Medyanın, başka deyişle yazılı ve sözlü basının temel görevini, doğru, ilkeli ve etik değerlere saygılı olarak her konuda toplumu bilgilendirmek, haber vermek, uluslararası siyasetten, ekonomiden ve dünyada oluşmakta olan insanlık değerleri ile ilgili gelişmelerden haberdar etmek olarak kısaca özetlenebilir. Medya görevini ifa ederken toplumun huzurunu kaçıracak, halka her açıdan zarar verecek ve kesin olmayan bilgileri vererek toplumu tedirgin etmekten korkutmaktan kaçınmak zorundadır. Basın özgürlüğü, kurum veya bireylerin her açığa vurduğu konuyu bilimsel mi ve doğruluğu deneyler ile kanıtlanmış bilgimi olup olmadığını araştırmadan yayımlamak değildir. Özellikle deprem konusunda, ülkemizde bilim adamları tarafından yapılan ölçümler ile bilimsel olarak saptanmış verilere aykırı birtakım açıklamaların konunun gerçek uzmanı olmayanlarca yapılması toplum zararın olup ve son derece yanlış olmakta, konulara hâkim olanlarca eleştiriler yapılarak halk daha çok kaosa sürüklenmektedir.
Yazılı ve sözlü basının yakın ve ciddi bir tehlikeyi ve/veya kesinliği sabit olmuş bir tehlikeyi haber vermek görevi olmakla beraber bilimselliği kesin olmayan özellikle deprem konusunda kimi yetkili olduğu farz olunan kişiler ile söyleşi yapmak, çok ciddi konu olan deprem olgusunu, kahve sohbeti gibi TV programında saat doldurmak için konuşmak, etik davranışlara aykırı ve toplum zararınadır. Ayrıca tekrar edelim, görüş beyan edenlerin son derece nazik ve teknik bir konu olan deprem ile ilgili bilgilerinin bilimsel olup olmadığı hakkında sunucular ve/veya program yapımcıları ne kadar bilgi sahibidir? Konu hakkında bilgi sahibi olunmadan yayın yapmak medya veya yazılı basının görevini suiistimal etmesi demek değil midir?
Genel olarak gerek kültür düzeyi temel bilgiler ile sınırlı olan halk açısından ve gerekse ekonomik olarak yaşam koşullarının çok ağır olduğu çevrelerde yaşayanlar bakımından kesin olmayan bilgilerin, kesinmiş gibi aktarılması toplumun travma yaşamasına, geleceğinden zaten ümidi kalmamış halkın bedbahtlık içinde çökmesine, her açıdan savrulmasına neden olmaktadır. Buna da medya kuruluşlarınca özensiz olarak, şöhret edinmiş ancak gerçekte deprem uzmanı olmayanları davet etmeleri ve onlar tarafından hemen büyük ölçekli deprem olacağının söylenmesi, sebebiyet vermektedir. Ufak ölçekli deprem olması normaldir. Büyük yıkımlara sebebiyet vermeyen depremlerin olması ile esasen doğa mümbit hale gelmektedir. Aksi halde bitki örtüsü gerek ağaçlar ve tüm tarımsal ürünlerin yetişmesi mümkün olamaz. Sahralarda deprem olmadığı için tarım söz konusu değildir. Bu açıdan ufak depremlerin dahi toplumu korkutacak nitelikte açıklanması doğru değildir.
Toplumun en çok yararlandığı haber almada etkin olan TV ile Youtube kanallarında ve bazı yazılı basında ünlü hale getirilmiş ve her söylediği doğru imiş gibi tekrar tekrar davet edilen, öteki gerçek deprem bilimcilere ve onların bilimsel araştırmalar sonucu elde ettikleri bilgiye saygı göstermeden, neredeyse tek bilen konumundaymış gibi ve bilimsellikle hiç alakası olmayan deprem konusundaki tutarsız açıklamalara bir son verilmesi gerekmektedir.
Deprem ile ilgili doğru bilgileri bilen ve konunun gerçekten uzmanı olanların kitap ve makalelerine bakmadan TV program veya haberler deprem konusu ile ilgili doğrudan eğitim alıp almadığı bilinmeden ve acı olanı hiç bir sismoloji (deprem bilimi) dersi alıp almadığı , hiçbir deprem ölçüsü ile bilgisi olup olmadığı, zemin etüdü ya da bina etüdü yapıp yapmadığı, şehir planlamasını yapıp yapmadığı sabit olmayanların, unvanlarının önüne deprem konusunda uzmanmış gibi unvanlar mı acaba eklenmekte ve bu bağlamda halkı huzursuz etmenin arkasında acaba başka bir neden mi var diye bilim ve akla değer veren insanlarda endişe ve sorgulama başlamıştır.
Dünyanın deprem olgusunu yaşayan birçok ülkede, deprem konusunda her gün konusu doğrudan doğruya deprem olmayan bilim adamlarının hava durumu haberi verir gibi, “orada, burada deprem olacak” diye halka deprem korkusu pompaladığı nerede görülmüştür? Medya neden ve hangi sebeple bu tür konuşmaları yayımlamaktadır?
Halkın bilmesi gereken konuların açıklanması yararlı ve gereklidir. Ancak kimin neyi hangi bilgiye dayanarak açıkladığı önemlidir. Öncelikle deprem ile uğraşan bilim adamları JEOFİZİK MÜHENDİSLERİDİR. Başka deyişle JEOLOGLAR deprem mekanizması, rasatları, deprem kestirmeleri konusunun uzmanı değillerdir. Jeologların görevleri, deprem olduktan sonra fayın boyutlandırılması konusudur. Yerin dinamiğiyle, depremlerin önceden bilinmesiyle ilgili mühendislik tamamen Jeofizik Mühendisliği bölümünün programıdır. Bu iki meslek hiçbir şekilde birbiri ile eşdeğer nitelikte değildir. Biri ötekisinin yerine kullanılamaz. Tıpkı mimarlık ile inşaat mühendisliğinin farklı olması gibi. Örneğin, hukuk alanında siyaset bilimcinin veya tarihçinin görüş bildirmesi veya tıp alanında ortopedistin, damar cerrahisi alanında konuşması gibi, ancak elbette eğitim düzeyi yüksek ve birçok konuda bilgi sahibi olmak mümkündür ve bazı konularda araştırma yapmış kişiler edindikleri bilgileri bilimsel nitelikte olmamak üzere sohbet olarak beyan edebilirler. [1] Ancak deprem gibi çok boyutlu ve teknik niteliği olan yer kabuğu hareketleri sonucu oluşan ve teknolojinin gelişmesi ile gittikçe artan detaylı ince deneyler yapılan jeofizik konusunda, hiçbir değerleme çalışması yapmamışken nihai sonuç bildirimi yaparak ve konu hakkında bilimsel açıklama yapma yetkisi varmışçasına fikir beyanında bulunmak, konu itibariyle topluma zarar verici nitelikte olduğu için, sosyal nitelikli konular gibi geçiştirilemez.
Bu nedenle program yapımcıları davet ettikleri kişilerin vasfını iyice bilmek durumundadırlar. Ayrıca medyatik deprem uzmanı yapılmış kimi kişilerin jeofizikçi mi, jeolog mu ve konularında da hangi spesifik dalda uzman olduklarının bilinmesi ve ona göre hangi soruların yöneltilmesi gerekeceği önemlidir. Örneğin bir mühendis konuk edilmişse, depreme dayanıklı binalar hakkında sorulara yanıt vermesi ancak istenebilir. Jeolog davet edilmişse, depremden sonraki toprak ve yer yüzü yapısı, yer kürenin yaşı, yer altı kaynakları ile ilgili sorular sorulabilir.
Doğru ve gerçek bilgilerin sunulması medya haberlerine güvenirlik sebebidir. Özellikle deprem konusunda uzman olmayan kişilerin ve/veya yanlış dalda olanlardan bilgi istendiğinin görülmesi, toplumun diğer konularda da medyaya olan güveninin yok olmasına neden olmaktadır ki bu tür program yapan kanalların izlenmesi de yavaş yavaş düşebilir. Habercilerin davet ettikleri ve konunun uzmanı olduğunu düşündükleri kişileri incelemeleri gerekmektedir.
Anlaşılan o ki çoğu haberci, deprem konusu ile ilgili mühendislik dalının jeoloji değil jeofizik olduğunu göz ardı etmektedir. Deprem uzmanı diye TV’lerde, neredeyse her gün, sabah akşam görünenlerin hangisi jeofizik mühendisidir, hangisi değildir sunucuların buna dikkat etmesi gerekmektedir. Saat doldurmak ve gerçekliği kanıtlanmamış haberler yapmak ile medya görevi ifa edilmiş olmamaktadır. Verilen haberlerin yanlış ve toplumun zararına olacak ve travma yaratacak olması sorumluluk gerektirmektedir. İnsanların yanlış karar vermelerine neden olacak düzeyde haberlerin habercilik olmadığını belirtmek isteriz.
Kısaca Türkiye’deki deprem kuşakları hakkında jeofizik temelli açıklama ile bilimsel çalışmaların sonuçları doğrultusunda belirtelim ki, Türkiye’de deprem bilgisi ile ilgili veri tabanı 2300 yıllıktır. Böyle bir veri tabanının varlığı bilim adamlarının çalışmaları açısından çok önemli bir kaynaktır. Bu konuda Japonya ve Çin dışında hiçbir yerde veri tabanının geçmişi bu kadar eskiye dayanmamaktadır.
Bu veri tabanına göre yapılan hesaplamalarda bilim adamlarınca, Türkiye coğrafyasında Kuzey Anadolu kırığı üzerinde deprem olasılığı riskinin %52 nispetinde, Batı Anadolu kırığının olasılığı riskinin %33 ve Doğu Anadolu kırığının da olası riskinin %13 olduğu bilimsel olarak belirlenmiştir.
Jeofizik uzmanı olan bilim adamları depremin nerede, hangi zamanda, hangi derinlikte, hangi büyüklükte olacağını ve nasıl bir toprak yapısında gerçekleşeceğine kadar incelemiş, sahalarda yıllarını vererek çalışmalar yapmış olduklarından, ellerindeki veriler bilimsel nitelikte olarak gerek Kuzey Marmara ve gerekse Güney Marmara ve/veya tüm Marmara açısından ve gerekse Ege bölgesi açısından çıkacak enerji miktarı ve zamanlamasını birkaç on sene bazında farkla saptayabilmektedirler.
Bu bağlamda temel bilgiler olarak bir yerde 7 büyüklüğünde deprem olmuşsa orada tekrar deprem olacağını bilim adamları ifade etmektedirler. Ancak İstanbul depremi olarak açıklanan aslında Marmara Depremi olarak anılması gereken depremin şiddeti ve bölgesi açısından yine saptanmış olan verilere göre, Küçükçekmece ile Avcılar önlerinde 6.4. ile 6,7 arasında bir enerji boşalması yaşanacağı bildirilmektedir. Bunun zamanı açısından yine bilimsel verilere göre uzun bir zaman dilimi olabileceği açıklanmaktadır.
Bu durumda nasıl olur da deprem konusunda “her an deprem olabilir” deyip, halkı korkuya boğabilen konuşmalar yapılabilmektedir? Türkiye gibi deprem kuşağında kurulu ülkelerden hangisinde bilim adamlarından bu tür bilim dışı açıklama yapılmıştır, böyle bir deprem bilimci olabilir mi? Bu tür açıklamaların ülke ekonomisi, turizmi ve en önemlisi halkın ruhsal durumunun etkilenmediği mi zan edilmektedir? Yunanistan, Hırvatistan, İtalya, İran’ın, deprem tehlikesi Türkiye kadar olduğu halde, hangisinde her gün görsel medyada karmaşık ve bilimsellikten uzak açıklamalar yapılmaktadır? Böyle bir durumda ülke yöneticileri, diğer depremciler halk sağlığını, yaşam kalitesini bozacak nitelikteki beyanlar olması halinde devletlerin önlem alma görevi bulunmaktadır. Bu görev devletin pozitif yükümlülüğü olarak betimlenmiştir.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesinin 10 maddesi, İfade Özgürlüğü ile ilgilidir.[2] Madde açıklamasında konumuz ile ilgili olarak herkesin, görüş bildirme görüş alma haber yapma özgürlüğünün demokratik ülkeler bağlamında olduğu temel kavram olarak belirlenmiştir. Bu özgürlüklerin kullanılması demokratik toplumlarda yasa ile düzenlenmiş olup belirli alanlarda da sınırlama getirilmiştir. Fikir sahibi olma ve fikir ve bilgi verme özgürlüğü açısından, bireyler kamuya açık fikirler sebebi ile olumuz sonuçlara karşı korunmaktadırlar. Devlet vatandaşın olumsuz etkilenmemesi için, örneğin deprem konusunda gerçek, mutlak ve bilimsel olmayan bilgiler sebebi ile hayatının ve yaşamının sürekliliğini bozan ve biyolojik, fiziki, ekonomik ve gençlerin eğitimsel faaliyetlerinin depreme göre engellenmesine varacak boyutlardaki tehdit niteliğindeki olumsuzluklara sebebiyet verilmemesini sağlamakla yükümlüdür.
Burada devletin pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. Bilgi verme, fikir verme basının, medyanın temel görevi olarak öncelikle kamu yararı açısından değerlendirilmektedir. Medya ve/veya yazılı basının bilgi verme konusunda İHM kararları bağlamında daha geniş özgürlüklerinin bulunduğu ancak bu özgürlüğün kullanılmasında sınırlar olmadığı şeklinde bir algılama olmamalıdır. Genel olarak basın mensuplarının ve/veya gazetecilik mesleğinde etik değerlere uygun, doğru ve güvenilir bilgi sunmak ve iyi niyetle hareket etmek yükümlülüklerinin olduğu ve bu kurallara bağlı olunacağı belirtilmiştir. Ayrıca İHM kararları bağlamında insanların korkuya ve devlet aleyhinde fiillerde ve söylemlerde bulunmaya teşvik edecek nitelikte görsel ve işitsel basında kamu aleyhine olabilecek fikir ve beyanlar açısından da, yayın konusunda kısıtlamalar, söz konusudur ve bireylerin fikir ve beyanlarının gerçeğe aykırı olup olmaması yönünden ihtilaflar değerlendirilmektedir. Tüm toplumu ilgilendiren bilgilerin bilimsel ve doğru olması zorunludur. Bunun aksi olan yayınlarda devletin müdahalesi toplum yararınadır. Devlet müdahaleleri, sadece siyasi açıdan değil, toplum yaşamının sürekliliğini bozacak nitelikte her konuda söz konusu olmalıdır.
Buradan varılacak sonuç; muhtemel Marmara depreminin genel bilimsel nitelikteki açıklama gereği, en erken 2045 olması yılı ya da çok sonrasında olabileceği yönünde iken, neden bu konudaki bilgi açıklaması TV veya Youtube kanallarında haber yapılmamaktadır?
Bilimsel dayanağı olmaksızın, başka deyişle ilmi bir çalışmaya dayanmadan gerekçeleri bulguları belirtilmeden her an deprem olabilir gibi kahve muhabbeti havasında topluma bilgi verilmesi çok yanlıştır. Deprem çok ciddi ve tüm ülkeyi, tüm toplumu ilgilendiren bir konu olarak ciddi ve nitelikli haber konusudur. Bu gibi haberlerin mutlaka denetlenmesi her açıdan toplum yararınadır. Toplumun depreme hazırlıklı olması için deprem ile korkutarak ellerinden malvarlıklarını almaya yönelik birtakım uygulamaların gerçekleştirilmesine sebebiyet verecek yayımcılık son derece yanlı ve insan haklarına aykırı olmaktadır.
Deprem konusunda uzman olmayanların bilimsel verilere dayanmadan ve deprem konusunda aşağıda açıklayacağımız şekilde sahada çalışma yapılmadan, teknolojiyi kullanarak bilimsel verileri saptamadan yapılan açıklamaların kıymeti harbiyesinin bulunmadığı gibi, bu tür açıklama yapılmasında özellikle de jeofizikçi Tom Parson incelemelerine ve açıklamasına dayanılması da calibi dikkattir. Konunun uzmanı kişilere sormak gerekir, Tom Parson nasıl bir inceleme yapmıştır? Türkiye’de hangi bilim adamlarının bilimsel ve evrensel olan raporlarından yararlanmıştır? Bu konularda iletişimde bulunduğu ve eserlerinde atıf yapıp yapmadığı konuları ayrık olarak, sadece üzerinde durmak istediğimiz, Tom Parson’un 2034 e kadar Marmara Denizinde 7 den büyük bir depremin meydana gelmesi ihtimalinin % 62 olduğunu belirtmesi ile ilgili olarak, neden %100 olarak açıklama yapmadığı konusunu değerlendirmek gerekir. Tom Parson’un gerekli tüm araştırmaları bizzat yapmış olduğu, bilimsel verilere dayandığı farz edildiği takdirde de, her an deprem olabilir gibi bir açıklamada bulunmadığı esas alındığında, TV programlarında yapılan “her an deprem olabilir” ifadelerinin sık sık kullanılması, bu durumda hangi bilimsel veriye dayanmaktadır? Program yapımcılarının sormak ve açıklatmak durumunda oldukları bir durum söz konusu olunca bunun gereğini yapmamaları verilen bilginin bilimsel veriye dayanmamış olması sonucunu doğurur. Bu da halkı yanlış bilgilendirme demektir.
Bu bağlamında sonuç olarak Türkiye ve özellikle Marmara konusundaki deprem olasılığı açısından birçok kere tekrarlanan açıklamalar, Tom Parson ve yerli bilim adamı jeofizikçiler tarafından çürütülmüş olmaktadır. Program yapımcıları bunları görmek ve anlamak durumundadır. Çok önemli hayati bir konu olan deprem hakkında halka karmaşık, yanlış bilgi katiyen verilmemelidir.
Kısa ve öz bilimsel ve evrensel bilgilere göre Türkiye’de deprem olasılığı, şu şekilde açıklanabilir:
Jeofizik Mühendisi bilim adamlarınca yapılmış incelemeler sonucu büyük depremin ikincisinin Tekirdağ’da meydana geleceği açıklanmaktadır. Marmara Ereğlisi’nin kırılması sonucu 9 gücünde kırılma olacağı belirtilmektedir. Bu bağlamda kıyı şeridinde kimsenin kalmaması ve tüm evlerin yıkılması gerektiği üzerinde önemle durulmaktadır. Bu bölgedeki deprem İstanbul diye adlandırılan aslında Marmara depreminden 6 kat daha fazla güçte olacağı açıklanmaktadır. Açığa çıkacak güç 24 Atom bombası eş değerde olacaktır.
Diğer bir konu yine TV haberleri açısından yapılmış bilgi açıklamasındaki yanlışlık, Anadolu tarihinde hiçbir vakit büyük bir deprem olmamış KONYA’nın deprem konusunda tehlikeli olduğunun açıklanması ile ilgilidir. Böyle hiçbir bilimsel dayanağı olmayan açıklamalar ile Konya halkının galeyana getirilmesi, tedirgin edilmesi ve deprem korkusu yaşamak zorunda kalmaları ve bu sebeple çeşitli sağlık problemleri yaşamalarına neden olunması akıl alır gibi değildir. Bu açıklamaların varsa bilimsel dayanağının da bilgi açıklamasında bildirilmesi gerekir.
İzmir bölgesi ile ilgili olarak da, Sisam’daki deprem nedeni ile kırığın boşalmış olduğu ve İzmir depreminin İzmir kırığı üzerinde gerçekleşeceği ve bu nedenle İzmir için çok yakın bir gelecekte yıkımla sonuçlanacak deprem olmayacak ise de İzmir’de ciddi bir şekilde Belediyelerin kentsel dönüşüm seferberliğini acilen başlatmaları gerekmekte olduğu belirtilmektedir. Ancak burada önemle üzerinde durulması gereken husus, devletin ve kurumlarının, vatandaşlardan rant elde etmeksizin ve emlak değeri yüksek olan yerleri istimlak edilerek, vatandaşlara değersiz ve kente uzak bölgelerde yer verilmesi gibi bir uygulamaya gidilmeksizin bu konuda önlem alınması gerekmektedir.
09.11.2023 tarihli ve 32364 sayılı RG.’de yayımlanmış 7471 sayılı kanun ile, Afet riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Kanununda yapılan değişiklikler ve eklemeler bağlamında yapılacak yıkım ve toplumun tahliye işlemleri için olası deprem riskinin hangi bölgelerde ve ne kadar zaman sonra aşağı yukarı olacağının açık ve net bilimsel olarak belirlenmiş olması dikkate alınarak tahliye ve yıkım yerleştirme işlemlerinin projelendirilmesinin yapılması gerektiği izahtan varestedir.
Bu nedenle deprem konusunda ehil olmayan ve özellikle jeofizik mühendisi olmayanların bilimselmiş gibi açıklamalarına dayanılarak, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunda belirtilen işlemler için projelendirmeler yapılmasının ne kadar büyük yanlış olacağı ve toplumda yaratacağı korku ve öfkenin dışında, ortaya çıkacak adaletsizliklerin ve bazı kurumlar tarafından ranta yönelik oluşumların toplum düzenini ciddi olarak bozacağı göz ardı edilmemelidir.
Kapsamlı saha çalışması gerektiren, fiziki ulaşımının mümkün olmadığı yer küre araştırmalarını, yer yüzeyi ve belirli ölçüde yer altı çalışmaları ile deprem ve yer kürenin tüm hareketlerinin fiziksel ölçümler yapılarak incelendiği, çalışıldığı alan jeofiziğin alanıdır. Jeofizik dalı belirli zaman dilimleri içinde deprem olasılığının hesaplarının ve tehlike haritalarının çizimlerinin yapıldığı bilim dalı olarak özetleyebileceğimiz jeofizik mühendisliği, manyetik, elektrik ve sismik de dahil olmak üzere bir dizi metot kullanarak yeryüzünün fiziki yönlerini deprem coğrafyasında, sahalarda inceleyerek ve bölgelere yerleştirilen sismometre üzerindeki kayıtları gözlemleyip inceleyerek sismik verileri haritalayıp, ölçüm sonuçlarını raporlayanlar Jeofizikçiler olup, bu alan onların çalışma alanıdır. Jeofizikçiler çalışmalarında jeofiziksel üç boyutlu model üretebilme bilişim teknolojisine sahip olmak durumundadır. Elde edilen bilgi ve bulgular deprem uzmanı jeofizikçiler tarafından bilimsel bilgi olarak hiçbir etki altında olmaksızın ve farklı bir biçimde raporlanması mümkün olmayan teknik bilgiler olarak tamamen evrensel niteliktedir. [3]
Adları nedeni ile yakın bilim dalları olarak görülen jeofizik ve jeoloji bağlamında kısa bir açıklama ile fikir vermek gerekirse, jeoloji yeryuvarının yapısıyla, evrimi ile, yaşı, kayaç ile yeraltı kaynaklarının oluşumu, canlıların yaşam ortamlarıyla ilgili, ayrıca deprem ile oluşan fayları boyutlandıran bu konularda araştırmaları yapan ana bilim dalıdır.
Jeologlar, jeofizik bilgi ile değerlendirmelerden yararlanırlar. Ancak bu yorumları bilimsel bulgular ötesine geçecek nitelikte olamaz. Aksi beyanlar bilimsellikten ve gerçeklerden uzaklaşmak demektir. Burada üzerinde durulması gereken husus, yorum yapanların hangi bilgi ile donanımlı olduklarının saptanarak, ona göre yorumların değerlendirilmesi gerektiği ve yorumcular jeofizik uzmanı değilse bu takdirde yorumların bir kıymetinin olmaması nedeni ile bu açıklamalara itibar etmemektir.
Deprem konusunu kaydeden saha çalışması yapan ve haritalayanların sadece jeofizik dalı mensupları olduğunu bunun dışında yerküre ile uğraşan coğrafyacı ve/ veya jeolog, mühendis, mimar, müteahhit gibi kişilerin bu konu alanları olmadığından sadece ortaya çıkarılmış bilgileri kullanabilen kişiler olabileceklerini, gerçekleri sadece jeofizik dalında çalışanların ortaya çıkardıkları raporlarına, bilgilerine güvenmek ve inanmak gerektiğini ,program yapımcılarının bunları tespit ederek program yapmaları gerektiğinin altını çizmek isteriz.
Konunun uzmanı olmayanların TV’lerdeki açıklamaları bağlamında sonuca varılırsa, anlaşılan odur ki, ilgi duyulan yörelerde deprem olacağı bilgisinin yayılması ile ekonomik rant yaratılmak istenmiş olabilir. Konu çok kapsamlı ve uzun soluklu ve her saniye yapılan araştırmalar ile uzmanların uğraştığı en ciddi konu olarak dikkate alınmaktadır.
Birtakım inşaatçı şirketler ve yapım işleri ile uğraşanlar açısından deprem geldi geliyor şeklinde aynı söylemlerin tekrar edilmesi ile de sanki ekonomik bir menfaat yaratma çabası içinde olunduğu açık bir şekilde görülmektedir. Kendilerini deprem bilgini ve dayanıklı inşaat işleri ile uğraşanlar olarak tanıtanların varlığı ne yazık ki bu yasa bağlamında deprem konusunda gerçeklere aykırı olarak deprem kapıda feryat ve figanı ile ekonomik getiri peşinde olunduğunu gösterdiği gibi, halkın galeyana gelerek gereksiz ve zamansız ekonomik sıkıntıya düşmesine de neden olur ki, bu da ülke istikrarı için çok tehlikelidir ve esasen ekonomik olarak açmazda olan Türk toplumunun içinde yaşamak zorunda kaldığı olumsuz mevcut düzeninin daha da ciddi boyutlarda tamamen sürdürülebilir bir yaşamın bozulması sonucunu doğuracaktır.
Bunun için Türk toplumunun akıl ve bilimi kullanan bilim adamlarının, ölçüler, rasatlar ile saptadıkları veriler bağlamında deprem olasılığı hakkında söylenenlere itibar etmelerini TV ve yazılı basında gerçek deprem bilim adamı olmayan sadece jeolog ve/veya mühendis, mimar müteahhit gibi alanlarda çalışanların açıklamalarına itibar olunmaması gerektiğini belirtmek ve toplum aydınlatılmak istenmiştir.
[1] Öz Yılmaz: Jeofizik Mühendisliği ve Depremler Üzerine, Jeofizik Mühendisleri Odası, http://api.jeofizik.org.tr.
[2] Dominica Bychawska-Siniarska: Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması, 2018, s.27 vd,37 vd, ,53 vd,85 vd ; Ergin B-Arıkan N: Dünden Üçüncü Bin Yıla Bakış İle İnsan Hakları Demokrasi ve Laiklik, 2022, s. 235 vd.
[3] Kearey Philip : An Introduction to Geophysical Exploration, 3. Bası 2002, s. 33 vd, 72 vd konu ile ilgili bilimsel bilgilerin yer aldığı temel bir eserdir.; Tronin Andrew A. Remonete Sensing and Earthquake, Physics and Chemistry of the Earth, part A/B/C 31.4-9, 2006.; Öz Yılmaz: a.g.m.de ki açıklamalar.
*Türkiye Deprem Tehlike Haritası, 21.12.2023 tarihinde www.afad.gov.tr sitesinden alınmıştır.
Prof. Dr. Berin Ergin, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuş, Doktorasını İstanbul Üniversitesi Medeni ve İş Hukuku alanında tamamlamıştır. Doçentlik ve Profesörlüğünü İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde almıştır. Prof. Ergin İstanbul Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü olarak görev yapmış, ayrıca Malta Üniversitesi ile Akdeniz Ülkeleri Uluslararası Master Programının yürütülmesinde partner olan İstanbul Üniversitesi’nin temsilcisi olmuştur. Prof. Ergin, İstanbul Gedik Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğretim üyesi ve İnsan Hakları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü olarak görev yapmış, buradaki görevi süresince Hukuk ve Etik, İnsan İlişkileri ve Etik gibi dersleri de vermiş olup; insan hakları ve etik alanında çalışmalarını sürdürmeye devam etmektedir.