Devletin Depremlerden Dolayı Sorumluluk ve Yükümlülükleri

Özet: Deprem kuşağında yer alan bir bölgede, deprem tehlikesi göz önünde bulundurularak, yerleşim alanlarının belirlenmesi, bu alanlarda yapılaşmaya ilişkin önlemlerin alınması, uygulanması; imar ve inşaatların yeterince denetlemesi, ruhsatsız veya ruhsata aykırı yapılaraa  engel olunması, bunların yıktırılması; ülke çapında depreme dayanıklı çağdaş bir yapılaşmanın sağlanmasıa  Devletin ve ilgili idari birimlerin yükümlülükleri ve sorumlulukları olup, bütün bunların yeterince yerine getirilmemiş olması durumunda, deprem nedensellik bağını kesen bir mücbir sebep olarak kabul edilemez.

a 1- Devletin, doğal afetlere karşı önlem alma yükümlülüğü

a) 4452 sayılı Doğal Afetlere Karşı Alınacak Önlemler ve Doğal Afetler Nedeniyle Doğan Zararların Giderilmesi İçin Yapılacak Düzenlemeler Kanunu’nun “İlkeler” başlıklı 3.maddesi (d) bendinde “Bu Kanunun amacı, ülke çapında depreme dayanıklı çağdaş bir yapılaşmanın sağlanması” denilmiş ise de, eğer Devletin ilgili birimleri (İmar İskan Bakanlığı, İmar İl Müdürlükleri. Belediyeler) yükümlülüklerini yerine getirmiş; imar ve inşaatları yeterince denetlemiş, ruhsatsız veya ruhsata aykırı yapılaraa  engel olmuş, bunları yıkmış olsalardı, 1999 Yalova-Gölcük-İzmit depreminde, iki kez Adapazarı depreminde,, Düzce, Van, Elazığ ve en son İzmir depremlerinde onca kişi ölüra  müydü, binalar yerle bir olur muydu ?a a  a a Fay hattının geçtiği bir bölgeyi yerleşime açmak, yeterince sağlam olmayan bir zemin üzerinde çok katlı yapılaşmaya imkan vermek, neredeyse bütünüyle önemli derecede deprem bölgesi olan ülkemizde yapılacak binaların fen kurallarına uygun şekilde yapılmasını denetlememek, dere yataklarında yapılaşmaya izin vermek suretiyle sel sularının akamayarak kişilerin boğulmasına yol açmak,a  Devletin ilgili birimlerinin deprem, sua  baskını gibi doğal afetlere karşı yeterli önlemler almadığının kesin kanıtlarıdır.[1]

b) Devletin depremden dolayı yükümlülük ve sorumlulukları konusunda Danıştaya  Genel Kurulu kararında “Deprem olaylarında idarenin sorumluluğunun, genelliklea  imar hukukundan kaynaklanan planlama ve denetleme yetkilerini gereği gibi kullanmamasından kaynaklandığı” sonucuna varılmış;[2] bu karardan çok sonra meydana gelen 1999 depreminden zarar görenlerin açtıkları davalar nedeniyle verilen Danıştay kararlarında:

a a “Yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca, idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla, öğretide de kabul edildiği gibi, idarenin bu hareketsizliğinin “olumsuz eylem” olarak kabulü gerekmektedir” açıklamaları yapılmıştır.[3]

a a Depremden zarar görenlerin açtıkları bir davada Özel Daire “Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılana  davada, uğranılan zararın, idari eylemlerden değil, 3194 sayılı Yasa ve ilgili Yönetmelik uyarınca imar planı yapmak, inşaat ruhsatı vermek, projeyi onaylamak, yapılaşmayı kontrol etmek, yapı kullanma izni vermek gibi idari işlemlerden kaynaklandığı” sonucuna varılmış;

a “Tazminat istemine konu yapının bulunduğu bölgenin çok riskli deprem kuşağında kaldığı önceden bilindiğine ve burada olacak depremin olası sonuçlarının öngörülebilmesine olanak sağlayacak düzeyde bilgi ve belgeler bulunduğuna göre, depremden doğabilecek zararların önlenmesi, en aza indirilmesi için gerekli yasal tedbirleri almayan, denetim ve kontrol görevlerini yerine getirmeyen, böylece zararın artmasına sebep olan idarenin bu tutum ve davranışı hizmet kusuru sayılabilecek idari bir eylemdir” denilmiştir.[4]

a a Bir başka Özel Daire kararında da “Deprem kuşağında yer alan bir bölgede, deprem tehlikesi gözönünde bulundurularak, yerleşim alanlarının belirlenmesi, bu alanlarda yapılaşmaya ilişkin tedbirlerin alınması, uygulanması ve denetlenmesi şeklindeki idari faaliyetlerde ortaya çıkan eksikliklerin, idarenin olumsuz eylemi niteliğinde olması nedeniyle, bu olumsuz eylem ile deprem sonucu oluşan zarar arasında illiyet bağının bulunduğu ve depremin illiyet bağını kesen bir mücbir sebep olarak kabul edilemeyeceği” sonucuna varılmıştır.[5]

a a Gene bir başka Özel Daire kararında “Uyuşmazlık konusu yapının deprem nedeniyle ağır hasar görerek yıkıldığı ve enkaz altında eş ve iki çocuğu kalarak vefat ettiği, davalı belediyece ara kararına verilen yanıtta davacının kiracı olarak oturmakta olduğu konutun bulunduğu binaya ilişkin işlem dosyasına rastlanılmadığının belirtildiğinin görüldüğü, binanın ruhsat almaksızın kaçak olarak yapıldığı, anılan idarece gerek yapının inşası aşamasında, gerek daha sonraki aşamalarda yapıya ilişkin olarak herhangi bir tespit ve denetim yapılmadığı, yıkılan binanın kaçak olarak inşa edilirken, hatalı malzeme ve işçilik kullanılması sonucu deprem sonrasında yıkıldığı kanaatine varıldığı, yasaların vermiş olduğu denetim ve gözetim görevlerini yerine getirmeyen davalı belediyenin zararın meydana gelmesinde yüzde yüz tam kusurlu olduğu”a  sonucuna varılmıştır.[6]

a Yakın zamanda meydana gelen Van/Erciş depreminde zarar görenlerin açtıkları davalarla ilgili kararlarda, depremde yıkılan yapı ve tesisler, insanların ölümüne veya bedensel zarara uğramalarına neden olmuşsa, binaların dayanıklı olup olmadıkları, eksik malzeme kullanılıp kullanılmadığı, depreme karşı yeterli önlemlerin alınıp alınmadığı; inşaat ruhsatı ve oturma izni veren, bunları denetlemekle yükümlü olan Belediyelerin, İmar Müdürlüklerinin, İmar ve İskan Bakanlığı’nın görev ve sorumluluklarını tam olarak yerine getirip getirmedikleri araştırılmalıdır, denilmektedir.

a a Danıştaya  İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun onadığı çok yenia  kararlardan birinde, depremde yıkılan binanın enkazı altında kalarak yaşamını yitiren kişinin yakınlarının açtıkları davada,a  müteahhidin %30, fenni mesulün %37, Belediye Başkanlığı’nın proje ve uygulama konusundaki denetimini tam olarak yerine getirmediğinden dolayı %29, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın plan ve projelendirme konusundaki denetim görevini tam olarak yerine getirmediğinden dolayı %2, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın afet durumu ile ilgili gerekli çalışmaların ve denetimlerina  yapılmamasından dolayı %2 oranında kusurlu olduklarına ilişkin bilirkişi kurulu raporuna göre, davalı idarelerin hizmet kusurları nedeniyle sorumlu oldukları sonucuna varılarak davanın kabulüne ilişkin karar, İstinaf ve Özel Daire aşamalarından geçtikten sonra Genel Kurul’ca onanmıştır.

a  Aynı biçimde Van/Erciş depreminde ölen kişinin eşi ve çocukları tarafından açılan iki ayrı davada da, davalı idareler yukardaki kararda açıklandığı biçimde kusurlu bulunmuşlara  ve davaların kabulüne ilişkin kararlar Genel Kurulca onanmıştır.[7]

2- İdarenin İmar Hukukuna ilişkin yükümlülükleri

İmar hukukundan kaynaklanan idari sorumluluk, kural olarak mal varlığı haklarına yönelik olup, imar hukukundan kaynaklanan bedensel zararlara ilişkin idarenin akit dışı mali sorumluluğuna yol açan durumlar da söz konusu olabilmektedir. İdarenin imar hukukundan kaynaklanan yetkileri, temel hak ve özgürlüklere sınırlama getiren kolluk yetkileridir.

a İdarenin, imar yetkisi, kamu düzeninin dirlik, esenlik ve sağlık unsurlarının gerçekleştirilmesine yönelik olan ve nitelik olarak mülkiyet hakkının sınırlanması şeklinde ortaya çıkan bir yetkidir. Amacı, kamu düzeninin söz konusu unsurlarının sağlanabilmesidir. Bu amaçla, yerleşim yerlerinde mülkiyet hakkının bu amaçlara uygun olarak sınırlandırılması hususunda, başta Anayasa ve İmar Kanunu olmak üzere yasayla idareye yetkiler tanınmakta; idarenin bu yetkilerini sağlık, dirlik ve esenlik içerisinde yaşanabilecek bir yerleşim düzeni kurma amacıyla kullanması gerekmektedir.[8]

b) Anayasa’nın 23.maddesi 1.fıkrasına göre, herkes “yerleşme hürriyetine” sahip olmakla birlikte, maddenin 2.fıkrasına göre “Yerleşme hürriyeti (…) sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak amacıyla kanunla sınırlanabilir.”

a Gene Anayasa’nın “mülkiyet hakkı” başlıklı 35.maddesine görea  “Herke, mülkiyet ve miras haklarına sahip” ise de,

a -Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

a -Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.

c) 3194 sayılı İmar Kanunu’nun amaç başlıklı 1.maddesine göre “Bu Kanun, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla düzenlenmiştir.

a a Yasa’nın 5.maddesine göre “Herhangi bir saha, her ölçekteki plan esaslarına, bulunduğu bölgenin şartlarına ve yönetmelik hükümlerine aykırı maksatlar için kullanılmaz.”

a  Yasa’nın 21.maddesine göre a “Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için (…)a  belediye veya valiliklerden (veya yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürolarından) yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.”

Yasa’nın 32.maddesine göre “Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerinea veya ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılarda projelerine ve ilgili mevzuatına aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni sorumlua  (veya yeminli serbest mimarlık ve mühendislik bürosu) tarafındana  tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu durumun öğrenilmesi üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur. Ruhsat iptal edilir. Ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararının verilmesinden hemen sonra, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir.

a  Yasa’nın 42.maddesine göre a “Ruhsat alınmaksızın veya ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere ve imar mevzuatına aykırı olarak yapılan ya da 27 nci madde kapsamında ruhsat alınmadan yapılan yapılardan aynı maddede belirtilen koşullar sağlanmadan yapılanların sahibine, yapı müteahhidine ve aykırılığı altı iş günü içinde idareye bildirmeyen ilgili fenni mesullere, yapının mülkiyet durumuna, bulunduğu alanın özelliğine, durumuna, niteliğine ve sınıfına, yerleşmeye ve çevreye etkisine, can ve mal emniyetini tehdit edip etmediğine ve aykırılığın büyüklüğüne göre (…)a  idari para cezaları uygulanır:”

d) Yukarda açıkladığımız Anayasa ve İmar Kanunu hükümlerine göre, İmar Hukukuna ilişkin yükümlülükler ne derece yerine getirilmiş ve getirmektedirler? Buna ne yazık ki olumlu yanıt veremiyoruz.a  Çünkü:

a – Anayasa’nın 23.maddesi 1.fıkrası uyarınca “sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmesi” gereken Devletin ilgili birimleri ve ülkeyi yönetenler, her seçim dönemi öncesinde “imar afları”a  çıkararak; kamu arazileri üzerine gecekondular yapılmasına, daha sonra bu çürük yapılara kat çıkılmasına göz yumarak,a  giderek kalabalıklaşan bu yerleri ilçea  yaparak; yeşil alanları, dere yataklarını, heyelan bölgelerinia  imara açarak;a  kent içinde park, yeşil alan, toplanma alanı olarak ayrılan yerlere AVM’ler yapılmasına, art arda gökdelenler dikilmesine izin vererek büyük kentleri yaşanmaz hale getirmişlerdir. Anayasa’nın 35.maddesine aykırı olarak, “mülkiyet hakkının toplum yararına aykırı kullanılmasına” engel olunmamış;a  3194 sayılı İmar Kanunu’nun 1.maddesi uyarınca “yapılaşmaların plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uyguna  olması” gerekirken, bu amacı gerçekleştirme yerine, arsa ve arazi yağmacılarının (rantçıların) önü alabildiğine açılmış; onlara geniş ve sınırsız olanaklara  sağlanmıştır.

a – Çarpık ve plansıza  kentleşme, imar aflarıyla yasal hale getirilen çürük ve ruhsatsız yapılar yüzünden depremlerde çok sayıdaa  yurttaşımız ölmüş ve sakat kalmıştır. Uzmanların dediği gibi “deprem öldürmemiş, çürük binalar öldürmüştür.”a  Deprem olmadan bile ansızın çöken binalar yüzünden gene insanlar ölmüş ve sakat kalmışlardır.

[1] Ali Akyıldız, İdarenin İmar Hukukundan Doğana  Sorumluluğu , sf..339-398 267 (Akit Dışı Kusursuz Sorumlulukta Bedensel Zararlar U luslararası Kongresi, 2018, TBB Yayını)

[2]a a  a Danıştay İDDGK. 17.01.1997, E.1995/752-K.1997/57 sayılı kararı.

[3] Danıştay 6.Daire 12.04.2004, E.2004/1477-K.2004/2115 sayılı, 10.Daire 28.05.2007, E.2005/9126K.2007/3069 sayılı, 11. Dairea  29.06.2007,a  E.2005/1353-K.2007/6248 sayılı kararları.

[4]a a  Danıştay 6.Daire 12.04.2004,a  E.2004/1477-K.2004/2115 sayılı kararı.

[5]a a  Danıştay 11. Dairea  29.06.2007,a  E.2005/1353-K.2007/6248 sayılı kararı.

[6]a a  Danıştaya  15.01.2008, E.2007/5045-K.2008/20 sayılı kararı.

[7]a  Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 19.02.2020, E.2019/2428 K.2020/388a  sayılı, 23.09.2020, E.2020/497-K.2020/1577a  sayılı, 06.05.2019, E.2018/3022-K.2019/2134 sayılıa  kararları.

[8]a  Ali Akyıldız, agm., sf. 339-398

Kabataş Lisesini ve İstanbul Hukuk Fakültesini bitirmiştir. Onbeş yıl kamuda çalıştıktan sonra, Baroya kaydolup avukatlık ve bilirkişilik yapmaya başlamış; çalışmalarını önceleri İş Hukuku, daha sonra Tazminat Hukuku alanında yoğunlaştırmıştır. Bilirkişiliğin sağladığı olanaklarla, mahkeme dosyalarından derlediği somut örnekleri bilgi birikimleriyle birleştirerek elde ettiği sonuçları araştırma yazıları adı altında yayınlamaya başlamış, daha sonra kitap yazmaya yönelmiştir. Bu çalışmalarının yoğunluğu nedeniyle ve çıkar ilişkilerinden uzak kalmak isteğiyle avukatlık yapmamakta; böylece nesnel ve özgürce düşünüp yazabilme olanağını elde ettiği inancını taşımaktadır.
Çalışma ve araştırma alanı, ağırlıklı olarak insan zararlarıdır. Hakların en yücesi ve en fazla korunması gerekeni "yaşama hakkı" ve bunun özelinde "sağlıklı yaşama hakkı" olduğu inancıyla, olaylara, yalnız hukukun dar penceresinden bakmamakta, tüm toplumbilim dallarından yararlanmaya çalışmakta, özellikle felsefenin parlak ışıkları altında konuları incelemekte; kalıplaşmış ve değişmez din kuralları gibi bağlanıp kalınmış katı kurallara karşı çıkmakta; derlediği bilgileri ve araştırma sonuçlarını aklın ve bilimin süzgecinden geçirerek doğru bildiklerini yazıya dökmektedir.
Bugüne kadar yayınlanmış iki yüze yakın araştırma yazısı ve on iki kitabı bulunmakta; ayrıca internet ortamında oluşturduğu “Tazminat Hukuku” sitesinden genç meslektaşlarını ücretsiz bilgilendirmeye çalışmakta; sık sık katıldığı konferanslarda, eğitim programlarında uygulamada karşılaşılan sorunları tartışmaya açmaktadır.
Ona göre, hukuk, bilim olmanın ötesinde toplum bilimlerinin uygulama alanıdır. Bu nedenle hukuk fakültelerinin birinci sınıflarında felsefe, sosyoloji, yöntembilim, dilbilim, uygarlık tarihi, ekonomi ve siyasal rejimler, genel kültür ve kompozisyon dersleri okutulmalı; yeterli derecede yabancı dil ile birlikte birinci sınıf dersleri hukuk eğitimine geçiş öncesinde "baraj" olmalıdır. İlk yıldan sonraki üç yılda hukukun temel bilgileri okutulmalı; daha sonra iki yıllık uzmanlaşma eğitimiyle (6) yılda hukuk eğitimi tamamlanmalıdır.
Hukuk, toplumun temeli olduğuna göre, hukukçular böylesine ağır ve sıkı bir eğitimle en nitelikli kişiler olarak yetiştirilmelidir.
Hukukçular öğrencilik yıllarından başlayarak, klasikleri okumaya başlamalı ve alt yapılarını oluşturmalı; meslek yaşamları boyunca da kitap okumayı sürdürmelidirler. İlk çağdan başlayarak tüm felsefeleri öğrenmeli; siyasal rejimleri, geçmişten bugüne toplumsal olayları, üretim-emek ilişkilerini bilmeli; insanı ve toplumları anlamak ve kavrayabilmek için bol bol (başta klasik) romanlar, öyküler, düşünce, deneme yazıları, anı kitapları okumalı; duygu ve düşüncenin imbikten çekilmişi şiirlerden asla uzak kalmamalı, tiyatro ve sinema başyapıtlarını tanımalı, güzel sanatların her dalıyla az veya çok ilgilenmelidirler.