Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkının Kamu Görevlileri Bakımından Değerlendirilmesi

Toplantı ve gösteriler toplumun farklı kesimlerini bir araya getirerek bireylerin kolektif şekilde ifade özgürlüğünü kullanmaları yoluyla bireysel ifadelerden daha etkili sonuçlar doğurabilen, demokratik katılımı sağlayan önemli araçlardan biridir. Toplumsal çoğulculuğun sağlanabilmesi için ifade özgürlüğü ve toplanma özgürlüğünün tam ve serbestçe kullanılması gerekmektedir.[1] İHAM, ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkıyla bağlantılı kararlarında çoğulculuk, açık fikirlilik, hoşgörü kavramlarına yer vermektedir. Bunun altında ise bireylerin ve devletin farklı fikirlere hoşgörüyle yaklaşması ölçüsünde çoğulculuğun sağlanacağı ve a demokrasiden bahsedilebileceği gerçeği yatmaktadır. [2]

a Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı iç hukukumuzda genel olarak İHAM’nin ortaya koyduğu standartlara uygun olmasına rağmen hakka yapılan müdahaleler konusunda problemler yaşanabilmektedir.[3] Ben de bu problemli alanlardan biri olan kamu görevlilerinin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına getirilen sınırlamalara AYM ve İHAM’ın nasıl yaklaştığına bakacağım. a Sonra da kamu görevlilerine toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmış olması sebebiyle verilen disiplin cezalarıyla ilgili Anayasa Mahkemesinin son 3 yılda verdiği kararlara inceleyeceğim.

Michele de Savia’ya göre ifade özgürlüğünün doğal bir uzantısı olan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 11. Maddesinde düzenlenmiştir.

  1. Herkes barışçıl bir biçimde toplanma özgürlüğü ile kendi çıkarlarını korumak için sendika kurma ve sendikalara girme hakkı da dahil, örgütlenme özgürlüğü hakkına sahiptir.
  2. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği, suçun ve düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amaçlarının dışında, hukukun öngörmediği ve demokratik bir toplumda gerekli bulunmayan hiç bir sınırlama konulamaz. Bu madde, bu hakların silahlı kuvvetler, polis teşkilatı ve devlet idaresi mensupları tarafından kullanılmasına hukuka uygun sınırlamalar konulmasını engellemez.”

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı farklı fikirlerin ortaya çıkması ve yayılması, farklı çıkar gruplarının oluşması ve gelişmesi konusunda önemli imkanlar sağlamaktadır. Bu sebeple de Mahkeme toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının aynı ifade özgürlüğü gibi demokratik toplumun temellerinden biri olduğunu ifade ederek bu hakka yönelik sınırlandırmaların dar şekilde yorumlanması gerektiğini ifade etmektedir.

“Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı demokratik bir toplumda temel haklardan biridir. Aynı ifade özgürlüğü gibi, [bu hak da] demokratik toplumun temellerinden birini teşkil etmektedir. İste bu sebeple bu hak dar yoruma tabi tutulmamalıdır”.[4]

a İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin a 11. maddesiyle ilgili bir müdahale değerlendirirken, ifade özgürlüğünü düzenleyen 10. maddenin ilkelerinden de yararlanılır[5].a  11. madde kapsamında güvence altına alınan toplanma özgürlüğünün 10. madde ışığında değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir.[6]

İHAM kararlarında bu ifade özgürlüğü ve toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı arasındaki bu ilişkiyi çeşitli kararlarında şöyle ifade etmektedir.

“Kendine has otonom rolüne ve özel uygulama alanına rağmen, 11. maddede düzenlenen haklar aynı zamanda 10. maddenin ışığında değerlendirilmelidir. Fikirlerin korunması ve bunları ifade etme özgürlüğü, 11. madde tarafından garanti altına alınmış hakların amaçları arasında yer alır. Bu bakımdan, 10. maddenin siyasi ve genel çıkarı ilgilendiren konularda kısıtlamalara elverişli olmadığını akılda tutmak gerekir”.[7]

Mahkeme Barankevich/Rusya kararında 11. Maddenin azınlıkta kalan bireylerin fikirlerini de koruyup garanti altına aldığını belirtmiştir. Mahkemeye göre, çoğulculuk, tolerans ve diğerlerinin fikirlerine ve inançlarına saygı duymak demokratik bir toplumun en önemli karakteristik özelliklerindendir. Çoğunluğun fikirlerinin her şartta üstün geleceği anlamına gelmez, önemli olan azınlıkta kalan fikirlerin çoğunluk fikrine karşı korunmasını sağlamaktır. [8]

Mahkeme ifade özgürlüğünün sadece toplumun geneli tarafından kabul edilen görüşleri değil toplumu ve devleti rahatsız eden, şok eden, sarsan, belli bir dereceye kadar abartılı hatta tahrik eden ifadelerin de bu hakkın koruması altında olduğunu kabul etmektedir. Demokratik toplumun temellerinden birini oluşturan ifade özgürlüğünün sağladığı bu koruma çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleri olduğunu ifade etmektedir.[9] Dolayısıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının da bu doğrultuda yorumlanması gerekecektir.

11. maddede herkesin barışçıl biçimde toplanma özgürlüğüne sahip olduğunu belirterek sadece barışçıl nitelikteki toplantıların hak kapsamında olduğunu belirtmektedir. Yani toplantı barışçıl değilse ve şiddet içeriyorsa bu halde koruma kapsamında olmayacaktır. Kamil Kartal/Türkiye ve Protopapa/Türkiye[10] kararlarında mahkeme göstericilerin şiddete başvurmaları üzerine polisin müdahalede bulunduğunu belirterek yapılan müdahalenin sözleşmenin 11. Maddesini ihlal etmediğine karar vermiştir.

Ezelin/Fransa[11] davasında başvurucu avukatın katıldığı protestoda şiddet olayları baş göstermiş, bunun sonucunda da idare avukata bu toplantıya katılması sebebiyle disiplin cezası uygulanmıştır. Hükümet savunmasında başvurucunun şiddet eylemlerine katılmamış olsa da hareketsiz kalması, gösteriyi terk etmemesi aslında pasif kalsa da şiddet olaylarını onayladığı ileri sürmüştür. Mahkeme ‘’ yer yer’’ şiddet olaylarının göründüğü bir protestoda şiddet olaylarına katılmayan bireylerin 11. Maddeden kaynaklanan haklarının ortadan kalkmadığını, bu yönde yapılan müdahalenin demokratik toplumda gereklilik ilkesiyle bağdaşmadığını belirtmiştir. Yani şiddet toplantının tamamına hakim olup toplantının barışçıl olma niteliğini ortadan kaldırmamışsa, sırf toplantıda şiddet olayları yaşandığı gerekçesine dayanarak barışçıl niteliğini kaybetmeyen kişilerin toplanma özgürlüğü devam etmektedir, bu sebeple de yapılan müdahaleler ihlal teşkil edecektir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına yapılacak her müdahale hukuken öngörülmüş olmalıdır. Bunun için iç hukukta bu müdahaleye yönelik bir düzenlemenin olması gerekmektedir. Aksi halde bu müdahale ile sözleşmenin 11. Maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı ihlal edilmiş olur. Toplantı ve gösteri yürüyüşüne yapılacak müdahaleler sözleşmenin 11/2 maddesinde sayılan “ulusal güvenlik, kamu güvenliği, suçun ve düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması” amaçlarıyla sınırlanabilir. Bunlar dışında farklı bir sebebe dayanarak hakkın sınırlandırılması mümkün değildir.

Sözleşme’nin 11/2. fıkrasına göre, toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne bir müdahalenin haklı görülebilmesi için, müdahale demokratik bir toplumda gerekli olmalıdır. Mahkeme demokratik toplumda gerekli olma şartı müdahalenin acil bir toplumsal ihtiyacı karşılayıp karşılamadığına bakarak değerlendirmiştir.[12] Müdahale toplumsal bir ihtiyacı karşılama koşulunu taşısa da müdahalenin her halükarda ölçülü/orantılı olması gerekmektedir. Orantılılık değerlendirmesi yaparken mahkeme kişilerin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile meşru amaç arasında bir denge kurmaya çalışmaktadır.

Anayasa mahkemesinin ise toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ile ilgili içtihadı İHAM’ın içtihadıyla benzer şekilde gelişmiştir. Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının aynı ifade özgürlüğü gibi demokratik toplumun en temel değerleri arasında olduğunu kabul etmektedir.

‘’ Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı, demokratik toplumun en temel değerleri arasında yer almakta olup bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunmak ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilme imkanını korumayı amaçlamaktadır. Kolektif bir şekilde kullanılan ve düşüncelerini ifade etmek isteyen kişilere şiddeti dışlayan yöntemlerle düşüncelerini açıklama imkanı veren bu hak çoğulcu demokrasilerin gelişmesinde zorunlu olan farklı düşüncelerin ortaya çıkması, korunması ve yayılmasını güvence altına almaktadır.’’[13]

Anayasa Mahkemesi toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ifade özgürlüğünün özel bir biçimi olduğunu belirtmektedir.

‘’Bu hak, ifade özgürlüğünün özel bir biçimidir. Anayasal haklar içinde kendine has özerk rolünün ve özel uygulama alanının varlığına rağmen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı aynı zamanda ifade özgürlüğü ışığında değerlendirilmelidir.’’

AYM toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının toplumun genelini rahatsız edebilecek, şok edecek hatta tepkilerini çekebilecek bazı fikirleri savunma amacıyla da toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlenebileceğini kabul etmektedir. [14]

Mahkeme bir toplantıda şiddet olaylarının meydana gelmesi toplantıya katılan diğer kişilerin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını otomatik olarak kaldırmadığını belirterek, devletin şiddet eylemlerine katılanlarla katılmayanları ayrıştırma ödevi olduğuna dikkat çekmektedir.

‘’Bir kimsenin toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, katıldığı bir toplantı sırasında yer yer görülen şiddet hareketleri sebebiyle otomatik olarak ortadan kalkmaz. Bir kimse davranışlarıyla şiddet kullanma niyetini ortaya koymamış veya katıldığı bir toplantıda cereyan eden şiddet hareketlerine iştirak etmemiş ise bu kişinin Anayasa’nın 34. maddesinin altında güvenceye alınmış olan hakları korunmaya devam eder. Barışçıl bir gösteride bazı kimselerin bunu kötüye kullanarak şiddete başvurmaları, niyeti barışçıl olan bir toplantıya katılanların toplantı hakkına müdahaleyi haklı kılmaz. Böyle durumlarda kolluk güçlerinin toptan yasaklama yerine barışçıl toplantı yapanlarla şiddete başvuranları ayrıştırma ödevi vardır. Kolluk, şiddet hareketlerini engelleyecek ölçülü tedbirler alarak başkalarının haklarını güvenceye almalıdır.’’[15]

Mahkeme şiddetin toplantının geneline hakim olması halinde barışçıl bir toplantıdan bahsedilemeyeceğini belirterek devletin toplanma hakkının kullanılmasını engellemesi halinde ya şiddetin genele yayıldığını ispatlamaları ya da müdahale ettikleri bireylerin şiddet eylemleri gerçekleştirdiğini ispat etmeleri gerektiğini belirtmektedir. Bunu da genel ve muğlak gerekçelere dayanarak değil, kimin ne şekilde şiddet kullandığını tek tek somutlaştırarak göstermeleri gerektiğini kabul etmektedir.

Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına ilişkin genel belirlemeleri yaptıktan sonra mahkemenin kamu görevlilerinin bu hakkı kullanımı yönündeki değerlendirmelerine bakalım. Sözleşme metninde hiçbir ayrıma gidilmemiş, herkesin bu hakka sahip olduğu söylenmiştir.

‘’AİHM devletin kamu hizmetinde çalışan memurları yönünden sadakat yükümlülüğü öngörmesinin, ayrıca onlara ödev ve sorumluluklar yüklemesinin memurların statüleri gereği meşru bir durum olduğunu belirtmiştir. Fakat kamu görevlilerinin de birey olduğunu, siyasi görüş sahibi olma, ülke sorunlarıyla ilgilenme, tercih yapma gibi sosyal yönlerinin bulunduğunu ve bu doğrultuda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 10. ve 11. maddelerinden yararlandıklarının şüpheden uzak olduğunu da ifade etmiştir. Bununla birlikte memurun bulunduğu konum ve görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluk derecesinin belirlenmesinde ulusal makamların bir takdir marjı olduğunu da eklemiştir.’’[16]

İnsan hakları Avrupa Mahkemesi kamu görevlilerine sadakat yükümlülüğü öngörmenin, bir takım ödev ve sorumluluklar yüklemenin sözleşmeyle uyumsuz olmadığını belirtmektedir. Ama bu yükümlülükleri getirirken de bunun hakkın kullanımını ortadan kaldıracak şekilde olmaması gerektiğini belirtmektedir. Kamu görevlilerinin görev yaptığı alanla ilgili olarak ödev ve sorumluluklarının derecesi de değişmektedir. Örneğin bir hakimin ile bir öğretmenin bu hakkı kullanırken tabi oldukları sınırlamalar eşit olmayabilir, yapmış oldukları iş, bulundukları konum göz önünde tutulduğunda hakime karşı getirilen sınırlama öğretmene göre daha geniş olabilmektedir.

‘’İHM kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarıyla güdülen meşru amacın gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği yönünden yalnızca cezanın bir kuralla öngörülmüş olmasını yeterli bulmamakta, somut bir değerlendirmenin varlığını aramaktadır. Bu bağlamda kamu görevlilerinin cezalandırılan eylemlerinin kamu hizmetlerinin sürekliliğini ya da gereği gibi yerine getirilmesini etkilemek veya görev yapılan devlet kurumunun itibarını zedelemek gibi cezayı gerekli kılan sonuçlara sebep olduğunun açıkça gösterilmesi gerektiğini belirtmektedir.’’[17]

Mahkeme kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarının meşru amacın gerçekleşip gerçekleşmediği yönünden somut bir inceleme yapılması gerektiğini belirterek incelemenin de kamu görevlisinin eylemlerinin kamu görevinin sürekliliğini etkilemesi, gereği gibi yerine getirilmesini etkilemesi, görev yapılan devlet kurumunun itibarını zedelemesi gibi sonuçlara sebebiyet vermesi gerektiğini belirtmektedir. Yani kamu görevlilerinin eylemlerinin bu sonuçları doğurduğunun devlet tarafında ilgili ve yeterli şekilde ortaya koyulmuş olması gerekmektedir.

Anayasa mahkemesinin kamu görevlilerine verilen disiplin cezalarıyla ilgili içtihadı ise İHAM’ın içtihadıyla paralel şekilde gelişmiştir.

‘’Anayasa Mahkemesi, kamu görevlisi olmanın sağladığı birtakım ayrıcalıklar ve avantajların yanında bazı külfet ve sorumluluklara katlanmayı, diğer kişilerin bağlı olmadığı sınırlamalara tabi olmayı da gerektirdiğini belirtmiştir. Kişinin kamu görevine kendi isteği ile girmekle bu statünün gerektirdiği ayrıcalıklardan yararlanmayı ve külfetlere katlanmayı kabul etmiş sayıldığını, kamu hizmetinin kendine has özelliklerinin bu avantaj ve sınırlamaları zorunlu kıldığını ifade etmiştir.’’[18]

‘’Kamu görevlileri kendileri hakkında disiplin cezasına hükmedilmesini gerektirecek davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Kamu görevlileri hakkında verilen disiplin cezalarının hukuka uygunluğunu denetleyen yargı mercilerinin ise öncelikle somut olayda kamu görevlisine atfedilebilir bir kusur olup olmadığını belirlemeleri gerekir. Yargı mercileri daha sonra hükmedilen cezayla kamusal önemi bulunan objektif amaca ulaşılıp ulaşılamayacağını göstermek ve böylece cezanın demokratik toplum düzeninin gereklerine uygunluğunu ortaya koyabilmek için kusurlu davranışın kamu görevini ne şekilde etkilediğini, bu etkilenmeyle orantılı bir disiplin cezasına hükmedilip hükmedilmediğini ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya koymalıdır. ‘’[19]

Yukarıda ifade edildiği şekilde Anayasa Mahkemesi de aynı İHAM gibi kamu görevlilerinin disiplin cezasını gerektiren eylemlerinin kamu görevinin ne şekilde etkilenmiş olduğunu somut şekilde ortaya koyulup hükmedilen disiplin cezasının bu etkilenmeyle orantılı olduğu ilgili ve yeterli gerekçelerde ortaya koyulması gerekmektedir.

Mahkeme barışçıl toplantılara katılan ve şiddet içeren eylemlerde bulunmayan kişilere en hafif cezaların bile uygulanması kişiler üzerinde caydırıcı etki doğurma potansiyeli bulunduğunu belirterek bu sebebe dayanarak olarak kişilerin cezalandırılmaması gerektiğini belirtmektedir. Caydırıcı etkinin müdahalenin varlığı değerlendirmesinde veya demokratik toplumda gereklilik incelemesinde ortaya çıkması halinde ihlale sebep olduğunu belirtmektedir.[20]

‘’Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılan ve bir gösteride yasaklanmamış davranışlarda bulunan kişilerin toplantı hakkı, herhangi bir kınanabilir olaya karışmadıkları sürece en hafif kabul edilecek cezanın dahi uygulanmamasını gerektirir. Zira bu tip soruşturmalar veya cezalandırmalar caydırıcı etki doğurma potansiyeli taşımaktadır.’’[21]

Yukarıda anlatmış olduğum açıklamalar doğrultusunda Anayasa Mahkemesinin son üç yılda kamu görevlilerine toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılmış olmaları sebebiyle verilen disiplin cezalarıyla ilgili vermiş olduğu kararları inceleyeceğim.

Öncelikle Gülistan Atasoy ve diğerleri kararına bakmak istiyorum. Başvurucular hakkındaa Gezi Parkı olaylarıa şeklinde anılan süreçte yaşanan gelişmelerin protesto edildiği toplantılara katıldıklarından ve bu toplantıların kanuna aykırı olduğundan bahisle uyarma disiplin cezasına hükmedilmiştir. a Başvurucular KESK’in anılan çağrısı üzerine Gezi Parkı olaylarında yaşananları protesto etmek amacıyla 4/6/2013 ve 23/6/2013 tarihleri arasında belli günlerde Adana il merkezinde yapılan toplantılara katılmıştır. Başvurucular hakkında anılan toplantılara katıldıkları gerekçesiyle 657 sayılı Kanun’un 125. maddesi uyarınca devlet memuru vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunmaktan uyarma cezası verilmiştir. Başvurucuların cezaların iptali istemiyle açtıkları davada başvurucuların katıldığı toplantıların Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 9. ve 10. maddesi hükümlerine uygun biçimde bildirim verilmeden ve usulüne uygun olarak izin alınmadan yapılmasına, ayrıca şiddet içermesi nedeniyle barışçıl niteliğini kaybettiği gerekçeleriyle davayı reddetmiştir.

Anayasa Mahkemesinin atıfta bulunduğu ilk derece mahkemesinin yapmış olduğu tespit ise şu şekildedir.

‘’… başvuru konusu toplantılarda bazı grupların yüzlerini kapattıklarını, gaz maskeleri taktıklarını, eylem sırasında sokaklarda taşlardan, demir korkuluklardan bariyer oluşturduklarını, sokaklarda ateş yaktıklarını ve olaylara müdahale eden güvenlik görevlilerine taşlı, sopalı saldırılarda bulunduklarını, bu sebeplerle de toplantıların şiddet içerikli hale geldiğini kabul etmiştir. Bu durumda gösterinin geneline şamil olacak biçimde barışçıl niteliğini kaybettiği anlaşılan toplantılara katılan kamu görevlisi başvurucular hakkında belli bir müeyyide uygulanmasının anlaşılabilir olduğu ifade edilmiştir.’’[22]

Mahkeme üyesi Engin Yıldırım’ın karşı oy yazısında belirttiği gibi mahkeme somut değerlendirmede bulunmadan, sadece Gezi Parkı protestolarıyla ilgili genel bir değerlendirme yolun giderek bütün toplantıların şiddet içerdiği yönünde bir çıkarım yapmıştır. Halbuki başvurucuların katılmış olduğu eylemler bellidir. Bu eylemlerde şiddet olaylarının ortaya çıkıp çıkmadığı, çıkmışsa bunun toplantıya hakim olacak şekilde mi oluştuğu mahkemeler tarafından değerlendirilmeli ve bu değerlendirme sonucunda da başvurucuların bu toplantılara katılmasıyla kamu görevlerinin ne şekilde etkilenmiş olduğunu somut bir biçimde ortaya koyulup en sonunda da uygulanan disiplin cezasının ölçülü bir müdahale oluşturup oluşturmadığı yönünde somut bir tespitte bulunmalıydı. Sonuç olarak da mahkeme ilgili, yeterli gerekçelerde bunu mahkeme kararında somutlaştırmış olmalıydı. Görüldüğü üzere mahkeme kararında bu değerlendirmelerin hiçbiri yapılmamıştır. Başvurucular sadece Gezi Parkı olayları ilgili toplantılara katılmış olması sebebiyle kategorik olarak disiplin cezasıyla karşılaşmışlardır.

Mahkemenin Gezi Parkında istisnai bir şekilde şiddet olaylarının öngörülebilir olduğu belirlemesi esasen hiç de istisnai bir niteliğe sahip değildir. Bu yıllardır barışçıl şekilde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanmak isteyen bireylere toplantının kanuna aykırı hale geldiğini belirterek polisin müdahalede bulunması ve zor kullanma yetkisine başvurması sebebiyle Türkiye’de düzenlenen birçok toplantıda ortaya çıkan bir durumdur. İHAM İzci/Türkiye kararında toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yapılan müdahalelerin sistematik bir şekilde tekrarlandığını, müdahalelerin hem 3. Madde hem de 11. Madde bağlamında ihlal oluşturduğunu belirtmiştir. Bu konuya ilişkin tespitlerde bulunarak kamu makamlarının gerekli tedbirleri alması konusunda uyarıda bulunmuştur. Mahkemenin yapmış olduğu tespitler ise şu şekildedir:

‘’Türkiye’ye karşı yapılan kırktan fazla başvuruda, güvenlik güçlerinin gösterilere şiddetle müdahale etmesi sonucu İHAS md. 3’ün ve/veya md. 11’in ihlal edildiğine hükmedilmiştir; bu vakaların ortak noktası polis güçlerinin barışçıl gösterilere karşı hoşgörülü yaklaşamamaları ve bazı durumlarda biber gazı kullanımı dahil olmak üzere zor kullanma yoluna acele/erken başvurmalarıdır; yirmiden fazla başvuruda, gösteriler sırasında güvenlik güçlerinin göstericilere karşı kötü muamelede bulunduğu iddiaları üzerine etkili bir soruşturma yürütülmediğine karar verilmiştir; Temmuz 2013 itibarıyla toplantı ve gösteri hakkına ve/veya gösterilerin zor kullanılarak dağıtılmasına ilişkin yüz otuz başvuru karara bağlanmayı beklemektedir.’’[23]

Mahkemenin Gezi Parkı protestolarına istisnai nitelik atadığı bu durum Türkiye’de barışçıl şekilde toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanmak isteyen bireylere yönelik hoşgörüsüz yaklaşımı sebebiyle sistematik olarak uyguladığı politikasının sonucudur. [24]

AYM protestoların barışçıl niteliğini kaybetmiş olduğuna dair tespitini kamu makamlarının toplantıların barışçıl niteliğini kaybettiğini belirtmesi üzerine başvurucuların bu tespite yönelik herhangi bir itiraz olmamasını da göz önünde bulundurduğunu dile getirmiştir. Hükümetin barışçıl olmadığı iddiaları üzerine başvurucuların da bu iddialara karşı çıkmadığından hareketle başvurucuların dahi toplantıların barışçıl olmadığını kabul ettiğini sonucuna varmak hukuk tekniği bakımından yanlış bir yaklaşımdır. Herkes barışçıl şekilde toplanma özgürlüğüne sahiptir. Gösterilerin barışçıl olmadığı için gösterilere müdahale eden devletin gösterilerin barışçıl niteliğini kaybettiğini ortaya koyarak yapılan müdahalenin acil sosyal bir ihtiyaca karşılık geldiğini, meşru bir amaçla yapıldığını ispatlaması gerekir. Mahkemenin başvurucuların hükümetin iddiasına karşı çıkmamış olması sebebine dayanarak kararını meşru bir temele dayandırmaya çalışması doğru bir yaklaşım değildir.

Mahkemenin Gezi Parkı olayları özelinde istediği sonuca varmak için kendi içtihadını da görmezden gelerek hareket etmesi, iktidar politikalarını sert biçimde eleştiren ve belli ölçüde başarılı olmuş bu eylemlere katılan kişilerin üzerinde caydırıcı etki oluşturarak demokratik toplumun gereklilikleriyle bağdaşmayan bir sonuç oluşturacağı gibi aynı zamanda Mahkemenin üzerine de şüphe okları yöneltmektedir.

Yasin Agin kararında valilik tarafından yasaklanmış olması ve trafiğin engellenmesi nedeniyle kanuna aykırı hale geldiği kabul edilen yürüyüşe başvurucuların katılmaları nedeniyle hizmet dışında devlet memurunun itibar ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışta bulunduklarından bahisle başvuruculara kınama cezası verilmiştir.[25]a  Derece mahkemeleri ise başvurucuların yasal izin verilmediği halde söz konusu yürüyüşe katıldıklarını, trafiğin en yoğun olduğu noktalardan birinde trafik akışını engellediklerini ve uyarılara rağmen dağılmadıklarını belirtmiştir.

AYM kararında başvuru konusu olayda idare ve derece mahkemeleri memurun görevinin nitelikleri ile ilgili kamu kurumuna özgü durumlar da dikkate alındığında başvurucuların davranışının kamu hizmeti üzerindeki olumsuz etkisini ya da kamu kurumunun veya devlet memurunun saygınlığına ve güvenilirliğine zarar verip vermediğini somut bir değerlendirme ile ortaya koymadığından hareketle uygulanan disiplin cezalarının zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığı ve demokratik bir toplumda gerekli olduğunun ilgili ve yeterli bir gerekçeyle ortaya konulamadığını söyleyerek ihlal kararı vermiştir.

Bu kararda dikkat çeken husus çoğunluğun vermiş olduğu ihlal kararı değil, mahkemenin 6 üyesinin karşı oy gerekçelerinde yatmaktadır. Karşı oy yazısında kamu görevlileri ifade özgürlüklerini kullanırken statülerinden kaynaklanan sadakat yükümlülüğünün gereklerini de gözetmek durumunda olacaklarını belirterek başvurucuların valilik tarafından yürüyüşe izin verilmediği durumda legal zeminde kalarak hareket etmeleri gerektiğini belirterek memurların kamu görevlisinin güven itibarı sarsacak nitelikte davranışta bulunma yükümlülüğünü geniş yorumlayarak, ifade özgürlüğüne getiren sınırlamayı genişletme eğiliminde olduklarını göstermektedir. Bunu yaparken de başvurucuların almış olduğu kınama cezasının disiplin hukukundan kaynaklandığını ve İHAM’ın cezanın ağırlığından hareket etme eğiliminde olduğunu belirterek başvuruculara uygulanan cezanın ölçülü bir yaptırım olduğunu değerlendirmesini yapmaktadır. Mahkemenin İHAM’ın da kendisine benzer şekilde bir yaklaşım içinde olduğunu belirtmesi doğru ama yeterli olmamıştır. Somut olayın şartlarından hareket edilerek bu müdahalenin gerekliliğine yönelik yeterli bir gerekçe sunmaları gerekmektedir.

Oya Ataman kararında ise mahkeme sadece bildirimde bulunulmadığı gerekçesiyle kanuna aykırı hale gelmiş olduğu için yapılan müdahalelerin 11. Maddeye aykırılık oluşturacağını belirtmiştir.a  Mahkemeye göre toplantı ve gösteriler gündelik hayatı etkileyerek belli bir ölçüde trafiğin akışını etkileyecektir ve bu hakkın kullanımının doğal bir sonucudur.[26] Bu duruma hoşgörüyle yaklaşılması demokratik toplumun gerekliliklerinden olduğunu çeşitli kararlarında ortaya koymaktadır.

Mahkeme izin veya bildirim sistemlerinin toplantı hakkının kullanılmasına yönelik gerekli ve uygun tedbirlerin alınması amacıyla benimsenmiştir ve önemli olan bildirim ya da izin sisteminin uygulamada ne şekilde gerçekleştirildiğidir.[27] İzin ve bildirim sistemlerinin toplanma hakkının kullanımına gizli bir engel oluşturmamalıdır. [28]a  Devletlerin toplanma hakkını kullanılmasını engelleyen hatta ortadan kaldıran şekillerde izin veya bildirim sistemi uygulamaları geliştirebileceğinin farkında olan mahkeme devletin makul ve gerekli önlemleri alması amacı dışında kalan uygulamaların hakkın özüne müdahale oluşturduğunu kabul etmektedir. Toplanmanın katılımcıların bir kısmının eylemleri sonucunda toplantının barışçıl niteliği ortadan kalksa bile barışçıl davranışta bulunan kişiler açısından koruma sürer ve bu kişilerin cezalandırılması amacını taşıyan her türlü yaptırım toplanma özgürlüğünü ihlal eder.[29]

Mahkeme Nurettin Aldemir ve diğerleri kararında Türkiye’de bildirim yükümlülüğüne uyulmadığı ve mekan yasaklarına uyulmadığı gerekçeleriyle toplantı ve gösterilerin dağıtılması ve polisin gösterdiği şiddet nedeniyle hakkın kullanımı konusunda caydırıcı etki oluşturma potansiyeli taşıdığını belirtmektedir.

Mahkeme göstericiler tarafından seçilen mekan ve zamanın idare tarafından değiştirilmek istenmesinin bir müdahale oluşturduğunu, taraf devletlerin mekan ve zaman belirlenmesi konusunda bir takdir marjı bulunduğunu kabul etmektedir.[30] Bu takdir hakkının sınırlarını ise demokratik toplumda gereklilik ölçütüyle belirlemektedir. Mekanlara yönelik getirilecek sınırlamaların baskın bir sosyal ihtiyacı karşılaması, meşru amacı gerçekleştirmeye yönelik ölçülü bir sınırlama olması ”“ en az sınırlama yapan yöntemini seçilmesi- ve bu sınırlamanın ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya koyulması gerekir. İham alternatif mekan ve zaman önermenin tek başına ihlal sayılmadığını kabul etmektedir. Ancak toplanma alanının göstericiler açısından taşıdığı anlam ve önem ile sınırlamanın amacı arasında bir denge kurulması gerekmektedir. Disk ve Kesk/ Türkiye kararında mahkeme Taksim Meydanının 1 Mayıs kutlamaları açısından önemi ortaya koyulmuştur.

2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleriyle İlgili Kanun’da valilere yer ve güzergah belirleme konusunda yetki verilmiştir. Kanunda toplantı ve gösterilere kategorik olarak yasak ola mekanlar bulunduğu gibi valilik kararıyla da çeşitli mekan yasakları ortaya çıkmaktadır. Valilik kararıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılabilecek mekanların belirlenmesi İHAM içtihatlarıyla uyumlu olan bir durum değildir. Çünkü mahkemeye göre istisnai olan durum yasaklamadır, kamuya açık her alanda barışçıl olması şartıyla toplantı ve gösteri yürüyüşü yapılabilir. Türkiye’de ise bu kanunun İHAS’a uygun olmaması karşısında valiliğin keyfi, toplanma hakkının özüne dokunan uygulamalarına sebebiyet vermektedir. Nitekim toplanma hakkı, düzenleyenlerin mekan seçme özgürlüğünü de kapsamaktadır. Demokratik toplumda gerekli olması, sosyal bir ihtiyacı karşılayan bir yönünün bulunması, ölçülü bir müdahale olduğunun yeterli ve gerekçeli bir şekilde ortaya koyulması halinde valilik kararıyla mekanın başka bir yerde yapılmasına karar verilmesi de mümkün olmaktadır. Fakat İHAM’ın içtihadına uygun hareket edilmeden verilen mekan seçme hakkına müdahale eden valilik kararlarının ihlalle sonuçlanacağını söylemek mümkündür. İHAM Biçici/Türkiye kararında İstiklal Caddesinin Valiliğin belirlediği toplanma alanları dışında kaldığından hareketle gösteri kanuna aykırı hale geldiği için dağıtıldığı savunmasını kabul etmemiş, müdahalenin toplanma hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır.

Kızılay Meydanı’nın toplantı ve gösteri yürüyüşü yer ve güzergahlarından olmaması sebebiyle kanuna aykırı hale gelen toplanmanın dağıtılması kategorik mekan yasaklarının bir örneğidir. Bu uygulama toplanma hakkının kullanılması önünde gizli bir engel oluşturmaktadır. İHAM içtihadına uygun bir uygulama değildir. Kamu görevlilerinin sadakat yükümlülüğünün geniş şekilde yorumlanarak valilik kararıyla makul ve yeterli hiçbir gerekçe olmadan yasaklanan bir mekanda yapıldığından esasen İHAM’ın içtihadına aykırı düzenlemeler içeren Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Kanununa aykırı hale geldiği için dağıtılan gösteriye katılan kamu görevlilerine disiplin cezası uygulamak bu kişilerin toplanma haklarını kullanması yönünden gizli bir engel oluşturacağı açıktır. Kişiler sırf kamu görevlisi oldukları için valilerin keyfi uygulamaları karşısında gösterilere katılmayıp, hukuki yollara başvurarak haklarını aramaları gerektiği şeklinde geniş bir yükümlülük getirmek demokratik toplumun gereklilikleriyle bağdaşmamaktadır.

Mehmet Alanç ve diğerleri kararında öğretmen olan başvurucuların toplantıya toplu mezar bulunduğu iddia edilen alanın usulüne uygun olarak açılması konusunda kamuoyunda duyarlılık oluşturmak amacıyla katıldıklarını belirtmiştir.

Somut olayda esasen Mehmet Alanç’ın şiddet içeren bir toplantıda şiddete başvurmamış olsa da kalmaya devam etmesi şeklindeki eylem ile sadakat yükümlülüğüne aykırı hareket etmesi konusuna yoğunlaşılmıştır.

Mahkeme göstericilerin PKK kurucuları lehine slogan attığı, bayrak ve flamaların açıldığı, terör örgütü mensuplarının resimlerinin yer aldığı pankartların açıldığı, Molotof kokteyli atıldığı tespitini yaparak bu eylemleri terör propagandası olarak nitelendirmiştir. İHAM bu eylemlerin sadece terör örgütü propagandası yapmak olarak nitelenemeyeceğini, bu eylemlerin hükümet ve güvenlik görevlileri hatta toplumun bir kesimini rahatsız etse de somut ve ciddi bir şiddet çağrısında bulunmuyorsa terör örgütü propagandası sayılmayacağını kabul etmektedir. [31]

‘’Toplantının barışçıl bir amaçla ve barışçıl bir biçimde başladığı yönünde herhangi bir kuşku bulunmamaktadır. Bununla birlikte bir süre sonra terör örgütü PKK ve kurucusu A.Ö. lehine sloganlar atılmış, PKK bayrakları ve flamaları açılmış ve taşınmış, A.Ö.nün ve güvenlik güçlerince girdikleri çatışmalarda öldürülmüş terör örgütü mensuplarının resimlerinin yer aldığı pankartlar açılmıştır. Göstericiler, güvenlik güçlerine molotofkokteyli olarak tabir edilen ve ilgili ceza hukuku mevzuatınca bomba olarak kabul edilen patlayıcı maddeler, taş ve benzeri cisimlerle saldırıda bulunmuş; çok sayıda güvenlik görevlisi saldırılarda yaralanmıştır.’’

‘’A.Ö.nün başlattığı terör hareketi açıkça onaylanmış, PKK terör örgütü ile fotoğrafları taşınan ve güvenlik güçlerince girdikleri çatışmalarda öldürülmüş terör örgütü üyeleri tarafından gerçekleştirilen eylemler kahramanca davranışlar olarak sunulmuş, silahlı çatışmalarda ölen örgüt mensupları yüceltilmiştir. ‘’

‘’Başvurucuların katıldığı toplantıda PKK terör örgütünün övülmesi ve A.Ö.nün lider olarak ilan edilmesi biçimindeki açıklamalar ile kamuoyuna ve özellikle PKK tarafından savunulan fikirlere sahip olan kişilere, ideolojileri kapsamında meşru kabul edilen hedefe ulaşmak için devlete karşı şiddete başvurulmasının gerekli ve haklı olduğu izlenimi verilmek istenmiştir.’’

‘’a Sonuç olarak halkın örgüte sempatisini artırmak ve giderek aktif desteğini sağlamak amacıyla yapılan başvuruya konu barışçıl olmayan toplantının ve terör örgütünün propagandası niteliğindeki açıklamaların şiddete başvurulması konusunda insanları bilinçlendirmeye veya cesaretlendirmeye zemin sağladığı, bir terör örgütünün siyasi veya sosyal etkinliğini artırmaya, sesinin kitlelere duyurulmasına hizmet ettiği ve dolaylı yollardan terör suçunun işlenmesi tehlikesine yol açacak bir mesajın kamuoyuyla paylaşılması niteliğinde olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır.’’

AYM sadece genel bir takım değerlendirme ve çıkarımlarda bulunarak eylemlerin terör örgütü propagandası niteliğine büründüğünü kabul etmiştir. Eylemlerin ciddi ve yakın bir tehlike ortaya çıkaracak düzeyle olup olmadığı, şiddet çağrısında bulunulup bulunulmadığının değerlendirmesi yapmamıştır. AYM’nin yapmış olduğu tespit İHAM’ın ortaya koyduğu kriterlere uygun bir inceleme yapılmadığından İHAM içtihatlarıyla uyumlu değildir ve eylemlerin terör örgütü propagandası niteliğine dönüştüğünden bahsetmek mümkün değildir. Bu sebeple Alanç’ın sadakat yükümlülüğüne aykırı hareket ettiği ve ileride ulusal güvenliği tehdit edip etmeyeceği endişesine sevk edeceği için verilen disiplin cezasının sosyal bir ihtiyacı karşıladığı saptamasının da temeli çökmüş olmaktadır. Her ne kadar sadakat yükümlülüğünü düzenleme ve içeriğini belirleme konusunda devletlerin takdir marjına sahip olduğu kabul edilse de sadakat yükümlülüğüne aykırı sayılan eylemlerin ne şekilde gerçekleştiğinin mahkemenin kriterlerine uygun şekilde ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya koyulmalıdır.

Ayrıca İHAM’ın Stankov ve Birleşik Makedonya Organizasyonu İlinden/Bulgaristan kararında[32], bir gösteride ayrılıkçı sloganların atılmış olmasının, terör örgütünün ve liderinin desteklenmesi için yapılmış olmasının tek başına bu gösterinin yasaklanması için yeterli olmadığı, bu toplantıların ancaka  şiddete başvurma ve şiddete çağrıda bulunulması halinde yasaklanabileceğini belirttiğini Mehmet Alanç kararıyla doğrudan bağlantısı olmasa da bu hakka getirilen sınırlamaları oldukça dar şekilde yorumladığını hatırlamak için aklımızda tutmamızda fayda bulunmaktadır.

Gülcü/Türkiye kararında İHAM dosyadaki hiçbir bilginin gösterinin ‘’başlangıçta’’ barışçıl olmadığını düzenleyenlerin de şiddet eylemleri gerçekleştirme niyetinde olduklarını göstermediğini, bir gösterinin barışçıl olup olmadığı tespit edilirken düzenleyenin başlangıçta şiddet amacı taşıyıp taşımadığı önem arz ettiğini belirtmektedir. [33]

AYM, Mehmet Alanç’ın katılmış olduğu toplantının başlangıçta barışçıl nitelikte olduğunu, toplu mezarların açılmasının barışçıl şekilde talep edilmesi için toplantının yapılmış olduğu saptamalarını yapmıştır. Toplantının belli bir aşamadan sonra toplantıya katılan bazı kişilerce şiddet eylemlerine başlaması sebebiyle toplantının barışçıl olmadığının saptanması bakımında İHAM’ın Gülcü/Türkiye kararındaki yaklaşımını da dikkate alarak şiddetin artık toplantının tamamına hakim olduğu, toplantıya tamamen müdahale etmekten başka hiçbir yolun kalmadığını ikna edici şekilde ortaya koyulması gerekmektedir. a Toplantının barışçıl niteliğini kaybettiği kabul edilse bile Mehmet Alanç’ın toplantıda kalmaya devam etmesinin kamu görevini ne şekilde etkilediği somut şekilde ortaya koyularaka  uygulanan tedbirin ölçülü bir tedbir olduğu ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya koyulmalıdır.

Derya Yulcu kararında başvurucu Fransa’da öldürülen ve ölüm yıl dönümleri vesilesiyle anılan üç kadının PKK terör örgütü mensubu oldukları gerekçesiyle başvurucunun bu toplantıya katılması, kamu görevlisi statüsünden doğan yükümlülüklerine aykırı olarak nitelendirilmiş ve başvurucu hakkında disiplin cezası uygulanmıştır. Toplantıda herhangi bir şekilde şiddet olayı yaşandığı, terör örgütü propagandası şeklinde sloganlar atıldığı ya da başka herhangi bir şekilde terör örgütü propagandası sayılabilecek hareket veya davranışlar içine girildiği iddia edilmemiştir.

Toplantı ve gösteriyi yürüyüşü hakkını barışçıl şekilde kullanan başvurucuya disiplin cezası verilmesinin asıl sebebi öldürülen kadınların terör örgütü üyesi olmasıdır. AYM kararda başvurucunun kadın hakları savunucu olması sebebiyle toplantıya şiddeti kınamak için katıldığına yönelik beyanının derece mahkemelerince değerlendirilmediğini, başvurucunun toplantıya katılmasının terör örgütünü, örgütün eylemlerini zımni olarak desteklediği anlamına geldiğini açık ve ilgili gerekçelerle ortaya koyulmuş olması gerektiğini belirterek ihlal kararı vermiştir.

Leyla Sezen kararında başvurucuya kısa bir süre önce aralarında başvurucunun üyesi olduğu sendikanın üyelerinin de bulunduğu yirmi sekiz kişinin gözaltına alındığı operasyonu protesto etmek amacıyla yapılan basın açıklamasına ve gösteri yürüyüşüne katılmış olduğundan disiplin cezasına verilmiştir.

Anayasaa Mahkemesi ilk olarak eylemin derhal tepki verilmesi gereken hallerden biri olduğunu, bu sebeple de bildirim yapılmamış olmasının toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkına müdahalede bulunmasını haklılaştırmayacağını belirtmiştir. a Mahkeme gösteri yürüyüşünün izinsiz gerçekleştirildiğinden kanuna aykırı hale geldiği, trafiğin aksamasına sebep olduğu, örgüt propagandasına dönüştüğü gibi somut tespit içermeyen gerekçelerle hakkın kullanımına müdahalede bulunulamayacağını belirtmiştir. Barışçıl toplantıya katılan kişilere sadece bu toplantılara katıldıkları içina  a hafif bile olsa cezalandırılamayacağı içtihadına uygun olarak başvuruya verilen disiplin cezasının demokratik toplumun gerekliliğine aykırı olduğunu belirterek ihlal kararı vermiştir.

a Sonuç olarak görülüyor ki Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yapılan müdahaleler toplumdaki birçok bireyi olduğu gibi kamu görevlileri üzerinde de caydırıcı etki oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine kategorik şekilde yasaklama getirme pratiğinden vazgeçilerek barışçıl şekilde toplanma hakkını kullanan kamu görevlilerine, bu toplantılara katıldıkları için verilen disiplin cezaları uygulamasından vazgeçilmelidir. İlk derece mahkemelerinin İHAM ve AYM’nin içtihatlarında belirttiği şekilde kamu görevlilerine toplanma hakkıyla bağlantılı olarak disiplin cezası verildiği hallerde kamu görevlerinin ne şekilde etkilendiğini ortaya koyarak verilen cezanın ölçülü bir müdahale oluşturduğunu ilgili ve yeterli gerekçelerle ortaya koyması gerekmektedir. Ve her koşulda Çoğulculuğun sağlanması için demokratik toplumun temellerin biri sayılan toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının tam ve etkili şekilde, serbest bir şekilde kullanılması gerektiği akılda tutulmalıdır.

KAYNAKÇA

Musa Sağlam, ‘Terörle “Bağlantılı” Söylem Veya Eylemler Kapsamında İfade Hürriyetinin Sınırları’ (2016) 0 (7) Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi

Tolga Şirin, Türkiye’de Düşüncenin Tutsaklığı-2 İfade Özgürlüğünün Yeşilia  (Tekin Yayınevi 2021)

Berke Özenç, ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Özgürlüğü ve Mekan Yasakları’ (2015) 73 (2)a Journal of Istanbul University Law Faculty 87-133

Reyhan Sunay, ‘Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri ve 1982 Anayasası’ (2000)a 8 (1-2) Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Milenyum Armağanı 615-632

Ziya Çağa Tanyar, ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadında Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı’ (2011) 60(3)a Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisia  593-634

Osman Doğru, ‘İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Uygulamasında Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü’a (2006) 64 TBB Dergisi 39-69

David Harris, Michaela  O’Boyle, Ed BATES and Carla Buckley, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku (Çev. Mehveş Bingöllü and Ulaş Karan, Avrupa Konseyi Ankara 2013) 532

Erkan Duymaz, ‘Gezi parkı çıkmazında demokrasi ve insan hakları’a 2013 2(4) Anayasa Hukuku Dergisia  265-288

Gökçe Zabunoğlu, ‘AİHM Kararlarında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı ve Kolluğun Zor Kullanma Yetkisi’ (2017) 66 (3)a Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergis

[1] Reyhan Sunay, ‘Demokratik Toplum Düzeninin Gerekleri ve 1982 Anayasası’ (2000)a 8 (1-2) Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Milenyum Armağanı 615-632

[2] Ziya Çağa Tanyar, ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadında Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı’ (2011) 60(3)a Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisia  593-634

[3] Tanyar (n 2)

[4] Friedl/Avusturya, 15225/89, 30 Kasım 1992 (Komisyon kabul edilebilirlik kararı). Aynı ilke için bkz. Ezelin/Fransa, 11800/85, 26 Nisan 1991 tarihli karar, a§37 ; Galstyan/Ermenistan, 26986/03, 15 Kasım 2007 tarihli karar, a§95.

[5] Osman Doğru, ‘İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Uygulamasında Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü’a (2006) 64 TBB Dergisi 39-69

[6] David Harris, Michaela  O’Boyle, Ed BATES and Carla Buckley, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku (Çev. Mehveş Bingöllü and Ulaş Karan, Avrupa Konseyi Ankara 2013) 532

[7] Öllinger/Avusturya, 76900/01, 29 Haziran 2006 tarihli karar, a§38.

[8] Tanyar (n 2)

[9] Bkz. Janowski/Polonya, 25716/94, 21 Ocak 1999 tarihli karar, a§ 30

[10] Protopapa/Türkiye (16084/90), 24 Şubat 2009 tarihli karar.

[11] Ezelin/Fransa (11800/85), 14 Aralık 1989 tarihli Avrupa Insan Hakları Komisyonu

[12] 07.12.1976 tarihli Handyside – Birleşik Krallık kararı, paragraf 48.

[13] Dilan Ögüz Canan, B. No: 2014/20411, 30/11/2017, a§ 36;a Ali Rıza Özer ve diğerleria [GK], B. No: 2013/3924, 6/1/2015, a§ 115;a Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası ve diğerleria [GK], B. No: 2014/920, 25/5/2017, a§ 79;a Osman Erbil, B. No: 2013/2394, 25/3/2015, a§ 45;a Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, B. No: 2015/10676, 26/12/2018, a§ 31

[14] Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, a§ 33

[15] Ferhat Üstündağ, a§ 54;a Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, a§ 43

[16] İsmail Sezer/Türkiye, B. No: 36807/07, 24/3/2015, a§a§ 52-54;a Vogt/Almanyaa [BD], B. No: 17851/91, 26/9/1995, a§a§ 51-53;a Ahmed ve diğerleri/Birleşik Krallık,a B. No: 22954/93, 2/9/1998, a§a§ 53, 54;a Otto/Almanyaa (k.k.), B. No: 27574/02, 24/11/2005

[17] Kula/Türkiye, B. No: 20233/06, 19/6/2018, a§a§ 48, 49

[18] İhsan Asutay, B. No: 2012/606, 20/2/2014, a§ 38

[19] Yasin Agin ve diğerleria [GK], B. No: 2017/32534, 21/1/2021

[20] Schwabe and M.G v. Germany, 8080/0, 8577/08, 01.12.2011, a§ 118; Nemtsov v.

Russia, 1774/11, 31.7.2014, a§ 78.

[21] Osman Erbil, a§a§ 51, 71;a Ömer Faruk Akyüz, a§ 60;a Yılmaz Güneş ve Yusuf Karadaş, a§ 46

[22] Gülistan Atasoy ve diğerleria [GK], B. No: 2017/15845, 21/1/2021

[23] İzci/Türkiye 95-97

[24] Erkan Duymaz, ‘Gezi parkı çıkmazında demokrasi ve insan hakları’a 2013 2(4) Anayasa Hukuku Dergisia  265-288

[25] (Yasin Agin ve diğerleria [GK], B. No: 2017/32534, 21/1/2021, a§ …)

[26] Gökçe Zabunoğlu, ‘AİHM Kararlarında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı ve Kolluğun Zor Kullanma Yetkisi’ (2017) 66 (3)a Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 627-658

[27] Berke Özenç, ‘Toplantı Ve Gösteri Yürüyüşü Özgürlüğü ve Mekan Yasakları’ (2015) 73 (2)a Journal of Istanbul University Law Faculty 87-133

[28] Oya Ataman v. Turkey, 74552/01, 05.12.2006, a§ 38; Balcık and Others v. Turkey, 25/02, 29.11.2007, a§ 49; Nurettin Aldemir and Others v. Turkey, 32124/02, 32126/02, 32129/02, 32132/02, 32133/02, 32137/02, 32138/02, 18.12.2007, a§ 43; Akgol And Gol v. Turkey, 28495/06, 28516/06, 17/05/2011, a§ 41; Samut Karabulut v. Turkey, 16999/04, 27.1.2009, a§ 35.

[29] Kasparov and Others v. Russia, 21613/07, 3.10.2013, a§ 84

[30] Özenç (n 27)

[31] Tolga Şirin, Türkiye’de Düşüncenin Tutsaklığı-2 İfade Özgürlüğünün Yeşilia  (Tekin Yayınevi 2021)

[32] Stefan Stankov v. Bulgaria (application no. 25820/07)

[33] Musa Sağlam, ‘Terörle “Bağlantılı” Söylem Veya Eylemler Kapsamında İfade Hürriyetinin Sınırları’ (2016) 0 (7) Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi

1996 yılında Samsun’da doğdu. 2015 yılında Samsun Sosyal Bilimler Lisesi’nden mezun oldu. Marmara Üniversitesi’nde hukuk eğitimini 2019 yılında tamamladı. 2021 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Kamu Hukuku Tezli Yüksek Lisans Programına başladı. 2021 yılında avukatlık ruhsatını aldı. Bir süre çeşitli hukuk bürolarında çalıştıktan sonra Legal Yayınevinde çalışmaya başlamıştır. Halen Legal Yayınevinde avukat olarak çalışmaktadır.