Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bağlamında Pandemi Döneminde Kadına Karşı Şiddet

Tarihe tanıklık ettiğimiz günler…

Dünyada yaşanan büyük ve geniş ölçekli salgınları, insanların bu süreçte neler yaşadığını, kayıpları tarih kitaplarında okur veya belgesellerde izlerdik. Kitaplarda okuduğumuz, filmini seyrettiğimiz süreci bizzat solumak gerçekten her zaman yaşanılacak bir durum değil. Bu nedenle tarihe tanıklık ediyor, geçmişte yaşayanların hissettiklerini hissediyoruz. Özgürlüğümüz, asgari zorunluluklar dışında kendi irademizle kendi iyiliğimiz için kısıtlanmış durumda. Tam da J.J.Rousseau’nun dediği gibi toplumsal bir anlaşma ile her birimiz özgürlüğümüzden feragat edip daha özgür olmaktayız. Çünkü bu feragat, özgürlüğü sağlıkla soluyabildiğimiz günleri yaşamamızı sağlayacak. Gerçekten pek çok yönüyle tarihin gerçekliklerini içselleştiriyoruz…

İşin bu tarafı bir yana hepimiz, içinde bulunmak durumunda kaldığımıza yeni yaşam ve çalışma koşullarına uyum sağlamak çabası içindeyiz. Tüm dünya ve Ülkemiz için zorlu, alışılmadık, bilinmeyen bir süreci yaşıyoruz. Bu süreçte en büyük tesellimiz sağlığımızın yerinde olması. Ve en önemlisi çalışmanın motivasyonu ile hayata tutunmak ve böylece gerçeklikte bizi kaplayan endişeleri bertaraf ederek yaşamayı başka bir formatta deneyimlemek. Sanırım bu süreç bize yeni deneyimleri hayatımıza katmanın, kazanımlar elde etmenin yanı sıra, salgın öncesi üzerinde çok da durmadan sahip olduğumuz alışkanlıklarımız/ günlük rutinlerimizin kıymetini anlamak ve sevdiklerimize vakit ayırmanın önemi konusunda biraz daha düşünmek için fırsat da yarattı.

Bugün küresel boyutta yaşanan salgın nedeniyle özellikle tıp bilimi çerçevesinde yoğun bir gündema  bulunmakta. Ancak işin sağlık boyutu dışında, tüm dünya için pandeminin ardından yaşanacak olası değişim ve gelişmeler de konuşulmaya, tartışılmaya başlanmış durumda.a  Sosyal Devlet ilkesinin anlamından başlanılarak salgının başta ekonomi olmak üzere ülkelerin sağlık politikaları, hukuki düzenlemeleri, kurumların üretim faaliyetleri, tüketici davranışı, eğitim, çevre üzerinde yarattığı etki ve kısa sürede meydana getirdiği değişiklikler bir çok farklı başlıkta derinlemesine ele alınmaya, çeşitli esaslar ve ilkeler üzerinde değerlendirmeler yapılarak konuşulmaya, yazılar yazılmasına neden olmaktadır. Özellikle ülkelerin insan odaklı politikalar üretmesinin gerekliliği ve insanın mutluluğunun, refahının, sağlığının ön plana alındığı, asgari yaşam koşullarına sahip olmalarının en temel insan hakkı olduğu gerçeğinden hareketle, ekonomik anlamda sahip olması gereken yaşam standardına kavuşulması için atılması gereken adımların neler olduğu ve bu standardın seviyesinin belirlenmesi için ölçütlerin tespiti ve bu düzeyi sağlamanın devletin ödev ve yükümlülüğünde olduğunun mevzuatlarda yer alması ve bağlayıcı esas olarak kabulü için hareket edilmesi zarureti tartışılmaya ve kabul görmeye başlanmıştır. Nitekim bu amaçla İspanya’da vatandaşlık maaşı kabul edilerek ilk örnek olarak uygulamaya sokulmuştur. Keza pandemi öncesi olsa da pandemi sonrası etki doğuracak olan ve insanı ve insani değerleri önceleyen bir ekonomi modeline geçeceğini belirten İzlanda, değişen dünyaya ve uygulanan sistemden uzaklaşma taleplerine örnek olarak gösterilebilir.

Nitekim salgın ile birlikte birçok alanda olduğu gibi hukuki konularda da pek çok düzenlemea  fiilen hayata geçmeye başladı. Evden (uzaktan) çalışma, kısmi zamanlı çalışma, kısa çalışma ücreti, salgın hastalıkların sigorta kapsamına alınması, sağlık sektöründeki destekler, barınma ihtiyacındaki şekillenme, Sosyal Devlet ilkesi ve politikaları, anayasaların şekillenmesi, yapay zekanın sağlık sektöründeki etkisi, tarım politikaları, üretime dayalı devlet, zorunlu aşı uygulaması ve aşı karşıtlığının salgın hastalıklardaki etkisi vb. birçok konu hukukta tartışılmaya başlandı. Var olan düzenlemeler tartışılırken, yeni düzenlemeler getirilme ihtiyacı ortaya çıktı. Bu hususlar sürdürülebilirlik politikalarında hukuki zemini oluşturmak bakımından önem taşıyor.

Dolayısıyla kısa ve uzun vadede hem ülkeler bazında ve hem de Dünya üzerinde değişimler olması kaçınılmaz bir gerçeklik olarak ortada.

Yaşadığımız üzere görüyoruz ki, salgın sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak…

Evet sonrası için farklılaşma kaçınılmaz belki, ama yaşadığımız süreçte gördüğümüz, bazı şeylerin eskisinden de şiddetli gerçekleştiği ve tırmanarak arttığı…

Şiddet gibi[1]…

Örneğin, salgının başlangıcından beri gerek dünyada ve gerekse Türkiye’de toplumsal eşitlik adına yaşananları bu konularla ilgilenen biri olarak takip ettiğimi ifade etmeliyim. Özellikle Türkiye’de kadına yönelik şiddetin (ev içi şiddet biçiminde) ciddi boyutlara ulaştığını çıkan haberlerde, yazılan yazılarda üzülerek okuyor ve tartışmalarda dinliyorum/z. Dolayısıyla Pandemi öncesi maalesef şiddete uğrayan kadın ve çocuklar başta toplumun dezavantajlı grupları, engelliler, mülteciler gibi, belli bir kesim artan şiddetin etkisi altında. Özellikle kadınlar ve çocuklar, salgınla eve kapanan, işini kaybeden, maddi geliri bulunmayan eş, baba, abi vb. kişilerden daha fazla şiddet görmeye başlamış durumdalar. Bu yaşananlar hem Türkiye ve hem de Dünya için oldukça üzücü.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres verdiği bir demeçlerde; tüm insanlık için, odaklandığımız insanlar adına, özellikle de en fazla etkilenen gruplardan olan kadınlar, yaş almış kişiler, gençler, düşük ücretli çalışanlar, küçük ve orta ölçekli işletmeler, kayıt dışı sektörler ve savunmasız gruplar için virus ile savaşılmak zorunda olunduğunun açık olduğun ifade ettikten sonra[2], yaşanan sürecin II.Dünya Savaşı’ndan sonra karşılaştığımız en büyük kriz olduğunu ve yaşanan sürecin bilim ve dayanışma zamanı olduğunu ifade etmiştir[3]. Yaşananlara ilişkin olarak değerlendirmelerini sürdüren Genel Sekreter, COVID-19’un her yerde herkesi etkilediğini, ancak bu süreçte hazırlanan raporlarda özellikle kadınlara karşı ev içi şiddetin pandemi döneminde artış gösterdiğinin ortaya konulduğunu vurgulamış ve devletlerin derhal bu konuya el atması gerektiğini, pandemi sonrası yeni düzenlemelerin yapılacağı iyileştirme süreçlerinde özellikle kadın ve kız çocukları merkeze almalarını ve konu ile ilgilenen kurumları ile harekete geçerek şiddetin önüne geçici mekanizmaları etkin kılmalarını ve hak bağlamında çalışmalarını hızlandırmalarını ve kanuni düzenlemelerle konuyu ele almalarını tavsiye etmiş ve bu hususta çağrıda bulunmuştur[4].

Genel Sekreter António Guterres’in temas ettiği noktalar, Birleşmiş Milletler tarafından yayınlanan 9 April 2020 tarihli Policy Brief: The Impact of COVID-19 on Woman[5] raporunda ayrıntılı olarak açıklanmıştır: Buna göre; pandeminin yarattığı ekonomik ve sosyal stres ile birlikte ayrıca alınan sıkı önlemler ve hareket kısıtlaması ve özellikle sosyal izalasyon tedbirleri, cinsiyet temelli şiddetin katlanarak artmasına neden olmaktadır. Pek çok kadın, ev içinde kapalı kalma ile birlikte şiddete maruz kalmakta ve bu süreçte alabileceği destekler de içinde bulunulan olağanüstü süreçte etkisiz kalmaktadır.

Birleşmiş Milletler Kadın Birimi de COVID-19’un, kadın ve erkekleri farklı şekilde etkilediğini, özellikle kadın ve kız çocuklar yönelik mevcut eşitsizlikleri artırırken; engelliler, yoksullar gibi kırılgan gruplara yönelik de doğrudan veya dolaylı gerçekleştirilen ayrımcılıkları daha görünür hale getirdiğini ifade etmiştir. KOVİD-19’un sadece bir sağlık tehdidi olmadığını sosyal ve ekonomik etkilerinin de bulunduğuna dikkat çekmiştir. Bu süreçte yaşanan tüm bu olumsuzlukların yanında aile içi şiddetin artış gösterdiğini ifade etmekte ve bu durumun nedeni olarak da salgın nedeniyle aile bireylerinin alınan önlemler kapsamında evde daha fazla zaman geçirmeleri, sosyal ve ekonomik güvensizliklerin bu duruma eklenmesi ve bu nedenlerin yarattığı gerginliklerin şiddetin artmasına vesile olması gösterilmektedir. Aile içi şiddetin artmasının yanında cinsel şiddet de bu dönemde artış göstermektedir. Öte yandan, evde daha fazla zaman geçirmenin bir sonucu olarak dış dünya ile dijital yollarla bağlantı kurma siber şiddetin artmasına ve bundan da en fazla genç kadınların etkilenmesine neden olmakta ve belirtilen bu grup siber şiddete de daha fazla maruz kalmaktadır[6].

Konunun çok hassas olması nedeniyle benzer açıklamalar başka yetkililer tarafından da yapılmakta konu gündemde tutulmakta ve önleyici mekanizmaların devreye sokularak kurumların aktif rol üstlenmesi için Devletlerin harekete geçmeleri istenmektedir. Nitekim Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejčinović Burić de 27 Mart 2020 tarihinde Alman Basın Ajansının sorularını yanıtlarken üye ülkelerden edinilen bilgilere ışığında son birkaç hafta içinde evde kalan kadın ve çocukların şiddete veya istismara uğrama durumuna ilişkin verilerde artış görüldüğünü ifade etmiştir[7].

Gerçekten de Dünya çapında yaşanan bu kriz döneminde ülkeler, COVID-19 salgını ile baş edebilmek adına benzeri görülmemiş tedbirler almaktadır. Pek çok ülkede, enfeksiyon riski veya hastalığın daha da yayılmasını önlemek için vatandaşlara evde kalma çağrısı yapılmış, hatta bazı ülkelerde ise sürekli veya bazılarında kısmi sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir[8].

COVID-19 nedeniyle getirilen sokağa çıkma kısıtlamalarıyla ilgili olarak konuşan Kadınlara Yönelik Şiddetle ve Hane İçi Şiddetle Mücadele Konusunda Uzmanlar Grubu (GREVIO) Başkanı Marceline Naudi’de, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nea (İstanbul Sözleşmesi’ne) taraf olan tüm devletlerin salgın zamanında dahi Avrupa Standartlarını muhafaza etme sorumluluklarını hatırlatmış ve “Tüm Taraflara, hizmet sunumunda devamlılığın sağlanması ve kolluk kuvvetleri, sosyal hizmetler, yargı, uzman destek hizmetleri ve bakanlıklar da dahil olmak üzere ilgili tüm aktörlerin katılımıyla şiddet riski altındaki kadın ve kız çocuklarına destek ve koruma hizmeti sunmaya devam edilmesi” nin Sözleşme’nin beklediği yükümlülüklerden olduğunu ifade etmiştir[9].

Yaşanan süreç gerçekten olağanüstü ve alışılmadık bir süreç. Avrupa Konseyi tarafından da üzerine vurgu yapılarak belirtileceği üzere, COVID-19 salgınına karşı alınan sosyal mesafe veya izolasyon tedbirleri nedeniyle birçok kurumun işleyişinde zorluklar yaşanmaktadır ve salgının büyük bir hızla yayılması pek çok ülkenin sağlık ve sosyal hizmet sistemleri üzerinde inanılmaz büyük bir yük oluşturmaktadır. Fakat bu durum, süreçte kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddet mağdurlarına yönelik hizmetlerin, yetkili makamlarca korunması ve mağdurlara yeterli düzeyde hizmet sunulması hususunda azami özenin gösterilmesi yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığı gibi; yerine getirilmesinin çok daha büyük önem ve gereklilik arz ettiği bir kere daha dikkate sunulmuştur. Hatta Konsey şiddet mağdurlarının yardım çağrısında bulunma olanaklarının giderek zorlaştığı bu koşullarda, mağdurlara yönelik destek hizmetlerinin sunumunda normal zamanlara oranla çok daha hızlı olunmasının gerekliliğini belirtmektedir[10].

Pandemi sonrası yazılacak birçok bilimsel yazı, bu dönemde yaşananları süzgeçten geçirecek ve bilimsel veriler ışığında değerlendirecektir, bu kesindir. Ancak şimdiden konuya hassasiyetle yaklaşıldığını ve elde edilen verilerin bilimsel değerlendirme ve analize tabi tutulduğunu görmekteyiz. Bu veriler ışığında Çin ve İtalya özelinde olmak üzere küresel çapta kadına, çocuklara ve toplumdaki dezavantajlı kesimlere yönelik olarak şiddetin ve ayrımcılığın arttığını gösteren veriler raporlanmaya başlanmıştır.a  Nitekim Çin’de, polis tarafından, pandemi süresince gerçekleşen aile içi şiddet olaylarının üçe katlandığı raporlanmıştır. Örneğin, COVID-19 sonrası, Hubei’deki bir polis karakoluna yapılan aile içi şiddet olayı ile ilgili başvuru sayısı Şubat 2020’de 162 olarak raporlanmıştır. 2019 Yılının Şubat ayında aynı bölge için bu sayı 47 olarak kayıtlara geçmiştir. Sivil toplum kuruluşları, bu süreçte yaşanan ev içi şiddet olaylarındaki artışın ardındaki temel nedenin, ekonomik stres, virüsten korkma, sokağa çıkma yasağı gibi alınan sıkı önlemler nedeniyle evde birlikte kalma gibi durumların kapalı ortamlardaki gerginliğin artması sonucunu doğurduğunu ifade etmişlerdir. Keza İtalya’da da benzer tablo ile karşılaşılmış ve aile içi şiddet vakaları sayısal olarak artış göstermiştir. Yine Hindistan’da, kadın öğrencilere yönelik işlenen cinsel saldırı suçlarında artış görülmüştür[11].

“İnsanlar tarafından insanlar için” gündem oluşturmak amacıyla UNESCO’nun aktif katılımıyla, Birleşmiş Milletler tarafından, Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin gerçekleştirilebilmesi için 17 Küresel Hedef benimsenmiştir. Bu hedeflerden biridir Toplumsal Eşitlik (Toplumsal Cinsiyet Eşitliği)dir. Toplumsal eşitlik, belirli bir toplum içerisindeki bütün insanların belli açılardan aynı statüye sahip olmaları durumudur. Daha açık ifade etmek gerekirse; Toplumsal Eşitlik, kanunlar önündea eşit haklaraa (güvenlik,a oy kullanma, düşünce ve düşüncesini ifade edebilme, toplanma, mülkiyet gibi haklara) sahip olma; toplumsal mal ve hizmetlere eşit seviyede erişebilme hakkını içerir. Ekonomik eşitlika hakkını yanında ayrıca eğitim,a sağlıka gibi haklara eşit erişimi de içinde barındırır. Bunların yanında eşit fırsatlar ve yükümlülükleri de içerdiğinden toplumun bütününü kapsar. Toplumsal eşitlik, kanuni olarak zorunlua sosyal sınıflarına veyaa kasta sınırlarının olmamasını gerektirir. Ayrıca kişinin, cins, cinsiyet, ırk, yaş, cinsel yönelim, köken, kast veya sınıf, gelir veya mülk, dil, din, mahkûmiyet, görüş, sağlık veya engellilik gibi nedenlerle ayrımcılığa maruz bırakılmamasını da gerektirir[12].

Toplumsal Eşitlik/Toplumsal Cinsiyet Eşitliği hedefinde özellikle karşımıza çıkan sorunlar: kadınların görünür ve yoğun biçimde şiddete maruz kalması; şiddet sonrası yasal mekanizmaların yeterince işletilmemesi, işletilirken isteksiz olunması, özellikle aile içi yaşanan şiddete kamu makamlarının müdahalede isteksiz olması; erkekler için doğal olarak hak görülen fiilleri yapmaları sorgulanmazken ”“oy kullanmak, araba kullanmak, tek başına seyahat etmek, yanında birisi olmaksızın kamusal alanda olabilmek vb.- kadınlar için kısıtlamalar getirilmesi; kadına ilişkin konularda karar mekanizmalarının neredeyse tamamının erkeklerden oluşan kurullar tarafından oluşması; siyasi hayatta kadına gereken yerin verilmemesi; rahim tahliyesi, kız çocuklarının sünneti gibi kadının bedenine yönelik tıbbi müdahalelerde kendi geleceğini belirleme hakkına saygı gösterilmemesi; üçüncü cinsin varlığının kabul edilmemesi gibi ciddi sorunlar söz konusudur[13].

Devletlerin işleyişinde normal süreçlerde yaşanan bu eşitsiz uygulamalar ve şiddet[14] maalesefa  COVID-19 gibi salgın hastalık dönemlerinde çok daha yaygın ve ileri boyutlarda karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla yapılan uyarılar haklılık içermekte ve gereği için hızlı hareket etmek zorunluluk olmaktadır. Dolayısıyla pandemi döneminin yaşattıkları ve bu yaşananlardan elde edilecek kazanımlar, gerçekleştirilecek değişim ve dönüşümlere etki edecek ve geleceğe yönelik tüm projeksiyonların yüksek olasılıkla Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri etrafında toplanması ile sonuçlanacaktır.

Salgın hastalık döneminde yaşanan şiddetin boyutu bakımından, sanıyorum ki, pandemi sonrası geniş çaplı araştırmalar yapılacak, yazılar yazılacak, tartışmalar gerçekleştirilecektir. Elde edilecek veriler konuya ilişkin daha detaylı analizler yapılmasını sağlayacak ve alınacak önlemler bakımından yol haritasının belirlenmesine yardımcı olacaktır. Ancak yaşadığımız kısa deneyimi şiddet konusu özelinde değerlendirmek amacıyla çalışmalara şimdiden başlanmıştır. Nitekim konuya ilişkin bir araştırma Sosyo Politik Saha Araştırması Merkezi tarafından 3-8 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Araştırma İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya Muğla, Balıkesir, Mersin Adana, Samsun, Malatya, Diyarbakır, Van, Urfa, Batman, Mardin’in arasında yer aldığı 28 kenttena  1873 kadın ile yapılmış ve kadınların pandemi sürecinden nasıl etkilendiği, karantina sürecinde kaç kadının ve ayrıca çocuğun şiddete ve ne tür şiddete maruz kaldığı araştırılmıştır. Merkez tarafından, araştırmanın sonuçları “Covid-19 Kadının Etkilenimi ile Kadın ve Çocuğa Yönelik Şiddete İlişkin Türkiye Araştırma Raporu”a  adı altında yayınlanmıştır[15]:

Genel başlıkları ile rapora bakacak olursak[16]; araştırmada, “Karantina süreci öncesinde hane içerisinde herhangi bir şiddete maruz kaldınız mı?”a sorusuna görüşmecilerin, %84.8’i hayır; %15.2’si evet yanıtını vermiştir. Ancak katılımcılardan sadece %57’si, “Karantina sürecinde şiddete maruz kaldınız mı?” sorusuna hayır cevabı vermiştir. Dolayısıyla araştırma, kadına şiddette, pandemi sürecinde %27.8’lik bir artış yaşandığını ortaya koymuştur.

Araştırmaya katılanların %23.7’si psikolojik şiddete ,a  %10.3’ü ekonomik şiddete, %4.8’i dijital şiddete, %1.7’si fiziksel şiddete, %1.4’ü cinsel şiddete maruz kaldığını belirtmiştir.

Katılımcıların %69.4’ü “Karantina süreci içinde ev içi tartışma veya çatışmalar yaşadınız mı?” sorusuna, evet yanıtını vermiştir.

“Karantina Süreci Kadına ve Çocuğa Şiddeti Tetikliyor Mu?’sorusuna ise katılımcıların %45,9’u, evet; %39’u, kısmen; %17,2’si ise hayır, yanıtını vermiştir.

Rapora göre katılımcılar, “Sizce karantina sürecinde ev içi şiddeti önlemek amacıyla ne tür tedbirler alınmalıdır?”a sorusuna; %15,3’ü, kadınlara destek grupları oluşturulmalı/kadınların durumu takip edilmeli, %13,7’si, 6284 sayılı Ailenin Korunması Ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun etkin bir şekilde uygulanmalı, %12,3’ü, şikayet ve başvuru mekanizmaları kolay erişimi sağlayacak biçimde dijital ortama göre düzenlenmeli, %11,9’u, aile içi şiddet ve toplumsal cinsiyetçilik konuları online olarak dijital platformlarda ya da televizyonlarda bazı bilgilendirmeler/uyarılar yapılmalı, %11,9’u, online (internet üzerinden) olarak hukuksal ve psikolojik destek sağlanmalı, %11,9’u, üçüncü kişilerin ihbarları dikkate alınmalı%11,8’i, sığınma evleri koronavirüse karşı uygun şartlarda olmalı, %11,2’si, kamu spotları düzenlenmeli ve % 0,1’i ise sosyo-ekonomik düzenlemeler yapılmalı, biçiminde yanıt vermiştir.

Araştırma sonuçları uluslararası platformda konuyu ele alan yetkililerin açıklamalarını destekler niteliktedir. Dolayısıyla yol haritasını belirlemek bakımından önem taşımaktadır.

Öte yandan sorunlara özellikle kriz dönemlerinde etkin çözüm için kriz yönetiminde kadınların görünür kılınması, karar alma süreçlerine dahil edilmesi büyük önem taşımaktadır.a  Çünkü krizlerin toplumsal eşitlik/toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısıyla yönetilmesi ve kadınların ihtiyaçlarının kriz yönetim planlanmasına dahil edilmesi gerekmektedir. Bu durum toplumdaki dezavantajlı gruplar bakımından da aynı biçimde çözüme ulaştırılmalıdır. Bilim kurulları, pandemi ve kriz yönetim ekipleri gibi mekanizmalarda, kadınların ve dezavantajlı grupların özel ihtiyaçlarının ele alınması ve değerlendirilmesi bu sayede mümkün olacaktır[17].

Son söz

Evet yukarıda kısaca özetlediğimiz gibi küresel salgın yaşadığımız bu dönemde pek çok ülkede genelde şiddet eylemlerinin özelde ise kadına yönelik aile içi şiddetin arttığını açıkça görmekteyiz.

Her kim tarafından kime karşı, ne zaman, nerede ve ne şekilde gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin;

ŞİDDETİ KABUL EDEMEYİZ… ŞİDDET BİR İNSANLIK SUÇUDUR…

Bir insanın;

sadece kadın veya çocuk olması nedeniyle,

güçsüz olması nedeniyle,

işsiz olması nedeniyle,

ekonomik geliri olmaması nedeniyle,

ırkı, dini, etnik kökeni, dili, siyasi görüşü vb. gibi aslında zenginliği olan, ancak farklılık

olarak algılanan özellikleri nedeniyle,

yemeği tuzsuz yapması, evi temizlememesi, gömleği ütülememesi vb.

YAPMADIĞI/YAPAMADIĞI işler nedeniyle,

sadece birinin egosunu tatmin etme isteği nedeniyle,

birisinin kendisini başkalarına karşı kanıtlama isteği nedeniyle,

yaşadığı stresi boşaltma isteği nedeniyle,

inançları nedeniyle,

….. ve daha pek çoka a a  nedeniylelerle,

bir başka insana karşı şiddet uygulaması kabul edilemez. Ne normal yaşam süresi içinde ne de pandemi gibi kriz dönemlerinde uygulanan şiddetin mazereti var…

Şiddete son vermeyi, sadece uygulayanı cezalandırmakla sağlayamayız. Şiddet son aşamasına götüren yoldaki nedenleri ortadan kaldırmak zorundayız. Öncelikle de insanları eğitmek zorundayız. Öfke kontrolünü öğretmek zorundayız. İnsanlara, insan oldukları için saygın varlıklar olduklarını anlatmalı, bunu algılamalarını sağlamalı, insanların birbirlerine cinslerine göre değil; salt insan olarak değerli oldukları ve bu değere saygı duyarak davranmaları gerektiği bilinci verilmeli. Bunun yolu ise eğitimden geçmekte.

Son cümle: Eğitim, eğitim, eğitim ve yine eğitim…

Yeniden özgürlüğü soluyabildiğimiz, şiddetten arınmış günlerde birlikte olmak dileğiyle…

Sağlıcakla kalın…

[1] Kadınlara Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılmasına Dair Bildirge m.1: “Kadınlara yönelik şiddet, …ister kamusal ister özel hayatta olsun … tehdit etme, zorlama veya özgürlükten keyfi olarak yoksun bırakma dahil olmak üzere, kadınlara fiziksel, cinsel veya psikolojik zarar veya acı verme sonucu doğuran veya bu sonucu doğurması muhtemel olan, cinsiyete dayalı her türlü şiddet eylemidir. Bildirge’nin 2.maddesine göre; “Kadınlara yönelik şiddetin, bunlarla sınırlı olmaksızın aşağıdakileri içerir biçimde anlaşılması gerekir: (a) Dayak ve hırpalama, ev halkına dahil olan kız çocuklarının cinsel suistimali, drahoma bağlantılı şiddet, evlilik içi tecavüz, kadın cinsel organını sakatlama veya kadına zarar veren diğer geleneksel uygulamalar, eş haricinde (ev halkına dahil) kişilerce uygulanan şiddet, sömürüyle bağlantılı şiddet dahil olmak üzere aile içinde meydana gelen fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddet;/ (b) Tecavüz, cinsel suistimal, iş yerinde, eğitim kurumlarında veya diğer yerlerde meydana gelen cinsel taciz ve sindirme, kadın ticareti ve fahişeliğe zorlama dahil olmak üzere genel olarak toplum içinde meydana gelen şiddet;/ (c) Nerede olursa olsun devlet tarafından işlenen veya göz yumulan fiziksel, cinsel veya psikolojik şiddet.”

Dünya Sağlık Örgütü, eşlerin uyguladığı şiddeti, yakın bir ilişkide fiziksel, psikolojik ya da cinsel hasara yol açan her tür davranış olarak tanımlamıştır: Bunların içinde; -Tokat atma, vurma, tekmeleme ve dövme gibi fiziksel saldırı fiilleri, -Sindirme, sürekli küçük düşürme ve aşağılama gibi psikolojik taciz, -Cinsel ilişkiye zorlama ve öteki cinsel zor kullanma biçimleri, -Bir kimseyi ailesinden ve arkadaşlarından uzaklaştırma, hareketlerini gözleme ve bilgi ya da yardıma ulaşmasını kısıtlama gibi çeşitli kontrol edici davranışlar, yer alır.

Kadına Karşı Cinsel Şiddet; kim tarafından gerçekleştirildiği önem taşımaksızın, istemi dışında, cinsel amaçlı olarak, kadına yöneltilen her türlü cinsel davranış (söz veya eylem) olarak ifade edilmektedir. Kocası veya bir başkası tarafından kadının arzusu dışında ve/veya istemediği biçimlerde cinsel ilişkiye zorlanması başta olmak üzere, cinsel organlara zarar verilmesi, çocuk doğurmaya/doğurmamaya veya gebeliğe son vermeye zorlanması, akrabalarıyla cinsel ilişkiye girmeye mecbur bırakılması veya onlar tarafından tacize katlanmak zorunda kalması, fuhuşa zorlanması, zorla evlendirilmesi, telefon, mektup vb. iletişim araçlarıyla sözlü, yazılı veya hareketlerle cinsel içerik taşıyan mesajlar verilerek rahatsızlık verici davranışlara katlanmak zorunda bırakılması, cinsel şiddet çeşitlerindendir.

[2] https://www.un.org/en/un-coronavirus-communications-team/gender-equality-time-covid-19, 10.04.2020.
[3] https://www.un.org/en/un-coronavirus-communications-team/time-science-and-solidarity, 15.04.2020.
[4] https://www.un.org/en/un-coronavirus-communications-team/put-women-and-girls-centre-efforts-recover-covid-19, 15.04.2020.
[5] https://www.un.org/sites/un2.un.org/files/policy_brief_on_covid_impact_on_women_9_apr_2020_updated.pdf, 15.04.2020
[6] https://www.unfpa.org/sites/default/files/resource-pdf/COVID-19_A_Gender_Lens_Guidance_Note.pdf; https://turkey.un.org/tr/39770-kovid-19-kadin-ve-erkekleri-sosyal-ve-ekonomik-olarak-farkli-etkiliyor, 15.04.2020.
[7] https://www.coe.int/tr/web/ankara/-/covid-19-and-isolation-at-home-may-increase-the-risk-of-violence-for-women-and-children 15.04.2020.
[8] https://www.coe.int/tr/web/ankara/-/covid-19-and-isolation-at-home-may-increase-the-risk-of-violence-for-women-and-children 15.04.2020.
[9] https://www.coe.int/tr/web/ankara/-/covid-19-and-isolation-at-home-may-increase-the-risk-of-violence-for-women-and-children 15.04.2020.
[10] https://www.coe.int/tr/web/ankara/-/covid-19-and-isolation-at-home-may-increase-the-risk-of-violence-for-women-and-children 15.04.2020.
[11] Erika Fraser, “Impact of COVID-19 Pandemic on Violence against Women and Girls”, http://www.sddirect.org.uk/media/1881/vawg-helpdesk-284-covid-19-and-vawg.pdf, 18.04.2020.
[12] https://tr.wikipedia.org, 15.04.2020.
[13] Ayrıntılı bilgi için bak. Mehtap Hamzaoğlu, Namus: Kadına Şiddetin İdeolojisi, Siyah Kitap, İstanbul 2019, 38 vd.; Zehra Y.Dökmen, Toplumsal Cinsiyet, Sosyal Psikolojik Açıklamalar, Remzi Kitabevi, İstanbul 2018, 28 vd.
[14] BM verilerine göre ise son birkaç haftada ABD, Hindistan, Güney Afrika, Fransa, Türkiye ve Avustralya’da aile içi ve kadına şiddet vakaları arttığı bildirilmiştir. https://www.birgun.net/haber/bm-den-kadina-yonelik-siddeti-onleme-cagrisi-294980, 13.04.2020.
[15] https://sahamerkezi.org/covid-19-karantinasindan-kadinin-etkilenimi-ile-kadin-ve-cocuga-yonelik-siddete-iliskin-turkiye-arastirma-raporu/, 13.04.2020. Ayrıca bak. https://www.birgun.net/haber/bm-den-kadina-yonelik-siddeti-onleme-cagrisi-294980, 13.04.2020; https://t24.com.tr/haber/arastirma-pandemi-surecinde-kadina-siddet-yuzde-27-8-artti,872174, 13.04.2020.
[16] https://sahamerkezi.org/covid-19-karantinasindan-kadinin-etkilenimi-ile-kadin-ve-cocuga-yonelik-siddete-iliskin-turkiye-arastirma-raporu/, 13.04.2020.
[17] https://turkey.un.org/tr/39770-kovid-19-kadin-ve-erkekleri-sosyal-ve-ekonomik-olarak-farkli-etkiliyor, 14.04.2020.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde 1988 yılında başladığı lisans eğitimini 1992 yılında bitirmiştir. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalında başladığı Yüksek Lisans eğitimini “Ceza Muhakemesi Hukukunda Arama ve Konut Dokunulmazlığı” adlı tez çalışması ile tamamlamıştır. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Hukuku Anabilim Dalında doktora yapmaya hak kazandığı doktora eğitimini, “Tıbbi Müdahaleye Rızanın Ceza Hukuku Açısından İncelenmesi” adını taşıyan tezi ile tamamlayarak mezun olmuştur. Doktora eğitimi süresinde Almanya’da (Freiburg in Brs. ve Köln) araştırma çalışmalarında bulunmuştur.

1994 Yılında Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı’nda Araştırma Görevlisi olarak çalışmaya başlamış; 2003 Yılında Yardımcı Doçent kadrosuna atanmıştır. Doçentlik tezi olarak “Soybağının Belirlenmesi ve Çocuğun Soybağını Değiştirme Suçu” konulu çalışmayı hazırlamıştır. 2009 Yılı Ocak ayında Doçentlik sınavını oybirliği ile başararak Doçent ünvanını almıştır. “Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma ve Gürültü Suçları” adlı çalışması ile 2014 yılında Profesör olan Çakmut’un çalışmaları, Ceza Hukuku, Suç Tipleri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Tıp/Sağlık Hukuku ve Toplumsal Eşitlik/Cinsiyet Eşitliği alanlarında yoğunlaşmıştır.