Kurumsal Yönetişim ve Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi

Giriş

Uzun süren siyasi çekişmelerden sonra, Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Direktifi/Yönergesi[1] (Corporate Sustainability Due Diligence Directive) sonunda Mayıs 2024’te kabul edilmiştir. Bu Yönergenin kabulü, Avrupa Parlamentosu baş üyesi Lara Wolters tarafından ‘sorumlu iş davranışı için bir dönüm noktası ve kovboy şirketler[2] tarafından insanların ve gezegenin sömürülmesine son verme yolunda önemli bir adım’ olarak değerlendirilmiştir[3]. Kurumsal yönetişim açısından, söz konusu Yönerge etkili olma potansiyeline sahip gibi görünüyor, ancak eksikliklerinden birkaçı, etkileri konusunda yalnızca ihtiyatlı bir iyimserlik olması gerektiğini gösteriyor.

  1. Kurumsal Sürdürülebilirlik Durum Tespiti Yönergesinin Kurumsal Yönetişim Bakımından Amaçları

Yönerge, Avrupa Birliği’nin (AB) ‘sürdürülebilirliğe adil bir geçişi başaran’ bir ekonomiye olan bağlılığının daha geniş bağlamında sonuçlandırılmıştır. Ayrıca, AB’nin iyileştirilmiş sürdürülebilir kurumsal yönetişim düzenleyici çerçevesi sunma konusundaki kapsamlı taahhütlerinin bir parçasıdır. Keza, şirketlerin davranışlarının AB’nin sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmada oynadığı kilit rolü kabul eder. Gerçekten de AB, kurumsal davranışı adil geçiş hedeflerine ulaşmak için elzem görmektedir.

Dolayısıyla anılan Direktifin, insan hakları ve çevresel risk yönetimi ve azaltma süreçlerini kurumsal stratejilere daha iyi bütünleştirmek amacıyla hem kurumsal hesap verebilirliği hem de kurumsal yönetim uygulamalarını iyileştirmeyi hedeflemesi şaşırtıcı değildir.

  1. Yönergenin Kurumsal Yönetişime Etkileri

Kurumsal yönetişim açısından, mezkûr Direktifin, AB’nin şirketleri sürdürülebilir kalkınmaya ve adil bir geçişe katkıda bulunmaya teşvik etme hedefiyle uyumlu kurumsal yönetişim üzerinde çeşitli etkiler yaratması beklenmektedir. Bunlara, işletmeler tarafından insan hakları ve çevresel risklerin proaktif bir şekilde yönetilmesi; şirketin tedarik zincirinin daha iyi anlaşılması; paydaş çıkarlarına daha fazla dikkat edilmesi ve bir iklim geçiş planının benimsenmesi dâhildir. Buna ek olarak, söz konusu Direktif şirketleri faaliyetlerini konsolide bir temelde ele almaya zorlayacak ve bu da şirket faaliyetlerini yönlendiren şirketler hukukunun iki avantajını, yani ayrı tüzel kişilik ve sınırlı sorumluluğu azaltacaktır.

Anılan Yönerge, şirketleri kendi operasyonlarında ve bağlı kuruluş ve tedarikçi düzeylerinde insan hakları ve çevresel özen yükümlülüğünü yerine getirmeye mecbur ettiğinden, bu farklı kuruluşların ayrı tüzel kişiliklerini göz ardı ederek, şirketi etkili bir şekilde tek bir konsolide kuruluş olarak ele alır. Ana şirketlerin, hem bağlı ortaklıklar/kuruluşlar hem de tedarikçiler için insan hakları özen yükümlülüğü yoluyla denetim yapması beklenir. Bu, şirketin bu ayrı kuruluşları konsolide bir kuruluş olarak ele almasıyla sonuçlanır. Benzer şekilde, bağlı kuruluş düzeyinde verilen zararlar için kurumsal sorumluluk olasılığını dayatarak, sınırlı sorumluluğun bazı faydaları da ortadan kaldırılabilir. Bunu yaparken, yönetim kurullarının bağlı kuruluş ve tedarikçi düzeylerindeki faaliyetler üzerinde daha fazla özen gösterme olasılığı daha yüksektir. Şirketler ayrıca, insan hakları ve çevresel zararlara neden olabilecek riskli kurumsal faaliyetleri dış kaynak kullanımına daha az teşvik edilecektir. Dahası, davacılara zarar veren şirketler için sorumluluk olasılığını şart koşarak, yönetim kurulları kendi faaliyetleri ve bağlı kuruluşlarındaki ve tedarik zincirlerindeki faaliyetler üzerinde uygun denetimi uygulamaya daha fazla teşvik edilecektir.

Yönergenin yeni bir etkisi de, kurumsal yönetişim konusunda bir AB standardının ortaya çıkması olabilir. Bu, Yönergenin ülke dışı doğasının bir yan etkisi olabilir, çünkü yalnızca AB şirketlerine değil, aynı zamanda önemli ciroya veya AB ile diğer bağlara sahip olanlara da uygulanır. Etkilenen bu şirketlerin AB’ye eşdeğer kurumsal yönetişim standartlarını benimsemekten başka seçeneği olmayabilir, aksi takdirde ceza veya sorumluluk riskiyle karşı karşıya kalabilirler.

  1. Yönergenin Kurumsal Yönetişim Açısından Eksiklikleri

Bahsi geçen Yönerge, şirketlerin sürdürülebilirlik konularını kurumsal karar alma süreçlerine daha iyi dâhil etmeleri yönünde iyi bir ilk adım atsa da, amaç şirketlerin eylemlerini adil geçiş hedeflerine doğru yeniden yönlendirmekse, bu Yönerge yetersiz kalmaya hazırdır. Bunun nedeni, Yönergenin şirketler için sürdürülebilirlik ile ilgili bir amaç tanımlamaması, bir yöneticinin sürdürülebilirlik konularını dikkate alma görevini dâhil etmemesi ve şirketlerin Yönerge kapsamındaki yükümlülükten kaçınmasını sağlayabilecek hükümler içermesidir.

Yönergenin bir eksikliği, kurumsal bir amaç belirtmemesidir. Bir şirketin amacını ana hatlarıyla belirtmek önemlidir çünkü şirketin karar alma süreçlerinde itici bir güç olarak hareket edebilir ve bir şirketin eylemlerinin yararlanıcılarını belirtebilir. Rekabetçi ve çelişkili hissedar-paydaş kurumsal amaç tartışması devam ederken, Avrupa Birliği’nin bu görüşlerden hangilerini benimsediğini belirtmek, kurumsal yönetişimin yönlerini tanımlamada yardımcı olurdu.

Özellikle, böyle bir amaç, yöneticinin görevlerini tanımlamaya yardımcı olabilirdi. Bir yöneticinin görevini tanımlamak, bir şirketin hareket etme biçimini şekillendirmek veya onu istenen bir yöne yönlendirmek için önemli olabilir, çünkü şirketin stratejisini nihai olarak yönetim kurulu belirler. Bu nedenle, adil geçiş/sürdürülebilirlik odaklı bir yönetici görevinin reçete edilmemesi, AB’nin adil geçiş hedeflerine ulaşmak için kurumsal davranışa güvenme amacıyla uyuşmuyor gibi görünmektedir.

Son olarak, anılan Yönergenin amaçlarından biri kurumsal hesap verebilirliği artırmaktı. Bunu, Yönergenin koşullarına uygun hareket etmemesi durumunda şirkete para cezaları, yaptırımlar veya yükümlülükler uygulayarak yapar. Sonuç olarak, ihtiyatlı bir yönetim kurulu, bu tür sonuçlardan kaçınmak için stratejisine sürdürülebilirlik hususlarını dâhil ederdi. Ancak, bu tür sonuçların olası olmadığını bilseydi bunu yapmaya daha az meyilli olurdu.

Ne yazık ki anılan Yönerge, davacıların ağır nedensellik ve ispat yükü yükümlülükleri aracılığıyla sorumluluğu tespit etmesini zorlaştırmaktadır. Davacılar, şirketin eylemlerinin zararlarına neden olduğunu göstermelidir, ancak Yönerge, değiştiği ve karışıklığa neden olduğu bilinen nedensellik standardını tanımsız bırakmaktadır. Benzer şekilde, mezkûr Yönerge, sorumluluğu göstermede ispat yükünün kimde olduğunu belirtmemekte ve bunu ulusal hukukun tanımlamasına bırakmaktadır. Nedensellik koşulu, belirsiz bir ispat yüküyle birleştiğinde, davacıların şirketlere sorumluluk yükleme çabalarını karmaşıklaştırabilir veya hatta engelleyebilir. Gözetim Otoritelerinin şirketlere uyumsuzluk nedeniyle ceza verme yetkisi bu zorlukları bir nebze hafifletebilirken, sorumluluğu tespit etmenin zorlu doğası, şirketleri Yönergenin koşullarını sadece gönülsüzce benimsemeye sevk edebilir. Buna karşılık, bu, bir şirketin kurumsal yönetişimindeki değişiklikleri tehlikeye atabilir.

Sonuç: Kurumsal Yönetişim Hedeflerine Ulaşılabilir mi?

Söz konusu Yönerge, yönetim kurulunun sürdürülebilirlik sorunlarını dikkate almasını ve farkındalığını teşvik edecek olsa da, eksiklikleri göz önüne alındığında, şirketleri sürdürülebilirlik hedeflerine yeniden yönlendirmesi ve böylece Avrupa Birliği’nin adil geçiş hedeflerine anlamlı bir katkıda bulunmaları pek olası değildir. Dahası, bu kadar düşük etkilerle, bu Yönergenin etkilenen şirketlerin kurumsal yönetişimi üzerinde derin bir etki yaratması pek olası değildir.

[1] <https://commission.europa.eu/business-economy-euro/doing-business-eu/sustainability-due-diligence-responsible-business/corporate-sustainability-due-diligence_en>.

[2] Çevirenin Notu: Buradaki vurgu, “bir işletmeyi dürüst olmayan bir şekilde yöneten veya işinde deneyimli, becerikli veya dikkatli olmayan kişi” manasınadır.

[3] <https://www.europarl.europa.eu/news/en/press-room/20240419IPR20585/due-diligence-meps-adopt-rules-for-firms-on-human-rights-and-environment>.

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.