İş Kazasında Bedensel Zararlar

I- İŞ KAZASI

1- Tanım

İşçinin, işveren tarafından verilen işi, işyerinde veya görevlia  olarak gönderildiği yerde yaptığı sırada ya da işveren tarafından sağlanan taşıtla işin yapıldığı yere götürülüp getirilme sırasında bedence ve ruhça bir zarara uğraması veya ölmesi “iş kazası”dır. (5510 sayılı Yasa m.13 ve 6331 sayılı Yasa m.3/g)

2- İş kazası sayılmanın koşulları

a) Kazaya uğrayan kişinin 5510 sayılı Yasa’nın 4/1-a maddesi kapsamında sigortalı ve iş sözleşmesi ile bir işverene bağlı olarak çalışıyor olması;

İş kazasının:

– Sigortalı işçinin işyerinde bulunduğu sırada,

– a İşveren tarafından yürütülmekte olan iş dolayısıyla,

– İşçinin, işveren tarafından verilen işi işyerinde veya gönderildiği yerde yaptığı sırada,

– İşyerinde veya gönderilen yerde asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,

– a İşveren tarafından sağlanan taşıtla işin yapıldığı yere götürülüp getirilme sırasında

meydana gelmiş olması gerekir.

b) 5510 sayılı Yasa’nın 4/1-b maddesine göre, köy ve mahalle muhtarları ile kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanların (tüccar, sanayici, serbest meslek sahibi, esnaf ve sanatkar, şirket ortağı, tarımla uğraşan gibi kişilerin) geçirdikleri kazaların, Yasa’nın 13.maddesine göre bir “iş kazası” sayılabilmesi için, kazanın:

– Yürütmekte oldukları iş sırasında,

– İş gereği motorlu araç kullandıkları sırada,

– İş gereği bir araç içinde yolculuk yaptıkları sırada meydana gelmiş olması gerekir.

c) 5510 sayılı Yasa’nın 4/1-c maddesine göre, kamu idarelerinde çalışanlar bazı koşullarda sigortalı sayıldıkları için onların da, 4.maddenin 1.fıkrası (a) bendinde açıklanan koşullarda geçirdikleri kazalar iş kazasıdır.

3- a İş kazalarında İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku farkı

a) Sosyal Güvenlik Hukuku yönünden her iş kazası, İş Hukuku yönünden işverenin veya üçüncü kişilerin sorumluluğunu gerektirmeyebilir.

Daha geniş bir anlatımla, olay, Kurum’ca bir iş kazası olarak kabul edilmiş olmakla birlikte, işverenin veya üçüncü kişinin sorumluluğu yönünden “nedensellik bağı” işçinin veya üçüncü kişinin tam kusuruyla yada işçi ile birlikte üçüncü kişinin ortak kusuruyla kesilmişse, işverenden ve diğer sorumlulardan tazminat istenemez.

Buna karşılık,a  İş Sağlığı ve Güvenliği hükümlerine göre “işa  kazası” olarak saptanan olaylar, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından “iş kazası” olarak kabul edilmelidir. Eğer kabul edilmezsea  Kurum’a karşı “iş kazasının tespiti” davası açılmalıdır.

b) İşverenin sorumlu tutulabilmesi ve ondan tazminat istenebilmesi için, işverenin sorumluluğu yönünden iş kazası ile işverenin sorumluluğu arasında uygun nedensellik bağı kurulabilmeli; iş kazası:

– İşyerinde veya işyeri sayılan yerlerde,

– İşin yürütümü sırasında,

– İş saatlerinde veya iş saatlerinden sayılan zaman dilimi içindea  meydana gelmiş olmalı;

– İşverenin iş sağlığı ve iş güvenliği hükümlerine göre yükümlülüklerini yeterince yerine getirmemiş olmasından veyaa  çalıştırdıkları kişilerin eylemlerinden kaynaklanmalıdır.

c) Olay Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından bir “iş kazası” kabul edilip, bedensel zarara uğrayan işçiye geçici işgöremezlik ödeneği ödenmiş, tedavi yardımları yapılmış ve beden gücü kaybı % 10’un üzerinde ise “kaza sigortası” dalından “gelir” bağlanmış olmakla birlikte, eğer iş kazasının meydana gelişinde işverenin kusuru yoksa,

Olaya  bir iş kazası olmakla birlikte, işverenin sorumluluğu yönünden “nedensellik bağı” işçinin kusuru veya üçüncü kişinin kusuru yada işçi ile birlikte üçüncü kişinin ortak kusuruyla kesilmişse, işverenden tazminat istenemez.

4- İşçi tam kusurlu olsa bile Kurum’ca a gerekena  yardımlar yapılır ve koşulları varsa gelir bağlanır.

Sosyal Güvenlik Yasasına göre, işyerinde veya gidilen yerde işin görülmesia  ya da işveren tarafından götürülüp getirilme sırasında meydana gelen her olay “iş kazası” olduğu için, kazanın oluşunda işverenin veya üçüncü kişinin sorumluluğu yönünden nedensellik bağı kesilmiş olsa dahi, olayın Kurumca iş kazası kabul edilmesi koşuluyla, bedensel zarara uğrayan işçiye sırf iş kazası geçirmiş olmaktan dolayı, iş kazası sigorta dalından “gelir” bağlanır ve her türlü yardımlar yapılır. (5510 sayılı Yasaa  m.16-22)

Kazanın oluşunda işçi yüzde yüz kusurlu olsa bile, eğer 5510 sayılı Yasa’nın 13.maddesinde belirtilen koşullar varsa, olay Sosyal Güvenlik Yasasına göre gene “iş kazası” olarak değerlendirilir ve işçiyea  “sürekli işgöremezlik geliri” bağlanır. Ancak, 5510 sayılı Yasa’nın:

a) 22.maddesinin (a) bendine göre, ceza sorumluluğu olmayanlar hariç, işçinin hekimin bildirdiği tedbir ve tavsiyelere uymaması sonucu tedavi süresinin uzamasına veya iş göremezlik oranının artmasına, malûl kalmasına neden olması halinde, uzayan tedavi süresi veya artan iş göremezlik oranı esas alınarak dörtte birine kadar geliri

b) 22.maddenin (b) bendine göre, ceza sorumluluğu olmayanlar hariç, “ağır kusuru yüzünden” iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan veya hastalanan sigortalının kusur derecesi esas alınarak, Kurumca bağlanan gelir üçte birine kadar eksiltilir.

c) maddesi (c) bendine göre, “kasdî bir hareketi yüzünden iş kazasına uğrayan, meslek hastalığına tutulan, hastalanan veya Kurumun yazılı bildirimine rağmen teklif edilen tedaviyi kabul etmeyen sigortalıya, hesaplanan gelirin yarısı a ödenir.[1]

d) 22.maddesi (d) bendine göre, tedavi gördüğü hekimden, tedavinin sona erdiğine ve çalışabilir olduğuna dair belge almaksızın çalışan sigortalıya geçici iş göremezlik ödeneği ödenmez, ödenmiş olanlar da geri alınır.

e) Sigortalı işçinin iş kazasında yaralanıp beden gücü kaybına uğramasından bir süre sonra kazaya bağlı olarak ölümü halinde, işçinin ister kasdı veya suç sayılır hareketi, ister bağışlanmaz kusuru bulunsun, her durumda haksahiplerine kaza sigortası dalından “gelir” bağlanacağı kabul edilmiştir.

5- İş kazasınına  özellikleri ve başka kaza türlerinden farkı

a) Tüm kaza türlerinde zararlı sonucun bir veya birkaç sorumlusu yoksa, zarar görenin bir tazminat davası açması ve zararın giderimini istemesi mümkün değildir.

İş kazalarında ise, zararın sorumlusu bulunmasa bile, zarar Sosyal Güvenlik Kurumu’nun bağladığı gelirlerle bir ölçüde giderilmiş olur.

b) Tüm zarar türlerinde, zarar gören tam kusurlu ise, zararın giderimini kimseden isteyemez. Buna karşılık, iş kazasında zarar gören veya ölen işçi, tam kusurlu olsa bile, Sosyal Güvenlik Kurumu zarar gören işçiye veya ölmüşse haksahiplerine gelir bağlar.

c) Önceki bölümde açıkladığımız gibi, iş kazasında işçinin kasdı veya ağır kusuru ya da tedavide ihmali bulunsa bile, Kurum’ca gelir bağlanır; ancak, kasdı, kusuru, ihmali nedeniyle gelirin miktarı eksiltilerek ödenir.

6- İş kazası yönünden işyerleri

4857 sayılı İşa  Kanunu’nun 2.maddesine göre işyeri ve işyeri sayılan yerler şunlardır:

a) İşveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birime işyeri denir.

b) İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler (işyerine bağlı yerler) ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır.

c) İşyeri, işyerine bağlı yerler, eklentiler ve araçlar ile oluşturulan iş organizasyonu kapsamında bir bütündür.

d) İşyerine bağlı ve işin gereği doğrudan işveren tarafından işletilen veya kiralanan motorlu taşıtlar işyeri kapsamındadır.

7- İş kazası yönünden iş süreleri

4857 sayılı Yasa’nın 63.maddesindeki çalışma sürelerinin yanı sıra Yasa’nın 66.maddesine göre aşağıdaki süreler işçinin günlük çalışma sürelerinden sayılır:

a) İşçilerin işveren tarafından işyerlerinden başka bir yerde çalıştırılmak üzere gönderilmeleri halinde yolda geçen süreler;

b) İşçinin işinde ve her an iş görmeye hazır bir halde bulunmakla beraber çalıştırılmaksızın ve çıkacak işi bekleyerek boş geçirdiği süreler;

c) İşçinin işveren tarafından başka bir yere gönderilmesi veya işveren evinde veya bürosunda yahut işverenle ilgili herhangi bir yerde meşgul edilmesi suretiyle asıl işini yapmaksızın geçirdiği süreler;

d) Madenlerde, taşocaklarında yahut her ne şekilde olursa olsun yeraltında veya su altında çalışacak işlerde işçilerin kuyulara, dehlizlere veya asıl çalışma yerlerine inmeleri veya girmeleri ve bu yerlerden çıkmaları için gereken süreler;

e) Çocuk emziren kadın işçilerin çocuklarına süt vermeleri için belirtilecek süreler;

f) Demiryolları, karayolları ve köprülerin yapılması, korunması ya da onarım ve tadili gibi, işçilerin yerleşim yerlerinden uzak bir mesafede bulunan işyerlerine hep birlikte getirilip götürülmeleri gereken her türlü işlerde bunların toplu ve düzenli bir şekilde götürülüp getirilmeleri esnasında geçen süreler.

g) Maddenin son fıkrasında “İşin niteliğinden doğmayıp da, işveren tarafından sırf sosyal yardım amacıyla işyerine götürülüp getirilme sırasında araçlarda geçen süreler, çalışma süresinden sayılmaz” denilmiş ise de, bu hüküm, personel servis araçlarında meydana gelen kazalardana  işverenin sorumlu olmayacağı gibi bir yanılgıya düşürmemelidir.

Yukarda 5510 sayılı Yasa’nın 13.maddesi (e) bendine ilişkina  bölümdea  açıkladığımız gibi, işveren ister kendine ait olsun, ister kiralanmış bulunsun, servis araçlarında meydana gelen kazalardan dolayı “işveren” ve “işleten” olarak sorumludur. (5510 sayılı Yasa m.13-e)a  Bu sorumluluk, ancak zarar görenin veya üçüncü kişinin tam ve ağır kusuruyla ya da mücbir sebeplea  ortadan kesilebilir. Bunun dışında, işveren ve işleten, doğrudan bir kusuru bulunmasa bile “tehlike sorumluluğu” ilkesince, doğan maddi ve manevia  zararları ödemekle yükümlüdür.

II- İŞ KAZALARINDA BEDENSEL ZARARLAR

1- İş kazasında bedensel zararlar ve Kurum’ca bağlanan gelirler

a) 5510 sayılı Yasa’nın maddesine göre iş kazası geçiren, 14.maddesine göre meslek hastalığına yakalanan sigortalıya, tedavi ve iyileşme süresince “geçici işgöremezlik ödeneği” verilir .(m.16/a, 18)a  Tüm tedavi masrafları Kurum’ca karşılanır.

b) Tedavi süresi sonunda, Kurum yetkili sağlık kurullarınca, işçinin meslekte kazanma gücünün en az %10 oranında azalmış olduğu saptanmışsa, “sürekli işgöremezlik geliri” bağlanır. (m.16/b, 19/1) Güç kaybı %10’un altında ise gelir bağlanmaz.

c) Sigortalı, başka birinin sürekli bakımına muhtaç hale gelmişse, gelir bağlama oranı %100 olarak uygulanır. (m.19,fıkra: 3, son cümle)

Ancak, başkasının bakımına muhtaç hale gelen işçiye Kurum’ca %100 olarak bağlanan gelir, Kurum’un kaza sorumlularına rücu edebileceği miktara ilişkina  olup, işçinin açtığı tazminat davasında, sürekli işgöremezlik oranına göre hesaplanacak “güç kaybı tazminatı”ndan ayrı olarak, olay tarihinden işçinina  yaşam süresinin sonuna kadar “bakıcı gideri” hesaplanacaktır.

Bu konuda, iş kazalarına bakan Yargıtay 21.Hukuk Dairesi,a  bakıma muhtaç kişinin aile bireyleri tarafından bakılması, özellikle eşinin bakım işini üstlenmesi durumunda, MK.m.185’e göre yardım yükümlülüğü bulunduğu gerekçesiyle hesaplanan bakım tazminatından % 50 indirim yapılması gerektiği biçiminde kararlar vermekte olup, bu tür kararlar haksız ve adaletsiz bir sonuç yaratmaktadır. Çünkü, bakım işi aile bireyleri tarafından ağır bir külfet oluşturacak; bakıma muhtaç kişiyle birlikte onların da yaşam koşulları temelden değişecek, ağırlaşacak; bir çok şeylerden vazgeçmek zorunda kalacaklar, keyiflerince yaşama, gezme, bir yerlere gitme olanakları azalacak, kısıtlanacaktır. Hele sakat kalan, örneğin felç olan kişi evli ise, eşlerin cinsel yaşamlarını sürdürme, çocuk yapma olanakları ortadan kalkacak, mutsuz ve renksiz bir yaşama katlanmak zorunda kalacaklardır. Bakıma muhtaç kişinin eşi, bu yükü kaldıramayıp evi ve sakat eşini terketse topluma  tarafından dışlanacak, kendisi de belki yaşam boyu vicdan azabı çekecektir.

Bu nedenle, Yargıtay 21.Hukuk Dairesi’nin % 50 indirim öngören kararları haksız ve adaletsizdir. Bu konuda 17.Hukuk Dairesi, aile bireyleri için bakım işi ağır bir külfeta  oluşturacağından indirim yapılmaması gerektiği yönünde kararlar vermektedir. Daireler arasındaki içtihat aykırılığı giderilmelidir.[2]

d) İş kazasında beden gücü kaybına uğrayan işçiye, iş kazası sigortası dalından bağlanan “gelir”den ayrı olarak, meslekte kazanma gücünün en az %60’ını kaybetmesi veya yaşam boyu başkasının sürekli bakımına muhtaç hale gelmesi nedeniyle, yeterli miktarda prim ödemiş olmasının karşılığı olarak “malullük aylığı” bağlanır. (m.25)[3]

e) Sürekli işgöremezlik geliri ile malullük aylığı birleşirse, bunlardan yüksek olanın tamamı, az olanın yarısı ödenir; eşitliği halinde, iş kazası veya meslek hastalığından bağlanan gelirin tamamı, malullük aylığının yarısı ödenir. (m.54/c-1)

2- Bedensel zarar türleri

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 54.maddesine göre, tazminat istemeyi gerektirecek bir olay sonucu yaralanan kişinin maddi zararları, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 18-19 maddelerindeki ve önceki 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 16-20.maddelerindeki tanımlardan da yararlanılarak şöyle bölümlendirilebilir:

1. Geçici işgöremezlik nedeniyle güç ve kazanç kaybı

2. Sürekli işgöremezlik (kalıcı sakatlık) nedeniyle çalışma ve beden gücü kaybı

a) Sürekli kısmi işgöremezlik

b) Sürekli tam işgöremezlik

3. Tedavi giderleri ve tüm iyileşme süresince yapılan her türlü masraflar.

4. Ekonomik geleceğina  sarsılmasından doğan kayıplar

5. Yaşam boyu bakım giderleri

3- İş kazalarında bedensel zararların tespiti

Beden gücü kayıplarınına  belirlenmesinde, ülkemizde uzun yıllara  Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğüa  (SSİT) uygulanmış; 5510 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesinden sonra 11 Ekim 2008 gün 27021 sayılı RG’de yayınlanan “Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği” yürürlüğe konulmuştur.

a) Yönetmeliğin “kapsam” başlıklı 2.maddesine göre:

Hizmet akdi ile çalıştırılan sigortalıların ve kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanların iş kazası ve meslek hastalığı sonucu sürekli işgöremezlik durumlarının meslekte kazanma gücünü ne oranda azalttığı; hangi hastalıkların meslek hastalığı sayılacağı bu Yönetmelik hükümlerine göre belirlenecektir.

b) Bu Yönetmelikten sonra ilki 03.08.2013 gün 28727 sayılı RG’de yayınlanan ve 28.09.2021 gün 31612 sayılı RG’de yayınlanan şekliyle yenilenen Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği’nin yürürlüğe konuluş amacı ve işlevi farklı olup, iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle açılan davalarda ve Sosyal Güvenlik Kurumu “gelir” bağlama işlemlerinde uygulanması gereken tek yönetmelik “Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği“dir.

Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği ise, iş kazası veya meslek hastalığıa  sonucu olup olmadığına bakılmaksızın, sigortalıların ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerin hastalık ve her türlü beden gücü kayıplarının tespiti ile gereken yardımların yapılmasına ve “aylık” bağlanmasına ilişkindir.a  Örneğin sigortalıların, uzun vadeli sigorta hükümlerine göre, hangi hallerde ağır düzeyde çalışma gücünü kaybedip malûl sayılacakları vea  maluliyet aylığı (5510/l.25) ve hangi hallerde vazife malullüğü aylığı (5510/m.47) bağlanacağı; hangi hallerde yaşlılık sigortası kapsamında sigortalıların çalışma gücünü orta veya hafif düzeyde kaybettikleri; (5510/m.28) sigortalılarının bakmakla yükümlü oldukları çocuklarının hangi hallerde çalışma gücünü ağır düzeyde kaybettiği ve bakıma muhtaç olacak derecede engelli sayılacakları; (5510/m.28,f.8) sigortalıların ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerin hastalık ve kontrol muayeneleri (5510/m.94) a bu Yönetmelik hükümlerine göre belirlenecektir.

Görüldüğü bu Yönetmeliğin işlevi, iş kazası ve meslek hastalığı dışında, sigortalıların ve bakmakla yükümlü oldukları kişilerin her türlü hastalık ve bedensel zararlarının tespitine ilişkindir.

Oysa Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, iş kazası ve meslek hastalığı sonucu sürekli işgöremezlik durumlarının meslekte kazanma gücünü ne oranda azalttığının tespitine ilişkindir.a  Bu nedenle, iş kazası ve meslek hastalığıa  nedeniyle açılan tazminat davalarında ve Sosyal Güvenlik Kurumu “gelir” bağlama işlemlerinde yalnızca bu Yönetmelik hükümleri uygulanacaktır.

c) Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği’nin 5.maddesine göre, iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle rapor alınabilecek yetkili sağlık kurulları:

– Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastaneleri,

– Devlet üniversitesi hastaneleri,

– Sigortalılrın ikamet ettikleri illerde, yukarda belirtilen hastanelerin bulunmaması durumunda Sağlık Bakanlığı tam teşekküllü hastaneleridir.

4- Sağlık Kurulu Raporlarına itirazlara  ve tespit davaları

a) İş kazası veya meslek hastalığı sonucu bedensel zarara uğrayan sigortalıların raporlara itirazları, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 95.maddesi 2.fıkrasına göre yapılmaktadır. Madde hükmüne göre, meslekte kazanma gücünün kaybı derecesine ilişkin usulüne uygun düzenlenmiş sağlık kurulu raporlarına ve diğer belgelere istinaden Kurumca verilen kararlara ilgililerin itirazı halinde, durum Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu‘nca karara bağlanır.

b) Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu kararına itirazlar, İş Mahkemesinde açılacak “tespit davası“nda karara bağlanır. Yargıtay kararlarına göre, böyle bir davada, Adli Tıp Kurumu 3.İhtisas Kurulu’ndan rapor istenir. Bizce, Adli Tıp Kurumu’na başvurulması zorunlua  olmayıp, Tıp Fakülteleri Adli Tıp Anabilim Dallarından da rapor alınabilir. Eğer Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu raporu ile Adli Tıp Kurumu 3.İhtisas Kurulu’ndan veya Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalından alınan raporlar birbirinden farklı ise, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’na gidilir. Yargıtay, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun raporunu kesin rapor kabul etmektedir.

5- İş kazasının tespiti davası

a) Olay, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından “iş kazası” olarak kabul edilmezse ve zarar görenler iş kazası olduğuna inanıyorlarsa, Kuruma ve işverene karşı “iş kazasının tespiti” davası açacaklardır. Görevli mahkeme iş mahkemesi, yetkili mahkeme, davalının yerleşim yeri mahkemesi veya işyeri mahkemesi olacak; mahkemece olay “iş kazası” kabul edildiği takdirde, bedensel zarara uğrayan ve çalışma gücü kaybı %10’un üzerinde olan sigortalıyaKurum tarafından gelir bağlanacaktır.

Yukarda açıklanana  aşamadan geçildikten sonradır ki, işverene ve onunla birlikte sorumlu olan üçüncü kişi varsa, tümüne karşı tazminat davası açılabilecektir.

b) Her ne kadar Sosyal Güvenlik Yasası yönünden “iş kazası” kabul edilen bir olay, İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası yönünden işverenin sorumlu olmayacağı bir olay olabilir ise de, açılan tespit davasında, mahkemece, olay ile işverenin sorumluluğu arasında “uygun nedensellik bağı” bulunup bulunmadığı araştırılmak gerekecek; bu araştırma sırasında alınacak bilirkişi raporlarında kusur oranları da belirtilmiş olacaktır. Aksi takdirde, tespit davasında işverenin de dava edilmesinin bir anlamı ve mantığı olmaz.

III- BEDENSEL ZARARLAR NEDENİYLEa  TAZMİNAT DAVASI

1- İş kazası nedeniyle açılacak davaların ön koşulu

a) Bir olayın iş kazası olarak kabulü için, işverene veya üçüncü kişilere karşı dava açılmadan önce, Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirimde bulunulması, (5510 /m.13/2-a) Kurum tarafından araştırma yapılıp olayın “iş kazası” sayılması gerekmektedir. Eğer Kurum olayı “iş kazası” olarak kabul etmezse, Kuruma ve işverene karşı “iş kazasının tespiti” davası açılması gerekecektir. (5510 sayılı Yasa 13/3)

b) 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 4.maddesinde göre de, iş kazası nedeniyle bir dava açmadan önce, davacıların Sosyal Güvenlik Kurumu’na başvurmaları zorunludur. Y1asa hükmüne göre. dava şartı yerine getirilmeden, işverene karşı tazminat davası açılmışsa, mahkemece, davacılara iş kazasını Kuruma bildirmeleri; Kurumca olayın iş kazası kabul edilmemesi halinde, Sosyal Güvenlik Kurumuna ve işverene karşı “iş kazasının tespiti” davası açmaları için önel verilecek; tespit davası, bu dava için bekletici sorun yapılacak; tespit davası sonuçlanıp kesinleştikten sonra, davacılara, iş kazası sigortası dalından gelir bağlanması isteğiyle Kuruma başvurmaları için yeni bir önel verilecek; Kurumca gelir bağlandıktan sonra, bunun ilk peşin değeri sorulup tazminattan indirilmek üzere, tazminat davası kaldığı yerden sürdürülecektir.[4]

c) Bütün bu aşamalardan geçilmeden, işverene ve üçüncü kişilere karşı dava açılamaz; açılırsa, Kurum işlemlerinin tamamlanmasını bekleme zorunluluğu vardır. Çünkü Kuruma  sürekli işgöremezlik kaybına uğrayan işçiye “iş kazası sigortası” dalından “gelir” bağlamışsa, bu gelirin ilk peşin değerlerinin yasada belirlenen tutarları üzerinden işverene ve üçüncü kişilere rücu edecek; rücu miktarı iş kazası nedeniyle açılan davada hesaplanan maddi tazminat tutarından düşülecektir.

d) Yukarda açıkladığımız yasalardaki hükümlere göre, dava şartı yerine getirilmeden, yani iş kazası Kuruma bildirilmeden ve Kurumca, işçiye gelir bağlanıp bağlanmayacağına karar verilmeden tazminat davası açılmışsa:

1. Mahkemece, davacıya iş kazasını Kuruma bildirmesi; Kurumca olayın iş kazası kabul edilmemesi halinde, Sosyal Güvenlik Kurumuna ve işverene karşı “iş kazasının tespiti” davası açması için önel verilecektir.

2. Tespit davası, tazminat davası için bekletici sorun yapılacak; tespit davasına bakan mahkeme, olayın bir iş kazası olup olmadığına ilişkin karar verecek, kararın kesinleşmesi beklenecektir.

3. Olayın iş kazası olduğu kabul edilmişse, davacıya, iş kazası sigortası dalından gelir bağlanma isteğiyle Kuruma başvurması için yeni bir önel verilecektir.

4. Kurumca gelir bağlandıktan sonra, bunun ilk peşin değeri sorulup, hesaplanacak tazminattan indirilmek üzere, dava, kaldığı yerden sürdürülecektir.

2- İş kazasının Kurum’a ve ilgili yerlere bildirilmesi yükümlülüğü

Yukarda açıklandığı gibi, iş kazası,a  Sosyal Güvenlik Kurumu’na bildirilmeden ve Kurum’ca gerekli işlemler yapılmadan, iş kazasından sorumlu olan işverene veya üçüncü kişilere karşı tazminat davası açılamaz. Bu nedenle:

a) 5510 sayılı Yasa’nın 13.maddesi 2.fıkrası (a) bendine göre, iş kazasının işveren tarafından o yer yetkili kolluk kuvvetlerine derhal ve Kuruma en geç kazadan sonraki üç gün içinde doğrudan veya taahhütlü posta ilea  bildirilmesi zorunludur.

b) Eğer işveren iş kazasını Kuruma ve ilgili yerlere bildirmemişse, işçi veya yakınları gerekli bildirimleri yapmalıdırlar. Aksi takdirde dava şartları oluşmaz.

c) Bir işverene bağlı olmayıp kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlar, iş kazası geçirdikleri iddiasında iseler, bir ayı geçmemek şartıyla, bildirim yapmaya engelin kalktığı günden başlayarak üç işgünü içinde Kuruma bildirimde bulunacaklardır.

d) Kuruma bildirilen olayın iş kazası sayılıp sayılmayacağı hakkında bir karara varılabilmesi için gerektiğinde, Kurumun denetim ve kontrol ile yetkilendirilen memurları tarafından veya Bakanlık iş müfettişleri vasıtasıyla soruşturma yapılabilir. Bu soruşturma sonunda yazılı olarak bildirilen hususların gerçeğe uymadığı ve olayın iş kazası olmadığı anlaşılırsa, Kurumca bu olay için yersiz olarak yapılmış bulunan ödemeler geri alınır.

3- Belirsiz alacak davası vea  dava dilekçesi

İş kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası, İş Mahkemesinde “belirsiz alacak davası” biçiminde açılacak, tazminat isteklerine ilişkin “harca esas” simgesel değerler belirtilecek; dilekçede koyu renkli başlıklarla şu açıklamalar yapılacaktır:

– Olay tarihi, davacı işçinin adı ve sigorta sicil no.sua  belirtilmek suretiyle kazanın kısa bir özeti yapılacak; a Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından gelir bağlandığı açıklanacaktır.

– Tarafların kusur durumu hakkında kesin söylemlerden kaçınılacak; yargılama sırasında belirlenecek kusur oranlarına göre davalıların ortaklaşa sorumlu tutuldukları açıklaması yapılacaktır.

– Davacı işçinin doğum tarihi, işyerinde hangi işi yaptığı, ücret bordrolarınına  gerçek kazancı yansıtıp yansıtmadığı, yansıtmıyorsa gerçek ücretinin nasıl ve ne miktar ödendiği, bu konuda kanıtları ve tanıkları bulunup bulunmadığı, ücret dışında sosyal yardım niteliğinde ödemeler ve ikramiye ödemesi olup olmadığı;

– Manevi tazminatın da, maddi tazminat gibi, dava dilekçesinde harca esas simgesel değer belirtilmek suretiyle belirsiz alacak davası biçiminde açılabileceği, davanın son aşamasında maddi tazminat tutarı belli olduktan sonra, manevi tazminata ilişkin kesin istek tutarının açıklanması suretiyle hüküm altına alınabileceği düşüncesinde isek de, henüz Yargıtay kararlarında bu konu açıklığa kavuşmadığından, iş kazalarında zamanaşımının uzunluğunun sağladığı olanakla, maddi tazminat miktarı belli olduktan sonra a ayrı bir manevi tazminat davası açılıp dosyaların birleştirilmesi istenebilir.[5]

– Trafik-iş kazalarında, araçların sigorta şirketleri de dava edilebileceğinden, bunların sorumluluğunun poliçe limitiyle sınırlı olduğu belirtilmeli; dava açılmadan önce bir miktar ödeme yapılmış olup da “yetersiz” bulunmuşsa, 2918 sayılı KTK’nun 111/2 maddesine göre bakiye zararın istendiği açıklanmalıdır.

4- İş kazası nedeniylea  tazminat davasında sunulacak deliller

– Kaza ile ilgili tutanaklar

– a Ceza davası açılmışsa iddianame, duruşma aşamalarını gösterir belgeler

– Ceza davasında bilirkişi raporu alınmışsa bir örneği

– a Sosyal Güvenlik Kurum işlemleriyle ilgili belge ve bilgiler

– Elde edilebilmişse SGK müfettişinin raporu

– SGK. tarafından gelir bağlandığına ilişkin belgeler

– İşe giriş bildirgesi, vizite kağıdı, ücret bordrosu gibi işçinin elde edebildiği belgeler

– Gerektiğinde dinletilecek tanıklar

İlgili yerlerden istenecek belge ve bilgiler:

– SGK’dan iş kazası tahkikat dosyası ve müfettiş raporu,

– Beden gücü kaybına ilişkin rapor

– SGK’dan işçiye bağlanan gelirin ilk peşin değeri

– İşyerinden işçinin kişisel sicil dosyası

– İşçinin aile nüfus tablosu

– Ceza davası açılmışsa ceza dosyası, açılmamışsa Savcılık soruşturma dosyası

5- SGK’nun bağladığı gelirlerina  tazminattan indirimi

a) İş kazaları ve meslek hastalıklarında, Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından, beden gücü kaybına uğrayan işçiye “iş kazası veya meslek hastalığı sigortası” dalından koşulları oluştuğunda “gelir” bağlanır ve bağlanan gelirlerin aşağıda açıklanacak tutarları, tazminat davasında maddi tazminattan indirilir. Çünkü, Sosyal Güvenlik Kurumu bağladığı gelirlerin yasada açıklanan miktarlarını sorumlulardan (işverenden ve üçüncü kişilerden) rücuen isteme hakkına sahiptir.

Kurum’un rücu edebileceği, dolayısıyla işçinin maddi tazminat alacağından indirilecek miktarlar,a  5510 sayılı Yasa’nın 21.maddesine göre:

– Sorumlu işveren ise, bağlanan gelirlerin “ilk peşin değerinin kusura karşılık gelen tutarı” kadar (fıkra1)

– Sorumlu üçüncü kişi ise, bağlanan gelirlerin “ilk peşin değerin kusura karşılık gelen tutarının yarısı” kadar (fıkra 4) olacaktır.

b) İşveren ile üçüncü kişilerin ortaklaşa sorumlu oldukları durumlarda, indirim tutarları farklı olduğundan, her bir sorumlunun ödemekle yükümlü olduğu miktarlar ayrı ayrı hesaplanmalı; ancak bu ayrı ayrı hesaplama, zarar görenlerin, davalıların kusur oranlarına bakılmaksızın, zararın tamamını her birinden isteme hakkını ortadan kaldırmaz. (TBK.m.61 ve m.163)

c) İş kazalarında Kurum’un bağladığı “gelir” ile “aylık” birbirine karıştırılmamalıdır. Sigortalının yeterli miktarda prim ödemiş olmasının karşılığı olan “aylıklar” hiçbir biçimde tazminattan indirilmez ve Kurum yönünden rücu konusu olmaz. (TBK.m.55)

6- İş kazalarında görevli mahkeme

7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5.maddesine göre,a  4857 sayılı İş Kanunu’na ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarında; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortasıa  Kanunu’na göre Sosyal Güvenlik Kurumu’nun taraf olduğu, iş ve sosyal güvenlik mevzuatındana  (6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun uygulanmasından) kaynaklanana  uyuşmazlıklarda, görevli mahkeme “iş mahkemeleri”dir.

Yasa’nın bu hükmüne göre:

a) İş kazalarından zarar gören işçilerin veya ölümlerinde haksahiplerinin işverene karşı açacakları maddi ve manevi tazminat davalarında;

b) İş kazası nedeniyle Sosyal Güvenlik Kurumu’nun yapacağı yardımlar ile bağlayacağı veya bağlaması gereken gelirlerle ilgili uyuşmazlıklardan kaynaklanan davalarda, iş kazasının tespiti davalarında;

c) Beden gücü kayıplarında, Kurum’un yetkili sağlık kurulları raporlarına itirazların kabul edilmemesi durumunda “maluliyet tespiti” davalarında;

d) Kurum’un iş kazası sigortası dalından bağladığı gelirlerden dolayı, kazanın oluşunda kusuru bulunan işverene karşı açacağı rücu davalarında

Görevli mahkeme, iş mahkemesidir.

Görev konusunda 5510 sayılı Yasa’nın 101.maddesinde de “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” denilmiştir.

7- Trafik-İş kazalarında görevli mahkeme

a) Trafik-iş kazalarında görevli mahkeme konusu, iş kazalarından farklı olup, üzerinde durulup tartışılacak sorunlar içermektedir. Her ne kadar Yargıtay kararlarında, trafik iş kazalarında işveren ve üçüncü kişi ortaklaşa sorumlu iseler, her ikisi hakkında ve birlikte açılacak davada iş mahkemesinin görevli olacağıa  sonucuna varılmakta ise de,a  sorumluluklar ve kusur yönünden çeşitli olasılıklar üzerinde durulduğunda, tartışılması ve çözümlenmesi gereken sorunlar bulunduğu görülecektir.

Önce şunu belirtelim ki, trafik kazalarının, haksız fiil türleri arasında en önemli özelliği, sorumluların çokluğudur. Hele iki araç çarpışmışsa sorumlu sayısı altıyı-yediyi bulur.

Tek yanlı kazalarda bile işleten-sürücü-sigortacıdan oluşan üçlü bir sorumluluk söz konusudur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Dış ilişki” başlıklı 61.maddesinde “Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır” denilmiş olup, “Birden çok kişinin birlikte bir zarara neden olmaları” genellikle iki aracın çarpışması örneğinde görülür ve sorumlular her bir aracın ayrı ayrı “işleteni-sürücüsü-sigortacısı”dır. “Aynı zarardan değişik hukuksal nedenlerle sorumlu olma” durumu, kazaya karışan motorlu aracın, kendi aralarında zincirleme sorumluları olan “işleten-sürücü-sigortacı” birlikteliğinde söz konusu olur.

b) Konuya iş ve işyeri koşulları cephesinden baktığımızda, trafik-iş kazasına üçüncü kişi karışmamış olsa dahi, işverene ait veya işverenin sorumluluğundaki bir motorlu aracın yaptığı ve araçta bulunan işçinin zarar gördüğü tek yanlı kazada bile, sorumlu yalnızca işveren olmayıp, işverenin yanı sıra, kusuru varsa aracın sürücüsü ve aracın zorunlu trafik sigortasını yapan sigorta şirketi sorumlular arasındadır. Böyle bir durumda, bedensel zarara uğrayan işçi, ortaklaşa sorumlu olarak her üçüne karşı iş mahkemesinde dava açabileceklerdir.

c) Görüldüğü gibi, iş kazalarından farklı olarak, trafik-iş kazalarında her zaman ve her durumda sorumlu birden fazla ve birçoktur. O halde çeşitli olasılıklar üzerinde durarak görevli mahkeme konusunu tartışalım ve olayı şöyle ortaya koyalım:

İşveren ile üçüncü kişi ortaklaşa sorumlu iseler, Yargıtay kararlarında kabul edildiği üzere, her ikisi birlikte dava edilmek gerekecek ve iş mahkemesi görevli olacaktır.

İşveren ve çalıştırdığı kişi tam kusurlua  vea  üçüncü kişi kusursuz ise, elbette iş mahk0emesi görevli olacaktır.

– a Üçüncü kişi tam kusurlu ve işveren ile çalıştırdığı kişi kusursuz ise, olayın Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından “iş kazası” olarak kabul edilmişa  olmasına karşın, üçüncü kişiye karşı açılacak tazminat davasında görevli mahkeme “iş mahkemesi” değil, asliye hukuk mahkemesi olacaktır.

d) İki aracın çarpıştığı ve işverenin aracında görevli olarak bulunan işçinin zarar gördüğü trafik kazasında olay, Sosyal Güvenlik Kurumu yönünden bir “iş kazası” olarak kabul edildikten ve işçiye gelir bağlandıktan sonra, Kurum’un rücu edeceği ve işçinin tazminat davası açacağı sorumlular iki gruptur:

Birinci grup: İşveren-işverene ait aracın sürücüsü – aracın zorunlu sigortacısı

İkinci grup :a  Karşı aracın işleteni-sürücüsü-sigortacısı

Bunların tamamıa  zarar gören işçiye karşı ortaklaşa; Kuruma karşı kusurları oranındaa  sorumlu olacaklardır.

8- Trafik kazasının Sosyal Güvenlik Kurumu’nca “iş kazası” sayılması, görevli mahkemenin belirlenmesi için yeterli olmayıp, iş mahkemesinin görevli kabul edilmesi için zarar gören işçi ile sorumlu arasında hizmet sözleşmesinin bulunması gerekir.

Yukardaki örneklerde de gösterildiği üzere, iş kazasının oluşunda işveren kusurlu değilse ve zararlandırıcı olay üçüncü kişinin tam kusuruyla meydana gelmişse, Yargıtay kararlarına göre, görevli mahkeme iş mahkemesi olmayacak; üçüncü kişiye karşı tazminat davası asliye hukuk mahkemesinde açılacaktır.

Çünkü, işçi işverenin işini gördüğü sırada kaza geçirmiş olmasınaa  ve olay Kurum’caa  “iş kazası” sayılıp, gelir bağlanmış bulunmasına karşın,, işverenin sorumluluğu yönündena  nedensellik bağı üçüncü kişinin tam kusuruyla kesildiğinden, üçüncü kişiyea  karşı açılacak davada, iş mahkemesi değil, asliye hukuk mahkemesi görevli olacaktır.

Sigortalı işçi işverene ait motorlu aracı kullanırken veya işverenin sorumluluğundaki motorlu araç içinde yolculuk yaparken ya da işveren tarafından verilen görev gereği kendi seçtiği araçla bir yerden bir yere giderken bir trafik kazasına uğrarsa, bua  Sosyal Güvenlik Kurumu tarafındana  bir “iş kazası” sayılmasına karşın, eğer trafik kazasının oluşunda işverene yüklenebilecek bir kusur, bir savsama söz konusu değilse, kazanın oluşunda yüzde yüz kusurlu bulunan üçüncü kişiye karşı iş mahkemesinde değil, asliye hukuk mahkemesinde dava açılmak gerekecektir.

9- Sosyal Güvenlik Kurumu’nun rücu davasında görevli mahkeme

Kurum, trafik kazasını “iş kazası” kabul ederek, zarar gören sigortalıya veya haksahiplerine iş kazası sigortası dalından gelir bağladıktan sonra:

a) İşverene rücu edebileceği miktar, 5510 sayılı Yasa’nın 21.maddesi 1.fıkrasına göre, bağladığı gelirlerin ilk peşin değerinin kusura isabet eden tutarı kadar olup, rücu davasında görevli mahkeme “iş mahkemesi”dir.

b) Üçüncü kişiye rücu edebileceği miktar, 5510 sayılı Yasa’nın 21.maddesi 4.fıkrasına göre, bağladığı gelirlerin ilk peşin değerinin kusura isabet eden tutarının yarısı kadar olup, rücu davasında görevli mahkeme “asliye hukuk mahkemesi”dir..

c) Dava, yalnızca işverene karşı veya işverenle birlikte üçüncü kişiye karşı ortaklaşa sorumluluk hükümlerine göre açılacaksa, İş Mahkemesi görevli olacaktır.

d) Trafik-iş kazasının oluşunda işveren kusurlu ve sorumlu değilse, yüzde yüz kusurlu kişiye karşı açılacak davada görevli mahkeme “Asliye Hukuku Mahkemesi” olacaktır. Eğer davacılar Kurumun gelir bağlamasını istemiyorlarsa, olayın yalnızca trafik kazası olaraka  incelenmesi gerekeceği; davacıların olayı Kuruma bildirmeye ve gelir bağlanmasını istemeye zorlanamayacaklarıa  düşüncesindeyiz.

IV- İŞ KAZALARINDA SORUMLULUK VEa  SORUMLULAR

1- İş kazası türleri ve sorumlular

a) İş kazalarında genellikle işverenlerin İş Sağlığı ve İş Güvenliği hükümlerine göre önlem alma yükümlülükleri söz konusu olur; bu nedenle iş kazalarının davalıları çoğu kez “işveren” veya “işverenler” ile “işveren vekilleri” ya da iş kazasının oluşunda kusuru bulunan “bir başka işçi“dir. Kimi zaman da, daha çok “trafik iş” kazalarında “işveren” ile birlikte veya yalnızca “üçüncü kişi” sorumlu olur.

b) İş kazasının oluşunda işveren temsilcisi ya da bir başka işçi kusurlu bulunmuş ise, bunlar dava edilsin veya edilmesin, işveren kendi önlem alma yükümlülüğü ile birlikte personelinin kusurları toplamı üzerinden tazminat ödemek zorundadır.

c) İş kazalarından, tek bir “işverenin” değil de, birden fazla “işverenlerin” sorumlu olduğu durumlar “asıl işveren-alt işveren” ilişkisinde söz konusu olur. Asıl işveren, işlerin bir bölümünü “yükleniciye-taşerona” vermişse, “asıl işveren-alt işveren” ilişkisi oluşur. Yasal olarak, işçinin iş kazasında ölümünden veya yaralanmasından her iki işveren de ortaklaşa sorumlu olmalarına karşın, asıl (üst) işverenler kendilerinin sorumlu olmadıklarını, “işveren” değil, “iş sahibi” olduklarını, yüklenim (eser) sözleşmesiyle işçiyi çalıştıran firmaya iş yaptırdıklarınıa  ileri sürerek mahkemeleri uğraştırırlar.a  Kanıt olarak da, yüklenici ile yaptıkları “iş kazalarından iş sahibinin sorumlu olmayacağı” koşulunu içeren sözleşmeyi ileri sürerler. Bu tür savunmalar genellikle gerçek ilişkiyi yansıtmaz ve asıl işveren ile alt işveren işçinin uğradığı iş kazasından ortaklaşa sorumlu olurlar. (6098/TBK.m.61) Onlar ancak “iç ilişkide” (6098/TBK.m.62) aralarındaki sözleşme hükmüne veya yargılama sırasında görevlendirilen bilirkişilerin raporlarındaki kusur oranlarına göre birbirlerine “rücu” ederler.

d) İşverenin üçüncü kişilerle ortaklaşa sorumlu olduğu durumlar, genellikle “trafik iş” kazalarında söz konusu olmaktadır. Bu konuda tartışılan konuların başında “görevli mahkeme” sorunu gelmekte; Yargıtay, işveren ile üçüncü kişinin birlikte dava edilmeleri durumunda görevli mahkemenin “iş mahkemesi” olacağı yönünde kararlar vermektedir.[6]

Görevli mahkeme konusunda aşağıda ayrıntılı açıklamalar yapılacaktır.

e) Motorlu araçlarla taşımacılık yaparak kazanç elde eden işverenlerin, çalıştırdıkları personelin geçirdikleri iş kazalarının hemen tamamı “trafik-iş” kazasıdır. Ayrıca işyerlerinin ulaşım işlerinde kullandıkları motorlu araçları kullanan sürücülerin, yapılan işini gereği bir yerden bir yere taşınan veya işe gidiş gelişlerinde personel servis araçlarından yararlanan işçilerin geçirdikleri kazalar da “trafik-iş” kazasıdır. Bu kazalar nedeniyle açılan davalarda, davalı sayısı, tüm haksız fiil türlerinden fazladır.

Örneğin işverenin sorumluluğundaki bir araçla üçüncü kişiye araç çarpışmışsa ve her iki araç sürücüsü de kusurlu bulunmuşsa, bir yanda işveren, işverene aita  aracın sürücüsü, aracın zorunlu trafik sigortasını yapan sigorta şirketi; öte yanda karşı aracın işleteni-sürücüsü-sigortacısı olmak üzere, ortaklaşa sorumluluk gereği hepsi dava edilecek olursa, davalı sayısı (6) olacaktır. Kazada ölen işçinin desteğinden yoksun kalanlar, açacakları tazminat davasında, isterlerse bunların tümünü dava edebilecekler, isterlerse sorumlulardan yalnız birini veyaa  bir kaçını dava ederek, kusur oranlarına bakılmaksızın, zararın tamamını yalnız birinden veya birkaçından isteyebileceklerdir. (TBK m.61, 163 vd.)

Bunların tümü hakkında görevli mahkeme “iş mahkemesi” olacaktır. Yargıtay’ın yerleşik kararları bu yöndedir.

2- İşverenin sorumluluğu ve önlem alma yükümlülüğü

a) 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu’nun “işverenin genel yükümlülüğü” başlıklı 4’üncü maddesine göre, işveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede, mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapmakla; işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izlemekle, denetlemekle ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlamakla; risk değerlendirmesi yapmakla ve yaptırmakla; çalışanlara görev verirken, sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu gözönüne almakla; yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdür.

b) Yasa’nın “risklerden korunma ilkeleri” başlıklı 5.maddesine göre, işveren, risklerden kaçınmakla, kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmekle, risklerle kaynağında mücadele etmekle, işin kişilere uygun hale getirilmesi için işyerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı, çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermekle, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemekle, önlenemiyor ise en aza indirmekle; teknik gelişmelere uyum sağlamakla, tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmekle; teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmekle; toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermekle; çalışanlara uygun talimatlar vermekle yükümlüdür.

c) Yasa’nın “iş sağlığı ve iş güvenliği” başlıklı 6.maddesine göre, İşveren, mesleki risklerin önlenmesi ve bu risklerden korunmaya yönelik çalışmaları da kapsayacak, iş sağlığı ve güvenliği hizmetlerinin sunulması için, çalışanlar arasından iş güvenliği uzmanı, işyeri hekimi ve diğer sağlık personeli görevlendirmeli; çalışanlar arasında belirlenen niteliklere sahip personel bulunmaması halinde, bu hizmetin tamamını veya bir kısmını ortak sağlık ve güvenlik birimlerinden hizmet alarak yerine getirmeli; ancak belirlenen niteliklere ve gerekli belgeye sahip olması halinde, tehlike sınıfı ve çalışan sayısı dikkate alınarak, bu hizmetin yerine getirilmesini kendisi üstlenmeli; görevlendirdiği kişi veya hizmet aldığı kurum ve kuruluşların görevlerini yerine getirmeleri amacıyla araç, gereç, mekan ve zaman gibi gerekli bütün ihtiyaçlarını karşılamalı; işyerinde sağlık ve güvenlik hizmetlerini yürütenler arasında iş birliği ve koordinasyonu sağlamalı; görevlendirdiği kişi veya hizmet aldığı kurum ve kuruluşlar tarafından iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuata uygun olan ve yazılı olarak bildirilen tedbirleri yerine getirmeli; çalışanların sağlık ve güvenliğini etkilediği bilinen veya etkilemesi muhtemel konular hakkında; görevlendirdiği kişi veya hizmet aldığı kurum ve kuruluşları, başka işyerlerinden çalışmak üzere kendi işyerine gelen çalışanları ve bunların işverenlerini bilgilendirmelidir.

d) Yasa’nın “sağlık gözetimi” başlıklı 15.maddesine göre, işveren, çalışanların işyerinde maruz kalacakları sağlık ve güvenlik risklerini dikkate alarak sağlık gözetimine tabi tutulmalarını ve sağlık muayenelerinin yapılmasını sağlamakla yükümlüdür . Bu bağlamda işveren, çalışanların:

İşe girişlerinde;

İş değişikliğinde;

İş kazası, meslek hastalığı veya sağlık nedeniyle tekrarlanan işten uzaklaşmalarından sonra işe dönüşlerinde talep etmeleri halinde,

İşin devamı süresince, çalışanın ve işin niteliği ile işyerinin tehlike sınıfına göre Bakanlıkça belirlenen düzenli aralıklarla sağlık muayenelerini yaptırmakla yükümlü olup,

Tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde çalışacakların, yapacakları işe uygun olduklarını belirten sağlık raporu olmadan işe başlatmamalıdır.

e) 6331 sayılı Yasa’nın 15.maddesi 3.fıkrasında “Bu Kanun kapsamında alınması gereken sağlık raporları işyeri hekiminden alınır. 10’dan az çalışanı bulunan ve az tehlikeli işyerleri için ise kamu hizmet sunucuları veya aile hekimlerinden de alınabilir”a  denilmiş olup, bizce bu hüküm değiştirilmelidir. Çünkü işyeri hekiminden veya aile hekimlerinden alınacak raporlar göstermelik olacaktır. Özellikle ağır ve tehlikeli işlerde çalışan ve çalıştırılacak olan kişilerin kalp, solunum, diyabet ve benzeri rahatsızlıklarını, ağır ve tehlikeli işlere dayanıklı olup olmadıklarını anılan hekimlerin belirlemeleri mümkün değildir. Bu gibi rahatsızlıklar için hekimin yüzeysel muayenesi yeterli olmayıp, MR ve akciğer röntgeni gibi görüntülü aygıtlarla sağlık kontrolları yapılmalıdır.

3- İşveren sorumluluğunun hukuksal niteliği

İşverenin sorumluluğunun türü konusunda öğretide baskın görüş, işverenin işyeri tehlikelerine karşı (yukarda açıklanan) her türlü önlemi alma yükümlülüklerine, aşağıda açıklanacak İçtihadı Birleştirme kararına ve 6331 sayılı Yasa’daki ağırlaştırılmış hükümlere karşın, bu sorumluluğuna  “kusur sorumluluğu” olduğu yönündedir.

Biz bu nitelemeyi yanlış buluyoruz; geçmişten bugüne Yargıtay kararlarına bakarak ve 6331 sayılı yasa hükümlerini de dikkate alarak işveren sorumluluğunun, sözleşmeye dayanan “ağırlaştırılmış tehlike sorumluluğu” olduğunua  düşünüyoruz.

Bununla birlikte, tazminatın parasal değerlendirmesinde bir kusur (sorumluluk) oranı belirlenmesi gerekmekte; işçinin de kusuru (sorumluluğu) varsa, kimse kendi kusurundan yararlanamayacağından, işverenin ödeyeceği tazminat işçinin kusuru oranında azaltılmaktadır.

İşverenin sorumluluğunun hukuksal niteliği konusunda, bizi farklı görüş benimsemeye yönlendiren nedenleri şöyle sıralayabiliriz:

a) İş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle işverenin sorumluluk derecesi (kusur oranı) belirlenirken, İş Sağlığı ve İş Güvenliği Yasası’na konulan, çoğu kamusal nitelikli ve işçiyi işyeri tehlikelerinden “koruma” amaçlı yükümlülükler ile Borçlar Kanunu 417. maddesinde de yer alan işverenin işçiyi gözetme borcu dikkate alınarak; olağan haksız eylemlerden ve başka kusursuz veya kusura dayanan sorumluluklardan farklı bir “kusur değerlendirmesi” yapılması gerekmektedir.

b) Yukarda ayrıntılı olarak açıklanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu hükümlerine ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 417/2.maddesine göre, işveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğini sağlama, işçiyi her türlü tehlikelerden koruma, iş kazalarının olmaması için her türlü önlemi alma; mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbiri alma, gerekli araç ve gereçleri hazır bulundurma, sağlık ve güvenlik tedbirlerini değişen şartlara uygun hale getirme; üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önleme, en aza indirme; teknik gelişmelere uyum sağlama, tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirme; teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirme; çalışanların düzenli sağlık kontrollarını yaptırma gibi “yüksek özen” yükümlülüğü nedeniyle ve çalıştıran sıfatıyla,”tehlike sorumlusu” olarak nitelenmek gerekmektedir.

c) 27.3.1957 gün 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da, işverenin “özen ve gözetim ödevinin” objektif olarak yerine getirilmemesi, “kusura dayanmayan sorumluluk” olarak nitelenmiştir.

d) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 417.maddesi 3.fıkrasına göre: “İşverenin kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.”

Yukardaki hükme göre de işverenin sorumluluğu, işçiyi işyeri tehlikelerinden koruma sorumluluğunu da içerena  farklı bir “sorumluluk” türüdür.

V- İŞ KAZALARINDA KUSUR İNCELEMESİ

1- Kusur belirlemede tutarsızlık ve temel ilkeler belirleme gerekliliği

a) Gerek iş kazalarında gerek trafik kazalarında kusur belirlemede ortak ve temel ilkeler, belirli ölçüler (kriterler) bulunmadığı için bilirkişi raporları birbirinden çok farklı olabilmekte; ayrıca varılan sonuçlar kimi zaman inandırıcılıktan uzak bulunmaktadır.

Kusur, tazminat isteminin ilk ve zorunlu koşulu olmasına göre, kusur ve sorumluluk belirlemeleri kesin olmasa bile, kesinliğe yakın ve gerekçeleri inandırıcı olmalı; yargıçlar ve avukatlar da kusur değerlendirmelerinin nasıl ve neye göre yapıldığını az çok bilmelidirler.

b) İş kazalarında kusur değerlendirmesi iş sağlığı ve güvenliği uzmanları tarafından yapılmakta olup, “uzman” olarak nitelenen kişilerin raporları arasında önemli farklılıklar bulunmasının nedenleri bugüne kadar sorgulanmamış, tartışılmamıştır. Bu uzmanlardan iki konuda yakınmamız vardır. Birincisi neredeyse her olayda “kaçınılmazlık” etkeni bulmaları, ikincisi, eser sözleşmelerinde iş sahiplerini (ısmarlayanı) işveren gibi niteleyip kusur yüklemeleridir. Bize göre iş sağlığı ve güvenliği uzmanlığıa  konusu yeniden ele alınmalı; kimlerin ve nasıl uzman sayılacağı, nasıl bir eğitimden geçmiş ve ne tür birikimler elde etmiş olmaları gerektiği hususlarıa  üzerinde durulmalıdır.

2- İş kazalarına ilişkin bilirkişi raporlarındaa  “kaçınılmazlık” yanlışı

a) Mahkemelerce görevlendirilen iş sağlığı ve iş güvenliği uzmanı bilirkişiler, neredeyse her olayda bir “kaçınılmazlık” etkeni bulmakta, mahkemeler de buna uyarak haksız ve adaletsiz sonuçlar doğuran kararlar vermektedirler. Yargıtay Özel Dairesi zaman zaman bu kararları bozmakta ise de, sonuçta “kaçınılmazlık” indirimi, iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle açılan davalarda yerleşik hale gelmiş bulunmaktadır. Birçok olayda bilirkişiler, nasıl oluyorsa, kaçınılmazlık oranını yüzde yüz (%100) olarak belirlemekte;a  bu tür raporların kabul edilmemesi gerekirken, Yargıtay kararlarında (sözde) adaletli bir çözüm arayışıyla,a  bu oran işverene % 50-60 olarak yansıtılmaktadır.

b) Hukuka ve adalet düşüncesine aykırı bulduğumuz “kaçınılmazlık” indirimleri, yalnızca iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle açılan davalarda söz konusu olmakta; Yargıtay ilgili daireleri zaman zaman bu kararları aşırı bulup bozmakta ise de, sonuçta “kaçınılmazlık” indirimi iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeniyle açılan davalarda yerleşik hale gelmiş bulunmaktadır.

c) Her ne kadar “kaçınılmazlık” indiriminin yasal dayanağı, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 21.maddesi 1.fıkrası son cümlesindeki “İşverenin sorumluluğunun tespitinde kaçınılmazlık ilkesi dikkate alınır” açıklaması ise de, 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra bunun bir geçerliğia  kalmadığıa  düşüncesindeyiz. Çünkü, iş kazaları ve meslek hastalıklarında kusur ve sorumluluk değerlendirilmesinde özel yasa, 5510 sayılı yasa değil, 6331 yasa ve bu yasanın işverene ağır sorumluluklar yükleyena  4-5-6. maddeleri ile bunları izleyen maddeleridir. Bu maddelere göre “kaçınılmazlık ve kötü tesadüf”a  türünden takdiri ve keyfia  değerlendirmelera  yapılması, aşağıda açıklayacağımız “risklerden korunma ilkesi” ile bağdaşmaz.

6331 sayılı Yasa’nın “Risklerden korunma ilkeleri” başlıklı 5.maddesindea  “kaçınılması mümkün olmayan riskler”den sözedilmiş; Yargıtaya  kararlarında “İşveren kendi alanında her türlü önlemleri almış olsa dahi, iş yeri koşullarından kaynaklanan kimi tehlikeli durumlar ve zararlandırıcı sonuçlar meydana gelmektedir. Dış çevrede belirli tehlikeler yaratan uğraş ve davranışların sonuçlarından kaçınma ve bunları önleme olanağı olmasa bile, bu uğraşlardan yararlananlar bundan sorumlu olmalıdır. Risk nazariyesi” olarak nitelendirilen ve kabul edilen bu görüş çerçevesinde, işverenin her türlü özen görevini yerine getirmiş olması durumunda dahi meydana gelen zararlı sonuçtan sorumlu tutulması gerekir” denilmiştir.

Bu konuda bir Yargıtay kararında şu açıklamalar yapılmıştır:

“Yargıtay uygulamasında ve başlangıçta iş kazaları ile ilgili tazminat davaları kusura dayalı olarak çözümlenmekteydi. 1475 sayılı önceki İşa  Kanunu’nun 73’üncüa  ve onun yerini alan 4857 sayılı İş Kanunu’nuna  77’nci maddelerinde bu alanda gerekli ilkeler kabul edilmiş ve işveren, çalıştırdığı işçilerin sağlık ve iş güvenliklerini koruma yönünde gerekena  tedbirleria  almak ve araçları temin etmekle yükümlü tutulmuştur. Ne var ki, sosyal ve teknik alandaki değişim ve gelişmeler iş yerlerinde tehlike boyutlarını artırmış ve salt kusura dayalı kuralların bu alanda yeterli olmadığı sonucuna varılmıştır. İşveren kendi alanında her türlü tedbirleri almış olsa dahi, iş yeri koşullarından kaynaklanan kimi tehlikeli durumlar ve zararlandırıcı sonuçlar meydana gelmektedir. Kusura dayanan sorumluluk ilkesi toplumun ihtiyaçlarına cevap vermemiş, adaletsiz durumlar ortaya çıkarmıştır.

Gerçekten, kimi tehlikelerle dolu uğraşlardan doğan zararlı sonuçlar bazı kere insan eylem ve iradesi dışında meydana gelebilir. Dış çevrede belirli tehlikeler yaratan uğraş ve davranışların sonuçlarından kaçınma ve bunları önleme olanağı olmasa bile, bu uğraşlardan yararlananlar bundan sorumlu olmalıdır. Zarar, sorumluluk kaynağı tehlikeye bağlı olarak ortaya çıkar. “Risk nazariyesi” olarak nitelendirilen ve kabul edilen bu görüş çerçevesinde beden gücüyle topluma yararlı işler sağlama amacında bulunan kişiler korunur. Burada, işverenin iş kazalarından sorumluluğu, akdi bir sorumluluk olarak, sadece kasti veya işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı veya suç sayılır eylemi sonucu meydana gelen zararlara ilişkin olmayıp “Tehlike (Risk)” nazariyesine dayalı kusursuz sorumluluğu da içerir. Zira, işveren iş akdi ile işçisini, iş ve işyeri tehlikelerine karşı korumayı taahhüt ettiği gibi, önlenmesi mümkün olmayan tehlikelerden doğacak zararları karşılamayı da taahhüt etmiş sayılır. İşte bu nedenle kusursuz sorumluluğun bir türü olan “tehlike sorumluluğu” kavramı kabul edilmiş ve işverenin her türlü özen görevini yerine getirmiş olması durumunda dahi meydana gelen zararlı sonuçtan sorumlu tutulması gerektiği sonucuna varılmıştır.”

21.HD.08.07.2003,a  E.2003/5117 – K.2003/6279

d) Geçmişte kabul edilen ve Yargıtay’ca onanan “kaçınılmazlık” etkeninin, 6331 sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra artık kusur incelemesinde yer almaması; daha önce yürürlüğe giren 5510 sayılı Yasa’nın 21.maddesinde yer alan kaçınılmazlık ilkesinin, daha sonra yürürlüğe giren 6331 sayılı Yasa’nın (kusur incelemesinde değerlendirme ölçüsü olan) 4-5-6’ncı maddeleriyle çelişmesi nedeniyle madde metninden çıkarılmasıa a  gerektiği görüşündeyiz.

3- Kaçınılmazlık etkenini kabul etmeyen Yargıtay kararlarından örnekler

Kaçınılmazlık indirimlerine ilişkin Yargıtay onama ve bozma kararlarındaki somut örneklere baktığımızda, iş sağlığı ve iş güvenliği uzmanı olarak görevlendirilen bilirkişilerin, çoğu kez raporlarında “kaçınılmazlık” etkenine yer verdiklerini ve bunu olağanüstü abartarak işçilere haksızlık ettiklerini ve adaletsiz kararlar verilmesine neden olduklarını görüyoruz.

Neredeyse her olayda bir “kaçınılmazlık” etkeni bulan bilirkişi raporlarına göre verilen yerel mahkeme kararları, Yargıtay’caa  bozulmuş; “kaçınılmazlık” etkenine yer verilmesi doğru bulunmamıştır .

Kararlardan örnekler:

– Madende çalışırken tavandan taş düşmesi sonucu işçinin yaralanması, bilirkişilerce %100 kaçınılmazlık olarak değerlendirilmiş, mahkeme bilirkişi raporuna uyarak davayı reddetmiş; karar Özel Daire’ce “Günümüz teknolojisinde alınabilecek önlemlerin bulunduğu hallerde olayın salt kaçınılmazlık sonucu meydana geldiğinin kabulü isabetli olamaz. Bu nedenle yeniden uzman bilirkişilerden rapor alınarak sonucuna karar verilmesi gerekir” denilerek bozulmuştur.

10.HD. 03.07.2012,a  E.2012/13419a  K.2012/13235

İşyerinde temizlik sırasında üst camın düşüp işçiyi yaralaması ve beden gücü kaybına

uğratması olayında, bilirkişiler, camın düşmesinin buharlaşmadan kaynaklandığını, bunun %100 kaçınılmazlık ve kötü raslantı olduğunu, bu nedenle davalının kusuru bulunmadığını bildirmişler; mahkeme bu rapora dayanarak davayı reddetmiştir.

Mahkemenin bu kararıa  Özel Daire’ce doğru bulunmamış; “kötü rastlantı” denilen olguların bir çoğunun ardında insan yanılgı ve savsamalarının, özen eksikliğinin bulunması asıldır. Kişiler, zararlı sonuçların önlenmesi için durum ve koşulların kendilerine yüklediği özen ve dikkati göstermek zorundadır. Öngörülebilir sonuçlar karşısında ise olayın, “kötü rastlantı” olarak açıklanması ve bu yöndeki bir değerlendirmenin de hükme esas alınması isabetsizdir” denilerek bozulmuştur.

10.HD.04.03.2008, E.2007/6310a  K.2008/2821

Maden işyerindea  işçinin gözüne çapak kaçarak görme kaybına uğraması biçiminde gerçekleşen kaza ile ilgili davada, mahkeme, bilirkişilerin olayda %100 kaçınılmazlık etkeni olduğuna, işverene kusur yüklenemeyeceğine ilişkin raporlarına dayanarak davayı reddetmiş vea  Özel Daire’nin bozma kararına direnmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca direnme kararı doğru bulunmamış; “Bilirkişi raporlarıa  somut olayda hukuki değer taşımamaktadır. Maden iş yerinin sahibi davalı, teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak zorundadır. Madenler çok tehlikeli iş yerleri arasında bulunmakla birlikte, sigortalının gözüne çapak kaçması olayının kaçınılmazlık olarak değerlendirilmesi hukuka uygun değildir. Sigortalının yaşadığı iş kazasının gözlük kullanılarak engellenmesi mümkün olduğundan ve bilirkişi raporlarında bu hususta değerlendirme yapılmadığından yerel mahkemenin kaçınılmazlık olgusunu kabul eden direnme kararı hatalıdır” denilerek bozma kararı verilmiştir.

HGK. 01.10.2019,a  E. 2015/10-2682a  K. 2019/986)

4- Kaçınılmazlık etkeninia  sınırlayan karar örnekleri

a) Yukardaki, (daha pek çok benzerleri bulunan) karar örneklerinde görüldüğü gibi, mahkemelerce bilirkişi olarak görevlendirilen iş sağlığı ve iş güvenliği uzmanı bilirkişiler, neredeyse her olayda bir “kaçınılmazlık” etkeni bulmakta, çoğu kez bunun oranını % 100 olarak belirlemekte; bilirkişilerin bu raporlarını gözü kapalı benimseyen mahkemeler davaları reddetmekte; böylece iş kazası geçiren veya meslek hastalığına uğrayan işçilere sürekli olarak haksızlık edilmekte;a  yanlış hesap Yargıtay’dan dönmekte ise de, “uzman” olarak nitelenen bilirkişilerin az çok etkisinde kalan Yüksek Mahkeme, kaçınılmazlığı büsbütün reddetmeyip, işverene daha fazla kusur yüklenmesi gerektiği biçiminde bozma kararları vermekte; sonuçta işçiye, biraz hafifletilmiş olsa da, gene haksızlık edilmektedir.

b) Kaçınılmazlık etkenini kabul etmekle birlikte, bir miktar sınırlayan Yargıtay kararlarından örnekler:

– Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir. Somut olayda, kazanın yola çıkan köpeğe çarpmamak için davacının direksiyonu kırması ve yoldan çıkması sonucu meydana geldiği sabittir. Bu halde davacının taşıt kullandığı yola köpeğin çıkmasında kaçınılmazlığın varlığı değerlendirilerek davalı işverene yüklenen %20 oranındaki kusurun, kaçınılmazlık olarak kabulüyle davalı işveren şirketin bu kaçınılmazlığın %60’ından sorumlu olması gerektiği gözetilerek karar verilmesi gerekirken, davalı işverenin %20 oranında kusurlu olduğu kabul edilerek karar verilmesi doğru olmamıştır.

(21.HD. 9.10.2017,a  E. 2016/5056a  K. 2017/7484)

Önceki bozma kararının işaret ettiği hesap raporu dikkate alınmak suretiyle, bu rapordaki verilere göre kaçınılmazlığın %60’ından davalı işverenin sorumlu olduğu gözetilerek davacının maddi tazminat alacağının belirlenmesi ve belirlenen bu tutardan, Kurumca bağlanan gelirlerin ilk peşin değerinin rücu edilebilecek kısmının indirilmesi suretiyle maddi tazminat alacağının belirlenmesi gerekirken, bozmadan sonra alınan hesap raporuna itibar etmek, kaçınılmazlığın %40’ından davalı işverenin sorumlu olduğunu değerlendirerek maddi tazminat alacağının belirlenmiş olması usul ve yasaya aykırı olmuştur.

(21.HD. 09.10.2018,a  E.2017/1244a  K.2018/7167)

5- Risk (tehlike) ilkesine göre,a  kaçırılmazlık indirimi yapılmaksızın, hizmetten yararlanan işveren tazminat ödemekle yükümlü tutulmalıdır.

a) 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nın “Risklerden korunma ilkeleri” başlıklı 5.maddesinde “kaçınılması mümkün olmayan riskler”den sözedilmiş;

Yargıtaya  kararlarında “İşveren kendi alanında her türlü önlemleri almış olsa dahi, iş yeri koşullarından kaynaklanan kimi tehlikeli durumlar ve zararlandırıcı sonuçlar meydana gelmektedir. Dış çevrede belirli tehlikeler yaratan uğraş ve davranışların sonuçlarından kaçınma ve bunları önleme olanağı olmasa bile, bu uğraşlardan yararlananlar bundan sorumlu olmalıdır.

Risk kuramı” olarak nitelendirilen ve kabul edilen bu görüş çerçevesinde, işverenin her türlü özen görevini yerine getirmiş olması durumunda dahi meydana gelen zararlı sonuçtan sorumlu tutulması gerekir” denilmiştir.[7]

b) Yukarda örneğini verdiğimiz, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu ile uyumlu, Yargıtay kararlarındaki görüşler, uzun bir süreden beri İdari Yargı’da “sosyal risk” ilkesine dayanan “kusursuz sorumluluk” olarak uygulanmakta; Bu konuda Öğretide ve Danıştay kararlarında şu görüşler açıklanmaktadır:

Kusura dayanmayan sorumluluk kavramı, sorumlu kimsenin kusurunu gerektirmeyen bir sorumluluk türüdür. Kusur sorumluluğunda olduğu gibi, hukuka aykırı ve kusurlu bir insan davranışı koşul değildir. Tek koşul, zarar ile zararı doğuran olay arasında uygun “nedensellik bağı”ınn kurulabilmesidir. Bu koşul nedeniyle bu sorumluluk türüne “sebep sorumluluğu” da denilmekte; başka bir adı da “sonuç sorumluluğu” olup, bununla yalnızca sonucun, yanı zararın varlığının ve bunun zarara sebep olan kişiye ödetilmesinin önem taşıdığı belirtilmek istenmektedir.

Bu tür sorumluluklar, çağımızın değişen koşullarının ve yaşam biçimlerinin, başdöndürücü bir hızla gelişen teknolojinin yarattığı tehlikeler karşısında can ve mal güvenliğini koruma amacının, İnsan Hakları Sözleşmeleri ile güvence altına alınmaya çalışılan evrensel hakların ve buna koşut olarak hukuk devleti ilkesinin ürünü olup, bugün hem özel hukukta, hem kamu hukuku alanında “kusursuz sorumluluk” ilkesi yerleşmiş ve zararı gidermenin temel gerekçelerinin en başına oturmuştur. [8]

Kusursuz sorumluluk ilkesine göre, bir zarar doğmuş olup da, bundan dolayı kusurlu sayılabilecek bir kimse bulunmasa bile, zarar görenin sonuca katlanmasının istenmesi adalet düşüncesine aykırı düşer. Bir işten veya nesneden yarar elde eden kimsenin, o iş ve nesneden kaynaklanan zararlarıa  karşılaması hakkaniyet gereğidir. [9]

Gerçek ve tüzela  kişilera  üretim ve kazanç amaçlı işletmelerinin, kurdukları bina ve yapıların, işlettikleri motorlu araçların ve her türlü makinelerin yarattığı tehlikelerden dolayı, bir kusurları olmasa bile, üçüncü kişilere veya çalıştırdıkları kişilere verdikleri zararlarıa  gidermekle yükümlüdürler.[10]

6-Trafik kazalarında ve trafik-iş” kazalarındada “kaçınılmazlık söz konusu olamaz

Trafik kazalarında ve “trafik-iş” kazalarındaa  “kaçınılmazlık ve kötü tesadüf” gibi etkenlerdena  söz etmek asla mümkün değildir. Yargıtay’ın trafik kazalarıyla ilgili pek çok kararlarında, kaçınılmaz doğa olayları (mücbir sebep) olarak nitelenen yağmurlu, karlı, buzlu, sisli havalar, toprak kayması (heyelan), çığ gibi olaylar ile terör olayları işleteni ve sürücüyü sorumluluktan kurtaran nedenler arasında yer almamış, dolayısıyla bu gibi olaylarda “kaçınılmazlık” unsuruna yer verilmemiştir. Çünkü, işletenlerin ve özellikle taşımacılarına  sorumlulukları altındaki araçları sefere çıkarırken, yol ve hava şartlarını, gidilecek yerin özelliklerini, olası tehlikeleri önceden bilmeleri, tahmin etmeleri gerekir, denilmektedir.

Sonuç olarak, trafik kazalarında ve “trafik-iş” kazalarındaa  “kaçınılmazlık” etkeni asla söz konusu değildir; doğa olaylarının büyük bir bölümü ile toplum olayları, yol ve hava şartları işletenleri ve işverenleri sorumluluktan kurtaran nedenler değildir.

VI-İŞ MAHKEMESİNDE YARGILAMA USULÜ

1- Yasalardaki hükümler,

a) 12.10.2017 gün 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun maddesine göre, İş mahkemelerinde “basit yargılama usulü” uygulanır.

Yasanın 3.maddesindeki “dava şartı olarak arabuluculuk”a  aynı maddenina  3.fıkrasına göre “İş kazası veya meslek hastalığından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat ile bunlarla ilgili tespit, itiraz vea rücua davalarına uygulanmaz.”

b) Basit yargılama usulünün nasıl uygulanacağı, 6100 sayılı HMK’nun 316-322 maddelerinde açıklanmıştır. Buna göre:

– Yasa’nın 317.maddesinde açıklandığı üzere, tarafların, davaa  dilekçesi ve cevap dilekçesi olmak üzerea  birer dilekçe hakkı vardır. Yasa’nın 118-136.maddelerindeki “yazılı yargılama usulü”nde olduğu gibi, ikinci cevap ve cevaba cevap dilekçesi veremezler.

– Yasa’nın 319.maddesi 1.fıkrasına göre “İddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar.” Yani basit yargılama usulünde, yazılı yargılama usulünde olduğu gibi, tarafların ilk dilekçelerde unuttukları hususları ikinci bir dilekçe ile tamamlama olanakları yoktur; örneğin, davalı vekilinin ilk dilekçede unuttuğu zamanaşımı defini ikinci bir dilekçe ile ileri sürme olanağı yoktur.

Yasa’nın 320.maddesi 2.fıkrasına göre, uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hakim, tarafları sulhe teşvik eder ki, iş kazalarında bu asla mümkün değildir. Zaten bunun içindir ki, 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 3.maddesinde, arabulucuya başvurma şartının “iş kazaları nedeniyle tazminat davalarında ve bu davalara ilişkin tespit ve rücu davalarında” uygulanmayacağı açıklanmıştır,

Gene 320.maddenin 3.fıkr,asında, ön inceleme ve tahkikat aşamasından sonra, davanın “iki duruşmada tamamlanacağı ve duruşmalar arasındaki sürenin iki aydan uzun olmayacağı”a  açıklandıktan sonra, “işin niteliği gereği bilirkişi incelemesinin uzaması, istinabe yoluyla tahkikat işlemlerinin yürütülmesi gibi zorunlu hallerde, hakim gerekçesini belirterek bir aydan sonrası için de duruşma günü belirleyebilir ve ikiden fazla duruşma yapabilir” denilmiştir ki, uygulamada bunların hiç biri mümkün olamamakta ve basit yargılama usulünde dava süreleri, yazılı yargılama usulünden daha kısa olmamaktadır.

2- Basit yargılama usulünün “trafik-iş kazaları” yönündena  değerlendirilmesi

Yukardakia  açıklamalardan anlaşılacağı üzere, İş Mahkemelerinde ve basit yargılama usulünde yargılama olanakları oldukça sınırlıdır. Trafik kazasına karışan üçüncü kişileri, salt sigortalı işçi zarar gördüğü ve sosyal sigortalar işin içine girdiği için, dar ve kısıtlıa  bir yargılama düzeninin içine sokmanın ne derece doğru ve adaletli bir uygulama olduğu üzerinde durulmalı ve düşünülmelidir. Hem trafik-iş kazaları, “trafik kazası” ağırlıklı olup, davanın bu yönden incelenmesi gerekmektedir.

Trafik-iş kazasında, üçüncü kişi bulunmayıp, yalnızca işveren sorumlu ise, elbette iş mahkemesi görevli olacaktır. Ama işverenle birlikte üçüncü kişi ortaklaşa sorumlu iseler, ağırlık trafik kazasında olduğuna göre, olayın bir iş kazası olarak değil, trafik kazası olarak ele alınması, iddia ve savunmanın buna göre değerlendirilmesi gerekli değil midir?a  İşverenin işçisine karşı sorumluluğu bir “iç ilişki” sorunu olduğuna göre, üçüncü kişinin karıştığı trafik olayında genel mahkemeler görevli olmalı ve yazılı yargılama usulüa  uygulanmalıdır.

VII- İŞ KAZALARINDA TEDAVİ GİDERLERİNDEN SORUMLULUK

1- İş kazalarında tedavi giderlerinden Sosyal Güvenlik Kurumu sorumludur.

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 63. ve devamı maddelerine göre, iş kazasının olduğu andan başlayarak her türlü sağlık yardımlarından vea  tedavi giderlerinden Sosyal Güvenlik Kurumu sorumludur. İş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolunun getiriliş amacı ve nedeni, sigortalıların belirtilen türde bir zararla karşılaşmaları halinde, onları doğrudan koruma altına alma ve kendilerine yardım yapacak kuruluşu belirlemektir. Bu duruma göre, bir iş kazası nedeniyle, sigortalının başvuracağı merci kendisini bu yönden güvenceye alan Kurum ve onların sağlık kuruluşlarıdır.

2- İşverenin sorumluluğu

İş kazası nedeniyle işverenin sigortalısına karşı, işe Kurumca el konuluncaya kadar sağlık yardımlarını yapma ve vizite kağıdı düzenleme dışında bir yükümlülüğü yoktur. İşveren, bu tür zararlandırıcı olayların meydana gelmesi durumlarında; artık sigortalısına karşı muhatap olmaktan çıkar, Kurum doğrudan devreye girer.

İşveren belirtilen sigorta kolu nedeniyle Yasanın belirlediği oranda prim ödemek ve ayrıca koşulları varsa, Kurumun yaptığı harcamaları kuruma geri vermekle sorumlu tutulmuştur. Bu nedenle, gerek sigortalı gerekse işveren, iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolunda birbirlerine karşı değil, doğrudan Kuruma karşı sorumludurlar.

3- Kurumca sağlanacak sağlık hizmetleri ve yardımların türleri

a) 5510 sayılı Yasa’nın 63.maddesi (b) bendine göre, iş kazası nedeniyle Kurumca sağlanacak sağlık hizmetlerinin (konumuzla ilgili) bir bölümü şunlardır:

– Kişilerin ayakta veya yatarak, hekim tarafından yapılacak muayene,

– Hekimin göreceği lüzum üzerine teşhis için gereken klinik muayeneler, laboratuvar tetkik ve tahlilleri ile diğer tanı yöntemleri,

– Konulan teşhise dayalı olarak yapılacak tıbbî müdahale ve tedaviler,

– Hasta takibi ve rehabilitasyon hizmetleri,

– Organ, doku ve kök hücre nakline ve hücre tedavilerine yönelik sağlık hizmetleri,

– Acil sağlık hizmetleri

b) Ayrıca 63.maddenin (f) bendine göre, yukarıdaki bentler gereğince sağlanacak sağlık hizmetleriyle ilgili:

– Teşhis ve tedaviler için gerekli olabilecek kan ve kan ürünleri, kemik iliği, aşı, ilaç,

– Ortez, protez, tıbbî araç ve gereç, kişi kullanımına mahsus tıbbî cihaz, tıbbî sarf,

– İyileştirici nitelikteki tıbbî sarf malzemelerinin sağlanması, takılması, garanti süresi sonrası bakımı, onarılması ve yenilenmesi hizmetleri.

c) Yasa’nın 65.maddesine göre, hekimin muayene veya tedavi sonrası tıbben göreceği lüzum üzerine genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetinden yararlanmaları için:

– a Muayene ve tedavi edildikleri yerleşim yeri dışına yapılan sevkinde, ayakta tedavilerde kendisinin ve refakatçisinin gidiş ve dönüş yol giderleri ve gündelikleri;

– Yatarak tedavilerde ise gidiş ve dönüş tarihleri için gündelikleri ile yol gideri Kurumca karşılanır.

– Genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yatarak tedavileri sırasında, hekimin tıbben göreceği lüzum üzerine yanında kalan refakatçinin yatak ve yemek giderleri bir kişi ile sınırlı olmak üzere Kurumca karşılanır.

– Yurt içinde veya yurt dışına yapılan sevkler nedeniyle ödenecek gündelik, yol, yatak ve yemek giderlerinin tutarı Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu tarafından belirlenir.

– Sürekli iş göremezlik veya malûllük durumlarının tespiti, kontrolü veya periyodik sağlık muayenesi amacıyla yapılan sağlık hizmeti giderleri ile yol ve gündelik giderleri de bu madde hükümlerine göre ödenir.

4- Tedavi giderlerinden Sosyal Güvenlik Kurumu’nun sorumlu olacağına ilişkin Yargıtay kararları

5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası, iş kazası nedeniyle işverenin sigortalısına karşı, işe Kurumca el koyuncaya kadar sağlık yardımlarını yapma ve vizite kağıdı düzenleme dışında bir yükümlülüğünü hükme bağlamamıştır.

Aksine, iş kazasının oluşundan itibaren her türlü sağlık yardımları ile Kurumun sorumlu olduğunu kabul etmiştir. Sözü edilen iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolunun getiriliş amaç ve nedeni, sigortalıların belirtilen türde bir zararla karşılaşmaları halinde, onları doğrudan koruma altına alma ve kendilerine yardım yapacak kuruluşu belirlemektir. Bu duruma göre, bir iş kazası nedeniyle, sigortalının başvuracağı mercii kendisini bu yönden güvenceye alan Kurum ve onların sağlık kuruluşlarıdır.

İşveren, bu tür zararlandırıcı olayların meydana gelmesi durumlarında; artık sigortalısına karşı muhatap olmaktan çıkar, kurum doğrudan devreye girer.

Esasen işveren de belirtilen sigorta kolu nedeniyle Yasanın belirlediği oranda prim ödemek ve ayrıca koşulları varsa, Kurumun yaptığı harcamaları kuruma geri vermekle sorumlu tutulmuştur. Bu nedenle, gerek sigortalı gerekse işveren, iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolunda birbirlerine karşı değil, doğrudan Kuruma karşı sorumludurlar.

21.HD. 24.10.2019, E.2019/1551-K.2019/6458

İş kazası sebebiyle davacı tarafça yapılan tedavi giderinden işverenin sorumluluğunun belirlenmesinde hataya düşüldüğü görülmektedir.

5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası; iş kazası sebebiyle işverenin sigortalısına karşı, işe Kurumca el koyuncaya kadar sağlık yardımlarını yapma ve vizite kağıdı düzenleme dışında bir yükümlülüğünü hükme bağlamamıştır. Aksine, iş kazasının oluşundan itibaren her türlü sağlık yardımları ile Kurumun sorumlu olduğunu kabul etmiştir. Sözü edilen Kanun’un iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolunun getiriliş amaç ve nedeni; sigortalıların belirtilen türde bir zararla karşılaşmaları halinde, onları doğrudan koruma altına alma ve kendilerine yardım yapacak Kuruluşu belirlemektir. Bu duruma göre, bir iş kazası nedeniyle, sigortalının başvuracağı merci kendisini bu yönden güvenceye alan, Kurum ve onların sağlık kuruluşlarıdır. İşveren, bu tür zararlandırıcı olayların meydana gelmesi durumlarında; artık sigortalısına karşı muhatap olmaktan çıkar, kurum doğrudan devreye girer. Esasen işveren de belirtilen sigorta kolu sebebiyle Kanun’un belirlediği orandan prim ödemek ve ayrıca koşulları varsa, Kurumun yaptığı harcamaları kuruma geri vermekle sorumlu tutulmuştur. Bu nedenle, gerek sigortalı ve gerekse işveren, iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolundan birbirlerine karşı değil, doğrudan Kuruma karşı sorumludurlar. Belirtilen nedenlerle, davalı işverenin tedavi giderlerinden sorumlu tutulması, usul ve yasaya aykırıdır.

21.HD.26.12.2016,a  E.2015/18909-K.2016/15528

Dava, iş kazası sonucu sürekli iş göremezlikten kaynaklı maddi tazminat ve tedavi gideri alacağı istemine ilişkindir. Davacı kazalı işçinin tedavi giderlerine yönelik alacak davasında; husumeti doğrudan Sosyal Güvenlik Kurumuna yöneltmesi gerekirken, davalı işverene yöneltilmesi yasa ve usule aykırı olup, bozma nedenidir.

5510 Sayılı Kanununa 63.maddesinde Genel Sağlık Sigortalısının ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlıklı kalmalarını; hastalanmaları halinde sağlıklarını kazanmalarını; iş kazası ile meslek hastalığı, hastalık ve analık sonucu tıbben gerekli görülen sağlık hizmetlerinin karşılanmasını, iş göremezlik hallerinin ortadan kaldırılmasını veya azaltılmasını temin etmek amacıyla Kurumca finansmanı sağlanacak sağlık hizmetleri açıklanmıştır.

Gerçekten de 5510 Sayılı yasa iş kazasına uğrayan sigortalıya Kurumca işe el konuncaya kadar sağlık durumunun gerektirdiği sağlık yardımlarını yapma dışında işverene bir yükümlülük getirmemiştir.

Aksine iş kazasının oluşumundan itibaren her türlü sağlık yardımlarından Kurumun sorumlu olduğunu kabul etmiştir. Sözü edilen Yasa’da, iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolunun getiriliş amaç ve nedeni, sigortalıların belirtilen türde bir zararla karşılaşmaları halinde onları doğrudan koruma altına alma ve kendilerine yardım yapacak kuruluşu belirlemektir.

Şu duruma göre, bir iş kazası nedeniyle, sigortalının başvuracağı merci; kendisini bu yönde güvenceye alan Kurum ve onun sağlık kuruluşlarıdır. İşveren, bu tür zararlandırıcı olayların meydana gelmesi durumlarında, artık sigortalısına karşı muhatap olmaktan çıkar, Kurum doğrudan devreye girer. Esasen, işveren de belirtilen sigorta kolu sebebiyle Kanunun belirlediği oranda prim ödemek ve ayrıca koşulları varsa Kurumun yaptığı harcamaları Kuruma geri vermekle sorumlu tutulmuştur. Bu nedenle, gerek sigortalı gerekse işveren, iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolundan birbirlerine karşı değil, doğrudan Kuruma karşı sorumludurlar.

Davacı kazalı işçinin tedavi giderlerine yönelik alacak davasında; husumeti doğrudan Sosyal Güvenlik Kurumuna yöneltmesi gerekirken, davalı işverene yöneltilmesi yasa ve usule aykırı olup, bozma nedenidir. Yapılacak iş; tedavi giderlerine dair talep yönünden açılan davanın husumet sebebiyle reddine karar verilmesinden ibarettir.

21.HD. 19.06.2014,a  E.2014/11178a  K.2014/14407

Dava, zararlandırıcı sigorta olayı sonucu sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi ile tedavi giderlerinin istemine ilişkindir. İş kazası sebebiyle davacı tarafça yapılan tedavi giderinden işverenin sorumluluğunun belirlenmesinde hataya düşüldüğü görülmektedir. İşverenin sigortalısına karşı, işe Kurumca el koyuncaya kadar sağlık yardımlarını yapma ve vizite kağıdı düzenleme dışında bir yükümlülüğünü hükme bağlamamıştır. İş kazasının oluşundan itibaren her türlü sağlık yardımlarından Kurum sorumludur.

21.HD. 07.11.2017,a  E.2016/7421a  K.2017/8929

İş kazası sebebiyle davacı tarafça yapılan tedavi giderinden işverenin sorumluluğunun belirlenmesinde hataya düşüldüğü görülmektedir. Sigortalının iş kazasına maruz kalması halinde her türlü sağlık yardımlarından Kurum sorumludur. Bir iş kazası nedeniyle, sigortalının başvuracağı merci; kendisini bu yönde güvenceye alan Kurum ve onun sağlık kuruluşlarıdır. Gerek sigortalı gerekse işveren, iş kazası ve meslek hastalığı sigorta kolundan birbirlerine karşı değil, doğrudan Kuruma karşı sorumludurlar. Davalı işverenin tedavi giderlerinden (fatura tutarlarından) sorumlu tutulması yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

21.HD. 06.02.2017,a  E.2015/20791a  K.2017/559

İş kazası sebebiyle sigortalının başvuracağı ilk merci kendisini bu yönde güvenceye alan Kurum ve onun sağlık kuruluşlarıdır. İşveren ancak Kurum tarafından karşılanmamış SUT’u aşan zorunlu tedavi giderlerinden sorumlu tutulabilir. Davacıya uygulanan tedavilerin SUT kapsamında zorunlu tedavi giderlerinden olup olmadığı ve tedavilerin SUT’u aşan miktarının bulunup bulunmadığı hususunda bilirkişiden rapor almak ve bulunduğunun anlaşılması halinde belirlenecek miktar bakımından talebin kabulü, bulunmadığının anlaşılması halinde talebin reddine karar vermekten ibarettir.

21.HD.16.05.2017,a  E.2016/995a  K.2017/4095

Özel Daire’nin, geçmişteki kararları en son Sosyala  Sigortalar Kurumu’nun bağladığı gelirlerin indirilmesi şeklinde iken, karşıoy yazılarıyla doğruya ulaşılmış; 2013 yılından bu yana verilen kararlarda indirim sıralaması doğru olarak,a  önce kusur oranlarına göre zararın hesaplanması, zarar tutarından Sosyal Güvenlik Kurumu’nun bağladığı gelirlerin (rücua tabi) ilk peşin değerinin indirilmesi ve en sona  hakkaniyet indirimi yapılması biçimini almıştır.

VIII-İŞ KAZALARIa  VE MESLEK HASTALIKLARINDA ZAMANAŞIMI

1- Süre

İş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle işverene karşı açılacak maddi ve manevi tazminat davalarının zamanaşımı on yıldır. (TBK.146, 417/3; BK.125,332/2)

2- Sürenin başlangıcı

a) Bedensel zararlarda, sürekli işgöremezliğe ilişkin kesin raporun öğrenildiği tarih zamanaşımının başlangıcı olacaktır.

b) Eğer bedensel zararda gelişen ve değişen durumlar varsa, bu gelişmenin son bulduğu en son kontrol kaydından sonra işgöremezlik oranının kesinleştiği tarih on yıllık sürenin başlangıcı olacaktır. Başka bir anlatımla, bedensel zararın zaman içinde artması durumunda, işgöremezlik oranındaki her artış yeni bir dava nedeni ve yeni bir on yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı olacaktır.

c) Meslek hastalığı kesin biçimde saptanıp Kurumca işgöremezlik oranı bildirilmediği sürece zamanaşımı işlemez. Ne zaman ki hastalık kesin belli olmuştur, o zaman on yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlar.Meslek hastalığı da zaman içinde artış gösterebilir. Her artış yeni bir dava nedeni ve yeni bir on yıllık zamanaşımının başlangıcı

d) Bazı durumlarda hasta iyileşemez, zamanla hastalık artar ve işçi meslek hastalığından ölür. O zaman haksahipleri için maddi ve manevi tazminat hakkı doğar ve bunun başlangıcı, işçinin meslek hastalığından ölüm tarihi olur.

IX-BAĞIMSIZ ÇALIŞANLARIN a BEDEN GÜCÜ KAYBINA UĞRAMASI

1- Bağımsız çalışanlar

5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 4.maddesi (b) bendine göre, hizmet akdine bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına çalışanlar ile köy ve mahalle muhtarları sigortalı sayılırlar.a  Madde hükmüne göre bunlar:

– Ticari kazanç elde edenler,

– Serbest meslek kazancı elde edenler,

– Esnaf ve Sanatkarlar siciline kayıtlı olanlar,

– Anonim Şirketlerin yönetim kulu üyesi olan ortaklar,

– Komandit şirketlerin komandite ortakları,

– Diğer şirket ve donatma iştiraklerinin tüm ortakları,

– Tarımsal faaliyette bulunanlar.

2- Bağımsız çalışanlar yönünden iş kazası

5510 sayılı Yasa’nın 4/1-b maddesine göre, köy ve mahalle muhtarları ile kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanların (tüccar, sanayici, serbest meslek sahibi, esnaf ve sanatkar, şirket ortağı, tarımla uğraşan gibi kişilerin) geçirdikleri kazaların, Yasa’nın 13.maddesine göre bir “iş kazası” sayılabilmesi için, kazanın:

– Yürütmekte oldukları iş sırasında,

– İş gereği motorlu araç kullandıkları sırada,

– İş gereği bir araç içinde yolculuk yaptıkları sırada meydana gelmiş olması gerekir.

Biz bu iki koşula (13.maddenin (e) bendini örnekseyerek) bir üçüncü koşul ekleyip, bağımsız çalışanların işyerine gidip gelirlerken uğradıkları kazanın da “iş kazası” sayılması gerekir, diyoruz.

3- Bağımsız çalışanların kaza geçirdiklerinin Kuruma bildirilmesi

a) 5510 sayılı Yasa’nın 13.maddesi 2.fıkrası (b) bendine göre, 4.maddenin (b) bendi kapsamındaki kendi adına ve hesabına bağımsız çalışan sigortalılar, bir iş kazası geçirdiklerinde, bir ayı geçmemek şartıyla, bildirim yapma engelinin kalktığı günden başlayarak üç işgünü içinde iş kazasını Kuruma

b) 13.maddenin 4.fıkrasına göre “Kuruma bildirilen olayın iş kazası sayılıp sayılmayacağı hakkında bir karara varılabilmesi için gerektiğinde, Kurumun denetim ve kontrol ile yetkilendirilen memurları tarafından veya Bakanlık iş müfettişleri vasıtasıyla soruşturma yapılabilir. Bu soruşturma sonunda yazılı olarak bildirilen hususların gerçeğe uymadığı ve olayın iş kazası olmadığı anlaşılırsa, Kurumca bu olay için yersiz olarak yapılmış bulunan ödemeler, ödemenin yapıldığı tarihten itibaren gerçeğe aykırı bildirimde bulunanlardan, 96 ncı madde hükmüne göre tahsil edilir.”

4- Süresinde bildirilmeyen sigortalılıktan doğan sorumluluk

Yasa’nın 23.maddesi 3.fıkrasına göre, 4.maddenin 1.fıkrası (b) bendi kapsamında sigortalı (bağımsız çalışan) olduğu halde, 8.maddenina  3.fıkrasında belirtilen süre içerisinde (en geç bir ay içinde) bildirimde bulunmayanlara, bildirimde bulunulmayan sürede meydana gelen iş kazası sonucu ilgililerin gelir ve ödenekleri Kurumca ödenmez.

5- Bağımsız çalışanların geçirdikleria  iş kazası”a  nasıl kanıtlanabilir ?

a) Geçmişte 5510 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girmesinden önceki 1479 sayılı Bağ-Kur Yasası’nın uygulandığı dönemde pek çok yanlışlar yapılıyordu. Örneğin, işiyle ilgili olmayan bir yolculuğa çıkan, tatil yerine veya yazlığına gitmekte olan işadamı, trafik kazasında ölmüşse, desteğinden yoksun kalan eş ve çocuklarına, ister Yasa’nın 63.maddesine göre “gelir” bağlanmış olsun, ister 40.maddeye göre ölüm sigortası dalından “aylık” bağlanmış olsun, peşin değer hesabı yapılıp kaza sorumlularına rücu ediliyor; bunun sonucu haksahiplerinin tazminatından rücu miktarı kadar indirim yapılıyordu. Bu, yıllarca sürdü.

b) Yanlış uygulamaları önlemek için yapılması gerekenler, bağımsız çalışanların yaptıkları işlerin özelliklerini iyi bilen uzman bilirkişilerden görüş almak; davacılardan veya rücu davası açan Kurum’dan, bağımsız çalışanın beden gücü kaybına uğramasının bir “iş kazası” sonucu olduğuna ilişkin kesin kanıt istemektir.

c) Bağımsız çalışan kişi, geçirdiği kazanın “iş kazası” olduğunu nasıl kanıtlamalı veya nasıl kanıtlayacaktır ?

Bize göre, kanıtlar kesin olmalı; çok ayrık durumlar dışında, olayın iş kazası niteliğinde olduğu mutlaka belgelenmelidir. Aşağıdaki örneklerde, bağımsız çalışanların geçirdikleri trafik kazaları “iş kazası” sayılmalıdır:

Bir işverene bağlı olmaksızın, kendi adına ve hesabına motorlu araçla yolcu veya yük taşıyan, hem araç sahibi (işleten) hem aracın sürücüsü olan sigortalıların, (örneğin kendi adına ve hesabına çalışan taksi, minibüs, kamyon şoförlerinin) yolcu veya yüka  taşıma işini yaptıkları sırada geçirdikleri trafik kazaları;

Bir tamirhane sahibinin, onardığı aracın denemesini yaparken geçirdiği kaza;

– Bir inşaatın tesisat işlerini yapan (elektrik, su tesisatçısı gibi) bağımsız çalışan, esnaf ve sanatkar siciline kayıtlı sigortalıların, iş yaptıkları yerlerea  gidip gelirken geçirdikleri trafik kazaları;

– Aynı biçimde bir işverene hizmet akdiyle bağlı olmaksızın inşaatın kontrolunu üstlenen mimar ve mühendislerin inşaat yerine gidip gelirken geçirdikleri kazalar;

– Kendi adına ve hesabına motorlu araçla pazarlamacılık yapan kişilerin, satış yapacakları yerlere giderken ve gelirken ya daa  perakendecilere mal dağıtırken geçirdikleri trafik kazaları;

– Tarım sigortalısının traktörünü veya ürün taşıma aracını (kendi) kullanırken geçirdiği trafik kazası;

– Bir avukatına  kendi aracıyla veya toplu taşıma araçlarıyla duruşmaya giderken geçirdikleri kazalar;

Bütün bu saydıklarımızın geçirdikleri trafik kazalarının “iş kazası” niteliğinde olduğunu kanıtlamalarının kolay olacağını sanıyoruz.

d) Başta anonim şirketler olmak üzere çeşitli şirket yönetim kurulu üyelerinin kendi araçlarıyla veya makam araçlarıyla geçirdikleri kazalar “iş kazası” sayılacaksa, o zaman bir işverene bağlı olmalarına karşın. kendi özel araçlarıyla işe gidip gelen kişilerin geçirdikleri trafik kazalarının iş kazası sayılmamasına ilişkin Yargıtay kararlarında değişiklik yapılması gerekecektir.[11]

6- a Kurumca a “iş kazası”a  kabul edilmesinin sonuçları

5510 sayılı Yasa’nın 4.maddesi (b) bendi kapsamında kendia  adına ve hesabına bağımsız çalışan sigortalıların bir iş kazası geçirdiklerinin, 13.maddenin 2.fıkrası (b) bendinde belirtilen sürelerde Kuruma bildirilmesinden sonra:

a) Sosyal Güvenlik Kurumu görevlilerince ve Bakanlık iş müfettişlerince gerekli inceleme ve soruşturmalar yapılıp, olayın iş kazası olduğu sonucuna varılması ve bağımsız çalışanın sürekli işgöremezlik oranının %10’un üzerinde olması durumunda, iş kazası sigortası dalından gelir bağlanır. (5510 sy.Yasa m.22)

b) Bağımsız çalışan sigortalıya gelir bağlanırken, iş kazasından kimin sorumlu olduğuna ve kusur durumuna bakılmaz. Başka bir anlatımla, kazanın oluşunda üçüncü kişinin bir kusuru bulunmasa, kaza yapan bağımsız çalışan yüzde yüz kusurlu olsa bile, sürekli işgöremezlik kaybına uğraması nedeniyle Kurum’ca iş kazası sigortası dalından gelir bağlanır. Böyle bir durumda üçüncü kişinin kusuru bulunmaması nedeniyle bir tazminat davası söz konusu olmaz; dolayısıyla Kurum da, bağladığı gelirlerden dolayı kimseye rücu edemez.

c) Ancak, 5510 sayılı Yasa’nın 22.maddesi (b) bendine göre “ağır kusuru yüzünden iş kazasına uğrayan bağımsız sigortalının kusur derecesi esas alınarak, Kurum’ca bağlanan gelir üçte birine kadarıa  eksiltilir.

d) İş kazasının meydana gelmesinde üçüncü kişi kusurlu ise, sürekli işgöremezlik kaybına uğrayan sigortalının, kaza sorumlusu üçüncü kişiye karşı açtığı tazminat davasında, sigortalıya bağlanan gelirin ilk peşin değerinin üçüncü kişinin kusuruna isabet eden tutarının yarısı, dava sırasında hesaplanan tazminattan indirilir ve indirilen miktarlar Kurum’un rücu alacağı olur. (5510/m.21,f.4)

7- Olay “iş kazası” sayılmazsa, tespit davası açılabilir

Bir işverene bağlı olarak çalışanlarda olduğu gibi, bağımsız çalışanların da geçirdikleri kazanın “iş kazası” sayılmaması durumunda, Sosyal Güvenlik Kurumu’na karşı, olayın bir “iş kazası” olduğunun “tespiti” davası açılabilir.

8- Bağımsız çalışanlara Kurum’un sağladığı yardımlar

Bağımsız çalışan sigortalıların bedensel zarara uğramaları durumunda, Kurum’un sağladığı yardımlar:

a) Geçici işgöremezlik ödeneği

5510 sayılı Yasa’nın 4.maddesi 1.fıkrası (b) bendi kapsamında sigortalı sayılana  bağımsız çalışanlara, Yasa’nın “geçici işgöremezlik ödeneği”a  başlıklı 18.maddesi 2.fıkrasına göre, Kurumca yetkilendirilen hekim veya sağlık kurullarından istirahat raporu alınmış olması ve genel sağlık sigortası dahil prim ve prime ilişkin her türlü borçlarının ödenmiş olması şartıyla, yatarak tedavi süresince veya yatarak tedavi sonrası bu tedavinin gereği olarak istirahat raporu aldıkları sürede “geçici işgöremezlik ödeneği” ödenir.

Geçici işgöremezlik ödeneğinin tutarı, yatarak tedavilerde Yasa’nın 17.maddesine göre hesaplanacak günlük kazancın yarısı, ayakta tedavilerde ise üçte ikisi kadardır. (m.18/3)

b) Sürekli iş göremezlik geliri bağlanması

Yasa’nın 19.maddesi 4.fıkrasına göre, iş kazası sonucu meslekte kazanma gücünü en az % 10 oranında yitiren bağımsız çalışan sigortalılara, genel sağlık sigortası dahil prim ve prime ilişkin her türlü borçlarının ödenmiş olması şartıyla, sürekli işgöremezlik geliri bağlanır.

c) Malüllük aylığı

Sigortalının, iş kazası sonucu, meslekte kazanma gücünün en az %60’ını kaybettiği, Kurum sağlık kurulunca tespit edilmişse, sigortalı “malul” sayılır. Eğer en az (10) yıldan beri sigortalı olup en az 1800 gün prim ödemişsea  “malullük aylığı” bağlanır. (5510/m.25)

Yasa’nın 4.maddesi 1.fıkrası (b) bendi kapsamında bağımsız çalışanlara “maluliyet sigortası”’ dalından “maluliyet aylığı”a  bağlanabilmesi için, 26.maddenin 2.fıkrasına göre, genel sağlık sigortası primi dahil,a  “prim ve prime ilişkin her türlü borçlarının” ödenmiş olmasıa  gerekir.

d) Gelir ve aylıkların birleşmesi

İş kazası sigortasından bağlanın “sürekli işgöremezlik gelirleri” ilea  “malullük aylığı” birleşirse, bunlardan yüksek olanın tamamı, az olanın yarısı ödenir; eşitliği halinde, iş kazası veya meslek hastalığından bağlanan gelirin tamamı, malullük aylığının yarısı ödenir. (m.54/c-1)

9- Bağlanan gelirlerden dolayı Kurumun rücu hakkı

a) Bağımsız çalışan desteğin ölümünün veya beden gücü kaybına uğramasının bir “iş kazası” sonucu olduğu kesin saptanıp haksahiplerine “kaza sigortası” dalından “gelir” bağlanmışsa, (5510/m.19) bağımsız çalışanın bir işvereni olmayacağına göre, kaza sorumlusu “üçüncü kişiye” karşı açılan davada, destekten yoksun kalma tazminat tutarlarından veya güç kaybı tazminatından düşülecek miktar, bağlanan gelirlerin “ ilk peşin değerin üçüncü kişinin kusuruna karşılık gelen tutarının yarısı” kadar olacaktır. (5510/m.21,f.4),

b) İş kazası nedeniyle kaza sigortası dalından bağlanan “gelirler” (m.19) ile yeterli miktarda prim ödemiş olmanın karşılığı olarak maluliyet sigortası dalından bağlanan “aylıklar” (m.25-27) birbirine karıştırılmamalıdır.

Kurum, iş kazası ve meslek hastalığı dalından bağladığı “gelirler” için sorumlulara rücu edebilirken, maluliyet sigortası dalından bağlanan ““maluliyet aylığı” için rücu hakkı yoktur. (6098/TBK.m.55 ve ondan önce 06.03.1978 gün 1/3 sayılı İçt.Bir.Kararı)

c) Sürekli işgöremezlik kaybına uğrayan sigortalıya hem kaza sigortası dalından gelir (m.19) hem maluliyet sigortası dalından (sigortalının yeterli miktarda prim ödemesinin karşılığ0ı olarak) aylık bağlanmışsa, (m.25-27) bunlardan yüksek olanın tamamı, az olanın yarısı ödenir. (m.54/1-c) Kurum’un bağladığı “gelirlerin” ilk peşin değeri üzerinden sorumlulara rücu edeceği miktarların da buna göre belirlenmesi gerekir.

X- TRAFİK-İŞ KAZALARINDA SİGORTACININ ÖDEME YÜKÜMLÜLÜĞÜ

1- Sosyal Güvenlik Kurumu’nun rücu hakları

a) Trafik iş kazasında beden gücü kaybına uğrayan işçi veya ölmüşse haksahipleri, bir dava açmadan önce trafik kazasına karışan araçların sigorta şirketlerinden tazminat almışlarsa ve sigorta şirketi poliçe limitinin tamamını işçiye veya haksahiplerine ödemişse, Sosyal Güvenlik Kurumu daha sonra sigorta şirketine karşı rücu davası açarsa, bu dava, sigorta tazminatının asıl haksahiplerine ödenmiş olmasından dolayı

b) Eğer sigorta şirketinin haksahiplerine ödediği tazminat tutarı, poliçe limitinin altında ise ve Kurum’un rücu edeceği miktar ile haksahiplerinin sigorta şirketinden aldıkları tazminatın toplamı, dava sırasında hesaplanan tazminat tavanının altında ise, sigorta şirketi: Sosyal Güvenlik Kurumu’nun istediği rücu miktarını ödeyecek; tavan aşılmışsa, Kurum’un rücu davası reddedilmek gerekecektir.

2- Sigortalıya tazminat ödeyen sigorta şirketinin, Kurum’un rücu alacağından sorumlu olmayacağına ilişkin Yargıtay kararları

Bu konuda, rücu davalarına bakan Yargıtay 10.Hukuk Dairesi’nin kararlarından birkaç örnek:

Kurum tarafından açılan rücu davasında, davalı sigorta şirketinin sigorta poliçesindeki limiti, rücu davasının açılmasından önce hak sahiplerine ödediğinin anlaşılması karşısında, mahkemece, sigorta şirketi hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerekir.

10.HD.01.05.2003, E.2003/3030-K.2003/3939

Davalı sigorta şirketinin, davaya konu trafık-iş kazasının meydana geldiği tarih itibariyle geçerli olan zorunlu mali mesuliyet sigortası poliçelerindeki limit kapsamında Kurum zararının tümünden fazlası olan miktarı haksahiplerine ödediği anlaşıldığından, davacı Kuruma karşı tazmin sorumluluğu kalmadığının belirgin olmasına göre, hakkında açılan davanın reddine karar verilmesi gerekir.

10.HD.15.10.2012,a  E.2011/12460-K.2012/18785

Trafik-iş kazasında yaralanan sigortalıya tazminat ödeyen sigorta şirketi, ödediği miktar oranında Kurum alacağından sorumlu olmaz.

Sigorta şirketinin mükerrer ödeme ile karşı karşıya bırakılmaması bakımından, sigortalıya ödediği miktar oranında tazmin sorumluluğundan kurtulduğunun kabulü gerekir. Sigorta şirketinin davaya konu trafik iş kazasının meydana geldiği tarih itibariyle geçerli olan zorunlu mali mesuliyet sigortası poliçesi kapsamında, ödemede bulunduğunu ileri sürmesi karşısında, ödemeye yönelik belgelerin içeriği ve geçerliliği yönünde araştırma yapılarak, varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekir.

10.HD.02.11.2015, E.2014/15615-K.2015/18362

Sigortalıya poliçe limitinin tamamını ödeyen Sigorta Şirketi Kurum’un alacağından sorumlu olmaz. Sigorta şirketinin 2918 Sayılı Kanun kapsamında poliçeye dayalı akdi sorumluluğu nedeniyle poliçe limitinin tamamını sigortalıya ödediğinin geçerli belgelerle kanıtlanması durumunda, ödediği miktar oranında sorumlu tutulmaması gerekir.

10.HD.12.04.2017,a  E. 2015/13274-K.2017/3244

3- Sigorta şirketlerinin, sigortalısının kusuruna göre değil, ortaklaşa sorumluluk kurallarına göre tazminat ödeme yükümlülüğü

a) Zorunlu sigortalarda sigortacı, işletenin sorumluluğunu belli bir oranda (poliçedeki limite kadar) üstlenmiş bulunmakla, sigortalısının kusur oranına göre değil, poliçedeki sınırı aşmamak üzere “tam” tazminat ödemekle yükümlüdür. Sigortalısının kusuru söz konusu olmaksızın sigorta tazminatını ödeyen sigortacı, kazaya karışan diğer sorumlunun kusuru oranında ona ve sigortalısına karşı dönme (rücu) hakkını kullanabilir. (TBK.m.167-168; BK.m.146-147) Ayrıca 2918 sayılı KTK m.88’e göre ortaklaşa ve zincirleme sorumluluk yönünden işleten ile sigortacı arasında bir ayrım yapılmamıştır.

Öte yandan, sigortacının kusura göre sorumlu tutulması, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 85-86 ve 95.maddelerine de aykırıdır. Yasa’nın 95.maddesi 1.fıkrasına göre: “Sigorta sözleşmesinden veya sigorta sözleşmesine ilişkin kanun hükümlerinden doğan ve tazminat yükümlülüğünün kaldırılması veya miktarının azaltılması sonucunu doğuran haller zarar görene karşı ileri sürülemez.”

[1] Bize göre, işçinin kasıtlı olarak kendisine veya işverene zarar vermesi iş kazası olamaz; çünkü kasıt ve kaza birbirine zıt kavramlardır. Bu belki, Ceza Yasasına göre dikkatsizlik ve aldırmazlıktan kaynaklanan, “bilinçli taksir”in ötesindea  “olası kast” olabilir.

[2] Yargıtay 17.Hukuk Dairesi’nin 26.11.2015, E.2014/5424-K.2015/1 sayılı, 27.10.2015, E.2015/8566-a  K.2015/11316 sayılı, 30.05.2016,a a  E.2016/7084a  K.2016/6564 sayılı, 11.12.2017a  E.2017/1726-K.2017/11442 sayılı, 08.05.2018a  E.2015/16479-K.2018/4731 sayılı, 27.03.2019, E.2016/8190-a  K.2019/3646 sayılı kararları.

[3]a  İşçiye “malullük aylığı” bağlanabilmesi için, en az (10) yıldan beri sigortalı olması ve en az 1800 gün prim ödemiş olması gerekir.

[4] Yargıtay 21.HD. 16.05.2011,a  E. 2010/3397a  K. 2011/4692 sayılı, 20.02.2014, E. 2013/21078a  K. 2014/2744a  sayılı, 10.02.2014, E. 2013/22338a  K. 2014/1833 sayılı, 09.04.2009, E.2009/3966 K.2009/5390 sayılı kararları.

[5] Yargıtay’ın iki kararında belirsiz alacak davasının son aşamasında manevi tazminat istenebileceği kabul edilmiştir. Her ne kadar bu isteğin “ıslah” yoluyla gerçekleştirileceği açıklanmış ise de, bu, belirsiz alacak davasına göre yorumlanmalıdır. Anılan kararlarda şu açıklamalar yapılmıştır: “Belirsiz alacak davasında ıslah yoluyla manevi tazminat istenmesi durumunda, bunun birleştirme talepli ek dava olarak kabulü, hem usul ekonomisinea  hem de davaların en çabuk ve en az masrafla bitirilmesine yarayacağı açıktır. Hal böyle olunca da mahkemece ıslah dilekçesi ile manevi tazminat talep edilemeyeceğinden bahisle manevi tazminat talebi hakkında bir karar verilmemesi isabetsizdir. (21.HD.13.11.2012, E.2011/11187-K.2012/19811)- Davacılar tarafından usulüne uygun olarak açılmış maddi tazminat istemli davada ıslahla manevi tazminat istemelerinde hukuken bir engel yoktur. Mahkemenin başlangıçta talep edilmeyen bir hakkın yargılama aşamasında ıslah ile talep edilemeyeceği değerlendirmesi doğru değildir. Manevi tazminata yönelik istemin esası incelenerek karar verilmesi gerekir. (4.HD.14.3.2013,a  E.2012/5120- K. 2013/4672)a  -a  Öğretide, belirsiz alacak davasında, harca esas “simgesel değer” gösterilerek, kesin miktarı davanın son aşamasında açıklanmak üzerea  “manevi tazminat” istenebileceği kabul edilmektedir. (Hakan Pekcanıtez, Manevi Tazminat Alacakları Belirsiz Alacak Davası Olarak Açılabilir mi? Medeni Usul Ve İcra İflas Hukuku Dergisi,2015,sayı:30,sf.21-41) – Cemil Simil, Belirsiz Alacak Davası, İstanbul 2013 – İbrahim Ercan, HMK’na Göre Belirsiz Alacak Davası (Medeni Usul Ve İcra İflas Hukukçuları Toplantısı, İzmir 2012, s.102-183) – Haluk N. Nomer,a  Manevi Tazminat Alacağında Kısmi Dava Mümkün Müdür ? (İÜHF. Mecmuası, 2000, sayı:1-2, sf. 221-229)a  Kudret Aslan-Leyla Akyol Aslan-Taylan Özgür Kiraz (Koşulları Oluşmadan Açılan Belirsiz Alacak Davası, Hakan Pekcanıtez’e Armağan, Dokuz Eylül Hukuk Fakültesi Dergisi,2015,sf.975-1024)a  -a  Aybüke Basım, Manevi Tazminat Taleplerinin Belirsiz Alacak Davasına Konu Olup Olamayacağı Sorunu (AÜHF.Dergisi,2016,sayı: 4, sf.2685-2723)

[6] Örneğin,Yargıtay 21.HD. 02.03.2009 gün E.2008/11455a  K.2009/2912 sayılı kararında: “İşyerine getirilip götürülme işlerinde kullanılan araç ilea  üçüncü kişiye ait aracın çarpışması sonucu yaralanan işçinin, her iki sorumluya karşı açtığı davada görevli mahkeme iş mahkemesi olup, arada hizmet ilişkisi bulunmadığı gerekçesiyle üçüncü kişi hakkındaki davanın ayrılmasıa  kararı verilemez” denilmiştir.

[7] Örnek: Yargıtay 21.HD.08.07.2003,a  E.2003/5117-K.2003/6279 sayılı kararı

[8] a Halûk Tandoğan, Hukuka Dayanmayan Sözleşme Dışı Sorumluluk, Ankara 1981, sf. 2-12

[9] Danıştay 10.Dairesi’nina  29.01.2007, E.2004/7285a  K.2007/212 sayılı, 18.05.2007 E.2004/9232a a  K.2007 /2720a  sayılı,a  01.07.1998a a  E.1998/2828a  K.1998/3479 sayılı, 15.Daire 04.03.2014 gün E.2013/3258 – K.2014/1371 sayılı, 18.10.2012 gün E.2012/189 – K.2012/a a  7048 sayılı ve 10.Daire 04.06.2010 gün E.2010/749 K.2010/5192 sayılı kararları.

[10] Fikret Eren, Borçlara  Hukuku Genel Hükümler C.I. Beta 1988, 6.bası, sf.566 vd.

[11] Yargıtay 21.HD.28.06.2001 gün E.2001/4592 – K.2001/5149 sayılı kararında: “Davacının kendi özel otosu ile işyerine gitmekte iken, başka bir araçla çarpışması suretiyle geçirdiği trafik kazasının,a  “iş kazası”a  sayılması mümkün değildir” denilmiş olup, Yargıtay’ın bu tür kararlarının, 5510 sayılı Yasa’nın 13.maddesi (e)a  bendine aykırı olduğu; özellikle yönetici ve uzman konumundaki kişilere işverenin araç tahsis etmesi ile bu kişilerin kendi özel araçlarıyla işe gidip gelmeleri arasında nitelikçe bir fark bulunmadığı kanısındayız.