayılmasını[5] savunan bir örgüt olan “Stop Ecocide International”[6], yalnızca Roma Tüzüğü’nün değiştirilmesinin, Devletleri ve çokuluslu şirketleri büyük ölçekli[7] ve uzun vadeli çevresel hasara yol açan uygulamalarda bulunmaktan yeterince caydırabileceğini önermiştir. Bu öneri ikna edici olsa da, Roma Tüzüğü’nün ekosistemleri ve gezegenin kendisini kurban olarak gören bir suç olan ‘ekosistem’in doğası ve özüyle uyumlu olup olmadığını değerlendirmek hayati önem taşımaktadır.

Bu yazıda, büyük ölçüde insan merkezli olan Roma Tüzüğü’nün ekolojik soykırımın ekolojik merkezli[8] bir tanımına uyarlanıp uyarlanamayacağı ve açıkça tanınmasının böyle bir yasayı etkisiz kılabilecek zorluklar yaratıp yaratmayacağı incelenmektedir.

1. Ekosistem Soykırımı: Belirsiz ve Tutarlı Olmayan Bir Şekilde Tanımlanmış Bir Kavram

Tırmanan çevresel krizler ortasında ekosistem konusuna artan ilgiye rağmen, terim tutarsız bir şekilde tanımlanmaya devam etmektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne sunulan teklif, ekosistemi “çevreye ciddi ve yaygın veya uzun vadeli zarar verme olasılığının yüksek olduğu bilinciyle işlenen hukuka aykırı veya kasten gerçekleştirilen eylemler” olarak tanımlayan Stop Ecocide Vakfı tarafından toplanan Bağımsız Uzman Heyeti’nin (IEP) tanımını benimsemektedir[9]. Ancak, “ciddi”, “yaygın” ve “uzun vadeli” (severe, widespread and long-term) gibi kavramların kullanılması, dolus eventualis[10] anlamına gelir ve tanımı daha az etkili hale getirir. Bunun nedeni, bu tür terimlerin, bir eylemin ciddi, yaygın veya uzun vadeli zarara neden olma olasılığının yüksek olduğunu kanıtlamak için önemli ölçüde yüksek bir eşik gerektirmesidir[11] ve bu da savcıların kanıtlaması için son derece zordur.

Burada, Bağımsız Uzman Heyeti’n tanımında “uzun vadeli hasar” (long-term damage) ifadesinin kullanımının, çevresel hasarı zaten bir savaş suçu olarak suç sayan ancak sorumluluğu silahlı çatışma sırasında işlenen eylemlerle sınırlayan Roma Statüsü’nün 8(2-b-iv) no.lu maddesindeki “doğal çevreye uzun vadeli ve ciddi hasar” (widespread, long-term and severe damage) teriminin kullanımını yansıttığını belirtmekte fayda vardır. Benzer şekilde, “yaygın, uzun vadeli ve ciddi hasar” ifadesi, çevre korumayla ilgili 1977 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin Ek Protokol I’inin 35(2) ve (55) no.lu maddelerinde yer almaktadır[12]. Bağımsız Uzman Heyeti’n “ciddi ve yaygın veya uzun vadeli hasar” ifadesi, hasarın bağlaçlı ve bağlaçsız formülasyonları arasında bir denge kurmaya çalışmakta, ancak hasar sağlama eşiğini yeterince düşürmeyi başaramamaktadır. Bunun nedeni, Roma Statüsü’nün 8(2-b-iv) no.lu maddesi uyarınca sorumluluğu belirlemede sorunlu olduğu kanıtlanmış terimleri hâlâ içermesi ve böylece yüksek bir delil standardını korumasıdır. “Açıkça aşırı” (clearly excessive) gibi terimlerin kullanımı, zararın yalnızca var olması değil, aynı zamanda buna neden olan eylemin amacına göre orantısız olması gerektiği anlamına gelen katı bir standart belirleme niyetini yansıtır. Bu tür bir zararın “açıkça aşırı” olduğu zamanları değerlendirmek için evrensel olarak kabul görmüş ölçütlerin yokluğunda, Madde 8(2-b-iv) kapsamındaki kovuşturmaları engelleyen aynı belirsizlik, Bağımsız Uzman Heyeti tanımında da devam etmektedir.

Buna ek olarak, Bağımsız Uzman Heyeti “wanton” terimini “sosyal ve ekonomik faydalar açısından açıkça aşırı olacak zarara karşı pervasızca aldırmazlık” (reckless disregard for damage which would be clearly excessive in relation to the social and economic benefits anticipated) anlamına gelecek şekilde açıklığa kavuştururken; bu terim, bir eylemin beklenen faydalarına göre etkisinin karşılaştırmalı bir analizini gerektirerek tanıma özünde öznellik katar. Zararın beklenen faydalara göre “açıkça aşırı” olup olmadığını belirlemek özünde öznel bir gerekliliktir ve Madde 8(2-b-iv) uyarınca gerekli olan aynı yüksek aşırılık eşiğine tabi ise, suçlular kolayca sorumluluktan kurtulabilirler. Buna ilave olarak, “wanton” terimi kaçınılmaz olarak orantılılık testinin uygulanmasını gerektirir ve Bağımsız Uzman Heyeti tanımına istenmeyen bir antroposentrizm öğesi enjekte eder.

Ekosentrizm ve antroposentrizm arasındaki ikilik, özellikle ceza hukukunda ve büyük ölçüde insan merkezli bir odaklanmayı sürdüren ve insanları ahlaki değerlendirmenin merkezine koyan uluslararası hukukta belirgindir. Örneğin, Cenevre Sözleşmesi’nin Ek Protokol I’inin 35(2) ve (55) maddeleri ve Çevre Değişikliği Sözleşmesi’nin 1. maddesi, çevresel hasarı Devlet taraflarına verilen zarar açısından tanımlar. Öte yandan ekosentrizm, ekosistemlerin içsel değerini öne sürerek, yalnızca insan yararına değil, doğal dünyanın kendi iyiliği için korunmasına öncelik verir. Bu bağlamda, Bağımsız Uzman Heyeti tanımındaki “öngörülen sosyal ve ekonomik faydalar” ifadesi, çevreye karşı pervasızca bir saygısızlık muhtemel olsa bile, sosyal ve ekonomik olarak faydalı olduğu düşünülen belirli eylemlerin ekosistem oluşturmayabileceğini öne sürmektedir.

2. Ekosentrizm Roma Tüzüğü Kapsamındaki Mens Rea Kavramıyla Bağdaşabilir mi?

Mevcut ekolojik soykırım tanımı Roma Statüsü’nün koşullarıyla uyuşmamaktadır. Mevcut dört antroposentrik suçun[13] aksine, ekolojik soykırımı kovuşturmak, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin çevresel hasara neden olmada mens rea’yı tespit etmesini gerektirecektir ve uluslararası ceza hukukunda mens rea’yı[14] tanımlayan geleneksel antroposentrik niyet ve bilgi kavramları ekolojik soykırımla uyumlu değildir. Örneğin, Madde 30, mens rea’yı tespit etmek için niyet ve bilgiyi zorunlu kılar, ancak bir tarafın eylemlerinin neden olacağı çevresel zararın tamamen farkında olduğunu kanıtlamak genellikle zordur. Bağımsız Uzman Heyeti’nin önerdiği ekolojik soykırım tanımı, “kasıtlı eylemler” veya “zarara karşı pervasızca aldırış etmeme” (wanton acts or actions with a reckless disregard for damage) içeren eylemleri kapsar ve bu da ekolojik soykırımın, suçlunun olası sonuçları bilmesi gereken kasıtsız eylemleri de kapsadığını öne sürer. Bu şekilde kabul edilirse, ekolojik soykırım, mens rea’yı hem niyet hem de bilgiyi içeren davalarla sınırlayan Madde 30 ile uyumsuz olacaktır. Madde 30 uyarınca, niyet ancak kişinin eylemlerinin sonuçlarının olağan olaylar sırasında farkında olması durumunda tespit edilir ki, bu da ihmali tamamen dışlar. Bu fark, Bağımsız Uzman Heyeti’nin ekosistem tanımını Madde 30 ile bağdaşmaz hale getirir.

Ayrıca, bu tanımdaki “bilgi” (knowledge) kelimesi, itiraz edilen eylemin çevresel etkisinin farkında olmayı ifade eder, zira Madde 30 bu kelimeyi “bir durumun var olduğunun veya olayların olağan seyri içerisinde bir sonucun ortaya çıkacağının farkında olmak” olarak tanımlar. Bu nedenle, bilgi mens rea’nın bir bileşeni olduğundan, savcılık sorumluluğu kanıtlamak için bu farkındalığı tespit etmek zorunda kalacaktır. “Farkındalık” kendi başına belirsiz olsa da, “The Prosecutor v. Jean-Pierre Bemba Gombo”[15] davasında, Uluslararası Ceza Mahkemesi “farkındalığı” zararın meydana geleceğine dair pratik veya sanal kesinlik gerektirecek şekilde yorumlamıştır. Bu standardı ekolojik soykırıma uygulamak, özellikle çevresel zararın nedenselliğini kanıtlamanın içerdiği karmaşıklıklar göz önüne alındığında, savcılık üzerinde ağır bir yük oluşturmaktadır. Örneğin, bir failin yalnızca toksik atık boşaltmayı amaçlamadığını, aynı zamanda ortaya çıkan çevresel zarardan da sanal olarak emin olduğunu kanıtlamak zordur. Bu, geleneksel mens rea standartlarını ekolojik soykırım için uygulanamaz hale getirir.

Bu nedenle, çevre suçunun ekosantrist bir anlayışı uluslararası ceza hukuku ilkeleriyle bağdaşmaz görünmektedir. Bu bilhassa, ekolojik soykırımı kovuşturmanın 30. Madde uyarınca mens rea’yı bir koşul olarak belirlemeyi gerektirmesi nedeniyle doğrudur. Sonuç olarak, ekolojik soykırımın Roma Tüzüğü’ne dâhil edilmesi, iklim krizini ele almada ters etki yaratabilecek çok sayıda zorluk ortaya koymaktadır.

Sonuç

Roma Statüsü çevre suçlarının kovuşturulması için uygun değildir ve ekolojik soykırımın soykırım gibi suçlarla birlikte dâhil edilmesi, onu yasal bir anormallik haline getirme riski taşır[16]. Ekolojik merkezli gereksinimleri göz önüne alındığında, mevcut insan merkezli hükümleri önerilen ekolojik soykırım suçuyla uyumlu bir şekilde yorumlamak zor olabilir. Bu nedenle, Wouters’ın önerdiği gibi, ekolojik soykırım kovuşturmalarına izin veren yerel ceza mevzuatını teşvik etmek ve geliştirmek, uluslararası ceza hukukunu uygulamadan önce daha etkili bir ilk adım sunabilir. Avrupa Birliği’nin yerel ceza hukuku yoluyla çevre korumasına ilişkin Direktifi bu yönde hoş bir adımdır.

Bir diğer önemli öncelik, zarar için belirli eşikleri içeren ölçülebilir bir ekosistem tanımı oluşturmaktır. Hasarın coğrafi kapsamı, geri döndürülemezlik, kitle imha silahlarının kullanımı, kimyasal herbisitler, büyük ölçekli ormansızlaşma makineleri vb. gibi parametreler, Richard A. Falk’ın 1973 tarihli teklifinde[17] önerdiği gibi açıkça tanımlanmalıdır. Açık uçlu bir tanım, henüz öngörülmeyen gelecekteki kitlesel çevresel zarar türlerinin kovuşturulmasına izin verirken; Roma Statüsü’nün 8(2-b-iv) maddesi ile ilgili deneyim, iyi tanımlanmış zarar parametrelerinin uygulamayı güçlendireceğini ve yasanın caydırıcı etkisini artıracağını göstermektedir.

Uluslararası bir mutabakat sağlanıp ekolojik soykırımın tekdüze bir tanımı yapılana kadar, Uluslararası Ceza Mahkemesi, ekosantrik bir yaklaşım benimseyerek Roma Statüsü’nün 8(2-b-iv) no.lu maddesini daha esnek bir şekilde yorumlayabilir. Başka bir deyişle, geçmişte çevreye “ağır ve yaygın veya uzun vadeli zarar” olarak değerlendirilmeyen şeyler, çevresel tehditlerin bilimsel olarak anlaşılmasındaki ilerlemeler göz önüne alındığında artık bu tanıma girebilir. Roma Statüsü uyarınca bu tür eylemlere cezai sorumluluk atfetmeye yönelik bir adım, şu anda yalnızca Roma Statüsü’nün diğer hükümlerinde veya uluslararası örf ve adet hukukunda mens rea’yı belirlemeye ilişkin özel kurallar bulunmadığı istisnai durumlarda uygulanan 30. maddedeki “aksi belirtilmediği sürece” ifadesinin liberal bir şekilde yorumlanması olacaktır. Bu değişiklik, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin mevcut yetkisi dâhilinde ekolojik soykırımı ele alma yeteneğini güçlendirmeye yardımcı olabilir.

* İşbu yazı bağlamında aşağıdaki çalışmalara da bakılabilir:

  • Yavuz Akbulak (Türkçe Çeviri), Çevreye Karşı Bir ‘Özen Yükümlülüğü’nün Oluşturulması mı? Avrupa Birliği ‘Çevre Suçları Direktifi’nin Zorlukları ve İlerleme Süreci (Bölüm 1), Legal Blog, 11 Temmuz 2024.
  • Yavuz Akbulak (Türkçe Çeviri), Çevre Suçları Direktifi Kapsamında Ekolojik Soykırım ve Nitelikli Çevre Suçlarının Açıklanması (Bölüm 2), Legal Blog, 22 Kasım 2024.

[1]<https://www.cambridge.org/core/journals/ethics-and-international-affairs/article/ecocide-the-anthropocene-and-the-international-criminal-court/1E3BFF72636338093398729B65B62CE2>.

[2]<https://www.washingtonpost.com/climate-environment/2024/09/10/ecocide-law-crime-genocide-icc/>.

[3]<https://www.theguardian.com/law/article/2024/sep/09/pacific-islands-ecocide-crime-icc-proposal>.

[4]<https://www.icc-cpi.int/sites/default/files/2024-05/Rome-Statute-eng.pdf>.

[5]<https://academic.oup.com/jicj/article/22/1/81/7698934?login=false>.

[6]<https://www.stopecocide.earth/about>.

[7]<https://www.theguardian.com/environment/2024/mar/26/international-criminal-court-end-impunity-environmental-crimes>.

[8]<https://www.tandfonline.com/doi/full/10.1080/14623528.2021.1964688>; <https://apjihl.org/article/environmental-destruction-during-armed-conflict-anthropocentrism-ecocentrism-divide-and-defining-ecocide/>.

[9]<https://static1.squarespace.com/static/5ca2608ab914493c64ef1f6d/t/60d1e6e604fae2201d03407f/1624368879048/SE+Foundation+Commentary+and+core+text+rev+6.pdf>.

[10]<https://ecocidelaw.com/wp-content/uploads/2022/05/BustamiHecken_Final.pdf>. [Çevirenin Notu: “dolus eventualis” hukukta, failin bir sonucu olasılık olarak görmesi ve buna göre hareket etmesidir.]

[11]<https://guide-humanitarian-law.org/content/article/3/proportionality/#:~:text=The%20IHL%20formulation%20of%20the,the%20initiation%20of%20an%20attack.>.

[12]<https://www.un.org/en/genocideprevention/documents/atrocity-crimes/Doc.34_AP-I-EN.pdf>.

[13]<https://www.icc-cpi.int/sites/default/files/Publications/Elements-of-Crimes.pdf>.

[14]<https://www.cambridge.org/core/journals/international-and-comparative-law-quarterly/article/abs/mental-elements-under-article-30-of-the-rome-statute-of-the-international-criminal-court-a-comparative-analysis/5AF15FA0BE80562070CB998DBD67C9E4>. [Çevirenin Notu: Ceza Hukukunun temel ilkelerine göre bir insanın bir eyleminden mahkûm olması için “actus reus” yani suçun maddi unsuru ya da “suçlu eylem” yanında “mens rea” yani suçun manevi unsuru; “kasıt” bulunmalıdır. Kast, ceza hukukunda failin gerçekleştirdiği hareketi ve bunun sonuçlarını bilmesi ve istemesidir.]

[15]<https://www.icc-cpi.int/sites/default/files/itemsDocuments/180608-bemba-judgment-summary.pdf>.

[16]<https://www.ejiltalk.org/ecocide-an-ambiguous-crime/>.

[17]<https://www.jstor.org/stable/44480206?seq=2>.

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.