‘Çokuluslu/Ulusötesi Şirketlere Karşı Haksız Fiil Davaları: İngiliz Mahkemelerinde Yargı Yetkisinin Mücadelesi’ [Tort Litigation against Transnational Corporations: The Challenge of Jurisdiction in English Courts[1] (Oxford Üniversitesi yayını, 2024)] adlı yeni bir kitapta, İngiliz mahkemelerinin kurumsal insan hakları davalarında uyguladığı uluslararası özel hukuk kapsamındaki yargı yetkisi kuralları incelenmektedir.
Çokuluslu şirketler (transnational corporations) uluslararası iş ve ticarette merkezi oyuncular haline geldiler ve kayda değer büyüklükleri, büyük bir güç uygulayabilecekleri ve zenginlik ve nüfuz açısından ulus devletler ile karşılaştırılabilir hale gelebilecekleri anlamına gelmektedir. Çokuluslu şirketlerin genişlemesi de, sınır ötesi ticari operasyonların insan hakları üzerindeki etkilerine olan ilgiyi artırmıştır. Bhopal’deki kimyasal gaz sızıntısı; Burma’daki Yadana boru hattının inşasında zorla çalıştırmanın kullanılması; Papua Yeni Gine’deki Ok Tedi madeninde çevrenin tahrip edilmesi; Nijerya’da petrol sızıntılarının neden olduğu uzun vadeli çevre kirliliği; Bangladeş’teki Rana Plaza binasının çökmesi dâhil olmak üzere, Batılı şirketlerin içinde olduğu çeşitli olaylar medyanın ve kamuoyunun dikkatini çekmiştir.
İnsan hakları ihlallerine ilişkin kurumsal hesap verebilirliği yönetmeye yönelik bağlayıcı yasal yükümlülüklerin yasalaştırılmasında sınırlı bir başarı elde edilmiştir. Mevcut kurumsal yönetişim boşluğuna yanıt olarak, insan hakları ve çevre ihlallerinin meydana geldiği iddia edilen ev sahibi ülkelerdeki bireyler ve yerel topluluklar, Batı mahkemelerinde çokuluslu şirketlerin ana şirketlerine ve bunların bağlı kuruluşlarına karşı davalı olarak giderek daha fazla dava açmaya başlamıştır. ‘Yabancıların doğrudan sorumluluğu’ (foreign direct liability) olarak adlandırılan bu iddiaların öne çıkan özelliği, ana şirketlerin denizaşırı operasyonları nedeniyle meydana gelen zararlardan doğrudan sorumlu olmaları üzerine odaklanmasıdır.
İngiliz mahkemeleri, yabancıların doğrudan sorumluluğu iddialarının dava edilmesinde başlıca forumlardan biri olmaya devam etmektedir. Hızla gelişen özen yükümlülüğü doktrini, davacılar ve onların avukatları tarafından, ev sahibi ülkelerde meydana gelen zararlardan dolayı İngiliz ana şirketlerine doğrudan sorumluluk yüklemek amacıyla yaratıcı bir şekilde kullanılmıştır (örneğin, Lubbe v Cape, Lungowe v Vedanta, Okpabi v Shell, Limbu v Dyson, vb.[2]). Aynı zamanda, davacıların öncelikle yargı yetkisine ilişkin itirazı karşılaması ve İngiliz mahkemelerinin anlaşmazlığı çözmek için uygun bir forum olduğunu kanıtlaması gerektiğinden, yabancıların doğrudan sorumluluğu davaları nadiren esasa göre çözümlenmektedir.
Brexit hadisesinden önce, ev sahibi ülkelerden gelen talepler, bir İngiliz mahkemesinin İngiltere’de ikamet eden ana şirketler üzerinde yargı yetkisini kabul etmesini gerektiren Brüksel I Yönetmeliği (Brussels I Regulation) kapsamındaki genel ikamet kuralına (general rule of domicile) büyük ölçüde güveniyordu. İngiltere merkezli çokuluslu şirketlerin yabancı bağlı kuruluşları, ‘gerekli veya uygun taraf’ yöntemi (necessary or proper party gateway) temelinde İngiliz mahkemelerinin yetkisi altına alınmıştır. Söz konusu kitapta Brexit’in etkileri ve bunun sonucunda İngiliz örfi hukuk kurallarına dönüş incelenmektedir. Kitapta, İngiliz mahkemelerinin, “forum non conveniens” doktrinine dayanarak yabancıların doğrudan sorumluluğu iddiaları üzerindeki yargı yetkisini reddetme yetkisine sahip olduğu ve bu nedenle yabancı davacıların konumunun gelecekte nasıl zayıflayabileceği açıklanmaktadır.
Bu blogun okuyucularının ilgisini çekebilecek, kitapta açıklamaya çalıştığım iki anlatıyı vurgulamak istiyorum. Bunlardan ilki, insan haklarını ve çevresel sorumluluğu güçlendirmek için haksız fiil hukukunun (tort law) kullanımına odaklanmaktadır. Kitapta, medeni hukuk (law of civil) yolları kuralının küresel zorluklara yanıt olarak nasıl geliştiği ve örneğin çokuluslu şirketlerin yükselişi ve iklim krizi gibi konularda ona güvenildiği gösterilmektedir. Lubbe’den Okpabi’ye[3] kadar, İngiliz mahkemelerindeki yabancıların doğrudan sorumluluğu iddiaları, ana şirketin sorumluluğuna ilişkin yaratıcı argümanları test eden yeni anlaşmazlıklardan, özen yükümlülüğünün ortaya çıkabileceği olası yolları belirleyen önemli yasal emsallere kadar gelişmiştir. Avukatlar ana şirketin sorumluluğunu belirleyen davalara dayanarak, sorumluluğun bir tedarik zincirinde ortaya çıkabileceğini tespit etmek için geleneksel haksız fiil hukuku dava gerekçelerine güvenmeye başlamıştır. Temyiz Mahkemesinin “Begum v Maran” davasında[4] Londra’daki bir gemicilik şirketinin Bangladeş’teki gemi söküm işçilerine borçlu olunan özen yükümlülüğünü ihlal ettiği iddiasıyla ilgili kararı, kötü niyetli tedarik zinciri uygulamaları bağlamında ‘tehlike yaratma’ istisnasına (creation of danger exception) güvenme olasılığını ortaya çıkarmıştır. Her ne kadar yasa oldukça parçalı olsa ve açık kurallar koyan içtihat eksikliği bulunsa da, bu kesinlikle dikkat edilmesi gereken bir alandır.
İkinci olarak, uluslararası özel hukukun geleneksel değer tarafsızlığı temellerinin radikal değişiklikler geçirdiğini göstermeye çalışacağım. Kamusal/özel tartışmasının yeniden kavramsallaştırılması, uluslararası özel hukukun daha geniş bir eylem alanını değerlendirmeye yönelik normatif bir tutum almasına yol açmıştır. Artık uluslararası özel hukukun, daha geleneksel, son derece biçimsel ve soyut işleyişinin ötesine geçerek, küresel kurumsal yönetişim sorunlarına yönelik düzenleyici bir araç olarak hizmet edebileceği yaygın olarak kabul edilmektedir. Yabancıların doğrudan sorumluluğu iddiaları bağlamında, yargı soruşturmasının tarafsızlığına hem içeriden hem de dışarıdan itiraz edilmektedir. Bir bakıma, iş dünyası ve insan hakları alanının gelişimi ve kurumsal suiistimallere müdahalede ana devletlerin değişen rolü, iş dünyası ile ilgili insan hakları ihlallerinin mağdurlarının tazmini için ulusal mahkemelerin buna karşılık gelen katılımını gerektirmektedir. Öte yandan, bu dış gelişmeler, uluslararası özel hukukun son dönemdeki iç dönüşümüyle de örtüşmektedir. Sınır ötesi ticari faaliyetlerin yoğunlaşması, bölgeselliğe yeni bir bakış açısı getirilmesini, davaya yol açan olaylara coğrafi yakınlığa dayanan dar yetki iddialarından ayrılmayı ve söz konusu olan gerçek sorunların ve çıkarların açık bir şekilde değerlendirilmesini gerektirmektedir.
Bu kitapta, yabancıların doğrudan sorumluluğu taleplerine ilişkin ana devlet kararının, ev sahibi devletteki veya başka herhangi bir forumdaki davacılara sunulan çözüm yollarından daha etkili veya meşru olduğu iddia edilmemektedir. Aksine, bu kitap yabancıların doğrudan sorumluluğu iddialarına insan hakları ihlallerine ilişkin kurumsal hesap verebilirliği artırmaya yönelik yasal araçlardan biri olarak yaklaşmaktadır. Birleşmiş Milletler’in İş Dünyası ve İnsan Haklarına İlişkin Yol Gösterici İlkeleri (UN Guiding Principles on Business and Human Rights), adli çözüm yollarının her zaman ‘tüm talep sahipleri için tercih edilen yaklaşım’ (the favoured approach for all claimants) olmadığını ve diğer çözüm mekanizmalarının (da) yabancıların doğrudan sorumluluğu taleplerini tamamlayıp tamamladığını kabul etmektedir. Zorunlu insan hakları durum tespiti mevzuatını da içeren daha geniş bir eğilim olarak yabancıların doğrudan sorumluluğu taleplerinin ana devlet tarafından karara bağlanması ve ana devlet düzenlemesi her derde deva değildir ve tek başına mevcut düzenleyici boşlukları kapatmaz ve kurumsal cezasızlık sorununu çözmez. Aynı zamanda genel çerçevenin hayati bir parçasıdır. Ana devlet/ülke mahkemeleri dünya mahkemeleri olarak hizmet vermek üzere tasarlanmamıştır. Bu kitapta, ev sahibi devletlerin kurumsal suiistimalleri ele almadaki rolleri ve çokuluslu şirketlerin faaliyet gösterdiği yetki alanlarında yerel çözüm yollarının güçlendirilmesi gerekliliği hakkındaki mevcut tartışma kabul edilmekte ve takdir edilmektedir.
[1] <https://global.oup.com/academic/product/tort-litigation-against-transnational-corporations-9780192868138?cc=gb&lang=en&>
[2] <https://www.bailii.org/uk/cases/UKHL/2000/41.html>; <https://www.supremecourt.uk/cases/docs/uksc-2017-0185-judgment.pdf>; <https://www.supremecourt.uk/cases/docs/uksc-2018-0068-judgment.pdf>; <https://www.judiciary.uk/wp-content/uploads/2023/10/Limbu-and-others-v-Dyson-Technology-19.10.23.pdf>
[3] <https://www.bailii.org/uk/cases/UKHL/2000/41.html>; <https://www.supremecourt.uk/cases/docs/uksc-2018-0068-judgment.pdf>
[4] <https://www.bailii.org/ew/cases/EWCA/Civ/2021/326.html>
1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.