II. Karabağ Savaşı Sonrası Dağlık Karabağ’ın Hukuki Statüsü

GİRİŞ

Dağlık Karabağ sorunu uzun yıllar Uluslararası Hukuk literatüründe “dondurulmuş sorun” olarak tanımlanmış, ancak İkinci Karabağ Savaşı ile birlikte çözüme yaklaşılan bir mesele haline gelmiştir. Sorunun temeli yüz yıl öncesine dayanmaktadır ancak Ermenistan’ın özellikle Sovyet Rusya’nın son döneminde bölgeyi ele geçirme girişimleri artmıştır. Nihayet Birinci Karabağ Savaşı ile birlikte Dağlık Karabağ ile onu çevreleyen yedi bölge Ermenistan tarafından işgal edilmiş, 1994 yılında imzalanan ateşkes ile birlikte “ne savaş ne de barış”ın olduğu bir durum ortaya çıkmıştır.

Ateşkesten sonraki 30 yıllık süreçte Minsk Grubunca arabuluculuk faaliyetleri icra edilmiş, ancak bir çözüm üretilememiştir. 2020 yılının Temmuz ayında Ermenistan tarafınca cephe hattının dışında kalan Tovuz bölgesine gerçekleştirilen saldırı adeta bardağı taşıran son damla olmuştur. Azerbaycan uzun yıllardır yürütmekte olduğu “stratejik sabır” politikasını rafa kaldırmış ve İkinci Karabağ Savaşı ile birlikte işgal edilmiş “yedi rayon” olarak tanımlanan bölgeyi geri almıştır. Ancak çalışmamızın inceleme konusu olan “Dağlık Karabağ’ın Hukuki Statüsü”ne ilişkin bir belirleme yapılamamıştır.

Bölgede güçlü bir aktör olan Rus tarafı a “Bugün herkes için statü sorununun gerçekten çözülmediği açıktır, ancak bu statü tartışma alanı suçlamalar çatışmasına yol açtığı için şimdi tartışılamaz.”, “Ermenistan bile Karabağ’ın bağımsızlığını tanımıyor, sorunu ertelemek daha iyidir.” gibi ifadelerle sorunu geçiştirmektedir. Ayrıca Lavrov tarafından “statünün Dağlık Karabağ’da etnik (gruplar) arasında uyumu yeniden sağlamak için yapılması gerekenlere bağlı olarak karar verileceğini” belirterek Dağlık Karabağ’ın statüsünü belirleyecek “herhangi bir son tarih belirlemeyeceklerini” eklemiştir. Bu bağlamda Dağlık Karabağ sorununun İkinci Karabağ Savaşı ile tam anlamıyla çözüldüğünü söylemek mümkün değildir.

İkinci Karabağ Savaşı sonrası deklare edilen üçlü bildirinin bazı maddeleri yeni sorunları da yaratmış durumdadır. Bunlardan en önemlisi Rusya tarafından bölgeye Rusya Kara Kuvvetleri’nden oluşan bir barış koruma birliğinin sevk edilmiş olmasıdır. Barış gücü birlikleri Dağlık Karabağ’daki temas hattı ve Laçın Koridoru boyunca gözlem noktaları kurmuştur. İlk bakışta söz konusu barış gücünün bölgede barışı tesis etmek maksadıyla devreye girdiğini söyleyebiliriz. Ancak, Rus barış güçlerinin bazı uygulamalarının “Dağlık Karabağ sorununun kalıcı çözümüne katkı sağlamadığını” ve “hem Azerbaycan hem de Türkiye’de Rusya’nın iyi niyetleri konusunda şüphelere” yol açtığını belirtebiliriz. “Kafkasya Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcısı Nazım Cafersoy, Rus barış güçlerini “Ermeniler ve Azerbaycanlılar arasında barışı sağlamaktan ziyade bölgedeki yasadışı askerî güçlerin kalıcılığına” neden olmakla suçlamıştır.” Ayrıca Rusya’nın “asker, memur, teknik uzman, doktor, hemşire ve inşaat işçisi adı altında” beş binin üzerindeki kişiyi bölgeye göndermiş olması ateşkes antlaşmasının şartlarını ihlal etmektedir. Ateşkes koşullarına göre gelecek 5 yıl boyunca Dağlık Karabağ’da konuşlandırılacak olan Rus askerlerinin bu sürenin sonunda Azerbaycan tarafından istenmezse bölgeden çıkarılacağı öngörülmüştür. Ancak Ermenistan’ın 30 yıl boyunca işgal ettiği bölgelerden çıkmamış olması ve uluslararası hukukun işlevsiz kalmış olması, 5 yıllık sürenin sonunda Rus askerlerinin bölgeden kolayca çıkmayacağına dair şüpheler uyandırmaktadır.

Bölgede kalıcı barışın tesis edilmesi ancak sorunun tam anlamıyla çözülmesi ile mümkün olabilecektir. Geçici çözümlerin yeni sorunlar yarattığı aşikardır. Kalıcı çözüm ise ancak uluslararası hukuk ilkeleriyle mümkündür. Bu doğrultuda çalışmamızda öncelikle Karabağ sorununun gelişimi, İkinci Karabağ Savaşı’nın sonuçları değerlendirilecektir. İkinci bölümde özellikle 30 yıllık ateşkes sürecinde Minsk grubunca önerilmiş formüller değerlendirilecektir. Üçüncü bölümde ise Rusya’nın etki alanı politikası ile Üçlü Bildiri sonucu ortaya çıkan bir takım problemler değerlendirilecek ve masaya yatırılan yeni öneriler incelenecektir.

BİRİNCİ BÖLÜM

KARABAĞ SORUNU VE İKİNCİ KARABAĞ SAVAŞI

I. KARABAĞ SORUNU

A. Tarihi Gelişim

Karabağ sorunu büyük ölçüde Azerbaycan topraklarının kuzey ve güney olarak ikiye bölündüğü, Rusya ve İran arasında yapılan 1813’teki Gülistan ve 1828’deki Türkmençay antlaşmalarıyla beraber ortaya çıkmıştır. Bu süreçte Rusya’nın kontrolünde kalan Kuzey Azerbaycan’da Rusya tarafından uygulanan nüfus politikalarıyla bölge Ermenileştirilmeye çalışılmıştır.[1]

Sonrasında 1918’de Transkafkasya Seyminin dağılmasıyla Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurulmuştur. Karabağ bu süreçte Şuşa, Cavanşir, Cebrayıl ve Zengezur ilçelerini içerir bir biçimde başkenti Şuşa olmak üzere Nisan 1919’da müttefik güçlerce Azerbaycan’a ait olarak tescil edilmiş, sonrasında Dağlık Karababağ Ermenistan Ulusal Konseyi de Azerbaycan hükümetini resmen tanımıştır.[2]

Bu süreçte Ermenistan Ulusal Konseyi, Dağlık Karabağ’da zaman zaman çatışmalar çıkarmış, ADC hükümeti bu isyanları önlemekle meşgul olmuştur. Kızıl Ordu 1920’de Azerbaycan’ı işgal ettiğinde dahi Azerbaycan ordusu büyük ölçüde Dağlık Karabağ bölgesindeki ayaklanmalar ile meşguldü.[3]

Azerbaycan’da Sovyet iktidarının kurulmasıyla birlikte Ermenistan’ın Dağlık Karabağ’ı Azerbaycan’dan koparma girişimleri artmıştır. 1923 tarihinde Azerbaycan SSC, Karabağ’ın dağlık kesimine yerleşen Ermenilere özerlik veren Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi Kararnamesini kabul etmiştir. Böylece Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak Dağlık Karabağ özerk bölgesi kurulmuştur.

Kuruluş yıllarındaki sonraki dönemde Azerbaycan SSC içinde özerk bir bölge olarak Dağlık Karabağ’ın statüsü 1936 ve 1977 SSCB Anayasası, Azerbaycan SSC Anayasasına da yansımıştır.[4] 1980’lerin ortalarından sonra Ermeniler “halkların kendi kaderlerini belirleme” ilkesine dayanarak bölgeyi Azerbaycan SSC’den ayırmak ve Ermenistan SSC’ye ilhakını sağlamak için harekete geçti. Ancak Azerbaycan SSC ile SSCB 1988’de aldıkları kararlar ile söz konusu girişimlerin SSCB Anayasası ile Azerbaycan SSC Anayasası’na aykırı olduğunu ilan ettiler. Buna rağmen Ermenistan saldırgan ve hukuk tanımaz tavrını değiştirmedi. Netice itibariyle Ermenistan SSC, uluslararası hukuka ve Anayasalara aykırı bir biçimde 1989’da Dağlık Karabağ’ı ilhak etmek için Anayasa’ya aykırı bir karar aldı.

1990 yılında SSCB, Dağlık Karabağ hakkında Ermenistan SSC tarafından alınan kararların SSCB Anayasasına aykırı olduğuna dair bir karar aldı. Karar ile Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan SSC’nin izni olmaksızın Ermenistan’a ilhakının yasa dışı olduğu ifade edildi.

1991 yılında Azerbaycanlıların boykot ettiği ve yalnız Ermenilerin katıldığı referandum tertip edilmiş ve bağımsızlık kararı alınmıştır. Azerbaycan, aynı yıl “Dağlık Karabağ Özerk Bölgesinin iptal edilmesine dair” yasayı kabul etmiştir. Ocak 1992 itibariyle de bağımsızlık ilan edilmiştir.

B. I. Karabağ Savaşı ve Sonrası

Karabağ sorunu, SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Ermenistan’ın Azerbaycan’a ait olan Dağlık Karabağ bölgesi ile onu çevreleyen yedi rayonu işgal etmesiyle ciddi bir mesele haline dönüşmüştür. Ermenistan, I. Karabağ Savaşında çeşitli savaş ve insanlık suçları işlemek suretiyle Uluslararası Hukuk’u ihlal etmiş, ancak uyguladığı bu saldırgan ve yayılmacı politikalarından dolayı uluslararası hukuk önünde sorumlu tutulamamıştır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin almış olduğu bir takım kararlar da uygulanamamıştır. AGİT’in arabuluculuk için oluşturduğu ve Minsk Üçlüsü olarak ifade edilen Amerika Birleşik Devletleri, Rusya ve Fransa’dan oluşan devletler sorunun çözümü için 30 yıllık süreçte nihai bir çözüm üretememiştir. Çalışmamızın kapsamı itibariyle önemli bir konu olan müzakere süreçlerine ileride ayrıntılarıyla değinilecektir.

Diğer taraftan 1991 ve 1992’de temelleri atılan ve 1994 yılında “Dağlık Karabağ Cumhuriyeti” olarak anılan de facto bir bağımsız devlet oluşturulmuştur. Azerbaycan bu yapıyı tanımayı reddetmiştir. Zira Ermenistan’ın uluslararası hukuka aykırı şekilde güç kullanması sonucu ortaya çıkmış olan bu yapı Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü ihlal etmiştir. Bu sebeple meşru olarak addedilmesi mümkün değildir.

Ayrıca burada önemle belirtilmesi gereken bir başka husus Ermenistan’ın da Dağlık Karabağ’ı tanımamış olmasıdır. Çünkü bu konudaki hesaplarına göre resmi tanıma, Ermenistan’ı Azerbaycan topraklarını işgal etmek istediği yolundaki suçlamalara açık hale getirecektir.[5]

C. İkinci Karabağ Savaşı ve Meşru Müdafaa Hakkı

Ermenistan’ın 12 Temmuz 2020’de cephe hattı dışında kalan Tovuz’a yönelik gerçekleştirdiği saldırı ve sonrasında yaşanan çatışmalar askeri bir gerginliğe neden olmuştur. Azerbaycan için bu saldırı bardağı taşıran son damla olmuştur. Zira otuz yıllık süreçte Ermenistan birçok kışkırtıcı faaliyette bulunmuştur.

27 Eylül 2020’de cephe hattı boyunca Ermenistan askeri unsurlarınca Azerbaycan ordusunun temas hattındaki mevzileri ve sivil yerleşim birimlerine geniş kapsamlı bir saldırı düzenlenmiştir. Böyle bir eylemle Ermenistan saldırgan taraf olurken, Azerbaycan ise Birleşmiş Milletler Kurucu Antlaşması bağlamında meşru müdafaa hakkını kullanabilmiştir.[6]

Bu bağlamda Ermenistan, hem I. Karabağ Savaşındaki saldırgan tutumuyla hem de hem de İkinci Karabağ Savaşı’nın başlamasına neden olan fiilleriyle bir jus cogens kural olan BM Antlaşması’nın 2/4.maddesinde[7] yer alan kuvvet kullanma yasağını ihlal etmek suretiyle Azerbaycan’a karşı kuvvet kullanmıştır.

Azerbaycan, I. Karabağ Savaşından bu yana saklı tutmakta olduğu ve BM Antlaşması’nın 51.maddesine[8] dayanarak kullandığı meşru müdafaa hakkı vasıtasıyla işgal edilmiş topraklarını kurtarmak ve toprak bütünlüğünün yeniden tesisi maksadıyla harekete geçmiştir. Bu doğrultuda kırt dört günlük savaş sonrasında Azerbaycan, Dağlık Karabağ bölgesi haricindeki topraklarını büyük ölçüde özgürlüğüne kavuşturmuştur.

D. Üçlü Bildiri

Savaşın başlamasının ardından Rusya, Fransa ve ABD ara buluculuğunda üç ayrı ateşkes girişimi olmuşsa da Azerbaycan tarafının Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesinin net bir takvime bağlanmasını tek şart olarak öne sürdüğü her üç girişim de Ermenistan’ın ateşkese riayet etmemesi nedeniyle başarısız olmuştur.

Sonuçta 10 Kasım 2020’de Rusya’nın ara buluculuğunda imzalanan “Üçlü Bildiri” ile İkinci Karabağ Savaşı son bulmuştur.

Bu doğrultuda söz konusu anlaşmaya göre;

  • Kelbecer 15 Kasım’da, Ağdam 20 Kasım’da, Laçin koridorunun 5 KM’lik hattı hariç Laçin şehri ise 1 Aralık’ta Azerbaycan’a teslim edilecek.
  • Karabağ ve Laçin’deki temas hattına 1960 asker, 90 zırhlı ve 380 araç ve özel teçhizattan oluşan Rus barış gücü konuşlanacak. 5 yıl görev yapacak olan Rus askerleri, Ermenistan ve Azerbaycan’ın kararına göre görev süresi uzatılabilecek.
  • Azerbaycan ile Nahçıvan arasında koridor oluşturulacak. Sınır güvenliği Rus sınır muhafızlarının kontrolünde olacak. Böylece Türkiye ile Azerbaycan kara yoluyla bağlanmış olacak.
  • Dağlık Karabağ’ın sözde başkenti Hankendi, Hocalı ve Hocavend ile ilgili herhangi bir madde anlaşmada yer almamıştır.

İKİNCİ BÖLÜM

DAĞLIK KARABAĞ MÜZAKERELERİ VE ÇÖZÜM ARAYIŞLARI

I. GENEL OLARAK

Birinci Karabağ Savaşından sonra “donmuş” olarak tanımlanan Dağlık Karabağ sorununun bu niteliği İkinci Karabağ Savaşı ile sona ermiştir. Zira taraflar arasında gerçekleşen savaş ile Birinci Karabağ Savaşından sonra ortaya koyulan ateşkes ortamı ortadan kalkmıştır.

İkinci Karabağ Savaşı sonrası ateşkesi sağlayan Üçlü Bildiri ile birlikte Dağlık Karabağ’ı çevreleyen ve yedi rayon olarak adlandırılan bölge yeniden Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne dahil olmuştur. Ancak Dağlık Karabağ için nihai bir çözüme ulaşılamamıştır. Söz konusu sorunun hala devam ediyor oluşu, sadece Güney Kafkasya’yı değil çok daha geniş bir bölgeyi etkilemektedir. Zira Gürcistan, Rusya, Türkiye ve İran da bu meseleden etkilenmektedir. Bu nedenle bölgede istikrara ihtiyaç vardır. Söz konusu bölgede tesis edilecek istikrar, bölge barışına hizmet edecektir.

Bu doğrultuda çalışmamızın bu bölümünde özellikle Birinci Karabağ Savaşı sonrası müzakere süreci olarak adlandırılan dönemde önerilen formüller bağlamında bir değerlendirme yapılacaktır.

II. ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

A. Öneriler

1992 yılından itibaren çatışmanın arabuluculuğu görevini AGİT altında faaliyet gösteren Minsk Grubu üstlenmiştir. Grupta Fransa, Rusya ve ABD eşbaşkan olarak görev alırken, Belarus, Almanya, İtalya, Portekiz, Hollanda, İsveç, Finlandiya, Türkiye, Ermenistan ve Azerbaycan da diğer grup üyeleri olarak yer almıştır.

1. Paket Çözüm ile Adım Adım Yaklaşım

AGİT Minsk Grubu müzakere süreçlerinde birden fazla çözüm önerisi geliştirmiştir. Birincisi “adım adım” önerisiydi. Bu öneri doğrultusunda çeşitli aşamalar planlanmıştı. İlk olarak Ermenistan, Dağlık Karabağ dışında kalan işgal ettiği bölgelerden, Ermenistan ve Karabağ’ı birbirine bağlayan Laçin koridoru hariç çekilecekti. Ardından, bu bölgeye barış güçleri yerleştirilecek, göç etmek zorunda kalan Azeri nüfus bu topraklara geri dönecekti. Bu öneri doğrultusunda Karabağ ve Laçin koridorunun nihai statüsüne iki taraf arasında güven tesis edildikten sonra karar verilecekti.[9]

Paket yaklaşımında ise tüm problemler üzerinde tek bir seferde anlaşma sağlanması hedeflenmiştir. Bu doğrultuda Dağlık Karabağ’ın hukuki statüsü meselesi nihayete erdirilecek olan ilk mesele olacaktır. Sonrasında Ermeni güçleri işgal ettiği topraklardan çekilecek ve Laçin koridoru hariç işgal altındaki topraklar geri verilecektir. Karabağ-Azerbaycan sınırına barış güçleri konuşlandırılacak, göç edenler topraklarına geri dönecektir. Yine ambargolar kaldırılacak, sınır boyunca tampon bölgeler tesis edilecektir.[10]

Dönemin Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan “adım adım yaklaşımı”nı kabul etmiş, bunun karşısında Karabağ Ermenileri buna karşı çıkmıştır. Bu da Ermeni tarafında bir anlaşmazlığı doğurmuştur. Petrosyan’dan sonra göreve gelen Koçaryan ise Karabağ meselesinde Petrosyan’a nazaran daha katı bir tutum sergilemiş, Karabağ’ın Azerbaycan içinde bırakılamayacağını vurgulamıştır.[11] Bu doğrultuda Koçaryan ile birlikte Ermeni tarafı “paket anlaşması” fikrini desteklemeye başlamıştır. Çünkü statü meselesinin başlangıçta çözülmesi, Ermenistan’ın statü konusunda Azerbaycan’dan daha fazla taviz koparabilmesine yarayabilirdi.

Azerbaycan tarafında ise statü meselesi çözümlenmeden önce Ermenistan’ın “yedi rayon” olarak adlandırılan bölgeden çekilmesine ilişkin bir talep mevcuttu. Bu talebi de Ermenistan kabul etmiyordu.

2. Ortak Devlet

Minsk grubunun bir başka çözüm önerisi olan ve Azerbaycan tarafından reddedilmiş olan Ortak Devlet önerisi ile özellikle Azerbaycan, Gürcistan ve Moldova içerisindeki ayrılıkçı birimlerin, içinde bulundukları ülkelerle beraber “tek bir devlet” oluşturulması öngörülmüştür. Bu plana göre Karabağ ve Azerbaycan ortak bir devlet oluşturacaktı. Karabağ egemen bir devlet statüsünde olacak, Azerbaycan bir tür konfederasyon olarak yeniden yapılandırılacaktı. Reddedilmesi üzerine Minsk grubu da bu öneriyi terk etmiştir.[12]

3. Toprak Takası Planı

1999 yılında konuşulmaya başlanan toprak takası planı ile Ermenistan güney bölgesi Meghri’de bir koridor açılması suretiyle Azerbaycan tarafından Nahcivan bölgesine bir geçiş imkanı sağlayacak, buna karşılık Laçin koridoru da Ermenistan’a verilecek, böylece karşılıklı çıkarlar dengesinin tesis edilmesi sağlanacaktı.

Planın hayata geçirilmesi için yoğun mesai harcanmış, neticeye ulaşma aşamasına yaklaşmışken Ermenistan parlamentosuna yapılan silahlı saldırıları görüşmelerin tıkanmasına neden olmuştu. Bu saldırıda Ermenistan Başbakanı hayatını kaybetmişti. Ayrıca plana dair kritik noktaların açıklığa kavuşturulmamış olması, harita üzerinde kesin belirlemeler yapılmamış olması da başarısızlığa neden olan faktörlerdendi.[13] Yine parlamento saldırısı sonrası Koçaryan’ın tutumunu değiştirmesi, Haydar Aliyev’in yaşadığı sağlık sorunları süreci durma noktasına getirdi. 2003’te Haydar Aliyev’in vefatı ile birlikte İlham Aliyev’in Başkan olması sonrası müzakereler açısından 2004’te yeni bir dönem başladı. Prag’da yapılan müzakereler ile birlikte “Prag süreci” yaşandı.[14]

4. Temel Prensipler

Ağustos 2005’te taslağı, Kasım 2007’de nihai hali Minsk grubunca taraflara sunulan “Madrid İlkeleri” olarak da adlandırılan “Dağlık Karabağ Çatışmasının Barışçıl Çözümü Hakkında Temel Prensipler”, yapılabilecek olası bir anlaşmanın detaylarını içermekteydi.

Taslak çalışmasındaki prensipler şöyle özetlenebilir:

“Güç kullanımına son verilmesi; Ermeni güçlerinin Dağlık Karabağ etrafındaki işgal altındaki bölgelerden çekilmesi; bu bölgelerin silahtan arındırılması ve buralara uluslararası bir barış koruma gücünün yerleştirilmesi; Azerbaycan ve Ermenistan arasında ilişkilerin başlaması; yerinden edilmiş insanların evlerine geri dönmesi; yerinden edilmiş Azerilerin geri dönmesinden sonra Dağlık Karabağ’ın nihai statüsü hakkında oylama yapılacağına dair karşılıklı taahhüt verilmesi; bu oylama yapılmadan önce Dağlık Karabağ’a uluslararası yardım ve garantilerle birlikte geçici bir statü verilmesi.”[15]

Geçiçi statü ile amaçlanan nihai statü belirlenene kadar Dağlık Karabağ’ın fiili durumunun Azerbaycan tarafından tanınması ve bunun karşılığında Ermenilerin işgal ettiği yedi rayon’dan çekilmesidir. Sonrasında yapılacak “halk oylaması” ile Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünü belirlenecektir.

Bu şekilde Ermenistan’ın desteklediği paket yaklaşımı ve Azerbaycan’ın desteklediği adım adım yaklaşımının birleştirilmesi amaçlanmıştır. Böylece Dağlık Karabağ’ın hukuki statüsünün belirlenmesi dahil, tüm tartışmalı meseleler üzerinde anlaşılacak, bundan sonra anlaşma aşamalar halinde uygulanacaktı.[16]

Ermenistan’ın Temel Prensipler konusundaki yaklaşımı şöyle olmuştur; Ermenistan yapılacak olan referandumun sadece Dağlık Karabağ’da olmasını ve Azerilerin dönüşüne ilişkin sürecin statü belirlendikten sonra başlamasını istemiştir. Azerbaycan ise Anayasası gereği ülkenin bir bölümünde referandum yapılamayacağını, ülke genelinde yapılacak bir referanduma razı olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca Karabağ Azerilerinin de evlerine dönmesi kanaatinde olmuştur.[17]

B. İkinci Karabağ Savaşı Sonrası Statü Meselesi ve Değerlendirmeler

İkinci Karabağ Savaşını sona erdiren “Üçlü Bildiri” ile Azerbaycan’ın önemli kazanımlar elde ettiğini, ancak Dağlık Karabağ’ın nihai statüsüne değinilmediğini yukarıda izah etmiştik.

Bu bağlamda Rusya’nın statünün gelecekte belirleneceğine ilişkin açıklamalarına da değinmiştik. Azerbaycan tarafında ise Cumhurbaşkanı Aliyev görev süresince statü olmayacağını temin etmiştir. Aliyev yaptığı açıklamalarda Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu vurgulamıştır.

İkinci Karabağ Savaşı sonrası Dağlık Karabağ’ın hukuki statüsüne ilişkin nihai karara varılmamış olması bölgede istikrarsızlığa neden olmaya devam etmektedir. Hali hazırda geçici bir çözüm olarak Üçlü Bildiri ile Laçin koridorunun 5 km’lik hattı hariç Laçin şehri Azerbaycan’a teslim edilmiş, bölgeye 5 yıl süreyle Rus barış gücü konuşlandırılmış ve Dağlık Karabağ’ın statüsü belirsiz bırakılmıştır. Yani fiili olarak çözümsüzlük yine bir çözüm adı altında sürdürülmeye devam etmektedir.

Laçin koridoruna karşılık, Azerbaycan ile Nahçıvan arasında koridor oluşturulması Minsk grubunun daha önceden önerdiği “Toprak Takası Planı”nı akıllara getirmektedir. Yukarıda bu plan doğrultusunda uygulama aşamasına geçilmek üzereyken bir takım olaylar nedeniyle sürecin tıkanmış olduğuna değinmiştik. Toprak Takası Planı’na göre Ermenistan işgal ettiği topraklardan çekilecek, Laçin koridoru Ermenistan’a verilecek, Azerbaycan ile Nahcivan arasında ise bir koridor kurulacaktı. İkinci Karabağ Savaşı sonrası ortaya çıkan tablonun bu planın koşullarına uygun olduğunu söylemek mümkün olabilir.

Ancak bu durum bölgede geçici bir çözüm yaratmakta, gelecek için kalıcı bir çözüm yaratmamaktadır. Güney Kafkasya’da yer almakta olan Dağlık Karabağ bölgesi jeopolitik açıdan önemli bir noktada yer almaktadır. Güney Kafkasya tarih boyunca savaşlara sahne olmuş bir bölgedir. Gelecekte bölgenin yeni savaşlara sahne olmayacağının garantisi yoktur. Bu nedenle bölgede kalıcı bir çözümün tesis edilmesi bu ihtimalleri en aza indirgeyecektir.

İkinci Karabağ Savaşı ile esasında problemli birçok mesele çözülmüştür. Azerbaycan “yedi rayon” olarak adlandırılan topraklarını geri almış, toprak bütünlüğünü yeniden tesis etmiştir. Kanaatimce, Dağlık Karabağ meselesi Madrid İlkelerinin Azerbaycan’ın yaklaşımı doğrultusunda uygulanması suretiyle çözülebilir.

Ermenistan, Madrid ilkelerinde önerilen “halk oylaması” formülünün sadece Dağlık Karabağ’da uygulanmasını isteyerek Uluslararası Hukuka aykırı bir tutum sergilemektedir. Zira bu açıkça “Self Determinasyon” talebidir. Ortada “Self Determinasyon” koşullarından söz edebilecek bir durum söz konusu değildir.

Self Determinasyon hakkı BM Kurucu Antlaşması’nın 1.maddesinin 2.paragrafı[18] (ve 55.maddesinin 1.paragrafı[19]) dahil olmak üzere uluslararası hukukun bir jus cogens normu olarak birçok önemli belgede düzenlenmiş durumdadır. Ermeniler bu ilkeye dayanarak ve iyileştirici ayrılma teorisini ileri sürerek Dağlık Karabağ’ın Azerbaycan’dan ayrılması gerekliliğini ileri sürmektedir. Ancak iyileştirici ayrılma teorisine göre de böyle bir ayrılık söz konusu olamaz. Zira objektif bir değerlendirme ile bakıldığında bu bölge, Azerbaycan’ın diğer bölgelerine göre daha gelişmiş durumdadır. Yani Ermenilerin yaşadığı bu bölgede ayrımcı bir kötü muamele uygulanmamıştır.

Yine Self Determinasyon ile etnik ve ulusal azınlıklar değil halkların kendi kaderini tayin etme hakkı güvence altına alınmıştır. Azerbaycan’da yaşayan Ermeniler bir halk değil ulusal bir azınlıktır. Bu nedenle Ermeni tarafının Self Determinasyon’a dayanıyor oluşu mantık kurallarıyla pek de izah edilebilir değildir. Ayriyeten Ermeni halkı zaten bir kez kendi kaderini belirlemek suretiyle Ermenistan’ı da kurmuş durumdadır.[20]

Sonuç olarak verilen bilgiler doğrultusunda çözümün tesisi, Ermenistan’ın haksız Self Determinasyon taleplerine dayalı olarak sadece Dağlık Karabağ’da yapılacak bir referandum ile mümkün olamayacaktır. Azerbaycan anayasasına ve ülkesel bütünlük anlamına gelen “uti possidetis juris” ilkesine uygun olarak Azerbaycan genelinde yapılacak bir halk oylaması sonucunda çözüm tesis edilebilir. Zira Birinci Karabağ Savaşında uluslararası hukuka aykırı hiçbir faaliyette bulunmayan ve daima hukuka bağlı kalan Azerbaycan hiç kuşkusuz Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünün belirlenmesine ilişkin halkın vereceği karara da saygı duyacaktır.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

İKİNCİ KARABAĞ SAVAŞI BAĞLAMINDA RUSYA’NIN BÖLGEDEKİ ETKİNLİĞİ

I. RUSYA’NIN BÖLGEDEKİ ETKİNLİĞİ

A. Tarihi Süreç

Rusya, Dağlık Karabağ meselesinde daima önemli bir konuma sahip olmuştur. Bu meselenin bir soruna dönüşmesinde, çıkan çatışmalarda ve hem Birinci hem de İkinci Karabağ Savaşlarında, bunun yanında ateşkesin imzalanmasında Rusya hep aktif bir rol üstlenmiş, onun bu rolü üstlenirken izlediği politikalar ve bu politikalara dayalı yürüttüğü faaliyetler tartışma konusu olmuştur.[21]

Konu tarihi açıdan değerlendirildiğinde Rusya’nın bölgedeki faaliyetleri 19.yüzyıla uzanmaktadır. Rusya ve İran arasında yapılan 1813’teki Gülistan ve 1828’deki Türkmençay antlaşmalarıyla birlikte Dağlık Karabağ’ı da içine alan Kuzey Azerbaycan Rusya kontrolüne girmiş, bu süreçte Rusya nüfus politikaları ile bölgeyi Ermenileştirmeye ve Hristiyanlaştırmaya başlamıştır.

SSCB dönemiyle birlikte Dağlık Karabağ’da Azerbaycan’a bağlı özerk bir yönetim kurulmuştur. Bu dönemde Ermenilerin Dağlık Karabağ’ı tamamen kontrol altına alma girişimleri olmuş ancak SSCB tarafından buna müsaade edilmemiştir.

SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu da bu meselede aktif bir rol izlemeye devam etmiştir. Zira Rusya Federasyonu, SSCB’den bir etki alanı mirası devralmıştır. Tarihi süreç boyunca Ruslar bölgeyi kendi etki alanı görmüş ve sahada hep aktif bir pozisyonda kalmak istemiştir.

Özellikle Birinci Karabağ Savaşından sonraki süreçte Rusya bölgede bir istikrar yerine çözümsüzlüğün devamını arzulamıştır. Zira bu istikrarsızlık, Rusya’nın savaşı engelleme bahanesiyle bölgede askeri varlığını ve etkinliğini sürdürmesine yarar sağlamaktadır.[22] Rusya bölgede tesis edilecek bir barışın da kendi çıkarlarına uygun bir barış olmasını isteyecektir. Bu doğrultuda Rusya’nın söz konusu etki alanı politikasını ve Üçlü Bildiri sonucu oluşan Rusya’nın Dağlık Karabağ’daki yeni rolünü II. Karabağ Savaşı bağlamında değerlendirmek faydalı olacaktır.

B. İkinci Karabağ Savaşı Sonrası Rusya’nın Rolü

10 Kasım 2020 tarihinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ara buluculuğunda Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan arasında imzalanan ateşkes bildirinin detaylarına yukarıda değinmiştik. Rusya’nın rolünü incelediğimiz bu bölümde “Karabağ’da Ermenilerin yaşadığı bölge ile Ermenistan arasında Laçın şehrinden geçen koridorun beş yıl süre için Rus barış gücünün kontrolünde olması” hususunu değerlendireceğiz.

Anlaşmanın söz konusu hükmüyle birlikte belirtilmesi gereken en önemli husus Rusya’nın askeri varlığının uzun yıllar sonra bölgeye geri dönmüş olmasıdır. Rusya yukarıda değinilen etki alanı politikasına uygun olarak bölgede askeri olarak yeniden mevcudiyet kazanmıştır.

Anlaşmanın detaylarına göre Azerbaycan’ın 6 ay önceden istemediğini bildirmesi durumunda Rusların beş yıl sonra Karabağ’dan çıkacağı öngörülmüştür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus şudur; otuz yıl boyunca işgalci unsurların Azerbaycan topraklarından çıkarılamamış olması göz önüne alındığında, çok daha güçlü bir aktör olan Rusya, sadece Azerbaycan istemediği için bölgeden kolayca çıkarılabilir mi? Bu soru etraflıca düşünülmelidir.

Ayrıca, Rusya’nın “asker, memur, teknik uzman, doktor, hemşire ve inşaat işçisi adı altında” beş binin üzerindeki kişiyi bölgeye göndermiş olması ateşkes antlaşmasının şartlarını ihlal etmekte ve bu faaliyetlerin maksadının ne olduğu tespit edilmelidir. Bu faaliyetler açıkça göstermektedir ki “barış gücü” ateşkesin sağlanması ve denetlenmesi ile çerçevesi çizilmiş sınırlarını çoktan aşmıştır. Daha doğrusu bölgede barış gücü adı altında Rusya adına bir statüko oluşturma çabalarından ibaret bu durum Dağlık Karabağ sorununu daha da derinleştirmektedir. Ayrıca konumuzdan bağımsız olarak ifade edilmelidir ki geçmişte Güney Osetya ve Abhazya’da konuşlanmış bulunan Rus barış gücü birlikleri otuz yıl geçmiş olmasına rağmen bölgeden ayrılmamıştır. Ayrıca Rusya, Güney Osetya ve Abhazya’da ayrılıkçı bölgeleri desteklemek suretiyle Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne kast etmiştir. Zira her iki ayrılıkçı bölgedeki insanların çoğuna Rus vatandaşlığı verilmiş olması bölgede Rusya lehine bir etki alanı yaratılmasına neden olmuştur.

Bu durum, Karabağ’da bulunan barış gücü birliklerinin faaliyetleri ile birlikte değerlendirildiğinde Rusya’nın maksadı net olarak anlaşılacaktır. Özellikle Dağlık Karabağ’daa  konuşlanmış barış gücü birliklerince bölgeye yönelik olarak altyapı, iktisadi hayat ve kamu idaresi alanlarında icra edilen faaliyetler göstermektedir ki Rusya geçmişte olduğu gibi kendine bir etki alanı yaratmak ve kalıcı olarak kök salma gayretindedir. Bu durum, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne ve uluslararası hukukun temel ilkelerine aykırıdır.[23]

Sonuç olarak Rusya’nın bölgedeki varlığı ciddi sorunlara neden olma potansiyeli taşımaktadır. 5 yıl dolduğunda, 6 ay öncesinden Azerbaycan’ın bildirimde bulunması halinde çeşitli bahaneler ileri sürmek suretiyle Rusya’nın bölgeden ayrılmama ihtimali kuvvetle muhtemel görülmektedir.

Kanaatimce, Dağlık Karabağ’ın nihai statüsüne ilişkin yapılacak olan müzakerelerde Rusya’nın bölgedeki varlığına ilişkin de kapsamlı değerlendirmeler yapılmalı ve Rusya’nın bölgedeki varlığının sınırlandırılmasına, görev süresinin kesin bir biçimde düzenlenmesine ilişkin belirlemeler yapılması zaruridir. Ayrıca bölgede Azerbaycan lehine denge oluşması maksadıyla Türk Barış Gücü’nün Karabağ’ın tamamında konuşlandırılması da bir formül olabilir. Ayrıca Rus birliklerin Karabağ’da yaşayan Ermenilerle olan teması da en az seviyeye indirgenmelidir.

SONUÇ

2020 yılında yaşanan İkinci Karabağ Savaşı ile otuz yıl boyunca “dondurulmuş” bir statüde bulunan Karabağ sorunu büyük ölçüde çözülmüştür. Azerbaycan Dağlık Karabağ’ı çevreleyen yedi bölgeyi geri almak suretiyle hem toprak bütünlüğünü tesis etmiş hem de barış ve güvenliğin sağlanması yolunda önemli bir adım atmıştır. Savaşı bitiren üçlü anlaşma ile birlikte Azerbaycan’ın sahadaki zaferi tescillenmiştir. Ancak Dağlık Karabağ’ın nihai statüsünün belirlenmemiş olması, bu konuda güçlü bir aktör olan ve arabulucu konumundaki Rusya’nın nihai statünün bu aşamada belirlenmeyeceğine ilişkin açıklamaları ile kesin çözüme giden yolun tıkanmasına sebep olmaktadır.

Özellikle Birinci Karabağ Savaşı sonrasında müzakere süreci olarak adlandırılan otuz yıllık süreçte, AGİT çatısı altında faaliyet gösteren Minsk Grubu’nun sorunun çözümüne yönelik birçok önerisi olmuştur. Bu konuda taraflar otuz yıl boyunca müzakerelerde bulunmuş ancak bir sonuca ulaşılamamıştır. İkinci Karabağ Savaşı ile çözüme bu kadar yaklaşılmışken, otuz senelik müzakere sürecinde edinilen tecrübeler ve önerilen formüller bağlamında Uluslararası Hukuk’a uygun bir biçimde Dağlık Karabağ’ın nihai statüsü belirlenmelidir.

Bu doğrultuda 2007 yılında Minsk Grubunca önerilen ve Madrid İlkeleri olarak anılan temel ilkelerin Azerbaycan’ın yaklaşımı doğrultusunda uygulanması suretiyle bölgede kalıcı çözüm tesis edilebilir. Bu plana göre halihazırda ikinci Karabağ savaşı Ermenistan’ın işgal ettiği yedi bölgeden çekilmesi suretiyle önerilmiş olan temel ilkelerin ilk adımı zaten gerçekleşmiş durumdadır. Bu doğrultuda yapılması gereken ülkesel bütünlük ilkesine riayet edilmek suretiyle Azerbaycan genelinde yapılacak bir halk oylaması ile Dağlık Karabağ’ın nihai statüsü belirlenmelidir.

Ancak özellikle Rusya’nın çözümsüzlükten doğan çıkarları bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesini engellemektedir. Tarih boyunca bölgede hakimiyet kurma ve etki alanı oluşturma gayretinde olan Rusya, tıpkı Gürcistan’da olduğu gibi Karabağ’da da barış gücü birlikleri aracılığıyla farklı amaçlar gütmektedir. Bu bakımdan anlaşma kurallarını ihlal eder bir biçimde bölgede altyapı, iktisadi hayat ve kamu idaresi alanlarında icra edilen faaliyetler Rusya’nın bölgede kalıcı olma niyetinde olduğunun en net delilleridir. a Bu bağlamda anlaşmada öngörüldüğü biçimde Rusya’nın beş yıllık sürenin sonunda Azerbaycan’ın istememesi durumunda bölgeden çıkacağına dair kuşkular günden güne artmaktadır.

Sonuç olarak Güney Kafkasya tarih boyunca savaşlara sahne olmuş ve gelecekte de savaşlara sahne olmaya aday bir bölgedir. Bölgede istikrarın ve barışın tesis edilememiş olması, uluslararası hukuka ve uluslararası hukukun temel ilkelerine aykırı yaklaşımların mevcudiyeti, uluslararası hukukun adeta işlevsiz kalması, uluslararası örgütlerin etkisizliği gibi sorunlar bölgede gelecekte doğabilecek daha ciddi sorunların gerçekleşme ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Bu sebeplerle geçmişte Minsk Grubu’nun önerdiği temel ilkelerin Azerbaycan’ın talepleri doğrultusunda uygulanması suretiyle Karabağ sorunu nihayete erdirilebilir. Zira Ermenistan’ın uluslararası hukukun ilkeleriyle bağdaşmayan, uluslararası hukuku adeta yok sayan talepleri doğrultusundaki çözüm arayışları Azerbaycan tarafında bir karşılık bulmayacaktır. Bu durum da bölgede kalıcı barış ve istikrarın tesis edilememesiyle sonuçlanacaktır. Ayrıca sorunun küresel aktörlerin kendi çıkarları için “dondurulması”, çözümsüz bırakılması veya günübirlik geçici çözümler üretilmesi yine bu aktörlerin çıkarlarına hizmet etmekten başka bir işe yaramamaktadır.

KAYNAKÇA

Abdullahzade, Cavid: “Dağlık Karabağ Sorununda Ermenistan’ın Rolü ve Sorumluluğu”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2020, 69.Cilt, 4.Sayı, 2020.

 

Aksar, Yusuf: Teoride ve Uygulamada Uluslararası Hukuk -II-, 2.Cilt, 6.Baskı (Genişletilmiş vea  Güncellenmiş), Ankara, Seçkin, 2021.

 

Ambrosio, Thomas: “Unfreezing the Nagorno-Karabakh Conflict? Evaluating Peacemaking Efforts under the Obama Administration”, Ethnopolitics, Vol. 10, No. 1, 2011.

 

Aslan, Murat: Çıkmaz’dan Çözüme Karabağ Sorunu, “Azerbaycan’ın İkinci Karabağ Savaşı’ndaki Askeri Harekatı: Zaferin Teknik Analizi”, Ed. by. Muhiddin Ataman, Ferhat Pirinççi, SETA Yayınları, 2021.

Elkhan, Mehtiyev: “Armenia-Azerbaijan Prague Process: Road Map to Peace or Stalemate for Uncertainty?” Conflict Studies Research Center, Caucasus Series, May 2005.

Kasapoğlu, Can, Tuna Oğul: “Karabağ Rus “Barış Koruma” Gücü: Moskova Kafkasya’da Ne Yapmaya Çalışıyor?”, Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi, 2021.
Kaya, İbrahim, Yüksel, Cüneyt, Şimşek, Galip Engin: Uluslararası Hukuk Pratik Çalışma Kitabı, 2.Baskı, İstanbul, Seçkin Yayınevi, 2021.

 

Tunçer Kılavuz, İdil: Dağlık Karabağ Müzakerelerinin Geleceği”, T.C. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı, Avrasya Etüdleri, 2017.

 

Veliyev, Cahid: Çıkmazdan Çözüme Karabağ Sorunu, “Jeleznovodsk Bildirisi’nden Moskova Bildirisi’ne Rusya’nın Dağlık Karabağ Politikası”, Ed. by. Muhiddin Ataman, Ferhat Pirinççi, SETA Yayınları, 2021.

Qasimova, Hecer: Çıkmazdan Çözüme Karabağ Sorunu, “Dağlık Karabağ’ın Hukuki Statüsü ve Halkların Kendi Kaderini Belirleme Hakkı”, Ed. by. Muhiddin Ataman, Ferhat Pirinççi, SETA Yayınları, SETA Yayınları, 2021.

[1] Kolektif, Çıkmazdan Çözüme Karabağ Sorunu, Ed. by. Muhiddin Ataman, Ferhat Pirinççi, SETA Yayınları, SETA Yayınları, 2021, s.13.

[2] Hecer Qasimova, Çıkmazdan Çözüme Karabağ Sorunu, “Dağlık Karabağ’ın Hukuki Statüsü ve Halkların Kendi Kaderini Belirleme Hakkı”, Ed. by. Muhiddin Ataman, Ferhat Pirinççi, SETA Yayınları, SETA Yayınları, 2021, s.100.

[3] A.e. s.101.

[4] A.e., s.105-106.

[5] İdil Tunçer Kılavuz, “Dağlık Karabağ Müzakerelerinin Geleceği”, T.C. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı, Avrasya Etüdleri, 2017, s.62.

[6] Murat Aslan, Çıkmaz’dan Çözüme Karabağ Sorunu, “Azerbaycan’ın İkinci Karabağ Savaşı’ndaki Askeri Harekatı: Zaferin Teknik Analizi”, Ed. by. Muhiddin Ataman, Ferhat Pirinççi, SETA Yayınları, 2021, s.236

[7] Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığa karşı, gerek Birleşmiş Milletlerin Amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir herhangi kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar.

[8] Bu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler a¸yelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu a¸yenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konseyin işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.

[9] Tunçer Kılavuz, a.g.e., s.55-56.

[10] A.e.

[11] A.e., s.57.

[12] A.e.

[13] Thomas Ambrosio, “Unfreezing the Nagorno-Karabakh Conflict? Evaluating Peacemaking Efforts under the Obama Administration”, Ethnopolitics, Vol. 10, No. 1, 2011, p. 99.

[14] Elkhan Mehtiyev, “Armenia-Azerbaijan Prague Process: Road Map to Peace or Stalemate for Uncertainty?” Conflict Studies Research Center, Caucasus Series, May 2005.

[15] Tunçer Kılavuz, a.g.e., s. 59-60.

[16] A.e.

[17] A.e., s.61.

[18] Birleşmiş Milletlerin amaçları şunlardır :

Uluslar arasında, halkların hak eşitliği ve kendi geleceklerini kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş dostça ilişkiler geliştirmek ve dünya barışını güçlendirmek için diğer uygun önlemleri almak; …

[19] Uluslar arasında halkların hak eşitliği ve kendi yazgılarını kendilerinin belirlemesi ilkesine saygı üzerine kurulmuş barışçı ve dostça Antlaşması ilişkiler sağlanması için gerekli istikrar ve refah koşullarını yaratmak üzere Birleşmiş Milletler…

[20] Hecer Qasimova, a.g.e., s.116.

[21] Cayid Veliyev, Çıkmazdan Çözüme Karabağ Sorunu, “Jeleznovodsk Bildirisi’nden Moskova Bildirisi’ne Rusya’nın Dağlık Karabağ Politikası”, Ed. by. Muhiddin Ataman, Ferhat Pirinççi, SETA Yayınları, 2021, s.283.

[22] Tunçer Kılavuz, a.g.e., s.64.

[23] Can Kasapoğlu, Oğul Tuna, “Karabağ Rus “Barış Koruma” Gücü: Moskova Kafkasya’da Ne Yapmaya Çalışıyor?”, Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi, 2021, s.2.

2019 yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden onur öğrencisi olarak mezun oldum. Şu an İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Anabilim dalında tezli yüksek lisansımı yapmaktayım. Hukuk eğitimime ek olarak Anadolu Üniversitesinde Tarih eğitimi almaktayım. 2018 yılında İngiltere’de Common Law ve Hukuk İngilizcesi üzerine eğitimler aldım. Halihazırda Uluslararası Hukuk ve Anayasa Hukuku alanlarında uzmanlaşmaya çalışırken bir taraftan da Avukatlık mesleğini icra etmekteyim.