2020 yılının ilk aylarından itibaren varlığından söz edilen ve cari dönemde istisnasız tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını, Dünya Sağlık Örgütü tarafından bir pandemi olarak tanımlandı. Yani ulusal ya da bölgesel değil tüm dünyayı birinci dereceden ilgilendiren bir vaka ile karşı karşıya kaldık. Savaşlar ertelendi, ticaret savaşları durdu, iç siyasi husumetler bir kenara bırakıldı ve buna benzer birçok konu gündemden düştü. Elimizde kalan konu bütün olarak pandemi ve onunla mücadeleydi. Pandemi, orijini, sebepleri vb. konuların tamamı kendi alanında uzman kişilerce tüm boyutuyla tartışılmaya devam ede dursun. Mesleğimiz ile alakalı konularda neler yapılıyor, neler değişti, süreçler sekteye uğradı mı diye düşündüğümde, çok da umutsuz ve çıkılmaz bir yolda olmadığımızı fark ettim geçen hafta. İstanbul Ticaret Üniversitesinde akademisyen olarak memlekete hizmet etmeye gayret ediyorum. Bu ay meslek hayatımda ki 7. yılımı doldurdum. Okumak neden güzeldir, yazıp çizmek nasıl bu kadar keyifli olabilir, sabaha kadar makale yazıp bilgisayar başında uyuya kalmak nedir bu meslek içerisinde öğrendim. Halbuki çok daha zorlu ve yoğun mesai gerektiren işlerde çalışmıştım. Burası farklıydı. 2019 Ocak ayında doktoram bitti ve o dönem fakültede ders vermeye başladım. Ders anlatmayı, kürsüye çıktığında tüm öğrencilerin gözlerinin içine bakması, soru sorduklarında “işler yolunda sanırım” diyerek duyduğum o mutluluk hala kalbimde ve hep öyle olacak.
Fakat her şey yolunda giderken yılın ikinci döneminde 4 hafta ders yapabildik ve salgın üniversitelere ve eğitime de pençesini attı. Planlar şaştı, akademik takvim değişti, sınavlar ertelendi derken okullara öğrenci giriş çıkışı bile yasaklandı. Çünkü bu salgının nerede nasıl bulaşacağının hiçbir garantisi yoktu. Akademik camianın ana düzenleyici amiri durumunda olan YÖK artık tüm eğitimlerin uzaktan eğitim sistemi ile devam edeceğini duyurdu. Nasıl olacaktı bu, herkes kendi sistemini mi kullanacaktı, bizim dersimiz gibi uygulamaya yakın dersler nasıl işlenecekti diye düşüne düşüne 30 Mart geldi ve uzaktan eğitim serüveni için start verildi. Hasbelkader fakültede uzaktan eğitimin koordinasyonu bana verildi fakat üniversitenin en büyük fakültesi yüzlerce hocası ve öğrencisi var. Dersler yoğun, programlar çok kalabalık vs. Lisansüstü programlarda verdiğim uzaktan eğitim nedeniyle ben sisteme aşınayım fakat bütün olarak fakültenin intibakı zaman alacak bir mesele. Uzaktan eğitim bir başladı pir başladı. Üniversitelere ilk anda çok sıcak gelmeyen ve bir protokoller serisi gerektiren bu eğitim sistemi tüm Türkiye’de uygulamaya konuldu. Üniversitemiz özelinde bizzat gözlemlediğim kadarıyla, bu uzaktan eğitim konusu aslında Türkiye’nin genel eğitim fıtratı ile çelişmiyor bilakis uyumlu olduğu noktalar çok daha fazla. Özellikle milenyum çağının çocuklarının devam ettiği lisans eğitimi hemen hemen en sorunsuz alanlardan birisi olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü her bir öğrenci teknolojiyi ve araçlarını bizden kat kat etkin ve verimli kullanabilme donanımına sahip. Önemli olan onları bu hengamenin içine sokabilmekti. Belki de çoktan iradi olarak geçilmesi gereken bir uzaktan eğitim sistemini mücbir sonuçlar nedeniyle bir anda kucağımızda bulduk. 7-10 gün arası bir periyotla sağlanan bu intibak, yükseköğretim algısını ve süreçlerini de derinden etkileyeceğe benziyor. Her gün hiçbir ders aksamadan, öğrencilerin ve öğretim üyelerinin uzaktan eğitim felsefesine uygun ders sürelerince işlediği derslerin çıktılarını merakla bekleyenlerdenim. Ama bu konuda ümit varım.
Zannediyorum her şey yoluna girdiğinde, pandemi gündemimizden çıktığında kucağımızda nur topu gibi bir yükseköğretim uzaktan eğitim macerası kalacak. Ve bu belirli alanlarda değil yükseköğretimin tim seviyelerinde olacak. Korkmaya gerek yok, belki de ihtiyacımız olan şey bu.
Dr. Öğretim Üyesi Gencay Karakaya, 1989 yılında Çankaya’da doğmuştur. Aslen Erzurumludur. İlk ve orta öğrenimi İstanbul Bahçelievler’de, lise eğitimini ise Ataköy Lisesi (Y.D.A)’nde tamamlamıştır. 2007 yılında Sakarya Üniversitesi İşletme Fakültesi İşletme Bölümü’nü kazanmış ve 2011 yılında mezun olmuştur. Akabinde kısa bir süre profesyonel çalışma hayatına devam etmiştir. 2013 yılında ise İstanbul Ticaret Üniversitesi İşletme Fakültesinde araştırma görevlisi olarak atanmıştır. İstanbul Ticaret Üniversitesi Uluslararası Ticaret Hukuku ve AB yüksek lisans programını 2015 yılında tamamlamış, yine aynı yıl içerisinde İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Muhasebe ve Denetim doktora programına kabul almıştır.
“Yerel Yönetimlerde Kurumsal Risk Yönetimi Uygulamalarının Analitik Hiyerarşi Süreci (AHP) Modeli ile İncelenmesi: İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Örneği” başlıklı doktora tezini 2019 Ocak ayında tamamlayarak bilim doktoru unvanını kazanmıştır. Halen İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde İşletme Fakültesi öğretim üyesi ve Liderlik ve Girişimcilik Uygulama ve Araştırma Merkezi müdürü olarak görevine devam etmektedir. Kurumsal risk yönetimi, kurumsal yönetim, denetim, iç kontrol, hile denetimi, finansal muhasebe konularında çalışmalar yapmaktadır. Evli ve Kürşad Selim, Ömer Mete isimli iki çocuk babasıdır.