GİRİŞ
Aziz Nesin’in 1977 yılında roman olarak Nesin Yayınları’ndan yayınlanarak[1] elimize ulaşan eserinde hapse giren Yaşar Yaşamaz adlı bir gencin, nüfus kaydında yapılan hatadan dolayı hayatı boyunca yaşadığı sorunlar, ülkenin durumu ile birlikte biraz abartı ve gülmeceyle anlatılmaktadır.
Eserin, roman halini alana kadar birçok sanatsal formda halkla buluştuğunu kitabın başında Meral Çelen’in[2]a Yaşar’ın ağzından yaptığı anlatıdan anlıyoruz. Burada Ankara Radyosu’nun pazar sabahları yayımlamak üzere Aziz Nesin’den on iki dizilik radyo oyunu talep etmesi üzerine, yazarın daha önce yazdığı ve çeşitli kitaplarında yer alan öykülerden oyun taslağını hazırladığı anlatılıyor.
Eserin Ankara Radyosu’ndan sonra Türkiye’deki radyolarda yayımlandığı, tiyatro oyunu olarak iki ayrı özel tiyatroda oynandığı gibi korsan tiyatrolarca da Anadolu’da oynandığı, filminin yapıldığı,[3] haftalık gazetede çizgi roman olarak yayımlandığı, televizyon senaryosu olarak yazıldığı, okurların isteği ve çevrenin baskısı ile roman haline getirildiği aktarılıyor. Eserin iskeletini oluşturan ana öyküde gerçek bir hayat hikayesinden esinlenildiği belirtiliyor.[4]
Yaşar’ın başına gelenler kısmen günümüzde de vatandaşların başına gelmeye devam ediyor. Şaşkınlık veren nüfus kayıt hataları zaman zaman eserin adıyla haberleştiriliyor. Yazarın yıllar önce okuru güldürerek dikkatleri çekmek istediği sorunların aslında bireyler açısından son derece hayati öneme sahip olduğu anlaşılmaktadır. Çok sayıda nüfus düzeltim davası bu gün de mahkemelerde görülmektedir. Anayasa Mahkemesinin benzer olaylar için vermiş olduğu hak ihlali kararları mevcuttur.
Bu incelemede eserin başlıca karakteri olan Yaşar’ın başından geçenler hukukçu gözüyle okunarak eser çerçevesinde nüfus kayıtlarını doğru tutmanın devletin yapma şeklindeki yükümlülükleri içindeki yeri ile kişisel haklar ve yükümlülükler dengesi değerlendirilmeye çalışılacaktır.
I. YAŞAR YAŞAMAZ’IN NÜFUS KAYDINDAKİ HATA VE BERABERİNDE GETİRDİĞİ HUKUKİ SORUNLAR
Eserde kahramanın karşılaştığı hukuki problemleri aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür. Sonraki bölümde şahısların hakları ve yükümlülükleri ile devletin vatandaşa karşı görevleri bakımından bir irdeleme yapılacaktır.
Nüfus kaydının hatalı tutulması. 1915’te Çanakkale’de s.36 vd., 1935’te Dersimde Şehit kaydı. s.53 vd.
Çağdaş eğitim alamama. s.44 vd.
Askerlik yükümlülüğü. s.45 vd. ( Yaşıtları gibi askere gidip evlenmek istiyor ama nüfus kaydında sağ olmadığından askere çağrılmıyor, tam nişan gününde ise Jandarmalar asker kaçağı diye arıyor.) s.48 vd.
Vergi Yükümlülüğü s.55 vd.
Miras Hakkını kullanamama – Kurumlarda karşılaştığı etiğe uymayan davranışlar. s. 55.vd
Akıl hastanesine girişi fakat çıkmayışı. s.91 vd.
Nüfus kağıdı olmadığından çalışamama. s.96 vd.
Davada belge ibrazı zorunluluğu- davanın uzun sürmesi sonuç alamama.
Resmi nikah yapamama. s.137 vd.
Sözleşmede hakları yok, vergi yükümlülüğü doğuyor. s.165 vd.
Hapse giriş. s.341 vd.
Eserde yukarıda sayılan ana başlıklarda Yaşar’ın iş bulamayışı, sefalet içinde yaşaması Anşe’ye verdiği sözleri tutma çabası kimi zaman okuru üzerek kimi zaman güldürerek anlatılıyor. Yaşar iş bulmak için kime gitse nüfus kağıdı olmadığı için işe alınmıyor. Bulduğu kimi işler de çok yıpratıcı olduğu için kendisi dayanamayıp ayrılıyor. Yıpranarak ezilerek hayata tutunmaya devam ediyor. Yakın çevresinden destek görse de toplumun hor görüsü ile bürokraside etik olmayan davranışlarla karşılaşıyor ve bütün gayretine rağmen hayata bir türlü tutunamıyor.
II. YAŞAR YAŞAMAZIN HAYATINA HUKUKÇU GÖZÜYLE BAKIŞ.
A. TÜRKİYE’DE DEVLETİN VATANDAŞA KARŞI GÖREVLERİ VE VATANDAŞIN DEVLETE KARŞI GÖREVLERİ
Nüfusa Hatalı Kayıtlar.
Yaşar babasıyla okula kayıt olmak için okula gittiğinde işlemler için nüfus kağıdı istenir, fakat Yaşarın nüfus kağıdı kaybolmuştur. Nüfus müdürlüğüne yeni bir nüfus kağıdı almak için gidildiğinde ise Yaşar’ın nüfus kaydında 1915 yılında Çanakkale’de şehit düştüğünün yazıldığını öğrenirler. s.36 vd.
Yaşar yaşamakta olan küçük bir çocuk olduğu halde nüfus kaydında şehit olduğu kayıtlıdır. Bu nedenle babası nüfus memurları ile çocuğun hayatta olduğu, şehit kaydının mantıksız olduğu ve gerçeği yansıtmadığı konusunda tartışsa da müdür defterde kayıtlı olanın dışında bir işlem yapamayacağını söylediğinden nüfus cüzdanı alamaz ve okula kayıt yaptıramazlar.
Memurların kaydın düzeltilmesi için bir yol göstermediği, kaydı doğrulamaya çalışan varsayımlarda bulundukları, babanın ise müdürle tartışsa da kaydın düzeltilmesi ile ilgili hukuki yolları araştırmayıp işi takipten vazgeçtiği görülmektedir.
Devletin nüfus kayıtlarını tutma yükümlülüğü kanunla düzenlenmiştir. Günümüzde 5490 sayılı Nüfus Kanunu yürürlüktedir. 26153 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak 29.04.2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Nüfus Kanununun 4.maddesi “Nüfus hizmetleri, Bakanlığın merkez ve taşra teşkilatı ile dış temsilcilikler tarafından yürütülür” demektedir. Kanunun 3. maddesinde yer alan tanımlardan Bakanlığın İçişleri Bakanlığı olduğu anlaşılmaktadır. Nüfus Kanunu’nun 11. maddesi tescil için şahısların bildirim yapması gerektiğini düzenlemektedir. Kanuna göre nüfus kayıtlarında değişiklik yapılması ancak mahkeme kararı ile mümkündür.
Bu kanundan önceki 05.05.1972 tarihli ve 1587 sayılı Nüfus Kanunu,a 1 Eylül 1974’te yürürlüğe girmiştir. Eserin roman olarak hazırlandığı tarihte yürürlükte olan kanun bu kanundur. Günümüzdeki kanuna büyük benzerlik taşımaktadır. Fakat yürürlükteki kanundan farklı olarak nüfus ve kişisel hal olaylarını bildirme yükümlülüğünü kanunda belirtilen süre içinde yerine getirmeyenlere para cezası verilmesini düzenlemektedir.
1587 sayılı Kanun’un 64. maddesinden bu Kanundan önce de 4 Ağustos 1330 tarihli Sicili Nüfus Kanunu’nun yürürlükte olduğu anlaşılmaktadır. Hicri tarih miladiye çevrildiğinde 1914 yılına gelmektedir. Sicili Nüfus Kanunu’nun birinci maddesi de bütün Osmanlıları kendi kendilerini kaydettirmekle yükümlü kılmıştır.[5]
Nüfus Müdürlüğü defterde Yaşarın 1896’da doğmuş, 1915’te ölmüş olarak kaydedilmiş olduğunu söylemektedir. Babası 1897 de doğmuş. 1911 de evlenmiştir, kendisine ilişkin kayıtları doğrulamaktadır. Yaşarın doğum tarihi babasından bir yıl önce işlenmiştir. Annesi ise 1904 doğumludur. 1911’de evlenmiş görünmektedir. Buna göre babasının 14 yaşında annesinin 7 yaşında evlendiği sonucu çıkmaktadır.
14 yaşında evlenmeye pek rastlanmasa da o zamanın şartlarında normal kabul edilebileceği gibi kayıt hatası ya da yazarın tarihler konusunda dikkatinden kaçmış bir ayrıntı gibi de değerlendirilebilir. 7 yaşındaki çocuğun evlenmesi Osmanlı hukukuna göre mümkün görünmekle birlikte, buluğ çağına ermeden evlilik mantığa uygun görünmemektedir.[6] Bu nedenle bu durumda Yaşarın tüm ailesinin nüfus kaydında hatalar yapılmış olabileceği sonucuna varılmaktadır.
Osmanlı gibi sağlam yapısı olan bir devlette neden bu şekilde hatalar yapıldığı sorusuna cevap arandığında Osmanlının son dönemlerinde savaş halinde olunduğu ve düzenli bir nüfus politikası bulunmadığı gerçeği karşımıza çıkmaktadır. O dönemde halk askere çağrılma veya vergi yükümlülüğü için nüfusa kaydedildiğinden, nüfusa kayıt yaptırma konusunda istekli davranmamaktadır.
Nüfusu tespit etmek için 1881 yılında Nüfus Sicili Nizamnamesi yürürlüğe girmiş, 1913 yılında yeni bir nizamname çıkarılmış, nüfus teşkilatı kurulmuş ve 1914 tarihinde Sicili Nüfus Kanununu yayımlanmıştır.
Fakat halk ve devlet, ülke sürekli savaş durumunda olduğundan nüfusa kayıt işlerine önem vermemiştir. Teşkilat yetersiz kalmıştır. Cumhuriyet ilan edilmeden önce nüfusun tespiti için gayret gösterilmiş ve kararnameler ile kayıt altında olmayan halkın nüfusa kaydedilmesinin sağlanmasına çalışılmıştır. Buna rağmen savaş durumu, halkın çekinceleri, teşkilatın yetersiz oluşu, eğitimli insan yokluğu gibi nedenlerle nüfusa kayıtların sağlanamadığı anlaşılmaktadır. Halkın ve özellikle muhtarların Yeni Türkçe okuma yazma bilmemesi de nüfus kayıtlarının düzgün tutulmamasına yol açmıştır. Cumhuriyet Hükümetleri nüfus kayıtlarını önemsemiş, 1927 ve 1935 sayımları yapılmıştır. a a a 1926 tarihli Türk Kanunu Medenisi doğumdan sonra bir ay içinde çocuğun nüfusa kaydedilmesi zorunluluğunu düzenlemiş, 1934’te Gizli Nüfusların Yazımı Kanunu çıkmıştır.[7]
Anlatıya göre Yaşar ve ailesi hem Osmanlı zamanında hem Cumhuriyetin ilk yıllarında yaşamıştır. Savaş yıllarına, imparatorluktan Cumhuriyete geçiş dönemine denk geldikleri anlaşılmaktadır. Yeni harflerle okula kaydolmak istemesi 1928 Harf Devrimi takip eden yıllardır. Bu yıllarda devletin vatandaş sayısını netleştirmek, kayıtlı olmayanları kaydetmek için sık sık düzenlemeler yapmakta olduğu görülmektedir.
Eğitim Hakkından Yararlanamama
Nüfus kağıdı alamayıp nüfus kaydının düzeltilmesi için bir dava da açılmayınca Yaşar’ın yeni harflerle eğitim alması mümkün olmaz. Eserin ilerleyen bölümlerinden, sonradan okuma yazma öğrendiği anlaşılmakta ise de modern eğitim alamaması geleceğini belirleyen büyük bir hak kaybı olarak görünmektedir.
Eğitimin insan hayatında dönüştürücü bir etkisi vardır. İnsana sınıf atlatan tek etken olduğu söylenir. Yaşarın eğitimsizliği devlet dairelerinde hakkını sağlıklı bir biçimde ileri sürememesine yol açar, sosyal hayatta adam yerine konulmaz. Eşitlik ve hümanizm duygusuna sahip olmayan toplumlarda eğitimsizlik bir dışlanma sebebi olarak kendiliğinden oluşur. Eğitim görmemiş insanlar hayatı kenardan izlemek zorunda kalırlar. Niteliksiz işler eğitimsizlere uygun görülür ve kendileri de bu kabulleniş içinde olurlar. Bu bir seçim meselesi ile sıkıntı olmaz ama istediği halde eğitim görememiş olmak büyük bir adaletsizliğe yol açabilir. Eserde Yaşar’ın okulun demir parmaklıklarından okula giden çocukları izleyip üzüldüğü aktarıldığından bunu kendisinin seçmediğini anlıyoruz.
Bu gün “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” Anayasa’da sosyal ve ekonomik haklar ve ödevler başlığı altında Anayasa’nın 42.maddesinde düzenlenmektedir. Başlığı hem hak hem de yükümlülük olarak düzenlenmiş ise de vatandaşlar için hak devlet için yükümlülük anlamı taşımaktadır.
Nüfusa kayıtlı olmadığı için çocukların okula gidemeyişine günümüzde de rastlanmaktadır.[8]
Unicef Türkiye tarafından yaptırılan bir araştırmada 7 yaşına kadar nüfusa kaydı yaptırılmamış çocukların olduğuna ilişkin bilgilere ulaşıldığı görülmektedir.[9] Nüfusa kayıt yükümlülüğü vatandaşa yüklenmiş bir görev olup cezai yaptırımı da olmadığından çoğunlukla kırsal kesimde yaşayan vatandaşların çocuklarını nüfusa kaydettirmemesi veya geç kaydettirmesi olasıdır.
Askerlik Hakkı ve Yükümlülüğü
Yaşar’ın askerlik çağı geldiğinde yaşıtları ile birlikte kendisini çağırmayan jandarma Yaşar’ın nişanlandığı gün kendisini, kaçak muamelesi yaparak askere çağırır. Yaşar da askere gidince yaşadığı kanıtlanacağı ve bir belge alacağı için, askerliğini yapmış olarak evlenebileceğini düşünerek sevinir. ( s.48 )
Burada askerliğin bir görev olduğunun kabul edildiğini, nüfusta kayıtlı olmadığı için eğitim hakkını kullanamamış bir vatandaşın aynı durumda olduğu halde askere alınmasının bir yolunun bulunduğunu görüyoruz. Oysa eğitim hakkı da askerlik yükümlülüğü de Anayasa’da düzenlenmekte. Fakat eğitim hakkının kullandırılması için kamusal makamların fazla uğraşmadığı anlaşılıyor. Askerlikte ise zorlama vardır.
Vatan hizmeti, Anayasamızda da Yaşar’ın hayatında olduğu gibi hem hak yükümlülük olarak düzenlenmiş. Anayasa 72.Madde.
“Madde 72 -a Vatana hizmeti, her Türkün hakkı ve ödevidir. Bua hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.”
Günümüzde 26.06.2019 tarihli 7179 sayılı Askeralma Kanunu yürürlüktedir. Bu kanun 21.6.1927 tarihli vea 1111 sayılı Askerlik Kanunu’nu yürürlükten kaldırmıştır.
“MADDE 2 – (1) Bu Kanun, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her erkek için uygulanır.” Hükmünü içermektedir. Asker olmak için vatandaş olmak gerekmektedir.
1111 sayılı ve 21.06.1979 tarihli Askerlik Kanunu Yaşar’ın durumu bakımından aşağıdaki hükümleri içermektedir.
Madde 12. “…Yirmi yaşlarına girmiş oldukları halde isimlerinia nüfusa kütüğüne geçirmemiş bulunanlara da (saklı) denir…”
Madde 96 – (DEĞİŞİK MADDE RGT: 03.06.2012 RG NO: 28312 KANUN NO: 6318/19)a Saklılardan ele geçen veya kendiliğinden gelenlera nüfusa kayıtlarına kaydedilmek üzerea nüfusa idarelerine gönderilir.a Nüfusa idarelerince kaydedilenlerin bilgileri askerlik şubelerine hemen bildirilir. Bunlardan yaşıtlarının ilk celp ve sevk tarihinin bitiminden önce yakalanan veya kendiliğinden gelenler, yoklamalarını müteakip Milli Savunma Bakanlığınca belirlenecek esaslara göre silah altına alınırlar. Yaşıtlarının ilk celp ve sevk tarihinin bitiminden sonra ele geçen veya kendiliğinden gelenler hakkında yoklamalarını müteakip 86 ncı ve 89 uncu madde hükümlerine göre işlem yapılır.
Kanun yukarıdaki maddelerde sayılan olanağı tanıdığı halde Yaşar için bu çözüm yoluna gidilmediği görülmektedir.
Yaşar nüfusta kaydı olmasa da varlığı bilindiğinden askere alınıyor. Terhis işlemlerine esas bir kimlik belgesi bulunmadığından zorunlu süreden uzun süren bir askerlik yapıyor. Fakat kendisine askerlikten sonra bile yaşadığını kanıtlayan bir belge verilemiyor. Terhis için Yaşar’ın nüfus bilgileri araştırıldığında Yaşar’ın 1935’te Dersim’de Şehit olduğu belirtiliyor. s.53 Neticede yaşadığı kayıtlara geçmeden, askerliğini yaptığına ilişkin belge verilip evine gönderiliyor.
Yaşar’ın kaydında önce 1915 yılında şehit olduğuna ilişkin kayıt savaş yıllarının karmaşasında olası kabul edilebilir. Fakat sonra da 1935 yılında Dersimde şehit olduğuna ilişkin kaydın olması yazarın azizliğinden olsa gerektir.
Vergi Yükümlülüğü
Romanda Yaşarın askerlikten sonraki başlıca yükümlülüğüdür. Üstelik direkt kendisine ait olmayan babasından kendisine intikal eden bir yükümlülüktür. Eserde bu yükümlülük miras hakkına bağlanmıştır. Bu yükümlülük yerine getirilmeden miras hakkı elde edilememektedir. Yaşar da babasından kalan mirası alabilmek için borç harç da olsa babasının vergi borcunu ödemek zorunda kalmıştır. Vergi alacağı tahsil edilirken vergiyi kimin ödediği sorulmamıştır.
Anayasa’nın 73. maddesinde Vergi Ödevi düzenlenmektedir.
Madde 73 – Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.
Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı maliye politikasının sosyal amacıdır.
Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır.
Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülüklerin muaflık, istisnalar ve indirimleriyle oranlarına ilişkin hükümlerinde kanunun belirttiği yukarı ve aşağı sınırlar içinde değişiklik yapmak yetkisi (DEĞİŞİK İBARE RGT: 11.02.2017 RG NO: 29976 KANUN NO: 6771/16)a Cumhurbaşkanına verilebilir.
15.06.1959 tarihli ve 7338 Sayılı Veraset ve İntikal Vergisi Kanununun 17.madde hükümüne göre veraset ve intikal vergisini ödemeyenler kendilerine intikal eden hak ve alacakaları alamazlar.
…Madde 17 – Amme idare ve müesseseleri, bankalar, bankerler, kasa kiralayanlar, sigorta şirketleri, sair şirket ve müesseseler, mahkemeler ve icra daireleri istihkak sahiplerine bu verginin mevzuuna giren her hangi bir muamele dolayısiyle para ve senet verebilmek için evvelemirde verginin ödenmiş olduğuna dair vergi dairesinden verilmiş bir tasdikname talebederler. …..
Miras Hakkını Kullanamama
Yaşar nüfusta kaydı olmadığı ve babasının yasal mirasçısı olmadığı için veraset ilamı çıkaramıyor ve babasından kalan taşınmazların adına tescili mümkün olmuyor. Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülk edinme hakkını ve babasından kalan mirası kendi adına kaydettirme hakkını kullanamıyor.
Burada nüfus kaydında yapılan hatanın kişinin miras haklarından mahrumiyetine de yol açabileceği gündeme geliyor. Mirasçılığın tespitinde nüfus kayıtları esas unsurdur. Günümüzde bile birçok nüfus kayıt hatası miras paylaşımı sırasında ortaya çıkmakta ve düzeltme davaları ile düzeltilerek vatandaşların hakkını alması sağlanmaktadır.
Yaşar kendi miras alacağını alabilmek için devlet dairesine dilekçe ile başvuruyor.
Miras alacağının neden devletten alınmasının gündeme geldiğini anlamak zor. Babasının mevduatı olsaydı borçlarına karşılık mevduata el konulurdu, zaten Yaşar’ın ödemesine gerek kalmazdı. Yine de devlet daireleri nezdinde olan bir hak ve alacağın alınması söz konusu gibi görünüyor, çünkü burada yazar 15-20 bin lira olması gereken mirasın idarece 3-4 bin lira olarak hesaplandığından bahsediyor. Oysa Yaşar bütün borçları nakden ödemiş olduğu için tüm hak ve alacakların kolayca intikal ettirilmesi ve bir mahsuplaşmaya gerek kalmamış olması gerekir.
Devlet dairesinde işlemler iki yıl sürüyor. Birçok masraf yapmak zorunda kalıyor. En sonunda tomar haline gelen evraka bakan bir memur raporun dosyadaki kayıt numarasının da tamamlanması gerektiğini bunun da o gün halletmesi gerektiğini yoksa duyuna kalacağını[10] söylüyor.
Başvuru tarihinden beri iki yıl geçtiği ve paranın en geç ertesi gün bankadan alınmazsa duyuna kalması söz konusu oluyor. Oysa Yaşar iki yıl önce işlemlere başlamış ve parasının duyuna kalmasında kendisinin geciktirici bir etkisi bulunmuyor. Kendisi üzerine düşen her şeyi yapmış olmasına rağmen bürokratik gecikmelerden bu sonuç doğuyor.
Bu bölümde devlet dairesindeki işleyiş – aslında işleyemeyiş- hakkında abartılı bir anlatım yapılıyor. Yaşar memur hanımların dikkatini bir türlü çekemiyor, çektiğinde de vatandaşa hizmet için orada bulunmuyorlarmış gibi ters davranışlarıyla karşılaşıyor. Onlar başka birine gönderiyor, gönderdikleri kişi yerinde olmayıp başka bir memurun yanında gitmiş, Yaşar da işi acele olduğundan o memuru aramaya çıkıyor. Herkes birine yönlendiriyor en son aradığı memur müdürün yanına gittiği için o da müdürün yanına gitmek istiyor ama müdürün maça gittiğini söylüyorlar. Müdürü ve aradığı memuru bulmak için Yaşar da maça gidiyor. Müdür müdür diye aranırken tartaklanıyor. Sonra bir polise müdürü soruyor. Stadyum müdürüne götürüyorlar, derdini anlamayınca onu göndermek istiyorlar o da artık sinirlerine hakim olamayıp sövmeye başlıyor. Stad mikrofonu açık olduğundan küfürleri bütün statta yankılanıyor. Dayak atıp ambulansla akıl hastanesine yolluyorlar Yaşar’ı.
Akıl Hastanesine Giriş
Yaşar’ı akıl hastanesine nüfus kağıdı olmadığı halde alıyorlar, bir dizi kötü muameleden sonra deli olmadığı anlaşılıyor. Bu sefer de taburcu işlemleri için nüfus kağıdı gerektiğinden nüfus kağıdı olmadığı için bir türlü taburcu olamıyor. Hastanede hademe gibi çalışarak yaklaşık bir yıl geçirdikten sonra bir doktor kendisine kaçmasını tavsiye ediyor. Hasta olmadığı halde kendisini taburcu edemediklerini, kaçarsa nüfus kağıdına gerek olmadan hasta sayısından düşüm yapabileceklerini buna kimlik gerekmediğini söylüyor.
Yaşar nüfus kağıdı sahibi olabilmek için hastanede boğaz tokluğuna hademelik yapmaya razıdır ama nüfus kağıdı olmadığından işe girmesi mümkün değildir. Sonunda kaçmayı kabul eder.
Mirasçı Olduğunun Tespiti Davası
Yaşar’ın babası sağlığında nüfus düzeltim davası açmamıştır. Bu davayı açmadan nüfus kaydı düzeltilemeyeceğinden, babasının mirasını alabilmek için Yaşar’ın açtığı anlaşılmaktadır. Eserde miras davası diye niteleniyor ama aslında mirasçı olduğunun tespiti olduğu anlaşılıyor. Nüfus kaydının tartışıldığı bu davada zaten babası ile ilişkisi doğru olarak kurulduğunda nüfus kaydı da düzelecektir.
Nüfus kağıdı alabilmek için açtığı ilk davanın dosya numarasının yazılı olduğu belgeyi siyasileri omuzları üzerinde taşımaya çalışırken cüzdanı çalındığı sırada kaybediyor. İkinci bir dava açmak zorunda kalıyor. Bu kez biraz daha borçlanarak bir avukat tutuyor.
Avukata nasıl vekalet verebildiği ve dava açanın kendisi olduğunu kanıtlayabildiği merak konusudur. Bir avukata vekalet verebilmek için notere kimlik belgesi ibrazı zorunludur. Fakat Yaşar’ın nüfus kağıdı bulunmamaktadır.
Ayrıca günümüzde dava açarken TC kimlik numarası yazılması ve duruşmalara katılan kişinin o numaranın yazıldığı kimlik belgesi ile teyit edilmesi zorunluyken o zaman böyle bir numara olmasa da dava açan kişinin katılan kişi olduğunun teyidi gerekir. Yaşar’ın dramını anlatmak asıl amaç olduğundan bu ayrıntıların bilerek göz ardı edildiği düşünülebilmektedir.
Davada mahkemenin Yaşar’a belge ibrazı için süre verdiği görülmektedir. Oysa o şartlarda Yaşar’ın elinde nüfus kaydından başka Yaşarın babasının oğlu olduğunu ve hayatta olduğunu kanıtlayan bir belge bulunmamaktadır. Sadece askerlik yaptığına ilişkin belge bulunmaktadır. Mahkeme bunları celp etmiş görünmektedir. Bu belgelerle birlikte, ortada yaşayan bir insan olduğundan o kişinin babasının ve annesinin evladı olduğunu ifade eden tanıklarla ispatın ve nüfusa tescilin mümkün olacağı düşünülebilir.
Ayrıca nüfus kaydı kamu düzeninden olduğundan nüfus kayıt düzeltilmesi davalarında resen araştırma ilkesi geçerlidir. Mahkeme Yaşar’ın kayıtlı olduğu Nüfus Müdürlüğü’ne şehit kaydına dayanak belgeyi sorabilir ve o belgeya göre Yaşar’ın şehit görünmesinin sebebini araştırıp doğru sonuca varabilirdi.
Fakat burada yargılamanın çok uzun sürdüğü, Anşe’nin babasının yargılamanın sonucundan yarar ummadığı görülmektedir. Bunu ve kızını Yaşar’a vermekten vazgeçtiğini söyleyince Yaşar da hayal kırıklığı ile davayı takibi bırakmıştır.
Yaşar Anayasa’nın 36. maddesinde düzenlenen hak arama hürriyetini dava açarak kullanabiliyor ama sonunu getiremiyor. Davanın bu kadar uzaması ve masraflı olması Anayasamızda korunan adil yargılanma hakkına sahip olamadığını göstermektedir. İHAM Kararları da davanın uzamasını adil yargılanma hakkının ihlali olarak kabul etmektedir.
Çalışma Hakkını Kullanamama ve Ödevini Yerine Getirememe.
Yaşar mirasını alamadığından yaşamak için bir iş bulması gerekmektedir. Sözü geçen siyasi haline gelmiş bir köylüsü “Hamili kart Yaşar Bey’e luzumlu suhuletin gösterilmesi ricasıyla” yazan bir kart verir. Bununla her istediği yerde işe girebileceğini söyler. Yaşar da İstanbul’da bir müzede hademe olma hayalini gerçekleştirmek için İstanbul’a gider. Muhtemelen bu noktada Yaşar’ı nüfus cüzdanı sonradan ibraz edilmek üzere işe almaları mümkündür. Şanssızlık o ki müze müdürü ile görüşmeyi beklediği günlerde Yaşarın elindeki kartta yazan “luzumlü suhuletin”[11] ifadesi silinmiştir. Günlerce gidip gelmesine ve beklemesine rağmen hayali gerçekleşmemiştir.
Bu arada Anşe İstanbul’a gelir bir konakta işe girer. Yaşar nüfus kağıdı olmadığından hiçbir işe giremez, geçici iş bile bulamaz, parası olmadığı için evlenemez, resmi nikah yapamaz. Umutsuzluktan intihara sürüklenir ama zehir diye aldığı içerik içine yeterince zehir katılmadan yapıldığından ölmez ama ağır biçimde hastalanır.
Esere Yaşar’ın borç harç içinde zor bir hayat sürmesi damga vuruyor. Kendine ait bir evi olmuyor, evlenemiyor bir süre yarı aç yarı tok yaşıyor. Bir ara Anşe’nin çalıştığı konakta çalışmaya başlıyor ama bir tesadüf sonucu konak sahibi onun nüfus cüzdanı olmadığını öğrenince evinden kovuyor. O sırada Anşe hamiledir, konakta daha fazla kalamıyor, ikisi de evsiz kalıyor.
Anayasa “Madde 48 – Herkes, dilediği alanda çalışma vea sözleşmea hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.” diyerek çalışma ve sözleşme hürriyetinizi düzenler, “Madde 49 – Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir.” diyerek çalışmanın hem hak hem ödev olduğunu düzenler. Anayasa’nın 70. maddesinde de kamu hizmetlerine girme hakkını düzenlenmiştir. Fakat Yaşar için bu hakları sıradan bir birey gibi kullanmak veya ödevleri yerine getirmek mümkün olmamıştır. Dönem dönem işi olmuşsa da hukuka uygun şartlarda olmadığından sürekliliği olmamıştır.
Sözleşmede Haklar Kullanılamazken Sözleşme Konusu İşten Doğan Vergi ile Yükümlülük.
Yaşar’ın sıkıntılı günlerinden birinde bir adam güvenini kazanıp ortaklık teklif eder, Anşe’ den sermaye alıp birlikte manav dükkanı açarlar. Yaşar’ın kimliği olmadığı için sözleşme ve ruhsat adamın adıyla yapılır. Haklar ve yükümlülükler de sözleşme ile ortak olarak düzenlenir.
İşler rayına oturduktan sonra adam bir gün dükkanı boşaltıp kaçar. Bu arada vergi borcu doğmuştur. Vergi yine ortaklık sözleşmesi gerekçesiyle ortağı ortada olmadığından Yaşar’a tebliğ edilir. Yaşar da hem işe devam etmek istediğinden hem de elinde vergiyi ödediğini gösterir makbuz olunca, yaşadığını da ispat edebileceği düşüncesiyle vergiyi öder. Bu sefer de dükkan sahibi Yaşar benim kiracım değildir diyerek kendisini tahliye eder.
Anayasa 48.ve 49. maddelerle korunan sözleşme hürriyetini kullandığı zaman da aleyhine sonuç doğar. Bu hak ortak manav dükkanı açtığında, kötü niyetli ortağı karşısında Yaşar için borca dönüşür.
Buradan sözleşme yapmaya da kimliği olan vatandaşların hakkı olduğu sonucu çıkabilir. Çünkü Yaşar ortağına karşı dava açsa da kendini kanıtlayamaz, haklarını savunamaz, bunun da ötesinde Çanakkale’de şehit olmuş biri yerine geçerek sahtekarlık yaptığı sanılacak ve hapse atılacağından endişe ederek çekinir, davayı kazanamaz.
Evlenememe – Resmi Nikah İşlemi Gerçekleştirememe ”“ Çocuğunu Nüfusuna Kaydettirememe
Sevdiği kız ısrarla resmi nikah kıymak istemesine rağmen yaşar nüfusta kaydı olmadığından resmi nikah gerçekleştiremez. Sevdiği insan ile meşru bir şekilde bir araya gelemiyor. Çocuğu oluyor onu da kendi nüfusuna kaydettiremiyor
Anayasanın 5. ve 17.maddelerinde sayılan haklardan yaralanamıyor.
Anayasanın 5.maddesinde sayılan devletin yükümlülükleri Yaşar’ın hayatında eksik olan her şeyi göstermeye yeterli denebilir.
“Madde 5 – Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
Bu maddede devletin kişilere karşı yükümlülükleri açıkça ifade edilmiştir. Buna göre devletin kişilerle ilgili geniş bir sorumluluk alanı vardır. İnsanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak, sosyal hukuk ve adalet ilkeleri ile bağdaşmayacak sınırlamaları kaldırmakla devlet görevli kılınmıştır.
Fakat eserde nüfus kaydının hatalı tutulması nedeni ile kişinin yaşarken resmen var olamadığı, eğitim hakkından yararlanamadığı, maddi ve manevi varlığını giderek kaybettiği, sosyal hukuk devletinin onun hayatında varlığını hissettiremediği, adaletten beklediğini almadığı, dolayısıyla devletin üzerine düşen Anayasal sorumlulukları yerine getirmediği anlaşılmaktadır.
Anayasa Mahkemesi’nin kişinin nüfusa kaydedilmemiş olmasının Anayasanın 17.maddesinde düzenlenmiş olan maddi ve manevi varlığının korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlaline yol açmış olduğu hakkında vermiş olduğu kararı mevcuttur.[12]
Anayasa “Madde 17 – Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.” demektedir.
Eserde de Yaşar’ın nüfus kaydında yapılan hata nedeni ile yok sayıldığı, temel kişilik haklarından yararlanamadığı, yükümlülükleri ise yerine getirmek zorunda kaldığı bu nedenle maddi ve manevi varlığı korunup geliştirileceğine bazen devlet eliyle bazen kötü niyetli şahıslarca giderek eritildiği görülmektedir.
Eserde devletin yükümlülüklerine bakıldığında sorunların ağırlıklı olarak hukuk devleti ve sosyal devlet olma başlıkları altında toplanabileceği görülmektedir.
Sosyal devlet; sosyal adalet ve sosyal güvenliği sağlamak ve tüm vatandaşlar için asgari yaşam seviyesini sağlamakla görevli devlet olarak tanımlanabilir. Yaşar’ın hayatında sosyal devletin etkisi görülemezken temel sorunun kimlik alamaması olup, hukuk devleti gereklerinin yerine getirilmemesinden kaynaklandığı görülmektedir. Bu nedenle hukuk devletine ayrı bir başlık açma zorunluluğu bulunmaktadır.
B. HUKUK DEVLETİ İLKESİ
Hukuk devleti basit anlamda, devletin eylem ve işlemlerinin hukuka uygun olmasının esas olduğu, vatandaşların hukuki güvenlik içinde oldukları sistem olarak tanımlanmaktadır. [13]
Anayasa Mahkemesi tarafından da hukuk devleti “ insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu, adil bira hukuka düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendini yükümlü sanan, bütün davranışlarındaa hukuka kurallarına ve Anayasa’ya uygun, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine bağlı olan devlet demektir. Aslında yargı denetimi unsuru,a hukuka devletia ilkesinin diğer öğelerinin güvencesini oluşturan temel öğedir. Çünkü insan haklarına saygılı olmayan ve davranışlarındaa hukuka ve Anayasa’ya uymayan bir yönetimi bu tutumundan caydıran ve onu meşruluk vea hukukilik sınırı içinde kalmak zorunda bırakan güç, yargı denetimi gücü ve yetkisidir.” demektedir. [14]
1924 Anayasası’ndan bu yana Anayasalarımızda idarenin işlem ve eylemlerinin yargı denetimine tabi olduğunu düzenleyen hükümler bulunmaktadır. 1961 Anayasası ile hukuk devleti sağlamlaşmıştır. Fakat Anayasada hüküm bulunması yeterli değildir. Uygulamada ne kadar gerçekleştiği önemlidir. İdarenin hukuka aykırı işlemlerinin iptal edilmesi veya bu işlemlerden doğan zararların karşılanması insan hayatına etkilidir.
Anayasa’nın 125. ve 129. maddeleri idarenin işlemlerinin yargı denetimine açıklığını ve kamu çalışanlarının kusurlu işlemlerinden dolayı idareye karşı dava açılabilmesinin mümkün olduğunu düzenlemektedir.
Yaşar’ın hayatı boyunca çile çekmesinin nedeni nüfus kaydında yapılan hata olarak görünmektedir. Adil bir yargılama olsaydı nüfus kaydı düzeltim davası sonucunda davası sonucunda kimliğine kavuşabilecekti. Mahkemede hatalı kaydı yapan idare ortaya çıkacağından hatalı kayıt nedeni ile uğranılan zararların tazmini söz konusu olabilecekti.
Eserde Yaşar’ın nüfus kaydındaki hata onun hayatı üzerinde vahim sonuçlar yaratmakla beraber, yaşlı başlı ev sahibesinin askere çağrılması ve komşusunun nüfus kaydında kendi çocuklarına ek üç çocukla daha karşılaşması nüfus kayıt hatalarının az olmadığını anlatmaktadır. Günümüzde de insanların hayatlarını sarsan nüfus kayıt hatalarına gazetelerde zaman zaman rastlanmaktadır. [15] Geçmişe göre nüfus kayıt düzeltim davalarında ispat vasıtaları bilimsel gelişmelerle birlikte artmış olup düzeltimler sağlanmaktadır.
Devletin çalışanlarının şahıslara karşı yaklaşımı eserde abartılı anlatılsa da ülkemiz vatandaşının hafızasına kazınan “bu gün git yarın gel” sözü bile devlet kurumlarında işlemlerin kısa zamanda çözülmediği gerçeğinin göstergesidir. Bürokratik işleyişteki sıkıntılar bu gün de varlığını sürdürmektedir. Teknolojideki gelişmeler sayesinde yavaşlık sorunu aşılmaya çalışılsa da zihinlerdeki engellerin aşılamadığı görülmektedir. Hatalı iş bölümleri soruna bütüncül bakmaya engel olmaktadır. Kurumsal bütünlük sağlanamamaktadır. Eserde bu durum hem Yaşar’ın işlemlerinin sürüncemede bırakılmasında hem de devletin ayağına gelen casusu yakalamayışında[16] görülmektedir.
Kamu çalışanlarının önüne gelen vatandaşı görmezden gelen, kıyafetine göre kategorize eden tutumlarının bu gün devam etmediğini söylemek mümkün değildir. Davranışların düzeltilmesi için etik kurallar konulmuş ise de takibinin sağlıklı yapıldığını söylemek mümkün değildir.
Yaşar’ın hikayesinin yazıldığı yıllarda Anayasamızda olmayan, Anayasa’nın 74. maddesinde ifade edilen dilekçe hakkı, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı, devletin yükümlülükleri kapsamına son yıllarda girmiş olup günümüzde vatandaşa belli ölçüde bilgi edinme ve yargı yoluna başvurmadan önce şikayet hakkı sağlayan düzenlemelerdir. Avrupa Birliği üyesi olma gayretleri sırasında Anayasamıza eklenmiş hükümlerdir. [17]
Yaşar’ın devlet dairelerinde yaşadığı sıkıntılar tam da bu hakları kullanmasını gerektiren haklardandır. Bu gün bu haklar vatandaşın katılımını bilgi edinme hakkını kullanmasını sağlayarak devletin şeffaflığını gerçekleştirmeyi hedefleyen araçlardır.
Var olmamasına rağmen eserin akışı gerektirdiğinden yukarıda açıklandığı gibi sonuçta başarılı olamasa da davada taraf olabiliyor. Fakat adil yargılama ilkesi işler durumda olmadığından hukuk devleti kendisine etkisini gösteremiyor.
Yaşar başına gelen her şeyden sonra memleketine dönüp yeni bir hayata başlayacağı sırada çocuğunu nüfusa kaydetmediklerinde öfkelenerek ağzına geleni söylediği için tutuklanıp, örgüt suçu şüphesi ile doğal mahkemesinden de uzaklaştırılarak İstanbul’a gönderiliyor. Yargılama sonucu örgüt suçu değilse de suç işlediği sabit görülüp hapse atılıyor. Suç işlediğinde nüfus kaydında sağ görünmese de yargılanabilmekte ve hapse atılabilmektedir. Nüfus kaydında sağ görünmemesi haklarını almasına engel olmakta ise de cezalandırılmasına engel teşkil etmemektedir.
Yaşar cezaevinde koğuş arkadaşlarına oraya gelene kadar başından geçenleri anlatarak yemek yiyebilecek parayı kazanmaya çalışmaktadır. Hapisanede yaşadıkça geçim ve para kazanma yollarını öğrenmekte ve uyuşturucu ticaretine varan ticari faaliyetleri sonucunda hapisten çıkana kadar bundan sonraki hayatında rahat edeceği bir birikim yapmaktadır.
III. SONUÇ
Eser bize çok partili hayat geçişin ilk yıllarını da kapsayan bir toplum manzarası sunmaktadır. Yaşanan sorunlar bizi Cumhuriyet öncesinde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında toplumsal yaşamın ve hukuk düzeninin nasıl olduğunu araştırmaya sevk etmiştir.
Türk halkı belki de yüzyıllarca Anadolu topraklarında hayatta kalma mücadelesi verdiğinden kendi taşınmazına malik olmadığından, hayatını kendi kendine yönetme, karar alma, haklar, özgürlükler, bireysellik gibi kavramlar bizim toplumumuzda bu yolda mücadeleler sonucu kazanılmamıştır. Toplum bu yönde talepkar, özgürlüğüne düşkün bir toplum olmamış, ne denirse yapan, otoriteye tabi bir toplum olmuştur. Bunun neticesinde de devletten beklentileri zayıf olmuştur. Devletin de kendini koyduğu yer ona göre belirlenmiştir. Hukuk devleti ilkesi 1961’deki Anayasa değişikliğine kadar sağlam bir yer edinememiştir. Sosyal devletten ne beklenmesi gerektiği geniş halk kitlelerince bilinmemektedir. Kast sistemi gibi kastın içinde eşitlik varsayan tuhaf bir eşitlik anlayışı bulunmaktadır. Devletin üst kademeleri o sistemin içinde ayrı bir basamakta, halk denilen kitle ayrı bir basamakta yer alır. Devletin üst kademeleri veya siyasiler temsil ilkesi gereği geniş haklara ve yüksek yaşam standartlarına sahipken halkın her zaman olduğu gibi yükümlülükleri daha çoktur ve halk durumla ilgili bir kabulleniş içerisindedir.
Eserde devlet mekanizmasının tüm kurumlarıyla iyi işlememesi, nüfus kaydı hatası ile başladıktan sonra, kurumsallığın oluşmaması, adil yargılamanın gerçekleşmemesi, sosyal devletin ve sosyal adaletin sağlanamaması gibi etkenlerle birleşerek bir insanın sefalet içinde yaşamasına, deli, sonra da suçlu muamelesi görmesine yol açmıştır. Saf ve dürüst bir insan en sonunda hapishane koşullarında uyuşturucu ticareti suçu işleyecek hale gelmiştir.
Ülkemizde Avrupa Birliğine girme çabasının hız kazandığı 90’lı yılların sonları 2000’li yıllarında başlarında halkın haklarını arttıran bir takım düzenlemeler Anayasa’ya ve mevzuata alınmıştır. Halk sahip olduğu haklar konusunda bilinçlendikçe bu hakları kullanmaya çalışmaktadır. Kişi devlet mekanizmasının kendisi için var olduğunu hissettikçe bu mekanizmayı kendi yaşam standartlarını yükseltmek için kullanacak ve pozitif statü haklarından daha fazla yararlanacaktır. Bu da toplumumuzu ileri taşıyacaktır.
KAYNAKÇA
Kitaplar
NESİN, AZİZ, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Nesin Yayıncılık A.Ş İstanbul,2019
ÖZBUDUN, ERGUN, Türk Anayasa Hukuku, Ankara,1993
Makaleler
AKYILMAZ, Gül, “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın” https://www.tarihtarih.com, Erişim Tarihi: 17.12.2019
ÇAKMAK, Fevzi, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Nüfusu Kayıt Altına Almaya Yönelik Girişimler” Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri İnkılap Tarihi Enstitüsü. ÇTTAD, VIII/18-19, (2009/Bahar-Güz), s.s.89-115 Dergipark. Erişim: www.dergipark.org.tr, 16.12.2019
Elektronik Kaynaklar
https://www.haberler.com/nufus-cuzdani-olmadigi-icin-okuyamiyor-3012832-haberi/
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/nufus-kayit-ornegini-gorunce-hayatinin-sokunu-yasadi-41023747 Erişim Tarihi: 22.12.2019
https://www.tbmm.gov.tr/kutuphane Erişim Tarihi: 17.12.2019
http://www.unicef.org.tr/ “İlköğretime Zamanında Kaydolmama: Nedenleri ve Önlenmesi için Öneriler” Erişim Tarihi: 20.12.2019
Kararlar
Yargıtay 8.HD: 2017/8798 E. 2018/12470 K. 10.05.2018 Erişim Tarihi:09.12.2019 Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı.
Anayasa Mahkemesi’nin E: 1976/1, K: 1976/28 sayılı kararı. Sinerji Mevzuat Programı.
[1] 1977 ile 2005 tarihleri arasında 17 kez, toplam 73 bin, 2005-2019 tarihleri arasında 30 kez toplam 151 bin adet,31. Basım Eylül 2019 ( 5000 adet) basılmış. ISBN 978-975-9038-47-2 Sertifika No:18231
[2] Şair, Yazar, Çevirmen. Aziz Nesin’in eski eşi. s.5.
[3] 1974 yapımı, yönetmen Ergin Orbey, Oyuncular Halit Akçatepe, Münir Özkul. Erişim Tarihi: 10.12.2019 https://puhutv.com/yasar-ne-yasar-ne-yasamaz
[4] s.8
[5] https://www.tbmm.gov.tr/kutuphane. Erişim Tarihi: 17.12.2019
[6] Osmanlı’daki evlenme yaşına bakıldığında küçük yaştaki çocukların aile büyüklerinin izni ile evlendirilebileceği anlaşılmaktadır. 1917 tarihli Hukuk-ı Aile Kararnamesi ise evlendirme alt sınırını 9 yaş olarak belirlemiş, 17 yaşını doldurmuş kızın velisinin iznine gerek olmadan evlenebileceğini düzenlemiştir. “Osmanlı Aile Hukukunda Kadın” Prof. Dr. Gül Akyılmaz https://www.tarihtarih.com, Erişim Tarihi: 17.12.2019
[7] Fevzi Çakmak, “Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Nüfusu Kayıt Altına Almaya Yönelik Girişimler” Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri İnkılap Tarihi Enstitüsü. ÇTTAD, VIII/18-19, (2009/Bahar-Güz), s.s.89-115 Dergipark. Erişim: www.dergipark.org.tr, 16.12.2019
[8] Nüfus kayıtlı olmayan 14 yaşındaki Vedat’ın ilkokuldan sonra okula devam edememesine ilişkin bir haber. https://www.haberler.com/nufus-cuzdani-olmadigi-icin-okuyamiyor-3012832-haberi/
[9] “İlköğretime Zamanında Kaydolmama: Nedenleri ve Önlenmesi için Öneriler” http://www.unicef.org.tr/ Erişim Tarihi: 20.12.2019
[10] Duyuna kalma: Alacağın devletin gelecek yıl bütçesine aktarılması.
[11] Suhulet: Kolaylık, yardım.
[12] Yargıtay 8.HD: 2017/8798 E. 2018/12470 K. 10.05.2018 Erişim Tarihi:09.12.2019 Sinerji Mevzuat ve İçtihat Programı.
[13] Prof. Dr. Ergun Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, Ankara,1993, s.89
[14] Anayasa Mahkemesi’nin E: 1976/1, K: 1976/28 sayılı kararı. Sinerji Mevzuat Programı.
[15] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/nufus-kayit-ornegini-gorunce-hayatinin-sokunu-yasadi-41023747 Erişim Tarihi: 22.12.2019
[16] Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, s.293 vd.
[17] Bilgi edinme hakkı 2001, Kamu Denetçisine başvurma hakkı 2010 değişiklikleri ile Anayasa’ya girmiştir.
1978 Kırklareli doğumluyum. 13 yıl serbest avukat olarak çalıştıktan sonra, 2013 yılında kamuda çalışmaya başladım. Kırklareli İl Özel İdaresinde Hukuk Müşaviri pozisyonunda çalışmaya devam ediyorum. Aynı zamanda arabulucu siciline de kayıtlıyım. Kırklareli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku dalında yüksek lisansa devam etmekteyim.