Madencilik ve mineral kaynakları her zaman ekonomik ve politik güç için bir paratoner olmuştur ve modern çağ da farklı değildir ki; 2025 yılında ekonomik ve politik gücü teşvik etmek için dünyanın kritik (nadir) minerallerini ele geçirmek üzere yarışan devletler ve özel şirketlerde bir piyasa hızlanması görülmüştür. Yapay zekâ ve enerji geçişindeki gelişmelerin yanı sıra savunmaya daha fazla odaklanılmasıyla kısmen yönlendirilen enerji ve kritik minerallere olan talep arttıkça, paydaşlar geleneksel madencilik stratejilerinin ötesine, derin okyanus tabanına bakmakta ve bu keşfedilmemiş (ve büyük ölçüde yönetilmeyen) bölgede büyüme için yeni yollar açmayı ummaktadır. Bu girişimlerin uygulanabilirliği, teknolojik gelişmelerin hızı, ilgili minerallere olan talebin değişmesi ve devam eden jeopolitik entrikalar dâhil olmak üzere çeşitli faktörlere bağlıdır. Bu yazıda, rekabet eden düzenleyici çerçevelerin -Birleşmiş Milletler ve Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD)- geçmişi ve geleceği incelenmekte ve bunun pratikte derin deniz madenciliği için ne anlama geldiği ele alınmaktadır.
Derin deniz madenciliği için az gelişmiş ve uyumsuz düzenleyici çerçeveler, büyüyen pazarın ve buna yönelik jeopolitik coşkunun gerisinde kalmaktadır. Ancak derin deniz madenciliği tek başına değildir; artan düzenleyici belirsizlik ve düzenleyici rekabetin küresel olarak kritik mineral tedarik zincirlerinin birçok yönünde ortaya çıktığı görülmektedir.
1. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi
Derin deniz madenciliği, deniz tabanından 200 metreden daha derinlerdeki mineralleri ve tortuları çıkarmayı içerir. [1] İngiliz gemisi HMS Challenger, 15 bin 600 feet derinliklerden belirli mineral nodüllerinin (yavaş oluşan, patates büyüklüğündeki mineral yatakları) örneklerini alan ilk gemiydi. [2] Ve 1950’lerden başlayarak, özel şirketler bu nodüller için deniz tabanını ciddi şekilde araştırmaya başlamışlardır. [3] Yüksek nodül yoğunluğuna sahip önemli bölgeler 1970’lerin başında belirlenmiştir. [4]
Bu ticari keşfin ilk aşamaları, yerel petrol keşfinin kıyıdan daha da uzağa taşınmasıyla artan bölgesel gerginliklerle çakışmıştır. Tarihsel olarak, ülkeler okyanusun çoğunluğunun ortak bir kaynak (belirli bir ulusun kıyı şeridine yakın dar bir alan hariç) olduğunu düşünen “denizlerin özgürlüğü” doktrinine [freedom-of-the-seas doctrine] uyuyordu. Ancak, savaş sonrası kıtlıklara ve yeni atom çağında kritik minerallerin değişen önemine yanıt olarak, 1945 yılında ABD Başkanı Harry S. Truman, ABD’nin kıta sahanlığının doğal kaynakları üzerindeki yargı yetkisini tek taraflı olarak genişletmiştir. [5] Bu hareket, diğer çeşitli ülkeler arasında benzer düzenleyici modelleri kopyalamak ve kendi karasuları ve kıta sahanlıkları olarak algıladıkları şey üzerinde egemenlik iddia etmek için bir yarışa yol açmıştır. [6]
Okyanus kaynaklarının çıkarılması konusunda yaklaşan bölgesel çatışmaya yanıt olarak, 159 ülkenin de aralarında bulunduğu uluslararası toplum, 1982 yılında ‘Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni [United Nations’ Convention on the Law of the Sea] kabul ederek dünya okyanuslarındaki faaliyetleri düzenlemek için bir çerçeve oluşturmuştur. [7] Özellikle, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi, herhangi bir devletin kıyılarından 200 mil uzağa kadar uzanan ve o devletin deniz tabanının (ve üst suların) ve yer altının doğal kaynaklarını keşfetme, işletme, koruma ve yönetme konusunda egemen haklara sahip olduğu alanlar olan “münhasır ekonomik bölge” [exclusive economic zones] kavramını oluşturmuştur. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi ayrıca, ulusal yargı yetkisinin sınırlarının ötesindeki deniz tabanı kaynaklarını “insanlığın ortak mirası” [the common heritage of mankind] ve dolayısıyla tüm ulusların korumak için ortak sorumluluğu olarak çerçevelemiştir. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni kabul etmemiştir.
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi uyarınca, 1994 yılında anılan Sözleşme yürürlüğe girdiğinde, münhasır ekonomik bölge suları dışındaki alanı da kapsayan kendi yargı yetkisi alanındaki mineralle ilgili projeleri düzenlemek ve kontrol etmek için ‘Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi’ [International Seabed Authority] kurulmuştur. [9] Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi, Bölgede madencilik için hem keşif hem de çıkarma izinleri için izin rejimleri oluşturmakla görevlendirilmiş; ancak, Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi otuz yıllık varoluşunda yalnızca keşif izinlerine ve sözleşmelerine odaklanmıştır. Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi; 11 Haziran 2025 tarihi itibarıyla, Hindistan, Çin ve münhasır ekonomik bölgelerinin toprak haklarının büyük çoğunluğunu oluşturduğu çeşitli ada ülkeleri (örneğin Cook Adaları, Nauru ve Kiribati) dâhil olmak üzere çeşitli ülkelerden kamu ve özel kuruluşlar da dâhil olmak üzere 22 yüklenici ile 31 adet 15 yıllık keşif sözleşmesi imzalamıştır. [10] 2010 yılından önce, keşif sözleşmeleri öncelikle ulusal devlet kurumları tarafından üstleniliyordu. [11] 2010 yılından itibaren ise anılan Otoritenin Üye Devletleri tarafından desteklenen özel sektör sözleşmeleri de dâhil olmak üzere yeni bir sözleşme dalgası başlamıştır. [12]
Keşif amaçlı Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi sözleşmelerinin sayısının artmasına rağmen, Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi derin deniz mineral çıkarımını ele alan bir düzenleyici rejim geliştirmemiş olup; Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi 2011 yılından beri çıkarma için düzenleyici bir çerçeve üzerinde tartışmaktadır ancak henüz fikir birliğine varamamış ve çıkarma sözleşmeleri yayınlamaya başlayamamıştır. Nauru Cumhuriyeti, 2021 yılında, özel bir şirketin Clarion-Clipperton Bölgesi’nde madencilik yapma başvurusunu desteklediğinde süreci hızlandırmıştır. [14] Nauru’nun bu proje adına yaptığı başvuru [The Metals Company (“TMC”) şirketinin bir bağlı/yan kuruluşu tarafından geliştirilmiştir], [15] Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi’nin derin deniz madenciliği politikasını oluşturması için iki yıllık bir zaman çizelgesini tetiklemiştir. Bu, 10 Aralık 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin XI. Kısmının uygulanmasına ilişkin 1994 tarihli Anlaşması’nda yer almakta ve ticari keşif başvurusu üzerine [16] Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi Konseyi’nin ticari keşif için gerekli düzenlemeleri hazırlaması gerektiğini belirtmektedir. Nauru Cumhuriyeti ve TMC firmasının başvurularını 2021’de sundukları göz önüne alındığında, Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi’nin ilgili düzenlemeleri 2023 yılına kadar yayınlaması gerekiyordu. Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi 2023’te bir düzenleyici çerçeve yayınlamamış ve bunun yerine nihai tarihi 2025 yılına uzatmayı seçmiştir. Haziran 2025 itibarıyla hâlâ hiçbir şey yayınlanmamıştır.
Özel geliştiriciler Nauru ve TMC firmasının Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi’ni ticari çıkarma için düzenleyici bir çerçeve yayınlamaya teşvik edebileceğini düşünüyorsa ki, yanılıyorlardı -ve Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi kendisine bir uzatma izni verdiğinde, derin deniz madenciliğine yatırım yapmaya hevesli geliştiriciler daha fazlasının gelebileceğinden endişelendiler. Böylece dikkatler, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzalamayan ve bu nedenle teknik olarak Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi’nin düzenlemelerine bağlı olmayan en önemli ülkeye, yani Amerika Birleşik Devletleri’ne çevrilmiştir. [17]
2. Amerika Birleşik Devletleri’nin Düzenleyici Çerçevesi
Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi 1980’lerde tartışılırken, dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan’ın yönetimi, herhangi bir fiziksel alanı “insanlığın ortak mirası” olarak görme ilkesine karşı çıkmıştır, çünkü bu, yönetimin serbest piyasa felsefesiyle çelişiyordu. [18] ABD hükümeti o zamandan beri Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin bazı yönlerini örf ve adet hukuku olarak tanımış olsa da, ABD Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni veya Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin XI. Kısmındaki Anlaşma da dâhil olmak üzere herhangi bir ilişkili anlaşmayı hiçbir zaman onaylamamış olup; bunu yapmak için Kongre’de çok az baskı olduğu görülmektedir. [19]
Amerika Birleşik Devletleri, 1980 yılında, ABD’nin özel şirketleri ve devlet kuruluşlarının ABD’nin münhasır ekonomik bölgesinin ötesinde derin deniz yatağını keşfetmeleri ve çıkarmaları için düzenleyici bir çerçeve [ki, ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi (US National Oceanic and Atmospheric Administration) tarafından yönetilir] ilan etmeyi amaçlayan ‘Derin Deniz Tabanı Muhkem Mineral Kaynakları Yasası’nı [Deep Seabed Hard Mineral Resources Act] geçirmiştir. Derin Deniz Tabanı Muhkem Mineral Kaynakları Yasası, ABD’yi başlangıcından itibaren Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi ile doğrudan gerginliğe sokmuş, ancak anılan Yasa’nın yürürlüğe girmesinden bu yana geçen on yıllarda ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi tarafından çok az izin verilmiştir. Şu anda, iki keşif izni ‘Lockheed Martin’in elindedir ve başkaca hiçbir ticari çıkarma izni verilmemiştir.
Ancak, ABD’nin kritik mineraller üretiminde kendi kendine yeterliliğe odaklanma yönündeki genel politika zorunluluğunun bir parçası olarak Trump yönetimi, ABD’nin derin deniz madenciliğinde merkezi bir figür olarak ortaya çıkması yönündeki isteğini, 24 Nisan 2025 tarihli “Amerika’nın Açık Deniz Kritik Minerallerini ve Kaynaklarını Serbest Bırakma” başlıklı Kararnamesinde özetlemiştir. [20] Bu kararname, Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ni ABD’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde ve dışında projeler için izin verme zaman çizelgelerini hızlandırmasını düzenlemekte ve ABD Ticaret Bakanı’na (diğer ilgili kurumların başkanlarıyla koordinasyon halinde) ABD’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi içinde ve dışında ve kritik mineral çıkarma konusunda ABD ile işbirliği yapmak isteyebilecek diğer ülkelerin Münhasır Ekonomik Bölgeleri’nde özel sektör yatırımı için fırsatları belirlemesini emretmektedir. [21]
3. Sadece ABD ve Birleşmiş Milletler Değil, Suudi Arabistan ve Diğer Ülkeler de Derin Deniz Madenciliği Çabalarını Artırıyor
Suudi Arabistan Krallığı ile ABD arasındaki stratejik ekonomik ortaklığı güçlendirmeye yönelik son çabalarda, Suudi-ABD Yatırım Forumu (“Forum”) sırasında yaklaşık 600 milyar ABD doları tutarında yatırım taahhüdüne denk gelen yüzden fazla anlaşma ve mutabakat zaptı imzalanmıştır. Bunlar, kritik mineraller de dâhil olmak üzere çeşitli temel sektörleri kapsamaktadır. [25] Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne da imza atan Suudi Arabistan Krallığı, küresel oyuncularla stratejik ittifaklar yoluyla derin deniz madenciliği de dâhil olmak üzere potansiyel kritik mineral fırsatlarını açığa çıkarmayı hedeflemektedir. Bu amaçla, Suudi Arabistan Krallığı Sanayi ve Maden Kaynakları Bakanlığı ile ABD Enerji Bakanlığı, madencilik ve mineral kaynakları konusunda bir işbirliği çerçevesi oluşturmayı amaçlayan mezkûr Forum sırasında bir İşbirliği Zaptı imzalamıştır. Bu işbirliği, kritik mineral tedarik zincirlerinin ekonomik gelişmelerine, çeşitlendirilmesine ve dayanıklılığına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. [26] Hem Suudi Arabistan Krallığı hem de ABD, kritik mineraller için sürdürülebilir tedarik zincirleri sağlamaya çalışırken, derin deniz madenciliği işbirliği çabalarında odak noktası haline gelmiştir. Krallığın derin deniz madenciliği çabaları, özellikle Krallık hem Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi üyeliğini hem de ABD ile işbirliğini başarıyla yürütebilirse, yukarıda belirlediğimiz düzenleyici gerginlikleri çözmek için erken bir vaka çalışması olabilir.
4. Derin deniz madenciliği pratikte nelere ihtiyaç duyar?
4.1. Düzenleyici otoriteler için sonraki adımlar: Bilinmeyen Bilinmeyenler [unknown unknowns]
Derin deniz madenciliği etrafındaki bilimsel araştırmalardaki boşluk, potansiyel çevresel etkilerinin “eksik anlaşılmasını” sağlar. [27] Düzenleyici otoriteler, çevresel ve teknik bilinmezliklere yanıt verebilecek kadar esnek bir düzenleyici çerçeve oluşturma ve aynı zamanda uzun vadeli yatırımları teşvik eden öngörülebilir standartlar oluşturma görevini üstlenir. Bu arada, Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi 169 üye devletinin çıkarlarını dengelerken artan diplomatik gerginlikle karşı karşıyadır. [28]
Bilgi boşluğu, derin deniz madenciliği projelerinin düzenleyici yaşam döngüsü boyunca belirsizlik yaratır. İlk izinlerin ötesinde, ilgili etki ölçümleri üzerindeki aynı cevapsız sorular, projelerin devam eden izlenmesini etkiler. Bilim camiası, tortu dağılımı, habitatların tahribi ve gürültü kirliliği dâhil olmak üzere derin deniz madenciliğiyle ilgili endişelerini dile getirmiştir. [29] Bu projelerin potansiyel etkileri hakkında kapsamlı ve bağımsız bir araştırma yapılmazsa, özellikle de düzenleyici otoriteler süreci desteklemek için yeterli donanıma sahip değilse (teknolojiler geliştikçe dâhil) düzenleyici otoritelerin geliştiricilerin projelerin potansiyel etkileriyle ilgili iddialarını doğrulaması daha zor hale gelebilir.
4.2. Geliştiriciler için sonraki adımlar: Bilinen Bilinmeyenler [known unknowns]
‘Impossible Metals’ın otonom su altı araçları geliştirmesi gibi derin deniz madenciliği teknolojilerinde önemli ilerlemeler kaydedilmiş olsa da, 30 geliştirici büyük ölçüde kavram kanıtı aşamasındadır. [31] Hiçbir teknoloji uzun vadeli ticari derin deniz madenciliği projelerini başarıyla desteklememiştir. Bilinmeyen düzenleyici riskler, çevresel riskler ve yeni teknolojiler arasındaki kesişim, finansal yatırımcılar için belirsizlik yaratmaktadır. [32] Google ve Apple gibi pazar liderleri, bugüne kadar derin deniz madenciliği faaliyetlerine bir moratoryum (erteleme) çağrısında bulunmuş ve derin deniz madenciliğinin bilinmeyen çevresel, sosyal ve ekonomik etkileri nedeniyle bu tür projeleri finanse etmemeye karar vermişlerdir. [33]
ABD dışındaki geliştiriciler ise, Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi çerçevesinin dışında faaliyet gösterirlerse düzenleyici, finansal ve politik sonuçlarla karşı karşıya kalabilirler. Örneğin, Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi’nden bir ülkenin münhasır ekonomik bölgesinin ötesinde derin deniz madenciliği yapmak için izin almayan geliştiriciler uluslararası hukuku ihlal edebilir. [34] Mevcut Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi yüklenicilerinin, keşif için lisanslarının belirlenmiş alanında ticari derin deniz madenciliği faaliyetlerinde bulunmaları sözleşme ihlali oluşturabilir ve Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi düzenlemelerini ve Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi hükümlerini ihlal edebilir. [35] Buna ek olarak, geliştiriciler özellikle yargı yetkisi ve yatırımcı-devlet anlaşmazlıklarıyla ilgili olarak tahkim olasılığının farkında olmalıdır. [36]
4.3. Ülkeler için sonraki adımlar: Bilinmeyen Bilinenler [unknown knowns]
Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi, bir ülkenin münhasır ekonomik bölgesinin ötesinde tek taraflı olarak derin deniz madenciliğine ilişkin girişimlerini onaylamaz. [37] Yine de, Uluslararası Deniz Tabanı Otoritesi kendi kapsamlı bir çıkarma lisanslama rejiminin yayımlanması için net bir nihai tarih belirlememiştir. Bu arada, Norveç, Japonya ve Cook Adaları gibi ülkeler münhasır ekonomik bölgeleri içinde derin deniz madenciliği yapmaktadır [38] ki; diğer ülkeler Derin Deniz Tabanı Muhkem Mineral Kaynakları Yasası kapsamında Amerika Birleşik Devletleri ile işbirliği yapmayı seçebilirler. Ülkelerin münhasır ekonomik bölgeleri içindeki derin deniz madenciliği daha öngörülebilir bir düzenleyici strateji sunar, ancak projeler benzer teknik ve çevresel belirsizliklerle karşı karşıyadır ve çevresel etkilerin madencilik girişimini üstlenen devletle sınırlı kalacağına dair hiçbir garanti yoktur.
5. Derin Deniz Madenciliği [Deep-Sea Mining]: Kritik Mineraller Tedarik Zincirinin Küçük (Ama Büyüyen?) Bir Yönü
Trump Yönetimi’nin Nisan 2025 tarihli Kararnamesi, ülkelerin münhasır ekonomik bölgeleri dışında derin deniz madenciliğine doğru ivmede olası bir değişime işaret etmektedir.
Fırsata rağmen yatırımcılar, uluslararası düzenleyici rejimlerdeki belirsizlikler ve tutarsızlıklar, bilinmeyen çevresel maliyetler ve kritik mineraller için dalgalanan piyasalarla ilişkili orta-uzun vadeli riskleri tam olarak değerlendirmelidir. Derin deniz madenciliği projeleri onlarca yıl süren çabalardır ve bu nedenle uygulanabilir olmak için uzun vadeli düzenleyici istikrar gerektirir. Bu nedenle, ulusal ve uluslararası düzenleyici modellerdeki değişiklikler ve gerginlikler, küresel yönetişim, bilimsel kapasite ve piyasa değişiklikleri bağlamında analiz edilmelidir.
Teoride, ticari derin deniz madenciliği projeleri ülkelerin kritik minerallere erişimini genişletebilir, enerji geçişini ve artan bağımsızlığı destekleyebilir. Ancak, ulusal kara işleme kapasitesine önemli yatırım yapılmadan, çoğu ülke Çin’e ithalat bağımlısı olmaya devam edecektir. Ülkeler enerji ve kritik mineral bağımsızlığı ararken, kaynak çıkarma ulusal kara işleme yatırımlarıyla eşleştirilmelidir; aksi takdirde, ülkeler diğer ülkelere bağımlı kalmaya devam edecektir.

Yavuz Akbulak
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
• Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
• Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
• Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte),
• Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve
• Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte)
başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
• Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003),
• Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004)
ile
• Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II;
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021);
• Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021);
• Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022);
• Ticari Mevzuat Notları (2022);
• Bilimsel Araştırmalar (2022);
• Hukuki İncelemeler (2023);
• Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024);
• Hukuka Giriş (2024);
• İşletme, Pazarlama ve Hukuk Yazıları (2024),
• İnterdisipliner Çalışmalar (e-Kitap, 2025)
başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 3 bini aşkın Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.


