İş Kazalarında Zamanaşımı Başlangıcı ve Süresi (Beginning and Duration of Statute of Limitations for Work Accidents)

ÖZ

Resmi Gazete’nin 24.10.2023 tarih ve 32349 sayısında yayınlanan Anayasa Mahkemesinin Başvuru No:2019/345 ve 11.07.2023 tarihli kararına konu olan iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davasında, ilk derece mahkemesi tarafından davanın kabulüne karar verilmiş, ancak (kapatılan) Yargıtay 21 HD’si davanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle ilk derece mahkemesinin verdiği kararı bozmuş ve mahkeme bozmaya uyarak davanın reddine karar vermiştir.

Davacı tarafın başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın  36. Maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki  mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul ederek, mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir.

Uygulamada, iş kazasından doğan maddi ve manevi tazminat istemli davalarda, zamanaşımı başlangıcı ve süresi konusunda uyuşmazlıklar olmakta ve bu durum kazaya uğrayanların hak kayıplarına neden olmaktadır.

Bu çalışmada, önce zamanaşımının tanımı ve türleri, sonra haksız fiillerde zamanaşımı uygulaması incelendikten sonra, iş kazalarından kaynaklanan olaylarda zamanaşımı başlangıcı ve süresi daha ayrıntılı olarak incelenecek, daha sonra AYM kararına konu olan olayın ve kararın değerlendirilmesi yapılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Haksız Fiil, İş Kazası, Zamanaşımı, Sözleşme Zamanaşımı, Adil Yargılanma Hakkı, Mahkemeye Erişim Hakkı.

ABSTRACT

In the case of pecuniary and non pecuniary damages, arising from a work accident, which is the subject of the Consutitutional Court, Application NO:2019/345 and dated 11.07.2023, publishedin the Official Gazette dated 24.10.2023 and number 3234 , the first instance court decided to accept the case, but the 21 st circuit of the Supreme Court of Appeals (which is closed) overturned the decision of the first instance court on the grounds that the case was timebarred, and the courtcomplied with the reversal and decided to reject the case.

Upon the applicasion of the plaintiff party, the Constitutional Court accepted that the right ofaccess to the court within the scope of the right to a fair trial guaranteed in article 36 of the Constitution was violated and decided to hold a retrial to eliminate the consequences of the violation of the right of access to the court.

In practice, in cases seeking material and moral compensation arising from work accident, there are disputes regarding the beginning and duration of the statute of limitations, and this causes loss of rights of those who suffered from the accident.

In this study, after examining the defination and types of statute of limitations, the application of statute of limitation in torts, the beginning and duration of statute of limitations in events resulting from work accidents will be examined in more detail, and then the event and decision subject to the Constitional Court decision will be evaluated.

Key Words: Tort, Work Accident, Limitation, Contract Limitation, Right Of Fair Trial, Right Of Access To Court.

I-ZAMANAŞIMI

1-Tanımı

Zamanaşımı, belirli bir sürenin geçmesi ile bir hakkı kazandıran ya da  istenemez hale getiren süreye denir. Aşağıda görüleceği gibi, hak kazandıran süreye kazandırıcı zamanaşımı ve hakkın istenmesini engelleyen süreye düşürücü zamanaşımı denilir. Düşürücü zamanaşımı hakkı ya da alacağı ortadan kaldırmaz, sadece onun dava edilmesini engeller. Örneğin, işçinin hak kazandığı kıdem ve ihbar tazminatlarının doğumu tarihlerinden itibaren beş yıl içinde dava yolu ile istenmesi gerekir (4857 s.lı İş K.nu Ek M.3). Bu süre içinde dava açılmadığı taktirde bu tazminatlar istenemez hale gelirler. Ancak, borç ortadan kalkmadığı için bu süreden sonra dava açılsa bile, borçlu tarafından zamanaşımının varlığı def’i olarak ileri sürülmezse mahkeme davanın kabulüne karar verebilir,  ya da borçlu tarafından her zaman ödeme yapılabilir.

2-Zamanaşımı Türleri

2.1-Kazandırıcı Zamanaşımı

Kanunda tayin edilen sürenin geçmesi ile bir hakkı kazandıran süreye kazandırıcı zamanaşımı denir. Örneğin, Türk Medeni Kanunu’nun 712 ve 713’üncü maddelerinde düzenlenen zamanaşımı süreleri kazandırıcı zamanaşımı süreleridir. Bu maddelere göre olağan ve olağanüstü olmak üzere iki türlü kazandırıcı zamanaşımı vardır.

2.1.1-Olağan Kazandırıcı Zamanaşımı

TMK’nın 712’inci maddesinde, geçerli bir hukuki neden olmaksızın tapu kütüğüne malik olarak yazılan kişinin, taşınmaz üzerindeki zilyetliğini davasız ve aralıksız olarak on yıl iyiniyetle sürdürmesi durumunda o taşınmazın mülkiyet hakkını kazanacağı, öngörülmüştür.

2.1.2-Olağanüstü Kazandırıcı Zamanaşımı

TMK’nın 713’üncü maddesinde, tapu kütüğüne kayıtlı olmayan bir taşınmazı davasız ve aralıksız olarak yirmi yıl süreyle ve malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduran kişinin, o taşınmazın tamamı, bir parçası ya da bir payı üzerinde mülkiyet hakkını kazanacağı öngörülmüştür.

2.2-Düşürücü Zamanaşımı

Bu zamanaşımı türünde, yukarıda da belirttiğimiz gibi kanunda tayin edilen sürenin geçmesi ile hak istenemez hale geldiğinden, yani hakkın istenmesi düştüğünden buna düşürücü zamanaşımı denilmektedir. Kısa zamanaşımı, uzun zamanaşımı ve uzamış zamanaşımı olmak üzere üç türlü düşürücü zamanaşımı vardır. Bunlar,  aşağıda “Haksız Fiillerde Zamanaşımı” bölümünde ayrıntılı olarak incelenecektir.

3-Zamanaşımı Ve Hak Düşürücü Süre Ayırımı

Aslında hak düşürücü süre de zamanaşımı türleri arasında sayılabilir. Ancak, özellikleri çok farklı olduğundan ayrı bir başlık altında anlatılması uygun görülmüştür.

Yukarda belirtildiği gibi, zamanaşımı hakkı ortadan kaldırmaz, sadece istenmesini engeller. Zamanaşımını varlığı ileri sürülmedikçe hakim kendiliğinden dikkate alamaz (TBK m.161). Hatta hatırlatmada bile bulunamaz. Görülen bir alacak davasında eğer ilgili taraf zamanaşımı def’ini ileri sürmezse, hakim alacağın tahsiline karar verir. TBK m.153’de sayılan durumlarda zamanaşımı işlemeye başlamaz, başlamışsa durur. TBK m.154’de sayılan durumlarda ise, zamanaşımı kesilir.

Hakkı tamamen ortadan kaldıran süreye hak düşürücü süre denir. Hak düşürücü sürenin geçmesiyle o hak tamamen ortadan kalkar yani yok olur ve bir daha istenemez. Hakim bu süreyi yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alır ve varlığının anlaşılması durumunda dava reddedilir. Taraflar da, yine yargılamanın her aşamasında hak düşürücü sürenin varlığını mahkemeye hatırlatabilirler. Hak düşürücü sürenin kesilmesi ve durması söz konusu değildir. Bu süreye en güncel örnek olarak 5510 S.lı SSGSS Kanunu’nun 86/9 maddesinde yer alan  hizmet tespit davalarında uygulanan beş yıllık süreyi gösterebiliriz. Bu maddede, SGK’ya bildirilmeyen çalışma sürelerinin tespitinin, hizmetin geçtiği yılın sonundan başlamak üzere beş yıl içinde istenebileceği öngörülmüştür. Bu süre geçtikten sonra böyle bir istek de bulunma olasılığı kesinlikle yoktur.

II-HAKSIZ FİİLLERDE ZAMANAŞIMI

Haksız fiillerde zamanaşımı Türk Borçlar Kanunu’nun 72’inci maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede:

Tazminat istemi, Zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.

Denilmiştir.

Karayolları trafik Kanunu’nun 109’uncu maddesinde de, motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin taleplerin, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak  on yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı,  ve zarar cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüşse bu sürenin maddi tazminat istekleri için de geçerli olacağı belirtilmiştir.

Her iki madde metninden anlaşıldığı gibi, üç türlü zamanaşımı süresi vardır. Bunlar; kısa zamanaşımı, uzun zamanaşımı ve uzamış zamanaşımı olarak adlandırılmaktadır. Bunlara düşürücü zamanaşımı denildiğini biraz yukarıda belirtmiştik.

1-Kısa Zamanaşımı

Bu süre iki yıl olup başlangıcı zararın ve tazminat yükümlüsünün öğrenildiği tarihtir. Ancak, zamanaşımının başlaması için bu iki unsurun da öğrenilmesi gerektiğinden bunlardan hangisi daha sonra öğrenilmişse yani, bu iki unsur hangi tarihte bir araya gelmişse zamanaşımı o tarihte başlayacaktır. Örneğin, ölümlü bir trafik kazasında ölen kişiden destek alanların zararları ölüm anında gerçekleşmiştir. Fakat, kazaya neden olan kişi belli değilse iki yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamayacaktır. Eğer kazaya neden olanın kim olduğu kaza yani ölüm tarihinden üç yıl sonra öğrenilmişse iki yıllık zamanaşımı süresi bu tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.

2-Uzun Zamanaşımı

Bu süre 10 yıl olup haksız fiilin işlendiği tarihten itibaren başlayacaktır.  Gerek zarar ve gerekse haksız fiile neden olanın (failin) 10 yılı geçtikten sonra öğrenilmesi durumunda artık dava açılamayacaktır.  Ancak, bu kuralın çok katı uygulanması durumunda zarar görenlerin hak kaybına uğrayacakları açıktır. Bu nedenle, zarar görenin elinde olmayan nedenlerden dolayı zarar vereni ve zararı 10 yıl içinde öğrenememesi ancak 10 yıllık sürenin geçmesinden sonra öğrendiğinde iki yıllık süre içinde dava açma hakkı tanınmalıdır. Bazı olaylar sonucunda zarar görenin tedavisi çok uzun sürmekte hatta birkaç kez ameliyat edilmesine rağmen 10 yıllık süre ve hatta daha uzun olan ceza zamanaşımı süresi içinde bile maluliyeti tespit edilememektedir. İnsan yaşamı ve sağlığına önem verildiği günümüzde böyle durumlarda  zarar görenlerin haklarının korunması gerekmektedir. Her ne kadar Yargıtay kararları ile zarar görenler lehine uygulama yapılsa da, aslında 72’inci maddede değişiklik yapılarak, zarar görenlerin elinde olmayan nedenlerden dolayı uzun ve uzamış zamanaşımı sürelerinin geçmesi durumlarında 2 yıllık sürenin fail ve zararın öğrenilmesi ile başlayacağı sağlanmalıdır. Nitekim Yargıtay H.G.K.’lu da aşağıdaki kararında bizim bu görüşümüze uygun hüküm vermiştir:

Ne var ki somut olayda da olduğu gibi haksız fiil tarihine göre ceza zamanaşımı geçmiş olsa bile, davacının zararını tam anlamıyla öğrenmemesi söz konusu olabilir. (…) Buna göre davacının “zarara ıttıla “ diğer bir deyimle “zararı öğrenme” tarihinin Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinin maluliyet oranına ilişkin raporunun düzenlendiği 31.01.1997 tarihi olduğunu kabul etmek ve buna göre zamanaşımı süresini hesaplamak gerekir.[1]

3-Uzamış Zamanaşımı

Bu zamanaşımı türü TBK’nın 72’inci maddesinin son cümlesinde belirtilmiştir. Eğer, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa bu zamanaşımı uygulanacaktır. Maddede ceza kanunları denildiğinden, sadece TCK’nu değil işlenen fiile göre başka özel kanunlardaki suçlar söz konusu olduğunda da o kanunlardaki zamanaşımı süresi uygulanacaktır. Başlangıcı, haksız fiilin işlendiği tarihtir. Uzun zamanaşımının uygulanması için ceza davasının açılıp açılmamasının ya da haksız fiil işleyenin cezalandırılıp cezalandırılmamasının önemi yoktur. Tazminat davasına bakan hakimin bu konuyu araştırmasına da gerek yoktur. Aşağıdaki Yargıtay H.G.K.’lu kararında bu konu ayrıntılı şekilde açıklanmıştır:

Tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için fail hakkında ceza davasının açılmış veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli değildir; sadece cezalandırılması kabil bir eylemin işlenmiş olması, bir diğer söyleyişle, haksız fiilin suç niteliğini taşıması yeterlidir. Bununla beraber hukuk hakimi, ceza tertibine ilişkin olarak ceza hakimince verilen ve suçun işlendiğini ya da işlenmediğini kesinlikle tespit eden bir hüküm varsa, bununla bağlıdır (BK m.53).

Ancak ceza hakimi eylemin suç olup olmadığı üzerinde durmaksızın delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı vermiş olursa, hukuk hakimi bununla bağlı olmayarak, haksız eylemin suç niteliği taşıyıp taşımadığını araştırır. Bunun gibi ortada böyle bir hükmün bulunmaması halinde de hukuk hakimi, cezai sorumluluğu gerektiren bir eylemin işlenmiş olup olmadığını serbestçe inceleyip takdir eder ve olaya uygulanacak zamanaşımını belirler.

Bundan başka, işlenen eylemin, kovuşturulması şikayete bağlı bir suç teşkil edip etmemesi de önemli değildir. Zira bu yön, ceza davasının açılabilmesinin bir şartıdır. Bu bakımdan şikayet süresinin (mülga TCK m.108) geçirilmesinden ötürü, ceza davasının açılamamış olması bu davaya ilişkin  zamanaşımı süresinin, tazminat davasına uygulanmasına engel değildir  (Hukuk Genel Kurulu’nun 03.06.1953 gün ve E:4/71, K:77 sayılı ilamı).

(…) Tazminat davalarında uygulanacak ceza davası zamanaşımı süreleri, eyleme kişileştirme sonucu verilen ceza miktarına göre değil, eylemin uyduğu maddede öngörülen cezanın yukarı haddine göre belirlenecektir.

Daha açık bir anlatımla, hukuk mahkemelerinde açılacak tazminat davalarına uygulanacak ceza davası zamanaşımı süreleri, mahkemece ağırlatıcı veya hafifletici nedenler dikkate alınarak hükmedilen (kişisel) ceza sürelerine göre değil, mülga 765 sayılı TCK m.102’de (5237 sayılı yeni TCK m 66’da) ayrı ayrı gösterilen üst (tavan) süreleri üzerinden hesaplanacaktır.[2]

Bu konuda özellikle şunu yine belirtelim ki, uygulanacak zamanaşımı süresi sanığa verilen ceza süresi değil, TCK’nın 66’ıncı maddesinde belirtilen cezanın üst sınırıdır. Daha açık deyimle, üst sınırı 15 yıl olan bir suça mahkeme tarafından gerekli indirimler uygulandıktan sonra 8 yıl ceza verildiğinde, tazminat davasında zamanaşımı süresi olarak bu süre değil, üst sınır olan 15 yıllık süre uygulanacaktır.

Burada önemli gördüğümüz bir konu üzerinde durmak istiyoruz. Eski Ceza Kanunu’nun 104 ve Türk Ceza Kanunu’nun 67’inci maddelerinde belirtilen artırımlı yani ek ceza zamanaşımı sürelerinin hukuk davalarında da uygulanıp uygulanmayacağıdır. Yargıtay 4 HD’nin eski bir kararında, bu sürenin özel hukuk davalarında uygulama olanağı olmadığına, (kapatılan) Yargıtay 21 HD’si ise daha yeni bir kararında ek sürenin de uygulanacağına karar vermiştir.[3] Ancak, günümüzde sık sık dile getirilen insan yaşamı ve sağlığının kutsallığı göz önüne alındığında, ek ceza zamanaşımı sürelerinin  hukuk davalarında da uygulanması gerektiği görüşündeyiz.

4-Zamanaşımı Başlangıcı

TBK’ nın 72’inci maddesinde haksız fillerden doğan tazminat istemlerinde zamanaşımının:

Zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren,

Başlayacağı açık olarak ifade edilmiştir.

Gerek haksız fiillerde ve gereke iş kazalarında genel olarak tazminat yükümlüsü (fail) bellidir. Ancak, zararın öğrenildiği tarih konusunda zaman zaman değişik görüşler ileri sürülmektedir. Bu bakımdan konu, öğreti görüşleri ve Yargıtay görüşleri dikkate alınarak incelenecektir.

4.1-Zararın Öğrenilmesi

Zararın öğrenilmiş kabul edilmesi için, zarar görenin zararın varlığını öğrenmesi yeterlidir. Zararın kapsamını ya da miktarını öğrenmesine gerek yoktur.  Çünkü zararın gerçek miktarı genel olarak uzman kişiler tarafından tespit ve hesap edilmektedir. Özellikle haksız fiil, iş kazaları ve meslek hastalıklarından kaynaklanan beden gücü kayıplarından ya da ölümden dolayı açılan maddi tazminat davalarında zarar miktarı, hüküm tarihine en yakın veriler esas alınarak hesaplanmaktadır.

Aşağıda açıklanacağı gibi zararın varlığının öğrenilme tarihi, haksız fiil sonucu ölüm ya da beden gücünde eksilme durumlarına göre değişmektedir.

4.1.1-Ölüm Meydana Gelmişse

Haksız fiil sonucunda ölüm meydana gelmişse, ölen kişiden destek alanlar destekten yoksun kaldıklarını ölüm anından itibaren öğrenmiş olmaktadırlar. Daha açık bir deyimle, ölüm anından itibaren destekten yoksun kaldıklarını ve bu yüzden zarara uğradıklarını bilebilecek durumdadırlar. Bu durumda zarar kaza tarihinde öğrenilmiş demektir. Eğer ölüm haksız fiil tarihinden bir süre sonra yani tedavi devam ederken meydana gelmişse zarar kaza tarihinden sonra fakat yine ölüm tarihinde öğrenilmiş kabul edilecektir.   Zamanaşımı da bu tarihten  yani yine ölümün gerçekleştiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Kazaya uğrayan ölmeden önce maddi ve manevi tazminat davası açmışsa, mirasçılar bu davayı mirasçılık sıfatı ile devam ettirebilirler. Ancak, tazminatın paylaştırılması miras paylarına göre yapılacaktır. Örneğin, ölenin eşi ve bir çocuğu varsa Türk Medeni Kanunu’nun 499’uncu maddesine göre, tazminatın 1/4’ü eş payı ve 3/4’ü ise çocuğun payıdır. Diyelim ki, tazminat tutarı 20.000.00 TL. ise, bunun 1/4’ü yani 5.000.00 TL. si eş payı ve geri kalan 15.000.00 TL.si ise çocuk payı olacaktır.

Ölümden dolayı açılacak destekten yoksun kalma zararlarının istemi davası ise aynı kişiler tarafından destek alan sıfatı ile açılacaktır. Bu durumda eşin destek payı daha yüksek ve çocuğun destek payı ise daha düşük olacaktır. Destek alan eş ve bir çocuk olduğu durumlarda genel olarak pay oranları eş %40  ve çocuk %20 kabul edilmektedir. Görüldüğü gibi bu durumda eşin payına düşen miktar daha fazla olmaktadır.

4.1.2-Maluliyet (Beden Gücünde Azalma) Durumunda

Haksız fiil sonucu yaralanma durumunda  zarar, zarar görenin tedavisi sonucunda düzenlenecek hekim raporuyla beden gücündeki azalmanın yani maluliyet derecesinin kesin olarak belirlendiği tarihte öğrenilmiş olacaktır. Kaza tarihinde maluliyet derecesi aynı anda tespit edilemeyeceğinden zarar görüp görmediği henüz belli değildir. Tedavi sonunda belki de tamamen iyileşecektir. Bu bakımdan, beden gücündeki azalma ne zaman kesin olarak belli olmuşsa zarar da o tarihte öğrenilmiş sayılacaktır. Tazminat sorumlusu da yani zarar veren kişi de belli ise bu konuda maddi ve manevi tazminat istemli bir dava açmaya yarayacak bilgiler elde edilmiş demektir. Zararın miktarının  bilinmesine gerek yoktur. Çünkü, zararın gerçek miktarı yargılama aşamasında taraf kusurlarının tespiti ve zarardan gerekli indirimlerin yapılmasından sonra belirlenecektir. Bilirkişi raporlarının geç düzenlenmesi zamanaşımının işlemesini engellemeyecektir. [4]

Kazaya uğrayanın maluliyet yani beden gücündeki azalma derecesi, tedavinin sona erip   bu konudaki sağlık raporunun düzenlendiği tarihte belli olmaktadır. Tedavinin devam etmesi, öğretide ve Yargıtay kararlarında “değişen ve gelişen durum” olarak ifade edilmektedir. “Gelişen ve değişen durum” demek; olay tarihi ile tedavinin kesin olarak sona erdiği tarih arasında geçen süre yani kısaca tedavi süresi demektir. Örneğin, maluliyet derecesinin kaza tarihinden dokuz ay sonra kesin olarak tespit edilmesi durumunda “değişen ve gelişen durum” dokuz ay devam etmiş demektir.

Bu konuyu, öğreti ve Yargıtay görüşlerinden  örnekler  vererek açıklığa kavuşturmak daha yararlı olacaktır.

4.1.2.1-Öğreti Görüşleri

Von Tuhr:

Zararın öğrenilmesi, prensip olarak, zararın kapsamıyla değil, varlığı ile ilgilidir.[5]

Oğuzman, Öz:

Zararın öğrenilmiş sayılması için, varlığını, niteliğini ve temel unsurlarını belirleyecek bilgilerin dava açacak derecede öğrenilmiş olması gerekir. Tazminatın hesabına yarayacak bütün ayrıntıların bilinmesi aranmaz. Zararın miktarını kat’i olarak bilmek gerekli değildir [6]

Tekinay, Alpman, Burcuoğlu, Altop:

Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında, bir dava açmaya ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Tazminatın hesabına yarayacak bütün ayrıntıların bilinmesi aranmaz. Eğer zararın genişliğini tayin edecek olan husus gelişmekte olan bir durum ise, zamanaşımı bu gelişme sona ermedikçe işlemeye başlamaz. [7]

4.1.2.2-Yargıtay Görüşleri

Özellikle, vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşmaktadır. Zararın mahiyet ve şümulü anlaşılmadan mutlaka haksız eylem tarihinden itibaren dava açılması gerektiği yolundaki bir görüş, Borçlar Kanunu’nun 60. Maddesinin [TBK m.146] zararı öğrenme kavramına uygun düşmez.

Nitekim, İsviçre Federal Mahkemesi kararları ve öğretide, vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zararlarda zamanaşımı süresinin ancak kesin teşhisten, özellikle sürekli sakatlığa ilişkin kesin raporun öğrenilmesinden sonra işlemeye başlayacağı kabul edilmektedir.[8]

Yargıtay H.G.K.’lu 06.10.1994 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu, kazaya uğrayan tarafından açılan davada:

Önemle belirtilmelidir ki, burada sözü edilen “gelişen durum” kavramı, uygulamada çoğu kez yanlış anlaşıldığı şekilde, doğan zararın kapsamının zarar görence tam olarak öğrenilmesinin herhangi bir nedenle geciktiği (Örneğin, buna ilişkin bilirkişi raporunun geç alındığı) durumlara ilişkin olan, böylesi bir durumu ifade eden bir kavram değildir. Eş söyleyişle, gelişen durum kavramı, salt zarar doğuran işlem ya da eylemin sonuçlarının gelişmesini ve bu nedenle zarar görenin bu konularda bilgi sahibi olabilmesinin zorunlu olarak bu gelişmenin tamamlanacağı ana kadar gecikmesini ifade eder. Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde; davacının trafik kazasına bağlı yaralanmanın nihai sonucunu Adli Tıp Kurumunun 26.04.2000 tarihli raporundan öğrendiği ve bu tarih esas alındığında; 06.10.2000 tarihinde açılan ek davanın süresinde açıldığının kabulü gerekir.[9]

Hükmünü vermiştir.

Yargıtay H.G.K.:

Zararın varlığını öğrenme koşulu, öncelikle zararın gerçekleşmiş olmasını gerektirir. Henüz gerçekleşmemiş bir zararın herkes gibi, o zararın tazminini isteyebilecek olan alacaklı (zarar gören) tarafından da öğrenilmesi mümkün değildir. Başka bir ifadeyle hukuka aykırı fiil işlenmesine rağmen , onun doğuracağı zarar henüz ortaya çıkmamış, zararın ortaya çıkması için, fiil tarihinden sonra bir takım etkenlerin gerçekleşmesi veya belli bir zaman geçmesi gerekiyor ise, doğal olarak zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması da mümkün olmayacaktır.[10]

Yargıtay H.G.K.:

Davacının maluliyet oranının kesin olarak belirlenmesine kadar olan süreçte kaza nedeniyle oluşan zararın kapsam ve niteliğini kesin olarak öğrenemediği kabul edilmelidir. Zira maluliyet (…) maddi tazminatın sınırlarının saptanması için gerekli olup bu oranı bilmeden davacıdan talep edebileceği maddi tazminatın miktarını belirlemesi beklenemez. Bu nedenle maluliyet oranının tespitine ilişkin kararın onanarak kesinleştiği 03.12.2013 tarihinde zararın kesin şekilde belli olduğu kabul edilmeli, talebin zamanaşımına uğrayıp uğramadığı bu tarih esas alınarak değerlendirilmelidir. Hal böyle olunca 26.05.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile talep edilen maddi tazminat yönünden zamanaşımı gerçekleşmediğinden aksi yöndeki özel daire bozma kararı yerinde değildir.[11]

III-İŞ KAZALARINDA ZAMANAŞIMI

  1-Zamanaşımı Süresi

  1.1-Kısa Zamanaşımı

İşçi ve işveren arasında iş sözleşmesi olduğundan ve iş kazası ya da meslek hastalığı sonucu işçinin ölmesi ya da yaralanması, işverenin iş sözleşmesine aykırı davranışı nedeniyle oluştuğundan, iş kazalarından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat alacaklarında TBK’nın 146’ıncı maddesindeki 10 yıllık sözleşme zamanaşımı uygulanacaktır. Dolayısı ile iş kazasından kaynaklı bu tür davalarda kısa zamanaşımı uygulanmaz. TBK m.417/2-3’de işverenin:

İşveren, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurma; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.

Kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini, sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabidir.

Denildiğinden, iş kazasından kaynaklanan tazminat istemli davalara sözleşme zamanaşımı süresi uygulanacak ve aşağıdaki Yargıtay H.G.K. kararında belirtildiği gibi bu süre 10 yıldır:

İşçi ile tazminat sorumlusu işveren arasında hizmet akdi ilişkisi vardır. Davalı işveren İşçi Sağlığı ve güvenliğine ilişkin mevzuata aykırı hareketi ile davacı işçinin yaralanmasına neden olmuştur. Bu davranışlar mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 332/1 [TBK m.417] maddesinde belirtilen akde aykırı durumları oluşturur. BK’nun 125. [TBK m.146] maddesindeki  on yıllık akdi zamanaşımına tabidir.[12]

1.2-Uzun Zamanaşımı

Biraz önce belirtildiği gibi, iş kazası işçi ve işveren arasındaki iş sözleşmesine aykırılık oluşturduğundan 10 yıllık sözleşme zamanaşımına tabidir. İş kazalarında kazaya neden olan (fail) genel olarak işveren olduğundan bellidir. Haksız fiillerde olduğu gibi, iş kazalarında da zamanaşımının işlemeye başlayabilmesi için zararın öğrenilmesi gerekmektedir. İş kazası SGK’yı da yakından ilgilendirdiğinden zararın öğrenilmesi hem zarar gören ve hem de SGK açısından incelenecektir.

1.2.1-Zarar Gören Tarafından Zararın Öğrenilmesi

Sözleşmeden kaynaklanan sorumluluk durumlarında TBK’nın 146’ıncı maddesinde belirtilen 10 yıllık zamanaşımının uygulanacağı konusunda belirsizlik ve tartışma yoktur. Ayrıca, gerek 146’ıncı ve gerekse 147’inci maddede, tazminat isteminin, tazminat yükümlüsünün öğrenilmesinden ve herhâlde kazanın meydana geldiği tarihten sonra  10 yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrayacağını belirten bir sınırlama da yoktur. Bu bakımdan,  aşağıdaki Yargıtay H.G.K. kararında da açıklandığı gibi, 10 yıllık sözleşme zamanaşımı süresi olay tarihinden değil, zararın öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır:

Davacı şirket ile davalı arasında zarara neden olan tarih itibariyle iş ilişkisi mevcut olup, dava iş sözleşmesine aykırı davranışa dayanmaktadır. Davalının sorumluluğunun sözleşmeye dayanması nedeniyle BK’nun 125. maddesindeki [TBK m.146]  on (10) yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir. Davacı şirket bir tüzel kişi olması nedeniyle, söz konusu müfettiş raporunun dava açmaya yetkili olan genel müdüre 08.11.2000 tarihinde sunulmasıyla şirketin zarar ve faili bu tarihte öğrendiğinin ve zamanaşımı süresinin de bu tarihte başladığının kabulü gerekir.[13]

Tekrarlayacak olursak, iş kazasından doğan maddi ve manevi zararların istenebilmesi için, tazminat alacaklısı tarafından, zarara neden olanın ve ayrıca zararın öğrenilmesi gerekmektedir. Bu iki unsurdan hangisi daha sonra gerçekleşmişse zamanaşımı da o tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Öğretide ve uygulamada kabul edildiği gibi, zararın öğrenilmesi demek, zararın varlığı ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve bu davanın gerekçelerini göstermeye elverişli tüm hal ve durumların öğrenilmesi demektir. Yoksa, zararın tam miktarının hesaplanıp öğrenilmesi demek değildir. İş kazasında sakatlanan bir işçinin en azından iş gücü kayıp derecesini (maluliyet derecesi)  öğrenmesi gerekir ki, zararın miktarı hesaplanabilsin. Örneğin, iş kazası meydana gelmiş, kazadan sorumlu olanlar yani zarar verenler (işveren) belli olduğu halde, kazaya uğrayanın tedavisi devam etmekte ise, maluliyet yani iş gücü kaybı derecesi (beden gücündeki azalma) henüz belli olmadığından zarar öğrenilmemiş olacak ve dolayısı ile, zamanaşımı da işlemeye başlamayacaktır. Böyle olunca zamanaşımı başlangıcı, beden gücündeki azalmanın kesin olarak belli olduğu  tarihtir. Nitekim, aşağıdaki Yargıtay H.G.K.’lu kararında, 2000 yılında meydana gelen iş kazasında davacının sürekli iş göremezlik derecesi 21 Ağustos 2008 tarihinde kesin olarak tespit edildiğinden, zamanaşımının bu tarihten itibaren başlayacağına hükmedilmiştir:

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının 22.11.2000 tarihinde açtığı eldeki davada, Sosyal Sigortalar Kurumu Sağlık ve Maluliyet İşleri Daire Başkanlığı tarafından 30.11.2001 tarihinde sürekli iş göremezlik oranının %0 olarak tespit edildiğini öğrenmiştir. Davacı vekilinin 06.02.2002 tarihinde müvekkilinin sağ kolunun tamamen kullanılamaz hale geldiği belirtilerek sürekli iş göremezlik oranının yeniden belirlenmesi için itiraz edilmesi üzerine, Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulunun 18.03.2003 tarihli raporu ile sigortalının geçirmiş olduğu iş kazası nedeniyle maluliyet gerekmediğine karar verilmiştir. Davacının beden gücü kayıp oranının tartışmalı bulunması ve 23.11.2003 tarihinde açılan sürekli iş göremezlik oranının tespiti istemi ile  dava edilmesi üzerine sorunun çözümü için Adli Tıp Kurumundan görüş sorulmuş ve Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesinin 29 Ağustos 2007 tarihli raporu ile davacının sürekli iş göremezlik oranının %15.2 olduğu tespit edilmiştir. İtiraz üzerine Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’nun 21 Ağustos 2008 tarihli kararı ile davacının sürekli iş göremezlik oranı %11.2 olarak son ve kesin olarak saptanmıştır. İşte davacı ortaya çıkan bu yeni ve kesin olguya dayalı olarak zamanaşımını kesmek amacıyla istemde bulunduğuna göre davanın zamanaşımına uğradığını kabul etmek mümkün değildir.[14]

(Kapatılan) Yargıtay 21.H.D.’nin aşağıdaki kararında da aynı husus belirtilmiştir:

Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı  failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir.[15]

  Bu duruma göre, iş kazasında ölüm meydana gelmişse zarar bu tarihte öğrenilmiş, beden gücünde azalma yani maluliyet oluşmuşsa maluliyetin kesinleştiği tarihte öğrenilmiş kabul edilecektir.

  1.2.2-Sosyal Güvenlik Kurumu Uygulamasında Zararın Öğrenilmesi

İş kazası meydana geldiğinde, ilk başvurulacak ve bu konuda ilk karar verecek makam SGK dır. SGK’nın, olayın iş kazası olduğuna veya olmadığına dair kararlarına ilgililer itiraz edebilirler. Böyle bir olayın SGK’ya bildirilmesi durumunda, görevlendirilen müfettiş ya da kontrol elemanları tarafından önce olayın iş kazası olup olmadığı araştırılmakta, iş kazası olduğu tespit edildiğinde gerek tedavi ve gerekse maddi yardımlar Kurum tarafından karşılanmaktadır. Kazaya uğrayana tedavi süresinde geçici iş göremezlik ödeneği ödenmekte ve eğer beden gücündeki azalma oranı %10 ve daha yüksek ise sürekli iş göremezlik geliri bağlanmaktadır. Ölüm durumunda ise, hak sahiplerine gelir bağlanmakta, ayrıca cenaze yardımı ve evlenme yardımı da yapılmaktadır. Bu konular 5510 sayılı kanunda çok ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir.

İş kazasından ve meslek hastalığından kaynaklanan olaylarda asıl olan kazaya uğrayanların zararlarının SGK tarafından karşılanmasıdır. Ayrıca, böyle olaylardan doğan tazminat istemlerinde zararın SGK tarafından karşılanmayan  kısmı istenebilmektedir. Dolayısı ile, kazaya uğrayanın maluliyet derecesi bilinmedikçe SGK tarafından sürekli iş göremezlik geliri bağlanamayacağından, karşılanmayan zararın miktarı da  bilinemeyecek ve istenemeyecektir. SGK, ölüm durumunda hak sahiplerine ölüm tarihini takip eden aybaşından itibaren aylık gelir, maluliyet durumunda ise kazaya uğrayana maluliyetin kesinleştiği tarihi takip eden aybaşından itibaren sürekli iş göremezlik geliri bağlamaktadır. Tazminat davasında, bağlanan bu gelirlerin ilk peşin sermaye değerleri hesaplanan tazminat miktarından düşüldükten sonra kalan miktar olursa, bu miktar zarar görenlere ödenmektedir. SGK’nın bağladığı bu gelirlerin ilk peşin değerlerinin zarara neden olanlardan istenmesinde zamanaşımı süresi 10 yıl olup (5510 s.lı K.nun, m.93) başlangıç tarihi de maluliyetin kesinleştiği tarihten sonra gelir bağlama kararının  onay tarihidir. Gelir bağlanabilmesi için süre sınırlaması da yoktur. Diyelim ki; kaza tarihinden itibaren başlayan tedavi 15 yıl devam edip bu süre sonunda maluliyet derecesi kesinleştiğinde gerek SGK ve gerekse kazaya uğrayan tarafından zarar bu tarihte öğrenildiğinden, sürekli iş göremezlik geliri bağlanacaktır. Bu açıklamalardan da anlaşıldığı gibi,  iş kazalarında 10 yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için kazaya uğrayanın maluliyet derecesinin kesin olarak tespit edilmesi gerekmektedir.

  1.3-Uzamış Zamanaşımı

Tazminat istemi, ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımını öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa bu zamanaşımı süresinin uygulanacağı TBK m.72’de belirtilmiştir. Buna uzamış zamanaşımı denildiği yukarıda anlatılmış ve gerekli açıklama yapılmıştır. İş kazalarından kaynaklanan tazminat istemlerinde de koşulları varsa bu zamanaşımı süresi uygulanacaktır. Aşağıdaki Yargıtay kararında bu zamanaşımının nasıl uygulanacağı daha belirgin şekilde açıklanmıştır:

Somut olayda zararlandırıcı sigorta hadisesinin aynı zamanda olay tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nun 89.maddesinde belirtilen “Taksirle Yaralama “ suçunu oluşturduğu ve aynı Kanunun 66/1-e ve 67/4 maddelerinde belirtilen uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerekeceği, bu uzamış zamanaşımı süresinin ise kesilmelerle birlikte 8+4= 12 yıl olduğu, buna göre ıslah tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin henüz dolmadığı açıktır. [16]

Haksız filler bölümünde de değinildiği gibi, bu kararda belirtilen zamanaşımı süresi ek yani artırımlı süredir. Kanunda artırımlı sürenin hukuk davalarında uygulanmayacağına dair hüküm yoktur. İnsan sağlığı ve yaşamı konusunda çok kısıtlayıcı olunmaması ve bu konulardaki hak kayıplarının önlenmesi bakımından, yukarıdaki Yargıtay kararında belirtildiği gibi, artırımlı uzamış zamanaşımı süresinin hukuk davalarında da uygulanması gerektiği görüşünde olduğumuzu tekrar belirtiyoruz.

  2-Zamanaşımı Başlangıcı

  2.1-Ölüm meydana gelmişse

  Haksız fiillerde olduğu gibi, iş kazalarında da ölümün meydana geldiği tarihte, destek alanların zararı gerçekleşmiş ve dolayısıyla zararı öğrenmiş olacaklarından 10 yıllık zamanaşımı da ölüm tarihinden itibaren başlayacaktır. Eğer ölüm hemen kaza anında gerçekleşmişse zamanaşımı kaza tarihinde, kaza tarihinden sonra tedavi devam ederken gerçekleşmişse ölümün gerçekleştiği tarihte başlayacaktır. Örneğin; 10.02.2022 tarihinde meydana gelen iş kazasında kazaya uğrayan aynı gün ölmüşse 10 yıllık zamanaşımı 10.02.2022 tarihinde başlayacaktır. Eğer ölüm hemen oluşmamış ve tedavi devam etmekte iken diyelim ki 1.5 yıl kadar sonra 10.07.2023 tarihinde ölmüşse, 10 yıllık zamanaşımı da bu  tarihten itibaren  başlayacaktır.

2.2-Maluliyet yani Beden Gücünde azalma  meydana gelmişse

İş kazası sonucu kazaya uğrayan yaralanmış ve bunun sonucunda beden gücünde azalma yani maluliyet oluşmuşsa, 10 yıllık zamanaşımı tedavi sonunda maluliyet derecesinin kesin olarak tespit edildiği tarihte başlayacaktır. Çünkü zarar bu tarihte kesin olarak ortaya çıkmış ve öğrenilmiştir. Maluliyet derecesi zararın hesaplanmasının en önemli unsurlarından biridir. Bu unsur belli olmadıkça zararın miktarı da hesaplanamayacaktır. Örneğin, 05.03.2021 tarihinde meydana gelen iş kazasında yaralanan kişinin tedavisi 8 ay devam etmiş ve bu süre sonunda maluliyet derecesi kesin olarak %20 olarak tespit edilmişse, 10 yıllık zamanaşımı da kaza tarihinden değil, tedavinin sona erdiği tarihten itibaren başlayacaktır.                        Beden gücündeki azalmanın derecesi, değişik aşamalardan sonra tespit edildiğinde zamanaşımı başlangıcı da değişik olacağından bu durumları ayrı ayrı incelemekte yarar görüyoruz. Bu hususlar SGK tarafından yetkilendirilen sağlık kuruluşları tarafından düzenlenen raporlarda ya da “iş gücü kaybı (meslekte kazanma gücündeki azalma) formu” nda  belirtilmektedir.

2.2.1-İş başı yapabilir kaydı varsa

İş kazası sonucu yaralanmanın daha düşük düzeyde olması durumunda genel olarak ayakta tedavi yapılmaktadır. Böyle durumlarda işçinin çalışması tedavisini engellemeyeceğinden, tedavi bir süre devam ettikten sonra fakat henüz gerçek maluliyet derecesi belli olmadan işçinin belirtilen rapor süresinden sonra iş başı yapabileceği tarih belirtilmektedir. Ancak, tedavisi sonlanmadığından ve maluliyet derecesi de kesin olarak belli olmadığından ve dolayısıyla zarar öğrenilmemiş olduğundan zamanaşımı işlemeye başlamayacaktır. Zamanaşımı maluliyet derecesinin kesin olarak tespit edildiği tarihten itibaren başlayacaktır. Örneğin, 05.01.2023 tarihinde iş kazasına uğrayan işçinin, 2 ay kadar süren tedavisinden sonra düzenlenen raporda 14.04.2023 tarihinde işbaşı yapabilir kaydı varsa, bu tarihte işe başlayacaktır. Bundan sonra tedavi  20.08.2023 tarihine kadar devam etmiş ve bu tarihte sona ererek maluliyet derecesi kesin olarak diyelim ki %9 olarak tespit edilmişse 10 yıllık zamanaşımı süresi bu tarihten itibaren başlayacaktır.

2.2.2-Kontrol Muayene Kaydı Varsa

Beden gücünde azalmanın meydana geldiği bazı durumlarda, kazaya uğrayanın tedavisinin uzayacağı anlaşıldığında, maluliyet derecesi tespit edilmekte, ancak bu tespit kesin olmadığından ve değişme olasılığı bulunduğundan ileri bir tarihte tekrar kontrol muayenesi yapılacağı belirtilmektedir. Hatta eğer iş göremezlik derecesi %10 ve daha yüksek ise SGK tarafından kendisine sürekli iş göremezlik geliri de bağlanmaktadır. Böyle bir durum olduğunda, kazaya uğrayanın tedavisi tam olarak sona ermemiş ve maluliyet derecesi de henüz netleşmemiş yani zarar öğrenilmemiş ve zararın gerçek miktarı da hesaplanamayacak demektir. Daha önce belirttiğimiz gibi, öğretide ve Yargıtay kararlarında buna “değişen ve gelişen durum” denilmektedir. Bu durumda zamanaşımı işlemeye başlamayacaktır. Tedavinin kesin olarak tamamlandığı ve artık kontrol muayenesine gerek olmadığı belirtildiğinde 10 yıllık zamanaşımı da o tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Örneğin, 05.01.2023 t.de meydana gelen iş kazasında tedavinin 6 ay kadar sürdüğünü ve 20.06.2023 t.de maluliyet derecesinin %15 olarak tespit edildiği, ancak düzenlenen raporda 10.11.2023 t.de kontrolü gerektiği belirtildiğinde, tedavi henüz kesinleşmediğinden zamanaşımı da işlemeye başlamayacaktır. Belirtilen tarihte yapılan muayene sonucu düzenlenen raporda maluliyet derecesi değişsin ya da değişmesin, tekrar ileri bir tarihte kontrol muayenesi gerektiği belirtilmişse yine tedavi bitmemiş ve zarar henüz öğrenilmemiş sayılacağından zamanaşımı işlemeye başlamayacaktır. Daha sonra yapılacak muayenede kontrol muayenesine gerek yoktur kaydı olduğunda, artık maluliyet derecesi kesinleştiğinden, derecesi değişsin ya da değişmesin, o tarihten itibaren 10 yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlayacaktır. Yargılama sırasında SGK tarafından mahkemeye gönderilen belgelerde bu hususlar  belirtilmektedir.  Böyle bir durumda, mahkeme kontrol kaydı tarihini bekleyip sonucunu SGK’dan sorup, gelecek cevaba göre işlem yapacaktır.

Aşağıdaki Yargıtay H.G.K.’lu kararına konu olan iş kazası 13.02.1992 tarihinde meydana gelmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından 22.10.2002, 23.10.2005, 20.07.2008, 05.04.2010, 07.11.2912, 24.02.2016 tarihli raporlarıyla %75 maluliyet oranında bir değişiklik olmamakla beraber kontrol kaydının devamına karar verilmiştir. Daha sonra Yüksek Sağlık Kurulu’nun 21.03.2016 (2017) tarihli ve 2000/54 Esas 23/3619 Karar sayılı kararı ile, sigortalının 13.02.1992 tarihinde geçirmiş olduğu iş kazasından dolayı iş göremezlik oranında azalma olmayacağı kanısına varıldığından kontrol muayenesine gerek olmadığına karar verilmiştir. Yargıtay H.G.K.:

(…) Davacıda oluşan meslekte kazanma gücü kayıp oranı aradan geçen zaman içerisinde değişmemiş ise de, 09.04.2007 tarihli Kurum yazısı içeriğinden bu oranın değişme ihtimali bulunduğu anlaşılmakta olup bu nedenle meslekte kazanma gücündeki kayıp oranı ve buna bağlı olarak zararın kapsamı ve niteliği konusunda belirsizlik mevcuttur. Bu belirsizlik ise Sosyal Sigortalar Yüksek Sağlık Kurulunun 21.03.2016 (2017) tarihli ve 2000/54 Esas 23/3619 Karar sayılı kararı ile ortadan kalkmış, davacının zararı bu tarihte kesin şekilde belli olmuştur. Zira meslekte kazanma gücü kayıp oranı iş kazasından dolayı talep edilecek maddi tazminatın sınırlarının belirlenmesi için gerekli olduğundan ıslah dilekçesi ile  talep edilen maddi tazminatın zamanaşımına uğradığından söz etmek mümkün değildir.[17]

Hükmünü vermiştir.

Görüldüğü gibi, kaza tarihi ile maluliyetin (meslekte kazanma gücü kayıp oranı) kesin olarak belirlendiği tarih arasında 15 yıla yakın bir süre geçmiştir. Bu süre içinde maluliyet derecesi kesin olarak belli olmadığından ve dolayısıyla zarar öğrenilmemiş olduğundan 10 yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamamıştır.

2.2.3-Maluliyet derecesinin düzeltme kaydı ile değişmesi durumumda

Kazaya uğrayan ya da diğer ilgililer, SGK’nın yetkilendirdiği sağlık kuruluşu tarafından tespit edilen maluliyet derecesine her zaman itiraz edebilirler. İtirazlar sonucu düzenlenen raporda önceki raporun ortadan kaldırıldığı ve yeni maluliyet derecesinin oranı bildirildiğinde, bu değişiklik ilk raporda tespit edilen tarihten itibaren geçerli olacaktır. Örneğin, iş kazası 01.02. 2020 tarihinde meydana gelmiş, tedavi 6 ay sonra yani 31.07.2020 tarihinde sonuçlanmış ve düzenlenen raporda maluliyet derecesinin %5 olduğu tespit edilmiş, itiraz üzerine 20.06.2023 tarihli raporla ilk rapor ortadan kaldırılarak maluliyet derecesinin %15 olarak tespit edildiği belirtilmişse, bu oran  kaza tarihinden itibaren uygulanacaktır. Ancak, bu durumda zarar,  ikinci rapor tarihi olan 20.06.2023 tarihinde öğrenildiğinden, 10 yıllık zamanaşımı süresi de bu tarihten  itibaren başlayacaktır.

2.2.4-Maluliyet derecesinin sonradan değişmesi durumunda

Maluliyet derecesi kesinleştikten sonra tazminat davası dışında ya da devam eden dava sırasında itiraz edilmesi ve değişmesi durumunda, zamanaşımı her değişen ve kesinleşen maluliyet tarihine göre başlayacak ve maddi tazminatın hesaplanması da bu tarihlere göre yapılacaktır. Yargıtay H.G.K.’da:

Meslek hastalığı nedeniyle maluliyet derecesinin her artış kaydedişi özel daire bozma kararında da işaret edildiği üzere zararların istenmesine ilişkin yeni bir zamanaşımı süresine tabi olacak, yeni bir olgudur. Ve her maluliyet derecesine ait zamanaşımının başlangıç tarihi bu derecenin kesinleştiği tarihtir.[18]

Hükmünü vermiştir.

 Bu durumu bir örnekle açıklayalım: 20.04.2018 tarihinde meydana gelen iş kazasında maluliyet derecesinin kaza tarihi itibariyle %12 olarak kesinleştiği, itiraz üzerine 25.09.2019 tarihinde %15 olarak kesinleştiği, yine itiraz üzerine 26.06.2022 tarihinde %14 olarak kesinleştiğini varsayalım. Zamanaşımı her derecenin kesinleştiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak ve maddi tazminatın hesabında, kaza tarihi olan 20.04.2018-25.09.2019 arası için %12 maluliyet derecesi, 26.09.2019-26.06.2022 arası için %15 maluliyet derecesi ve 26.06.2022 tarihinden sonrası için %14 maluliyet derecesi esas alınacaktır.  Burada şunu belirtmekte yarar görüyoruz; maluliyet oranındaki bu değişmeler değişme tarihlerine göre kesin oranlardır. Yani her itiraz edilen maluliyet kesinleşmiştir. Aksi olduğunda biraz yukarıda belirttiğimiz gibi, tedavi devam ederken de maluliyet oranı sık sık değişebilir. Böyle durumlarda tedavi henüz sonuçlanmadığından zamanaşımı süresi işlemeye başlamayacaktır.

2.2.5-Maluliyet Derecesinin Sonradan Artması Durumunda

Kazaya uğrayanın maluliyet derecesinde daha sonra artma ya da azalma olabilir. 5510 sayılı Kanun’un 94 ve 95’inci maddelerine göre, bu durumun tespitini kazaya uğrayanın kendisi her zaman isteyebileceği gibi SGK’da yine her zaman muayeneye çağırabilir. Kanunda bu konuda bir süre öngörülmemiştir. İşte bu muayene sonucunda iş göremezlik derecesinde artma veya azalma olduğunda SGK tarafından bu tespite göre işlem yapılmaktadır. Bu durumu bir örnekle açıklayalım: İş kazası sonucu maluliyet derecesi %9 olarak tespit edilen kişinin, bu konuda açtığı maddi ve manevi tazminat davasının da kesinleşmesinden 10 hatta 15 yıl geçtikten sonra SGK’ya başvurarak ya da dava açarak maluliyet derecesinin arttığını ileri sürdüğünde veya SGK tarafından muayeneye çağrıldığında ve sonuçta maluliyet derecesinin %15 olduğu tespit edildiğinde, bu tespit tarihinden itibaren yeni bir 10 yıllık zamanaşımı süresi başlayacak ve kazaya uğrayan aradaki %6 farka isabet eden maddi ve manevi tazminatlarını isteyebilecektir. Maluliyet derecesi %10’u aştığından  ayrıca kendisine SGK tarafından sürekli iş göremezlik geliri de bağlanacaktır.

Fark maluliyet nedeniyle açılacak davada, maddi tazminat miktarı, artış oranı olan %6 esas alınarak hesaplanacaktır. Yoksa, %15 maluliyete göre hesaplama yapılıp ilk davada tahsiline karar verilen miktar düşülmeyecektir.[19]

Bu durumun tersi de olabilir. Yani İlk önce %15 olarak kesinleşen maluliyet derecesi, daha sonra kazaya uğrayanın isteği ya da SGK tarafından kontrol muayenesi yapıldığında %9’a düştüğünde, kendisine bağlanan sürekli iş göremezlik geliri kesilecektir.

IV-ANAYASA MAHKEMESİ KARARINA KONU OLAN OLAYIN DEĞERLENDİRİLMESİ

AYM’nin kararından öğrenilen hususlar şunlardır:

-İş kazası 05.11.2003 tarihinde meydana gelmiştir.

-Davacının maluliyet derecesi %65 dir.

-Davacı 12.05.2006 tarihinde olayın iş kazası olduğunu tespiti davası açmıştır.

-Mahkeme 06.12.2007 tarihinde olayın iş kazası olduğunun tespitine karar vermiştir.

-Davacı taraf 14.09.2010 tarihinde iş kazasından kaynaklanan 1.000.00 TL. maddi ve 25.000.00 TL. manevi tazminat istemli dava açmıştır.

-Mahkeme tarafından yaptırılan hesaplama sonucu, davacının maddi zararının 51.946.00 TL. olduğu anlaşılmış, davacı 24.11.2014 tarihinde davasını ıslah etmiş, davalı taraf 03.12.2014 tarihinde zamanaşımı defini ileri sürmüştür.

-Mahkeme zamanaşımı defini kabul etmeyerek 51.946.00 TL. maddi ve 20.000.00 TL: manevi tazminatın tahsiline karar vermiştir.

-Yargıtay (kapatılan) 21.H.D.’si, ıslah edilen miktarın ıslah tarihi itibariyle zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle mahkeme kararını bozmuş, mahkeme bozmaya uyarak karar vermiştir.

AYM, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini kabul ederek, yeniden yargılama yapılmasına karar vermiştir.

Baştan beri anlattığımız gibi, öğreti ve uygulamada, iş kazalarından kaynaklı maddi ve manevi tazminat istemli davalarda,  10 yıllık zamanaşımın tazminat yükümlüsünün (fail) ve zararın öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacağı kabul edilmiştir. Bu durumda AYM kararına konu olayda zararın öğrenildiği tarih, davacının tedavisinin sona erip %65 oranındaki maluliyetinin kesinleştiği tarihtir. Buna göre zamanaşımı, davacının %65 oranındaki maluliyetinin kesinleştiği tarihten itibaren başlayacaktır. Kararda bu konuda yeterli bir açıklama ve bilgiye rastlanmamıştır. Ancak kararın 24. sıra numarasında şöyle bir ibare vardır:

(…) Başvurucunun iş kazası nedeniyle maluliyet durumunun dava açıldığı tarihte belirli olmadığı.

  Bu ibareden şu sonuç çıkıyor; tazminat davası 14.09.2010 tarihinde açıldığına göre, bu tarihte maluliyet derecesi belli olmamıştır. Eğer durum böyle ise ıslah tarihi olan 24.11.2014 tarihine kadar 4 yıl 2 ay kadar bir süre geçmiş oluyor ki,  zaten 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı açık olarak bellidir.

  Esasen %65 gibi neredeyse çalışma gücünün 2/3’ünden fazlasını kaybettirecek kadar yüksek bir oranda maluliyete neden olan yaralanmanın tedavisinin uzun süreceği de dikkate alındığında yine ıslah tarihinde zamanaşımı süresinin dolmadığı, ilk derece mahkemesinin de bu hususu dikkate alarak doğru karar verdiği kanısı uyanmaktadır. Tedavinin bir yıldan biraz fazla sürmesi durumunda bile örneğin kaza tarihi 05.11.2003 olduğundan, tedavinin 25.11.2004 veya daha sonraki bir tarihte sona ermesi durumunda da 24.11.2014 ıslah tarihine göre yine 10 yıllık süre dolmamış olmaktadır.

  AYM kararının 6. Sıra numarasında, Yargıtay 21.H.D.’sinin bozma gerekçesinde, dava konusu olayda değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı ve ıslah edilen kısmı da kapsayacak şekilde karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu ifade edildiği, 19. Sıra numarasında bozmadan sonra mahkemenin, iş kazasının meydana geldiği tarihten itibaren başlayan zamanaşımının ıslah tarihinde dolduğu gerekçesiyle başvurucunun dava dilekçesindeki talebiyle bağlı kalınarak 1.000 TL maddi tazminata hükmettiği ibarelerinden, dava konusu olayda Yargıtay 21.H.D.nin zamanaşımı başlangıcını kaza tarihi olarak kabul ederek bozma yaptığı ve mahkemenin buna uyarak zamanaşımı başlangıcını iş kazası tarihi olarak kabul ederek karar verdiği kanısına varılmaktadır.  Ancak, biraz önce de belirttiğimiz gibi,  mahkemenin bozmadan önceki ilk kararında zamanaşımı süresi başlangıcını %65 oranındaki maluliyetin kesinleştiği tarih olarak değerlendirip, ıslah tarihinde 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle davayı kabul ettiği kanısındayız.

  Değişen ve gelişen durum’ un; kaza tarihinde başlayan tedavinin maluliyet derecesinin  kesin olarak tespit edildiği tarihe kadar geçen süre olduğunu ve %65 gibi yüksek bir maluliyete neden olan sakatlanmanın tedavisinin uzun süreceğini de biraz önce belirtmiştik. Ancak, maluliyetin kesin olarak %65 olduğunun tespit edildiği tarihten sonra gelişen ve değişen bir durum olmayacaktır. AYM kararında maluliyetin kesin tespit tarihi ile ilgili bilgi olmadığından bu konuda daha fazla değerlendirme yapamıyoruz.

  V-SONUÇ

  İş kazalarından kaynaklanan maddi ve manevi zararların tahsili davalarında sözleşme zamanaşımı süresinin uygulanacağı ve bu süreninde 10 yıl olduğu tartışmasızdır. Bu sürenin başlangıcı ise:

 -Ölümle sonuçlanan olaylarda ölüm kaza günü gerçekleşmişse,  kaza tarihidir.

  -Ölüm, tedavi devam ederken yani kaza tarihinden sonra gerçekleşmişse, ölüm tarihidir.

  -İş kazası sonucu maluliyet yani beden gücü kaybı olmuşsa, tedavi süresinin bitiminde  maluliyet derecesinin kesin olarak tespit edildiği tarihtir.

  Ayrıca:

  -Sağlık kurulu raporlarında iş başı yapabilir ya da kontrolü gerekir kayıtları varsa, maluliyet oranı yani zarar henüz belli olmadığından zamanaşımı işlemeye başlamaz.

  -Kesinleşen maluliyet derecesinden sonra yapılan muayenede maluliyet derecesinde artışlar  olmuşsa, zamanaşımı işlemeye bu artışların kesinleştiği tarihlerden itibaren başlayacak ve tazminat hesabı da bu tarihlere göre yapılacaktır.

  -Tazminat miktarını belirleyen hesap raporlarının ya da kusur bilirkişi raporlarının mahkemeye geç verilmesi zamanaşımının işlemeye başlamasını engellemez.

  Son olarak diyelim ki; insan yaşamı ve sağlığının söz konusu olduğu durumlarda, hak arama özgürlüğünü kısıtlayıcı ve mahkemeye erişim hakkını engelleyici uygulamalardan kaçınmalıdır.

KAYNAKÇA

Aşçıoğlu Ç, Trafik Kazalarından Doğan Hukuk Ve Ceza Sorumlulukları (2005)

Balcı M, İş Kazası Veya Meslek Hastalığından Doğan Tazminat Davaları (Yetkin yayınları 2008)

Bilgen M, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Emsal Kararları (Adalet Yayınevi 2014)

Dönmez İ and Kars B, Trafik Ve İş Kazası Tazminatı Ve Sigorta Rücu Davaları (1976)

Elbir HK,Saymen FH, Türk Borçlar Hukuku (1966)

Eren F, Borçlar Hukuku 2 Cilt (Yetkin Yayınları 2015)

Erlüle F, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Bedensel Bütünlüğün İhlalinde Manevi Tazminat  (Seçkin yayınları 2011)

Gökcan HT, Haksız Fiil Sorumluluğu Ve Tazminat Davaları (Seçkin Yayınları 2003)

Güzel A, Okur AR and Caniklioğlu N, Sosyal Güvenlik Hukuku, (13th, Beta Yayınları, 2010)

https://legalbank.net

İstanbul Barosu Dergisi.

Karahasan MR, Tazminat Hukuku  (Beta Yayınları 1996)

Kılıçoğlu M, Tazminat Esasları Ve Hesap Yöntemleri ( Turhan Kitabevi 2008)

Legal İş Hukuku Ve Sosyal Güvenlik Dergisi.

Meydan N and Yapal F, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Emsal Kararları (2 edn, Ethemler Yayıncılık 2006)

Narter S, Trafik Kazalarında Hukuki Ve Cezai Sorumluluk (Adalet Yayınevi 2014)

Oğuzman MK and Öz MT, Borçlar Hukuku Dersleri (1991)

Sanlı E, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Örnek Kararları (Adalet Yayınevi 2012)

Şakar M, Sosyal Sigortalar Uygulaması (Beta Yayınları 2017)

Tekinay SS, Alpman S, Burcuoğlu H and Altop A, Tekinay Borçlar Hukuku (7 th, 1993)

Tuhr Von A, Borçlar Hukuku ( 2 edn, Cevat Edege Çevirisi, Yargıtay Yayınları No:15, 1983)

Tuncay AC and Ekmekçi Ö, Sosyal Güvenlik Hukukunun Esasları (2 edn, Legal Yayınları 2009)

Uçakhan  SG, Maddi tazminat Esasları Ve Hesaplanması ( Seçkin yayınevi 1994)

Uygur T, Açıklamalı-İçtihatlı Borçlar Kanunu Genel Hükümler, 6 Cilt (1990)

Zevkliler A, Ertaş Ş, Havutçu A and Gürpınar B, Medeni Hukuk Temel Bilgiler, (7 th, Turhan Kitabevi 2012)

[1] – Y.H.G.K., 4-470/477, 05.06.2002, Mustafa Kılıçoğlu, Tazminat Esasları Ve Hesap Yöntemleri (Turhan Kitabevi 2008) 295-297.  Y.H.G.K.’nun  4-258/276, 21.03.2001 t.li kararı da aynı doğrultudadır, Hasan Tahsin Gökcan, Haksız Fiil Sorumluluğu Ve Tazminat Davaları (Seçkin Yayınevi 2003) 125.

[2] – Y.H.G.K.’lu, 4-36/1457, 09.10.2013, http//www.legalbank.net, ET:23.12.2015.

[3] – Yargıtay 4 HD, 1695/2128, 21.03.1996, Gökcan (n 1) 141. Aynı doğrultuda Y 21 HD, 2202/8336, 14.11.2018, İstanbul Barosu Dergisi (2019)  93 ( 2) 533-535.

[4] – Sami Narter, Trafik Kazalarında Hukuki Ve Cezai Sorumluluk, zararın öğrenilme tarihi olarak maddi tazminat hesabına ilişkin raporun ilgili kişiye tebliğ edildiği tarih olarak kabul edilmesi gerektiği görüşündedir,849.

[5] – Andreas Von Tuhr,  Bu cümlenin aslı: “Zarara ıttıla, prensip itibariyle, zararın şümulüne değil, mevcudiyetine taalluk eder” şeklinde olup, tarafımızdan yukarıdaki şekilde bugünkü dille yazılmıştır, 387, (O.R.).

[6] -M. Kemal Oğuzman and Turgut Öz, Borçlar Hukuku Dersleri, (1991) 53-54.

[7] – S.Sulhi Tekinay, Sami Alpman, Haluk Burcuoğlu and Attila Altop, Borçlar Hukuku (7 th, Filiz Kitabevi 1993) 718-719.

[8] – Y.H.G.K., 4-1022/1034, 27.11.2002, Nihat Meydan and Fadime Yapal, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Emsal Kararları (2 edn, Ethemler yayıncılık 2006) 605-609.

[9] – Y.H.G.K., 4-882/874, 06.11.2002, Kılıçoğlu (n 1)1073-1078.

[10] – Y.H.G.K., 4-1161/498, 10.04.2013, Mahmut Bilgen, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Emsal Kararları (Adalet yayınevi 2014) 997-1000.

[11] – Y.H.G.K. 1020/832, 24.06.2021, www.legalbank.net, ET:01.11.2021.

[12] – Y.H.G.K., 21-2216/1349, 15.05.2015, http//www.legalbank.net., ET:20.12.2017.

[13] – Y.H.G.K.,19-328/370, 07.07.2010, Erdal Sanlı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Örnek Kararları (Adalet yayınevi 2012) 859-866.

[14] – Y.H.G.K., 21-2035/135, 15.05.2015, http//bilgibankası.istanbul barosu.org.tr, ET:17.12.2016.

[15] – Y 21 HD, 9866/1920, 12.02.2009, Legal İSGHD, (2014)  11 ( 22) 858.859.

[16] – Y 21 HD,  2202/8236, 14.11.2018, İstanbul Barosu Dergisi (2019) 93 (S 2) 533-535.

[17] – Y.H.G.K., 196/195, 04.03.2021, http//legalbank.net, ET.01.11.2021. Y.H.G.K.’nun 1609/1699, 15.11.2000 t.li  kararı da aynı doğrultudadır, Mustafa Balcı, İş Kazası Veya Meslek Hastalığından Doğan Tazminat Davaları (Yekin yayınevi  2008)  490-492.

[18] – Y.H.G.K., 10-2004/967, 21.09.1977, Mustafa Reşit Karahasan, Tazminat Davaları (Beta Yayınevi 1996) 672.

[19] – Y 4 HD, 7532/485, 26.01.1987,  Karahasan (n 18) 659-660.

Bursa’da doğdum. İlk, orta ve lise eğitimlerimi Bursa’da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum. Serbest avukat olarak İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik alanında çalışmaktayım. Bu konulardaki makalelerim dışında, “Açıklamalı İçtihatlı 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu” ve Prof. Dr. H. Yunus Taş ile birlikte yazdığımız “İş Mahkemelerinin Görevi ve Yargılama Usulü” isimli kitaplarım yayınlanmıştır.