GİRİŞ: GÜNCEL ANAYASAL VE SİYASAL DÜZEN VE İŞLEYİŞİ ÜZERİNE
Mutlak monarşiden meşruti monarşiye, meşruti monarşiden demokratik monarşiye veya cumhuriyete evrimde (özellikle Aydınlanma çağı ve siyasal düşünürleri döneminden, daha somut ifade ile erkler ayrılığı kuramının geliştirildiği dönemden bu yana) şu çifte ayrışma kayda değer:
- Parlamento, halkı temsil eden ve özgürlük güvencesi meclis olarak kural koyma yetkisini hükümdardan aldı.
- Başbakan/hükümet/yürütme, ülke siyasetini belirleme ve uygulama organı olarak, monarktan kopuşu ifade eder. Bu ayrılmanın gerçekleşmesi ölçüsünde, hükümdar veya padişah -kısaca devlet başkanı-, günlük politikanın ve siyasal çekişmelerin dışında kaldı ve devlet kamu tüzel kişiliğini temsil eden, genel ve üst konumda, hakem niteliğinde bir statüye ve makama dönüştü. Avrupa devletlerinde bunun adı cumhurbaşkanı veya kraldır.
Osmanlı Devleti ve Türkiye Cumhuriyeti de, bu evrim sürecini geçirdi.
2017 Anayasa değişiklikleri temelindeki rejim kırılması, bu nedenle, yalnızca çağ dışı değildir; aynı zamanda yüzyıllar öncesini anıştıran bir düzenlemedir. Bu büyük ve tarihsel kırılma, kurul halinde bütün siyasal karar düzeneklerini tasfiye etti.
Söz konusu kopuş, hesap verebilir yönetim (hükümet) ve devlet yönetiminde görev+yetki+sorumluluk kurallarını ortadan kaldırdığından; anayasal denge-denetim düzenekleri göstermelik bir hal aldı ve erkler ayrılığı biçimsel bir şekle büründü. Dahası, Devleti temsil ve yürütme yetkilerini uhdesinde toplayan kişinin “Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin” yükümlülüğü (Anayasa, md.104), parti başkanı da olmasıyla beraber, çoğu kez anayasal hükümlerin ihlali olgusuna dönüştü.
Hal böyle olunca, erkler ayrılığı anayasal sistematik olarak var olsa da, yetkiler fiilen tek kişide toplanmış olduğundan; hak ve özgürlükler güvencesi olarak kurgulanan yasama-yürütme-yargı ayrılığı, anayasal özgürlükleri korumaktan çok ihlal düzeneğine dönüşmüş bulunuyor.
Kısacası; yargı erkinin şemsiye organı olarak Hakim ve Savcılar Kurulu (HSK) ve üyelerinin salt çoğunluğunun TBMM tarafından seçim gündemi, bu belirlemeler ışığında ele alınmalıdır.
I. ANAYASA/ YASA/ GEREKÇE/AYM KARARLARI
HSK üyelerini belirleme şeklinin başlıca hukuki dayanağı, Anayasa madde 159 ve HSK Kanunu madde 20’dir. Madde 159’un gerekçesi, madde metnini yineleme dışında, açıklayıcı her hangi bir öge içermemektedir.
1) ANAYASA MADDE 159
Anayasa madde 159’a göre; Kurulun, üç üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hakim ve savcıları arasından, bir üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hakim ve savcıları arasından Cumhurbaşkanınca;
Üç üyesi Yargıtay üyeleri, bir üyesi Danıştay üyeleri, üç üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilir.
Öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçilen üyelerden, en az birinin öğretim üyesi ve en az birinin de avukat olması zorunludur. Kurulun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek üyeliklerine ilişkin başvurular, Meclis Başkanlığına yapılır. Başkanlık, başvuruları Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona gönderir. Komisyon her bir üyelik için üç adayı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler. Birinci oylamada aday belirleme işleminin sonuçlandırılamaması halinde ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. Bu oylamada da aday belirlenemediği takdirde, her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile aday belirleme işlemi tamamlanır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyon tarafından belirlenen adaylar arasından, her bir üye için ayrı ayrı gizli oyla seçim yapar. Birinci oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu; bu oylamada seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. İkinci oylamada da üye seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır.
2) HAKİMLER VE SAVCILAR KURULU KANUNU
HSK Kanunu’nun “Türkiye Büyük Millet Meclisinin Kurula Üye Seçimi” başlıklı ikinci bölümünün “Seçim usulü” başlıklı 20. maddesi, Anayasa m.159’un yukarıda anılana kapsamını esas alan bir içeriğe sahiptir.
3) GEREKÇE
Anayasa madde 159 metninin teklif gerekçesi şöyledir: “Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun mevcut yapısı ve uygulamalarında ortaya çıkan sorunların giderilebilmesini teminen Kurul yapısı yeniden tasarlanmaktadır. Bu çerçevede yeniden yapılandırılan Kurulun demokratik meşruiyeti güçlendirilmektedir”[1].
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu (HSYK) yeniden yapılandıran değişiklik maddesi için gerekçe başlığı altında yazılan ”“ama gerçekte gerekçe olmaktan uzak olan-a kısa metinde kayda değer olan ve TBMM’nin Kurul’a üye seçim usulü bağlamında akılda tutulması gereken tek deyim, “demokratik meşruiyet” vurgusudur.
4) ANAYASA MAKKEMESİ’NİN YAKLAŞIMI
5982 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle değiştirilen ve Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi ile birinci sınıf adlî ve idarî yargı hakim ve savcıları tarafından Kurul üyelerinin doğrudan seçilmesine ilişkin Anayasa’nın 159. maddesinin beşinci fıkrasında; bu seçimlerde, her seçmenin “ancak bir aday için” oy kullanması esası getirilmişti. Buna göre, örneğin, Yargıtay Genel Kurulunca seçilecek üç asıl üç yedek olmak üzere toplam altı Kurul üyesi için her Yargıtay üyesi yalnızca bir adaya oy verebilecekti ve her Yargıtay üyesinin iradesi altı kurul üyesinden yalnızca birisinin seçimine yansıyabilecekti. AYM’ye göre ise; “… bazı adaylar açısından seçmenlere oy kullanma hakkı tanınmayarak sonuçları seçmen iradesini yansıtmaktan uzak olan bir seçim usulünün demokratik olmadığında kuşku yoktur. Seçmen iradesinin gerçek anlamda oya yansımasını sınırlayan böylece oy kullananların iradesini olumsuz yönde etkileyen bu düzenlemenin hukuk devletinin temel öğesi olan bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşmasını da engelleyeceği açıktır”. AYM, buradan hareketle, söz konusu düzenlemedeki “ancak bir aday için” ibaresini iptal etti[2].
AYM, 2014 yılında ise, 6524 sayılı Kanun’un 28. maddesiyle 6087 sayılı Kanun’un 11. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin değiştirilmesini incelemiştir.a Söz konusu ihtilaflı kural ile, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Sekreter adaylarının belirleneceği toplantıya Başkanın katılamayacağı ve yapılacak seçimde her bir Kurul üyesinin ancak bir adaya oy verebileceği kabul edilmiştir. Dava dilekçesinde belirtilen ve yukarıda anılmış olan 2010 tarihli AYM kararının HSYK Genel Sekreter adaylarının belirlenmesine ilişkin olmadığını ve bu konuda daha önce bir karar vermemiş olduğunu belirten AYM, söz konusu iptal istemini reddederken, şu değerlendirmeyi yapmıştır: “… Anayasa koyucu Genel Sekreter adaylarının Kurulca belirlenmesini öngörmüş ancak bunun yöntemini düzenlememiştir. Bu nedenle yasa koyucunun, Genel Sekreter adaylarının seçiminde uygulanacak yöntemin belirlenmesi konusunda takdir yetkisi bulunmaktadır. Yasa koyucu bu yetkisinia dava konusu kuralla,a Genel Sekreter adaylarının belirleneceği seçimde her bir Kurul üyesinin ancak bir adaya oy verebileceği yolunda düzenleme yapmak suretiyle kullanmıştır. Sonuç itibarıyla bir kişinin seçilmesinin öngörüldüğü seçimlerde, seçici makama birden çok adayın sunulmasını amaçlayan aday seçimleri, seçici makama birden çok aday arasında tercih hakkı tanınmasını sağlamaktadır. Dava konusu kuralla getirilen, her bir Kurul üyesinin ancak bir adaya oy vermesi şeklindeki Genel Sekreter adaylarının belirleneceği seçim yönteminin,a ‘demokratik hukuk devleti ilkesi’yle bağdaşmayan bir yönü bulunmadığı gibi Anayasanın 159. maddesine de aykırı değildir”[3].
II. ADAYLARI BELİRLEME VE SEÇİM İÇİN HANGİ ÖLÇÜTLER?
Anayasa madde 159’un öngördüğü usulle ilk kez seçim yapılacaktır. Bu nedenle, maddenin öngördüğü belirleme tarzını açıklığa kavuşturmakta yarar vardır. Maddeyi öngörülebilir kılma, -anayasa koyucu abesle iştigal etmez ilkesi gereği- Karma Komisyonun görevidir.
Komisyon ve Genel Kurul aşamaları için iki ortak öge, iki de farklılık bulunmaktadır:
Ortak öge, 2/3 ve 3/5 çoğunluklarının aranmasıdır.
Buna karşın, farklılaşma, oylama biçiminde ve ad çekmededir: Oylama, Genel Kurul’da gizli yapılmak gerekirken; Komisyon’da gizli veya açık şekilde yapılabilir. Ad çekme bakımından, Komisyon için “her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday” dendiği halde, Genel Kurul için, “en çok oyu alan iki aday” denmektedir.
Bu düzenleme tarzının anlamını, üç aşamada yorum yapmak suretiyle açıklığa kavuşturmak gerekir: Sözel yorum, amaçsal yorum ve niteliksel yorum.
Bununla birlikte, yorumun önemi fazla abartılmamalıdır; zira, HSK’nin düzenleniş tarzı, bağımsız ve tarafsız yargı örgütlenmesinin asgari gereklerini yansıtmaktan uzaktır. Bu nedenle, önce konuyla ilgili Avrupa kriterlerine değinmekte yarar var.
1) AVRUPA KRİTERLERİ IŞIĞINDA ÖN SAPTAMALAR (HAKİMLERİN STATÜSÜNE İLİŞKİN AVRUPA ŞARTI/HSK VE VENEDİK KOMİSYONU)
Hakimlerin Statüsüne İlişkin Avrupa Şartı, seçimi, işe alınmayı, atamayı, mesleki ilerlemeyi veya bir hakimin görevinin sona ermesini etkileyen her karar bakımından; en azından yarısı, hakimler tarafından yargının en geniş şekilde katılımını sağlayacak şekilde seçilmiş olan, hakimlerden oluşan ve yürütmeye ve yasamaya karşı bağımsız bir otorite öngörmektedir. Türkiye’de ise, 2017 kırılması sonucunda; 1961 Anayasasından beri yargı mensupları ilk defa üst yargı kurulunun oluşumuna doğrudan ya da dolaylı olarak katılmaktan alıkonulmuşlar, üye belirleme sürecinden dışlanmışlardır.
Anayasa madde 159’un öngördüğü HSK yapılanması, uluslararası ölçütleri karşılamaktan uzak olduğu gibi, en iyi ülke örnekleri ile de uyumlu değildir[4]. Özellikle, yargıç-savcı üyelerin kendi temsilcilerini seçememeleri, parti başkanı Cumhurbaşkanının Kurul üyelerinin yarıya yakınını (on üç üyenin altısını) atayacak olması, yasama tarafından yapılacak seçimlerde çoğulculuğu sağlayacak önlemlerin öngörülmemiş olması gibi etmenler nedeniyle, HSK’nin yargı bağımsızlığını güvence altına almaktan çok partizanlaşmaya açık biçimde yapılandırıldığı görüşü, dört yıllık uygulama ile de teyit edilmiştir.
Benzer kaygılar, Anayasa değişikliği sırasında Venedik Komisyonu tarafından da dile getirilmiştir (2017). Komisyon, 2017 Anayasa değişikliği sonucu Cumhurbaşkanının tarafsız bir konumda bulunmadığını, partili siyasetin içinde olacağını, dolayısıyla yapacağı atamaların da siyaseten tarafsız olmayacağını özellikle vurgulamıştır. Venedik Komisyonuna göre, Cumhurbaşkanı ve TBMM seçimlerinin aynı gün yapılması yoluyla, Cumhurbaşkanının yasamada da çoğunluğa sahip olması hemen hemen güvence altına alınmış; böylece, Kurulda, Cumhurbaşkanının atadığı üyelerle yasamaca seçilen üyelerin birlikte bir çoğunluk oluşturması, hatta tüm üyeliklerin Cumhurbaşkanının adaylarınca doldurulması olanaklı duruma getirilmiştir. Komisyona göre bu durum, Türkiye’de yargı bağımsızlığını ciddi şekilde tehlikeye düşürecektir. HSK’nin üstlendiği görev ve yetkilerin önemine dikkat çeken Venedik Komisyonu, Kurulun denetim altına alınmasının yargıçlar ve savcıların denetim altına alınması anlamına geldiğini vurgulamıştır.
Venedik Komisyonu, Anayasa değişikliğiyle HSK’nin otuz gün içinde yeniden yapılandırılmasının öngörüldüğünün, Anayasa değişikliğini destekleyen siyasal güçlerin yasama organında beşte üç çoğunluğa sahip olduğunun ve bu çoğunluğun kendilerine tüm üyelikleri belirleme olanağını tanıdığının da özellikle altını çizmiştir[5].
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de (İHAM), Venedik Komisyonunun saptamalarına dayanarak, HSK’nin bu oluşum biçiminin yargı bağımsızlığı açısından taşıdığı tehlikelere dikkat çekmiştir. Avrupa Mahkemesi, İHAS’ta öngörülen sınırlamaların öngörülen amaçlar dışında kullanılmasını yasaklayan 18. maddenin ihlal edildiğine ilişkin kararında, HSK’nin söz konusu yapılanması dolayısıyla mahkemelerin etki altına alınmasına olanak tanıyan bir siyasal iklimin bulunduğunu vurgulamıştır[6].
Nitekim, HSK’nin yapılandırılma biçimi, işaret edilen kaygıları, dört yıllık uygulama ile doğrulanmış bulunuyor. Dahası, bunlar, Yargı Reformu Strateji Belgesi (YRSB) ve İnsan Hakları Eylem Planı (İHEP) ile, Anayasa madde 159 mimarları ve uygulayıcıları tarafından itiraf ve teyit edildi.
Bu bakımdan, Karma Komisyon’un belirleyeceği ilkeler ve uygulama, bir dönüm eşiği olarak görülebilir. Yine dört yıl önceki gibi olursa, Türkiye, dört yıl sonra artık geri dönülmesi mümkün olmayan bir sürece sürüklenir. Buna karşın, madde 159, sözel/ amaçsal ve sistematik yorum (ayrı ayrı ve birlikte) doğrultusunda uygulanırsa, Türkiye’nin anayasal geleceği konusunda, sınırlı da olsa olumlu bir adım atılmış olur.
Özetle, HSK üyelerinin belirlenmesinin, yürütme ve yasama organı arasında paylaşılmış olması ve yargının bu sürecin dışında bırakılmış bulunması; seçim görevinin azami bir titizlikle ve liyakat ilkesi öne çıkarılarak yerine getirilmesi gereğini ortaya koymaktadır.
Bu nedenle madde 159’u düzgün ve amacına uygun biçimde okuma ve yorumlama gereği vardır: Maddenin sözel (lafzi) anlamı, amaçsal yorumu ve özellikle Anayasa madde 2, 9 ve 138 ekseninde sistematik yorumu ayrı ayrı ve birlikte (kümülatif) yapılmalıdır.
2) ANAYASA’NIN SÖZEL (LAFZİ) YORUMU: SİYASAL İRADENİN ORANLI BİÇİMDE YANSIMASI
Sözel yorumu, Komisyon ve Genel Kurul aşamaları için ayrı ayrı uygulamak uygun düşer.
a) Komisyon aşaması: “her aday için bir oy”
Anayasa’nın 159. maddesindeki “her bir üyelik için üç adayı, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla belirler” ibaresi, üçte iki çoğunluğun aranacağı oylamanın “her bir üyelik” için söz konusu olacağı ve şu halde her bir üyelik için birbirinden ayrı oylamaların yapılmasının gerektiği şeklinde anlaşılmaktadır. Yine “her bir üyelik için en çok oyu alan iki aday” ibaresi de, her üyelik için ayrı ayrı oylama yapılması gereğini ifade eder. Zira; aksi halde, toplu oylama varsayımında, “en çok oyu alan iki aday” ibaresi, farklı üyelikler için kuraya girecek ikili grupları oluşturmak yönünde bir kıstas koymamaktadır. Örneğin; toplu oylama durumunda, gösterilecek x sayıda adayın belirlenmesinde kuraya girecek en çok oyu alan 2x adayın hangi ölçüte göre x adet ikili gruba ayrılacağını saptamak olanağı bulunmayacaktır. Oysa, her bir adaylık için ayrı oylama halinde, söz konusu tekil oylamalara giren adaylardan en çok oyu alan ikişer tanesini belirlemek, herhangi bir sorun yaratmayacaktır. Bu itibarla ve Anayasa koyucu anlamsız ve etkisiz hüküm koymayacağından, “en çok oyu alan iki aday” ibaresinin bir anlamının olabilmesi için, toplu değil ama tekil oylama usulünün uygulanması gerekir[7].
Kısacası; oylamaya ilişkin usul belirtilirken “aday” ifadesi kullanılarak, adayın seçiminden bahsedilmiştir. Seçim usulü okunduğunda her adayın tek tek oylanacağı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, komisyonda her üyelik için belirlenecek üç adaylık için her adayın tek tek oylanması gerekir. Bütün üyeliklerin bir arada veya üç aday için tek seferde oylanması gibi bir yöntem belirlemesi yapmak mümkün değildir.
Her aday için tek oy ilkesi benimsenecek; şu halde aday sayısı kadar yani 21 kez oylama yapılacaktır. Şöyle ki; Karma Komisyonda her üyelik için o kontenjandan seçilme hakkına sahip aday adaylarının katılacağı oylamanın ayrı yapılması; örneğin Yargıtay üyeleri arasından seçilecek üç üyeliğin her biri için birinci, ikinci ve üçüncü adayın ayrı ayrı belirlenmesi, bu belirlemelerde Komisyon üyelerinin tek oy kullanmaları gerekmektedir. Bu işlemler; Danıştay üyeleri arasından seçilecek bir; öğretim üyeleri ile avukatlar arasından seçilecek üç üyelik için yinelenecektir. Yargıtay kontenjanına düşen üç, Danıştay kontenjanına ait bir, öğretim üyeleri ve avukatlar kontenjanına düşen üç üyelik olarak üç grup halinde yapılacak seçimlerde; örneğin, Yargıtay kontenjanı ile ilgili olarak her bir üyelik için gerçekleştirilecek birinci oylamada üçte iki çoğunluk sağlanmışsa, birinci aday belirlenmiş olacak; sonra ikinci üyelik için önceden seçilenin katılamayacağı ikinci tur oylama yapılacak, sonra üçüncü üyelik için ilk adayın belirlenmesine geçilecektir. İlk tur oylamalarda üçte iki çoğunluk sağlanamazsa, beşte üç çoğunluğun aranacağı ikinci tur oylamaya geçilecek, bu oran da sağlanamazsa, en çok oy alan iki aday arasında kura çekilerek birinci aday belirlenmiş olacak; bu işlemler her üyelik için ikinci ve üçüncü adaylar belirlenirken yinelenecektir[8].
b) Genel Kurul aşaması: “her üye için bir oy”
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyon tarafından belirlenen adaylar arasından, her bir üye için ayrı ayrı gizli oyla seçim yapar. Birinci oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu; bu oylamada seçimin sonuçlandırılamaması halinde, ikinci oylamada üye tamsayısının beşte üç çoğunluğu aranır. İkinci oylamada da üye seçilemediği takdirde en çok oyu alan iki aday arasında ad çekme usulü ile üye seçimi tamamlanır.
Genel Kurul aşaması, Komisyon aşamasından daha belirgin olup, seçimin en az üye sayısı kadar (7 kez) yapılması gerekmektedir. Belirginleştirilmesi gereken husus, salt çoğunluk yerine neden “ad çekme” usulünün öngörülmüş olmasıdır. Salt çoğunluk öngörmemenin amacı, TBMM’deki üye sayısı 360’ın altında bulunan, ancak 301 sayısına ulaşan partinin veya partiler ittifakının üyeler bütününü elde etmesinin önüne geçmek; HSK üye yapısında çoğulculuğu sağlamaktır (parteinproporz ilkesi).
Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda alıntılanan 2014 kararı da bu yorumu teyit etmektedir[9].
3) ANAYASA’NIN AMAÇSAL YORUMU: VASATLIKTA UZLAŞMAK DEĞİL, EN NİTELİKLİ ADAY ÜZERNDE UZLAŞMAK
Anayasa değişikliğine ilişkin kanun teklifinde, TBMM tarafından üye seçilerek, HSK’nin yapısında “demokratik meşruluk” sağlanmak istendiği belirtilmiştir.
Anayasa m.159/3, Karma Komisyon’un, her bir üyelik için aday belirleme işlemini, nitelikli çoğunluk esasına göre yapacağını öngörmüştür. Maddede yer alan “üçte iki” ve “beşte üç” oranları, Anayasa koyucunun, HSK’ye TBMM tarafından seçilecek üyeliklere ilişkin adayların Karma Komisyon’da belirlenmesinde, siyasi partiler arasında uzlaşma aradığını göstermektedir. Şu halde, Karma Komisyon’un aday belirleme işlemlerini, Anayasa’nın amaçsal yorumu çerçevesinde, siyasi partiler arasındaki uzlaşma arayışını yansıtacak şekilde düzenlemek ve yorumlamak gerekir. Bu itibarla, Karma Komisyon’un her bir üyelik için belirleyeceği üç adayın; uzlaşma amacına en uygun yol olan tekil oylama usulüyle belirlenmesi gerekir. Tekil oylama, farklı siyasal partilere mensup üyelerin iradelerinin ortaya çıkması bakımından herhangi bir duraksamaya ve karışıklığa yer vermeye elverişli olmaması bakımından da tercih nedeni olmalıdır.
Demokratik meşruluk açısından da, seçilmişlerin iradelerinin tartışmaya yer bırakmayacak biçimde HSK oluşumuna yansıması gereği, tekil oylama usulünü haklı kılmaktadır.a Madde gerekçesinde vurgulanan “demokratik meşruiyeti güçlendirme” amacı da, bu görüşü doğrulamaktadır.
Nihayet, tekil oylama, çoğulculuğu daha çok güvence altına alması bakımından da anayasa koyucunun amacına daha uygun görünmektedir. Gerek üçte iki ve beşte üç biçimindeki nitelikli çoğunlukların öngörülmüş olması, gerekse söz konusu değişikliğin gerekçesindeki demokratik meşruluk vurgusu, HSK üyelerinin belirlenmesinde anayasa koyucunun çoğulculuğu dikkate aldığını da ortaya koymaktadır. Bu çerçevede toplu oylamanın çoğunlukçu eğilimleri koruyan/pekiştiren, tekil oylamanınsa çoğulculuğu teşvik eden bir yönünün bulunduğu belirtilmelidir. Zira tekil oylama durumunda her bir oylamada, anayasa koyucunun öngördüğü nitelikli çoğunlukların ayrı ayrı dikkate alınması gerekecek, bu da adayların daha çoğulcu bir yöntemle belirlenmesine olanak tanıyacaktır.
4) ANAYASA’NIN SİSTEMATİK YORUMU
“Mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre” kurulması ve görev yapması öngörülen HSK’nin (Anayasa, md.159/1) varlık nedeni ve işlevi bakımından Anayasa’nın özü, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı kurallarıdır. Bu nedenle, Anayasa madde 159, madde 2, 9 ve 138 a bağlamında yorumlanmalıdır. a Madde 159, aslında erkler ayrılığına ve yargı bağımsızlığına ilişkin Anayasa hükümlerinin uygulanabilmesinin aracıdır. Bu kuralların başında;
- Mahkemelerin bağımsızlığı (md.138),
- Yargı yetkisi (md.9),
- Cumhuriyetin nitelikleri ile örtüşen hukuk devleti (md.2) gelmektedir.
Bu nedenle, madde 159’un sözel ve amaçsal yorumu, Anayasa bütününde sistematik yorum malzemeleri kullanılarak yapılmalı ve pekiştirilmelidir.
Kümülatif yorum ise, her üç yorum tekniğinin birlikte göz önüne alınmasını gerekli kılar. Bu itibarla, sözel anlam ve uzlaşma arayışına yönelik yorum, nitelikli üye belirleme amacına yönelik olduğuna göre, her üç yorum tekniğini birlikte (kümülatif) değerlendirme gereği de vardır.
Kuşkusuz, uygulamaya yönelik bu çabalar, Anayasa madde 159’u yeniden yazma gereğini ortadan kaldırmamalıdır. Başka bir deyişle, amaca uygun yorum, madde 159’un yasama-yürütme-yargı bütününde yeniden yazılması ivediliğini perdelememelidir. Ne kadar sözel, amaçsal ve sistematik yorumlama çabası harcansa da, madde 159’un metnindeki belirsizlikleri ve eksikleri tam olarak giderme olanağı yoktur. Bu bakımdan, bu seçimi, nitelikli çoğunlukla sağlanmak istenilen “demokratik meşruiyeti güçlendirme” amacına en uygun tarzda sonuçlandırma gereği kadar; seçim sonrası ilk iş olarak, madde 159’u, madde 138 güvencesi ve hukuk devleti doğrultusunda değiştirmek için gerçek bir uzlaşma arayışına da ihtiyaç vardır.
5) YARGISAL BAŞVURU
Anayasa madde 159 gereklerine uyulmaması durumunda, TBMM’de yapılacak HSK seçimlerine karşı yargı yoluna gidilip gidilemeyeceği hususu tartışmalıdır. Gidilemeyeceğini ileri sürenler, “TBMM’nin, görev ve yetkilerinin yasama bölümünde düzenlendiğini, idari bir makam olarak düşünülemeyeceğini, dolayısıyla HSK’ye üye seçmesiyle ilgili yaptığı işlem ve aldığı kararların idari yargı denetimine tabi olmadığını” belirtmekte; aksi görüşte olanlar ise, “Yasama ve yargı organlarınca tesis edilmekle birlikte, ‘yasama’ ve ‘yargı’ fonksiyonuyla ilgisi olmayan, tümüyle ‘idare’ işlevi ile ilgili bulunan işlemlerinin, idari nitelikte olduğundan idari davaya konu edilebileceğini” savunmaktadır.
TBMM’de yapılacak seçimlerin Anayasa ve Hakimler ve Savcılar Kurulu Kanunu’na aykırı olarak yapılması, idari yargıda dava konusu edilebilir. Nitekim Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un yürürlükten kaldırdığı 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un yürürlükte olduğu sırada, TBMM Genel Kurulunun Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna seçtiği bir üyenin açtığı davanın esasına girilerek incelenmesi gerektiğine karar vermiştir[10].
III. HSK: ERKLER AYRILIĞI GÜVENCESİ Mİ, ERKLER BİRLİĞİ ARACI MI?
Bu soruya, dört yıllık uygulama yanıt vermektedir.a Venedik Komisyonu raporunda işaret edilen sakıncaların gerçekleşmiş olması, aslında bizlerin de günlük yaşamda tanık olduğumuz uygulama ve olaylar; HSK’nin fiili erkler birliğini pekiştirme işlevini teyit etmiş bulunuyor.
Mahkemelerin bağımsızlığını düzenleyen Anayasa madde 138, bu gözlemi test hükmü olarak alınabilir. “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” kuralı ile başlayan maddenin izleyen fıkraları, yargıçların iç ve dış bağımsızlığına ilişkin güvenceleri, yasaklayıcı ve emredici kayıtlarla açıkça ve somut olarak sıralamaktadır.
Ne var ki, son dört yılın uygulaması, madde 138’in yargılama süreci öncesi/esnası ve sonrası olmak üzere sürekli ve sistematik biçimde ihlaline ilişkin söylem, işlem ve eylemlerle doludur.
–Öncesi: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” (Anayasa, md.38/4) kuralına karşın, “yargısız infaz”, bir tür siyaset alt kültürü haline gelmiş bulunuyor. Savcılara ve mahkemelere soruşturma ve kovuşturma “talimatları”!, bu çerçevede veriliyor.
–Esnası: Yine siyasal zevat, görülmekte olan davalar hakkında görüş beyan etmekten geri kalmıyor[11]. Sadece ifade değil, açıklanmayan kanaatlerin de davalara konu olması, “Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz” kuralıyla öngörülen Anayasal yasakların (md.25) kırk yıl sonra bile ne denli önemli olduğunu göstermekte olduğu gibi;a sürekli maruz kalınan “fikir avı” (dahası, niyet sorgulaması) olgusu sonucunda, sav+savunma+hüküm aktörleri adil yargılama gereklerinden uzaklaşmış, yargılama sürecinde “usul ekonomisi” ilkesi ortadan kalkmış bulunmaktadır.
–Sonrası: Yargı kararlarını uygulamama ve gereklerini yerine getirmeme, idari makamlarla sınırlı olan bir ihlal durumu olmayıp, yargı organlarını da kapsamına almaktadır. İHAM, AYM ve ağır ceza mahkemesi kararlarının yerine getirilmesine örtülü veya açık müdahaleler, istisnai değildir. Mahkemelerin bile bu ihlaller zinciri içerisinde yer aldığına, esefle tanıklık edildi.
a HSK’nin, Anayasa’nın kendisine verdiği görevleri ne ölçüde yerine getirdiğinin ve yetkilerini ne ölçüde kullandığının, kısacası, anayasal yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğinin resmi yanıtlarını, Yargı Reformu Strateji Belgesi (YRSB) ve İnsan Hakları Eylem Planı (İHEP), kısmen de olsa ortaya koymaktadır.
Bu çerçevede şu üç soru öne çıkar:
1) Belgede ve planda belirtilen sorunların ne kadarı, Anayasa’dan ve yasalardan kaynaklanmaktadır?
2) Ne kadarı, yargı organlarının Anayasa’yı ve yasaları uygula(ya)maması ve/ya yanlış uygulamalarından kaynaklanmaktadır?
3) Ne kadarı, HSK tarafından etkili bir denetim yapılmamasından kaynaklanmaktadır? Bu soruların yanıtı, HSK’nin, Anayasa md.159/f.8 ve f.9 gereklerini yerine getirme ölçüsünü de ortaya koyacaktır.
IV. DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ OLMA SORUNU
Demokratik hukuk devleti, öncelikle çoğulcu siyasal rejim olarak demokrasi ögelerinin belirlenmesini gerekli kılmaktadır. Çoğunlukçu ve çoğulcu olmak üzere iki boyutlu demokrasi; ideolojik, siyasal, kurumsal ve iktisadi olmak üzere dört düzlemde somutlaşır:
- İdeolojik: Aydınlanma felsefesinde ve haklar bildirgesinde bulunan kaynak, demokratik ideali ortaya koyar.
- Siyasal: Siyasal planda çoğunluğun oluşması, toplumda çoğulcu bir yapının bulunmasına bağlıdır. Bu da, bireysel ve toplu özgürlüklerin varlığı ile mümkündür.
- Kurumsal: Erkler ayrılığı, muhalefet hakkı ve müzakere olanağı, kurumsal yapının belirleyicileri olup; yargı bağımsız değilse, erkler ayrılığının bir anlamı olmaz. Yargı bağımsızlığı için de, özerk bir HSK yapısına gereksinim açıktır.
- İktisadi: İktisadi özgürlük ise, pazar ekonomisinin başıboş olması anlamına gelmeyip, devletin düzenleme, denetleme ve yaptırım yükümlülüklerini yerine getirmesini gerekli kılar.
Bu dört öge birlikteliği, siyasal iktidarın el değiştirmesini sağlayacak ortam ve koşulların süreklilik taşıması demektir. Bunların güvencesi de bağımsız yargıdır.
Bu nedenle HSK, demokratik rejimin omurgası olarak nitelenebilir.
Yargı ve demokrasi diyalektiği, HSK özerk olduğu ölçüde sağlanabilir. Şöyle ki;
- Yargı, demokrasinin faktörüdür.
- Yargı, demokrasinin aktörüdür.
- Yargı, demokrasinin antrenörüdür.
İyi yetiştirilmiş adayların nesnel ve saydam yarışma koşullarında mesleğe intisap etmeleri ölçüsünde, yargı demokrasi etkeni olabilir[12].
Hak ve özgürlükleri koruyabildiği ölçüde, yargı demokrasinin aktörü olabilir: Yurttaşları koruma kapasitesi, diğer iktidarlara karşı bağımsızlığı ölçüsünde mümkündür.
Yöneticilerden hesap sorma özelliğiyle yargı, demokrasinin antrenörü olarak görülür. Anayasal, idari ve mali denetim sayesinde yargı, hukuk devletinin ve saydamlığın temel taşıdır[13].
Ne var ki, yargı-demokrasi diyalektiği, ancak eğer anayasa, iç içe geçmiş şu üç özelliği yansıtıyorsa sağlanabilir:
- Hesap verebilir hükümet (yönetim): siyasal, mali, hukuki ve cezai.
- Anayasal denge-denetim düzeneği: yargı bağımsızlığı temelinde erkler ayrılığı ekseninde devlet örgütlenmesi ve hukuki yapılanma.
- Görev+yetki+sorumluluk: Yürütme ve idare bütünü için geçerli üçlü ilke.
2017 değişikliği sonucu bu üç özelliğin açık veya örtülüa biçimde anayasal düzlemde ortadan kalkmış olması, HSK yapılanmasının hassasiyetini, ama o ölçüde de göreceli özelliğini ortaya koymaktadır.
V. ANAYASA CİDDİYE ALINMALIDIR
Bu vesile ile vurgulamak gerekir ki; “anayasa gündemi”, ülke, toplum ve devletin bugünü ve geleceği için yaşamsal önemi nedeniyle, günlük politikaya alet edilmeyecek kadar ciddi bir konudur.a Haliyle, Anayasa tartışmaları, güncel siyasal çekişmelerin konusu olmamalı; hele hele siyasal şantajlara kesinlikle alet edilmemelidir. Unutulmamalıdır ki, güncel anayasal tartışmalar, 21. yüzyıl Türkiyesi için, yani gelecek kuşakların ortak yaşamı için belirleyici olacaktır. Gelecek kuşakların barış içinde ve özgürlük ortamında yaşama iradeleri üzerinde ipotek koyma yetkisine hiç kimse sahip değildir.
Ne var ki, Karma Komisyon’un 28 Nisan’daki ilk toplantısını izleyen günlerde, konumuz ve Anayasa açısından üç olumsuz adım atıldı: Türk kamu yönetiminin sicil amirliğini de tek başına üstelenen Cumhurbaşkanı[14], dalga geçer gibi iki yeni hukuk fakültesi kurdu. MHP ise, hazırladığını açıkladığı anayasa taslağını kamuoyu ile paylaşmadı.
Bu çerçevede, 2017’de kabul edilen ve 2018’de yürürlüğe giren Anayasa değişikliğine ilişkin çelişkili söylem, işlem ve eylemlere de dikkat çekilebilir. Şöyle ki; 27. Yasama dönemi boyunca, demokratik muhalefet partilerinin “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” (CBHS) eleştirisi ardından “demokratik parlamenter rejim” arayışını dillendirdikleri her sefer, Cumhur İttifakı ortakları ve özellikle MHP, “CBHS”ye övgüler dizerek, “16 Nisan 2017 oylaması ile halk iradesini ortaya koydu ve anayasa sayfası artık kapandı”a sözleri ile tepki göstermekte idiler. 1 Şubat 2021’de ise, “şimdi yeni anayasa vakti” dendi. Sadece üç ayın ardından, ortağı, bu kez, “işte anayasa taslağı” (4 Mayıs)a dedi.a İzlenen yol ve yöntemin veya adlandırma şeklinin yanı sıra, maddi olarak 100 maddelik metin;
- Cumhuriyet kurumlarını, kurallarını ve değerlerini korumayı mı, yoksa kaldırmayı mı amaçladığı;
- Demokratik hukuk devleti anayasasının hesap verebilir hükümet, denge ve denetim düzenekleri ile görev+yetki+sorumluluk ilkesini pekiştirmeyi mi, yoksa tümden ortadan kaldırmayı mı amaçladığı yönlerinden, -taslak metni açıklanınca- mercek altına alınmalıdır.
Burada genel olarak değinilecek olursa; Cumhuriyet bakımından, Cumhuriyet’in kurumlarını ve kurallarını öngörmesi bir yana, “Allah’ın inayeti ile” başlangıç yapmakla, Cumhuriyet’in temel değeri olarak laiklik (dünyevilik) ilkesinin temelini, 16 Nisan’da oylanan metne göre daha da geriye götürmeyi amaçladığı anlaşılıyor.
Çağdaş anayasacılık bakımından ise; üç genel ilke testi uygulanabilir:
- Hesap verebilir hükümet: Yasama önünde siyasal sorumluluk ilkesi öngörülmediğine göre, hesap verebilirlik ilkesi de olmayacak.
- Anayasal denge ve denetim düzenekleri: Bunlara ilişkin somut ögeler bulunmamakla birlikte, AYM’nin Anayasa Mahkemesi olmaktan çıkarılması arzusu, anayasal denge ve denetim düzeneğine ilişkin bir kaygının bulunmadığının belirgin bir göstergesidir.
- Görev+yetki+sorumluluk: İki Cumhurbaşkanı yardımcısı seçimle belirleneceğine göre, tek kişilik yürütme yerine üç kişilik bir yürütme mi olacak? Bakanların statüsü ne olacak ve CB yardımcıları ile bakanlar arasındaki ilişkiler nasıl olacak?
Özetle; henüz açıklanmayan taslağın götürdükleri (laiklik ve AYM) az veya çok belli, ama getirdikleri belirsiz. Bununla birlikte, iktidar blokunun söz konusu girişimleri ve arayışları, 16 Nisan 2017’de halka oylatılan düzenlemelerin, Türkiye’nin tarihsel, siyasal, kurumsal ve toplumsal gerçekliği ve gereksinimleri ile bağdaşır olmadığının itirafı olarak kaydedilmelidir.
VI. DEĞERLENDİRME VE ÖNERİLER
Adaylık koşulunun sağlanıp sağlanmadığı ve nitelik koşulunun ne ölçüde gerçekleştiğini a ortaya koymak amacıyla amacıyla a kurulan alt komisyon raporu a ve özelliklea rapora yer alan ek görüşler önem taşımaktadır[15].
Adaylar ile görüşme ise, (birçok Avrupa Devletinde AYM üye seçiminde olduğu gibi…) karma Komisyonun süzgeç işlevi ile doğrudan bağlantılıdır. TBMM’ye verilen bu hak ve yetkinin demokratik meşruluk temelinde değerlendirilebilmesi ve amacına ulaşabilmesi için, alt komisyonun önerileri doğrultusunda Komisyon’un adaylar ile yüz yüze görüşmesi ve adayları tanıması, TBMM Genel Kurulu aşaması öncesi işlevini olabildiğince nesnel bir biçimde a yerine getirmesinin gereğidir[16].
Madde 159’un öngördüğü nitelikli üye hedefine yönelik uzlaşmanın amacı, HSK’nin Anayasa md.138 gereklerini karşılamasıdır. Kura çekimi, nitelik için partileri -özellikle çoğunluğu oluşturan partileri- uzlaşmaya zorlayıcı bir tercihi yansıtmaktadır; zira ad çekimi, çoğunluk partileri ile diğerlerini eşitlemektedir. Hedef, yasama organında temsil edilen parti adaylarından çok, görevi en iyi şekilde yapmaya elverişli adayları seçmektir. Bu nedenle TBMM, yedi HSK adayını seçerken, başta madde 159 gelmek üzere, hukuk devleti ilkelerini yansıtan Anayasa’nın özüne titizlikle saygı göstermelidir. Bu çerçevede, seçim sürecinde, Anayasa md. 159’un, “Hakimler ve Savcılar Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar” şeklindeki 1. fıkra hükmü mutlaka dikkate alınmalıdır. Bu doğrultuda Alt Komisyon ve Komisyon, parti üyesi olan aday adaylarının ya da parti bağlarını referans olarak gösteren aday adaylarının başvurularını daha baştan geçersiz saymalı; bu aday adaylarını oylamaya katmamalıdır[17] . Bu gereklilikler kısmen yerine getirilmişi olsa da, partilerarası uzlaşma,a madde 159’un asgari gereklerini yerine getirmekten kaçınmayı meşru ve haklı kılamaz.
[1] Teklifin madde gerekçesi bu kadar. Anayasa Komisyonu Raporu ise gerekçe içermiyor.
[2] AYM, E.S.: 2010/49, K.S.: 2010/87, K.G.: 7.7.2010, R.G. Tarih-Sayı: 01.08.2010-27659.
[3] E.S.: 2014/57, K.S.: 2014/81, KG.: 10.4.2014, R.G. Tarih-Sayı : 14. 05.2014-29000.
[4] Avrupa ölçeğinde geçerli ilkeler için bkz. Les juges: indépendence, efficacité et responsabilités, Recommandation CM/ Rec (2010)12 et exposé des motifs,a Ed. Du Conseil de l’Europe, 2010.
[5] Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. D. Burak Çelik, “16 Nisan Anayasa Değişikliği ve Yeni Hakimler ve Savcılar Kurulu Üzerine Bir Değerlendirme”, Ankara Ü. SBF Dergisi, 2018-4, s.1071 vd.
[6] Bkz. ECHR, Case of Selahattin Demirtaş (No. 2) v. Turkey (Appl. No. 14305/15), 22.12.2020, a§ 434. HSK’nin; atama, yükseltme ve disiplin yetkilerini yargı mensupları üzerinde bir baskı/etkileme aracı olarak kullanmasına ilişkin örnekler için ayrıca bkz. D. Burak Çelik, Türkiye’de Hukuk Devletinin Tesisi: Bağımsız ve Tarafsız Yargı Erki İçin Öneriler, İstanPol, İstanbul, Ocak 2021, s. 15-16.
[7] Aday belirleme işleminin 3. aşamasında en çok oyu almış olan iki adaya eşit şans tanınması,a söz konusu iki adayın farklı siyasal partilerce desteklenen aday olacağı (parteinproporz– partilerin oranlı temsili- ilkesi) varsayımını teyit etmektedir.
[8] Bkz.a 20 Mayıs 2021 günlü toplantısında yaptığım konuşma: TUTANAK HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI; 20.05.2021 tarihli Anayasa ve Adalet Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon.
[9] Ne var ki, 20 Mayıs 2021 günü Karma Komisyon’da aday sayısıa kadar (21 kez) oylama yapılması gerekirken, oylama sayısı, üye sayısı (7’ye) kadar oylama yapılmış; 25 Mayıs 2021 günü TBMM Genel Kurulunda a 7 üye için ayrı ayrı yapılması gereken a oylama, “her üye için bir oy” ilkesine aykırı a şekilde gerçekleştirilmiş olduğundan, Anayasa madde 159’a uyarlık gözetilmemiştir.
[10] DİDDK 18/10/2012 tarih, 2008/697 E. 2012/1660 K. sayılı kararı.
[11] Öte yandan; Meclis Araştırma önergelerini ret nedeni olarak AKP, sıkça “yargıya intikal etmiş” gerekçesini kullanıyor. Oysa, TBMM Araştırma Komisyonu görevi ile yargı yetkisi örtüşmemekte/çakışmamaktadır. Tam tersine, TBMM araştırması, görülmekte olan davada adaletin tecellisine katkıda bulunabilecek olay ve olguları ortaya çıkarma işlevini görebilir.
[12]a Türkiye’de hukuk fakülteleri sayısı, nitelik ve nicelik ilişkisi açısından yıllardır tartışıldığı ve geçen aylarda Boğaziçi Üniversitesinde ”“siyasal saiklerle dayatma yoluyla- bir hukuk fakültesi kurulmuşken, Karma Komisyon toplantısından iki gün sonra, yinea Cumhurbaşkanı kararı ilea iki hukuk fakültesi (Nuh Naci Yazgan Üniversitesi Hukuk Fakültesi vea İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Hukuk Fakültesi -3940 sayılı CB kararı, R.G.: 1 Mayıs 2021-31471) daha kurulması, nesnel ölçütler yerine öznel yaklaşımın baskın olduğunu teyit etmektedir. Buna eklenen mesleğe intisapta saydamlık ilkesinden uzak mülakat uygulaması, yöneticilerden hesap sorabilecek güçlü hukuki formasyona sahip savcı ve hakimlerin önünü daha baştan kesmektedir. Dernek ve sendika şeklindeki yargıç ve savcı örgütleri üzerindeki siyasal ve idari baskılar ise, savcı ve yargıçların yetkilerini Anayasa md.138’in asgari gerekleri çerçevesinde kullanmalarını engellemektedir.
[13] İtalya’dakia “Temiz eller operasyonu” (1993), yargının antrenörlük işlevinin tipik bir örneği olarak belirtilebilir. 7242 sayılı yasa ile, uç örgütü başı Alaattin Çakıcı için getirilen özel af, bir dönem referandum kampanyası yürüten suç örgütü başı Sedat Peker’in gündeme düşen demeçleri ile siyaset ”“ mafya ilişkileri bağlamında Türkiye açısından, “Temiz eller operasyonu” örneğinden daha ciddi bir soruna işaret etmektedir. Bu durum, özerk ve bağımsız bir HSK örgütlenmesinin yaşamsal özelliğini ortaya koymaktadır.
[14] 30 Nisan 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan yeni Devlet Memurları Disiplin Yönetmeliği, tek kişilik Yürütmenin, kamu yönetimia bütününü dea kişileştirme girişimidir.
[15] Bkz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Alt Komisyon a Raporu (7 Mayıs 2021). Alt komisyon üyesi Levent Gök tarafından hazırlanan “Cumhuriyet Halk Partisinina HSKa seçimlerindea üyelerina niteliklerinin belirlenmesine ilişkin ek görüş” (8 sayfa), konuyu, yargı etiği ekseninde uluslararası belgeler ışığında çok yönlü olarak ele almakta ve açıklığa kavuşturmaktadır. Halkların Demokratik Partisi Ek Görüşünü hazırlayan Abdullah Koç da, konuyu ayrıntılı biçimde değerlendirmektedir.
[16] Ne var ki, bu gereklilik yerine getiril(e)memiştir.
[17] Bu gerekliliği ihlal eden 2017 seçimi sırasında tanık olunan olumsuz örneklera üzerinea bkz. D. B. Çelik, “16 Nisan Anayasa Değişikliği ve Yeni Hakimler ve Savcılar Kurulu Üzerine Bir Değerlendirme”.
CHP Eski İstanbul Milletvekili, Anayasa profesörü İbrahim Özden Kaboğlu, 1986-2017 yılları arasında yurt dışındaki çok sayıda üniversitede öğretim üyesi olarak görev yaptı. 70’in üzerinde bilimsel makalesi ve Anayasa hukuku alanında 25’in üzerinde kitabı bulunan Kaboğlu 27.dönemde milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi. Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği (ANAYASA-DER) Başkanı ve Anayasa Hukuku Dergisi yayın yönetmeni olarak da görev yapan Kaboğlu aynı zamanda TBMM Eski Anayasa Komisyonu üyesidir.