‘Journal of Environmental Law’da yakın zamanda yayınlanan bir makalede[1], kamu çıkarını tanımlamanın ve kamu çıkarına karar vermenin, kararların kolektif eylem sorunlarıyla ilgili olduğu, birden fazla aktörü içerdiği, zamansal ve mekânsal ölçekleri aştığı ve bilgi belirsizliği koşulları altında gerçekleştiği alanlarda özellikle sorunlu olduğunu savunuyorum. Bunun nedeni, söz konusu sorunun etrafında toplanan birden fazla, kolektif, özel, dağınık kamunun olmasıdır. Bu alanlardan biri de makalenin odaklandığı çevre hukukudur (environmental law).
Bu karmaşık alanlardaki kamu çıkarını belirlemenin popüler bir yolu, belirli kamu çıkarları kümelerinin birbirleriyle pazarlık edildiği bir denge (trade-off) mantığına güvenmektir. Ancak, toplu bir karar alma modeline dayanan denge mantığı birkaç eksiklik sunar. Toplu modeller, çıkarı verili olarak alır ve karar alma alanını çıkar müzakeresi alanı olarak kullanır. Belirli çıkarların ticaretine odaklanarak, çıkarların nasıl üretildiğine ve hangi aktörlerin, bilgilerin ve kanıt standartlarının dâhil olduğuna çok az dikkat edilir. Bu tür bir yaklaşım bilgi üretimini basitleştirir ve onun konumlanmışlığını göz ardı eder.
Kamu yararı karar alma sürecine yönelik tercih edilebilir bir yaklaşımın, kamu çıkarını, ortak bir sorun yaşayan ilgili halklar arasında işbirlikçi toplumsal sorgulamanın ortaya çıkan, koşullu, politik bir ürünü olarak anlamak gerektiğini savunuyorum. Bu noktayı ortaya koymak için, kamu çıkarının kolektif yaşanmış deneyimlere gömülü olduğunu, refleksif iletişim ve sorun çözmeyi amaçlayan açık tartışma ile üretildiğini ve yeni bilgi ışığında gözden geçirildiğini öğreten Dewey’in pragmatizminden ilham alıyorum.
1. Avrupa Birliği koruma hukukundan bir örnek
Tartışmayı somutlaştırmak için, Avrupa Birliği (AB) koruma hukukunun (conservation law) temel taşı olan Habitat Direktifi’ni (Konsey Direktifi 92/43/EEC[2]) örnek olarak kullanıyorum; Direktifin korunan alanların yönetimine ilişkin hükümlerine, özellikle Madde 6(3) ve 6(4)’e odaklanıyorum.
AB koruma hukukunun, önemli türlere veya yaşam alanlarına ev sahipliği yapan korunan alanların yönetimi ile ilgili olarak sağladığı yanıt basit görünüyor: doğanın korunmasına yönelik kamu yararı önceliklidir. Korunan alan üzerinde önemli bir etki yaratması muhtemel planlar veya projeler, söz konusu korunan alanın bütünlüğü üzerinde kalıcı olumsuz etkilerin olmadığı konusunda makul bir bilimsel şüphe kalmadığı sürece onay alamaz. Daha özellikli olarak, Habitat Direktifi’nin 6(3) no.lu maddesi, doğrudan sitenin yönetimiyle bağlantılı olmayan veya bunun için gerekli olmayan ancak site üzerinde önemli bir etki yaratması muhtemel herhangi bir plan veya proje için uygun bir değerlendirmenin yapılmasını gerektirir. Ayrıca, değerlendirmenin sonuçları ışığında, yetkili ulusal makamların, söz konusu plan veya projeyi yalnızca ilgili sitenin bütünlüğünü olumsuz etkilemediğini tespit ettikten ve uygunsa kamuoyunun görüşünü aldıktan sonra kabul edeceğini belirtir. İçtihat, 6(3) no.lu maddenin, çok yüksek bir eşik (a very high threshold[3]) belirlediği şeklinde yorumlanan ihtiyat ilkesini (precautionary principle) entegre ettiğini açıkça ortaya koymuştur.
Yine de, Madde 6(4), zarar verici planlara veya projelere izin verme kararı verilirken, ‘kamu çıkarını geçersiz kılan zorunlu nedenler’in (imperative reasons of overriding public interest) koruma çıkarına karşı takas edilmesine izin veren bir muafiyet hükmü getirmektedir. Kamu çıkarını geçersiz kılan zorunlu nedenler, sosyal veya ekonomik hususları içerebilir. İki kamu çıkarı kümesi, koruma ve sosyal veya ekonomik olan arasındaki gerilimin, bir denge mantığı kullanılarak oynandığı ve çözüldüğü yer Madde 6(4)’tür.
Hukuki analizim, bu bağlamda kamu yararına karar vermek için bir denge mantığının kullanımıyla ilişkili çeşitli sorunları göstermektedir. Bu tür sorunlar şunları içerir:
- Denge sürecinde rol oynayan kamusal çıkarlara farklı çağrışımlar yapılmaktadır: Korumacı kamusal çıkar, bilimsel bir değerlendirmeyle belirlenen nesnel bir çıkar olarak anlaşılmaktadır; kamu çıkarını geçersiz kılan zorunlu nedenler ise toplumsal bir özne (plan/proje öneren) ve/veya kurumsal bir özne (ulusal veya ulus üstü politikalar) ile belirlenen öznel bir çıkar olarak anlaşılmaktadır.
- Koruma kamu yararı ve kamu çıkarını geçersiz kılan zorunlu nedenlerin inşasında farklı kanıt standartları devreye girer. Koruma kamu yararı belirli bir metodoloji (uygun değerlendirme) kullanılarak bilimsel olarak belirlenirse ve belirsizlikle başa çıkmak için ihtiyat ilkesi uygulanırsa, kamu çıkarını geçersiz kılan zorunlu nedenlerin belirlenmesi için hiçbir metodoloji belirlenmez ve belirsiz kamu çıkarını geçersiz kılan zorunlu nedenler tahmini olan senaryolarla başa çıkmak için ihtiyat ilkesine hiçbir rol atanmaz. Bu nedenle, kamu çıkarını geçersiz kılan zorunlu neden bilgileri Madde 6(3) uyarınca koruma kamu yararına göre daha düşük düzeyde bir incelemeye tabi tutulur ve bu da dengeyi bozar.
- Her iki kamu yararının belirlenmesinde kamu katılımı hükümlerinin zayıf olması, kamusal müzakereye yer verilmemesi ve idari kararın, çıkarların kolektif olarak üretilmesi yerine, önceden belirlenmiş çıkarların dengelenmesine indirgenmesi anlamına gelmektedir.
- Kamu çıkarını geçersiz kılan zorunlu neden testinden geçen plan veya projelerin etkilerine ilişkin izleme yükümlülüklerinin eksikliği, kamu çıkarını geçersiz kılan zorunlu nedenlerin uzun vadede karşılanıp karşılanmadığının değerlendirilmesini zorlaştırmaktadır.
2. Dewey ile uzlaşmaların ötesine geçilmesi
Bu sorunların önüne geçebilmek için, kamu yararı adına çevresel karar alma süreçlerinin tasarlanmasında toplu karar alma modellerinden uzaklaşılması gerekmektedir.
Toplu modellere umut vadeden bir alternatif John Dewey’in pragmatizminde bulunabilir. Dewey, The Public and its Problems[4] kitabında, kamuoyunun belirli bir topluluk olmadığını, ancak bir eylemin dolaylı sonuçlarından etkilenmenin bir sonucu olarak ortaya çıktığını, var olduğunu savunmuştur. Bir kamuoyu, insanlar bir sorunu çözme konusunda ortak bir ilgiye sahip olduğunda var olur, kendini keşfeder. Bu, yalnızca bir kamuoyunun değil, deneyimlenen soruna/probleme bağlı olarak bağlamsal olarak yaratılan birçok kamuoyunun olduğu anlamına gelir.
Dewey’e göre, demokratik kurumlar, özünde eleştirel ve kolektif tartışma ve değerlendirme ile gözlemlenen sonuçlar ışığında revizyon bulunan deneysel sosyal sorgulamayı kolaylaştırarak çeşitli, dağınık bir kamuoyunun ortak bir çıkarı tanımlamasını desteklemek için gerekli hale gelir. Önceden var olan çıkarlar arasındaki bir dengenin ürünü olmaktan ziyade, kamu çıkarı açık tartışma ve kolektif düşünme yoluyla ortaya çıkar ve sorgulama sürecini mükemmelleştirir.
Ayrıca, Dewey için çevre hukuku açısından kritik öneme sahip olan anlamlar, pratik etkinlikte insanlar ve çevreleri arasındaki etkileşimler aracılığıyla inşa edilir. İnsan olmayan unsurlar önceden belirlenmiş bir arka plan değildir, ancak eylemde bulunma, bir şeyler yapma ve paylaşılan anlamın yaratılmasına katılma yetkisine sahiptir. Res cogitans ve res extensa’nın[5] Kartezyen töz ikiliğine (Cartesian substance dualism) karşı, Dewey bilgiyi yaşanmış bir deneyim olarak, insanların içinde hareket ettiği dünyayla içsel olarak bağlantılı olarak, dünyada ve dünyayla bir yapma biçimi olarak görür.
Dewey’e göre, eleştirel toplumsal düşüncenin geliştirilebilmesi, özneler arası ve dinamik olan yaşanmış deneyim aracılığıyla olur. Yaşanmış deneyim süreçseldir ve bu, eylemlerimizin sonuçlarına uyum sağlamamızı temin eder, bu nedenle deneysel olasılıklarla doludur. Deneyimin bu şekilde anlaşılması, politik olanı yeniden duyurmaya, demokratikleştirmeye ve maddileştirmeye yardımcı olur. Çıkarların ve değerlerin belirlenmesi yalnızca belirli öznelerin elinde veya keşfedilmeyi bekleyen nesnelerin doğal bir özelliği olarak değil, insanların yaşamlarının gerçek koşullarını ele almak için ‘birlikte iletilen deneyim’ vasıtasıyla oluşturulur.
Sonuç olarak, kamu yararı, gerçek, deneyimlenen sorunlara yönelik işbirlikçi ve deneysel kamu soruşturması yoluyla sürekli olarak inşa edilir. Müzakere, değerlerin ve konumların tartışıldığı, gözden geçirildiği ve rafine edildiği deneysel bir karaktere sahiptir. Bu nedenle, sonuç bağlamsaldır ve yeni deneyim ışığında zaman içinde daha fazla gözden geçirme ve rafine edilmeye tabidir. Bu şekilde, kamu yararı olarak sayılan şey sabit değildir, tarihsel olarak gelişir ve gerçek sorunlarla karşı karşıya kalan insanlar tarafından somutlaştırıldığı için içkindir.
3. Çevre hukukuna ilişkin kamu yararı: pragmatist bir yaklaşım
Dewey’i takiben, çevre hukukunda kamu yararı karar alma sürecine yönelik pragmatist bir dönüş, kamu yararının öznel veya nesnel olarak belirlenen bir değişken olarak değil, ilgili halk arasında deneysel bir toplumsal sorgulamadan kaynaklandığı anlamına gelir. İdari karar alma, kamu yararının kolektif olarak üretilmesi için bir alan olmalıdır. Paylaşılan yaşanmış deneyimlerden yararlanan ve ortak çıkarı belirlemeyi amaçlayan ilgili bir halkın müzakeresi esastır. Kamu yararı kararlarının sonuçlarını izlemek, gelecekteki müzakerelere yardımcı olmak için yansımayı mümkün kılmak amacıyla temel bir ilke olmalıdır, çünkü kararlaştırılmış bir kararın sonuçlarına ilişkin bilgi, bir yansıma, analiz ve öngörü aracı olarak diğer durumlara aktarılabilir. Son olarak, Dewey’in özne/nesne ikiliğini reddetmesi ve bilgi üretiminde paylaşılan yaşanmış deneyime sağladığı merkezilik, kamu çıkarını keşfetme ve değerlendirme metodolojileri tasarlarken dikkate alınması gereken, bilmenin konumlanmışlığına ve ilişkiselliğine işaret eder.
[1] <https://academic.oup.com/jel/advance-article/doi/10.1093/jel/eqae026/7762140?login=false>
[2] <https://eur-lex.europa.eu/legal-content/EN/TXT/?uri=CELEX%3A01992L0043-20130701>
[3] <https://curia.europa.eu/juris/document/document.jsf?docid=48882&doclang=EN>
[4] <https://www.gutenberg.org/ebooks/71000>
[5] Çevirenin Notu: “res extensa” (Sözcük anlamı: Yer kaplayan şey) – Descartes’ın düalist bakışındaki iki tözden (diğeri res cogitans) hem önem hem de sıralama olarak ikincil gelen töz için kullandığı Latince deyimdir. “res cogitans” (Sözcük anlamı: Düşünen şey) – Descartes’ın düalist bakışındaki iki tözden (diğeri res extensa) hem önem hem de sıralama olarak gelen ilki için kullandığı Latince deyimdir. [Kaynak: <https://www.klufelsefe.com >]
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.