Uluslararası Hukukun Kaynakları: Giriş

1. Giriş

Uluslararası hukuk nereden gelmekte ve nasıl oluşmaktadır? Bunlar beklediğinizden daha zor sorulardır ve büyük özen gerektirmektedir. Özellikle ulusal hukuk sistemlerinden çok farklı uluslararası hukuk bağlamlarına fikir aktarmaya çalışmak tehlikelidir. (Bir) “Uluslararası Hukuk Yasası” (Code of International Law) yoktur. Uluslararası hukukun Parlamentosu da ve bu konuda gerçekten yasama olarak tanımlanabilecek hiçbir şey yoktur. Bir Uluslararası Adalet Divanı ve bir dizi uzman uluslararası mahkeme ve yargı organı mevcut olmasına rağmen, bunların yargı yetkisi kritik derecede Devletlerin rızasına bağlıdır ve ulusal mahkemelerin sahip olduğu türden zorunlu yargı yetkisi olarak tanımlanabilecek tarzdan bir yetkiye sahip değildirler.

Sonuç olarak, uluslararası hukuk, uluslararası toplumu oluşturan 192 devletin eylemleriyle büyük ölçüde merkezi olmayan bir temelde oluşturulmuştur. Uluslararası Adalet Divanı Tüzüğü’nün (Statute of the International Court of Justice) 38’inci maddesinde beş kaynak[1] tanımlanmaktadır: –

(a) Devletlerarasındaki antlaşmalar;

(b) Devletlerin uygulamalarından türetilen uluslararası örf ve adet (gelenek) hukuku;

(c) Uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkeleri ve uluslararası hukuk kurallarının belirlenmesinde yardımcı araç olarak:

(d) Yargı kararları ile ‘en nitelikli yayıncıların’ yazıları.

Bu listenin artık tam olduğu düşünülmemekle birlikte, yararlı bir başlangıç noktası sağlamaktadır.

2. Uluslararası Örfi Hukuk [Customary International Law]

Hem en eski menşe olması hem de tüm Devletler için bağlayıcı kurallar oluşturan bir kaynak olması nedeniyle geleneksel hukukla başlamak daha uygundur.

Örf ve adet hukuku yazılı bir kaynak değildir. Örneğin, Devletlerin ziyaret eden bir Devlet Başkanına dokunulmazlık vermesini gerektiren bir gelenek hukuku kuralının iki unsuru olduğu söylenmektedir. İlk olarak, yaygın ve tutarlı bir Devlet uygulaması bulunmalıdır; yani Devletler, genel olarak, ziyaret eden bir Devlet Başkanına uygun bir dokunulmazlık uygulamasına sahip olmalıdır. İkinci olarak, “opinio juris” (hukuki görüş) de denilen şey olmalıdır ki, genellikle “yasal yükümlülüğe olan inanç” (belief in legal obligation); yani Devletler, yasal bir görevlerinin olduğuna inandıkları için dokunulmazlık sağlamalıdır. Uluslararası Adalet Divanı’nın da belirttiği gibi: –

‘İlgili fiillerin sadece yerleşik bir uygulama olması değil, aynı zamanda bunu gerektiren bir kuralın varlığı nedeniyle bu uygulamanın zorunlu kılındığına dair inancın delili olacak şekilde olması veya bu şekilde gerçekleştirilmesi de gerekir. (…) İlgili Devletler, yasal bir yükümlülük anlamına gelen bir yükümlülüğe uyduklarını hissetmelidirler.’ [Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı davaları (North Sea Continental Shelf cases), Uluslararası Adalet Divanı Temsilcileri, 1969, s.3, 44]

Bu unsurların her ikisi de mevcut olmadığı sürece yeni bir uluslararası örf ve adet hukuku kuralı oluşturulamaz. Tek başına pratik yapmak yeterli değildir –örneğin bkz. SS Lotus Vakası (1927). Fiili uygulama olmaksızın hukuk görüşü marifetiyle de bir kural oluşturulamaz –örneğin bkz. [Nükleer Silahlara İlişkin İstişare Görüşü (Advisory Opinion on Nuclear Weapons), 1996].

Ancak bu unsurların daha yakından incelenmesi gerekmektedir. Uygulama açısından bakıldığında, bu sadece bir Devletin hükümetinin uygulamalarını değil, aynı zamanda mahkemelerinin ve parlamentosunun uygulamalarını da içermektedir. Devletlerin söylediklerinin yanı sıra yaptıklarını da kapsamaktadır. Ayrıca uygulamanın hukuk konusunda gerçekte ne söylediği açısından dikkatle incelenmesi gerekir. Bazı (belki de pek çok) Devletlerin işkence uygulaması, işkenceyi yasaklayan yeterli uygulamanın olmadığı anlamına gelmez. Uluslararası Adalet Divanı’nın Nikaragua davasındaki kararından alıntı yapmak gerekirse:

‘Örf ve adet kurallarının varlığı sonucunu çıkarmak için Mahkeme, Devletlerin davranışlarının genel olarak böyle bir kuralla tutarlı olmasını yeterli görmekte olup; belirli bir kuralla tutarlı olmayan Devlet davranışı örnekleri, yeni bir kuralın tanındığının göstergesi olarak değil, genel olarak o kuralın ihlali olarak değerlendirilmelidir.’ (Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua’nın Uluslararası Adalet Divanı Temsilcileri, 1986, s.3, 98)

Hukuki görüş (opinio juris) ile ilgili olarak, yükümlülüğe olan inancın normal tanımı [bkz. örneğin yukarıdaki Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı davaları (1969)] bütünüyle tatmin edici değildir. Birincisi, pek çok kuralın [örneğin kıta sahanlığı üzerindeki egemenlik konusunda (regarding sovereignty over the continental shelf)] müsamahakâr olduğu gerçeğini göz ardı eder; buna göre gerçek hukuki görüş yükümlülüğe değil hakka olan inançtır. İkincisi ve daha da önemlisi, bir Devletin inançlarından söz etmenin yapay bir yanı vardır. Hukuki görüşü yasal bir hakkın iddiası veya yasal bir yükümlülüğün kabulü olarak değerlendirmek daha doğru olabilir.

Hukuki görüş ile birlikte yeterli uygulama olduğunda yeni bir gelenek kuralı ortaya çıkacaktır. Yalnızca “ısrarlı/sürekli itiraz” ilkesi (persistent objector principle) olarak bilinen ilkeye bağlı olarak, yeni kural tüm Devletleri bağlar. Israrlı/Sürekli itiraz ilkesi, yeni bir kuralı henüz ortaya çıkmadan önce ısrarla reddeden bir Devletin, bu kuralın uygulanmasından kaçınmasına olanak tanır.

3. Antlaşmalar [Treaties]

Devletlerarasındaki veya bazen Devletler ile uluslararası kuruluşlar arasındaki antlaşmalar [bazen anlaşmalar, sözleşmeler, nota değişimleri veya protokoller (agreements, conventions, exchanges of notes or protocols) olarak da adlandırılır] hukukun diğer ana kaynağıdır.

Açıkça söylemek gerekirse, bir antlaşma bir hukuk kaynağı değil, hukuka göre bir yükümlülük kaynağıdır. Antlaşmalar yalnızca onlara taraf olan Devletler için bağlayıcıdır ve bir antlaşmaya taraf olup olmama seçimi tamamen Devlete aittir; bir antlaşmaya imza atma zorunluluğu yoktur. (Peki,) Bir antlaşma neden ona taraf olan devletler için bağlayıcıdır? Bunun cevabı, tüm Devletlerin antlaşmalarına saygı duymasını gerektiren bir uluslararası gelenek hukuku kuralının [pacta sunt servanda (rule of customary international law)] mevcut olmasıdır. Bu nedenle antlaşmalar kanun kapsamındaki yükümlülüklerin kaynakları olarak daha doğru bir şekilde tanımlanır.

Ancak birçok antlaşma aynı zamanda gelenek hukukunun yetkilendirilmiş beyanları/ifadeleri (authoritative statements of customary law) olarak da önemlidir. Çok sayıda Devlet arasında serbestçe müzakere edilen bir antlaşmanın, çoğunlukla, daha önce yazılı olmayan örf ve adet hukuku kurallarının yazılı olduğu kabul edilir. Bir antlaşma hükmünün mevcut kanunu kodlayıcı (yasalaştırıcı) olması amaçlandığında bu durum açıkça söz konusudur.

Bunun iyi bir örneği, 1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’dir (Vienna Convention on the Law of Treaties). Dünyadaki Devletlerin yarısından azı buna taraftır, ancak konuyu ele alan her mahkeme, antlaşmanın ana hükümlerini örf ve adet hukukunu kodlayıcı olarak ele almış olup; bu nedenle bunları, mezkûr Sözleşmeye taraf olsun veya olmasın tüm Devletler için geçerlidir.

Teorik olarak, bir antlaşma hükmünün bir örf ve adet hukuku kuralını kanunlaştırdığı durumlarda hukukun kaynağı orijinal uygulamadır ve hukuki görüştür; antlaşma hükmü yalnızca delildir. Ancak bu, daha önce yazılmamış bir kuralı yazmanın o kuralı değiştirdiği gerçeğini gözden kaçırmaktadır. O andan itibaren herkesin bakacağı yazılı hüküm olacak ve kuralın kapsamına ilişkin tartışmalar, temeldeki uygulamanın analizinden ziyade, büyük ölçüde metnin yorumlanması etrafında dönecektir.

Ayrıca, bir antlaşma hükmünün kanun koyucu olmayı amaçlamadığı, daha ziyade kuralı değiştirmeye yönelik bir yenilik olduğu durumlarda bile, uygulamada kabul edilmesi halinde, gelenek hukukunun bir parçası haline gelebilir. Örneğin bkz. Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı vakaları (1969):

‘Her ne kadar yalnızca kısa bir sürenin geçmesi, başlangıçta tamamen konvansiyonel bir kural temelinde yeni bir uluslararası geleneksel hukuk kuralının oluşmasına zorunlu olarak veya tek başına bir engel teşkil etmese de, vazgeçilmez bir mecburiyet, söz konusu dönemde, kısa da olsa, çıkarları özel olarak etkilenen Devletlerin uygulamaları da dâhil olmak üzere Devlet uygulamalarının, ileri sürülen hüküm anlamında hem kapsamlı hem de neredeyse tek tip olması gerekirdi -ve ayrıca hukukun üstünlüğünün veya yasal yükümlülüğün söz konusu olduğuna dair genel bir kabulü gösterecek şekilde meydana gelmiş olmalıdır.’ (Uluslararası Adalet Divanı Temsilcileri, 1969, s.43)

Gerçekte, çok sayıda Devletin bir antlaşma hükmü üzerinde mutabakata varması, bizzat Devlet uygulamasının önemli bir parçasıdır. Eğer bu devletler ve diğer devletler daha sonra antlaşma hükmünü uygularlarsa -özellikle de antlaşmaya taraf olmadıkları durumlarda- o zaman bu durum hızla uluslararası örf ve adet hukukunun bir parçası haline gelebilir.

Bu düşünce, bazı yazarların, yalnızca taraflar arasındaki antlaşmalardan oluşan “traités contrats” [sözleşmeye dayalı/bağlı antlaşmalar (contractual treaties)] ile traces lois [kanun yapma antlaşmaları (law-making treaties)] arasında ayrım yapmasına yol açmıştır. Bana göre bu (konuya) yardımcı olmaktan çok kafa karıştırmaktadır. Tüm antlaşmalar, taraflar arasında sözleşmeye dayalıdır. Ancak bazılarının genel yasa üzerinde de etkisi vardır.

Uygulamada, uluslararası hukukun 1945’ten bu yana geçen yıllardaki en önemli değişimleri, uluslararası hukukun farklı alanlarına [savaş, terörizm, diplomasi, antlaşma yapımı (war, terrorism, diplomacy, treaty-making)] ilişkin çok sayıda antlaşmanın kabul edilmesi yoluyla olmuştur.

4. Genel İlkeler [General Principles]

Antlaşmalar ve gelenekler uluslararası hukukun en önemli kaynakları olmakla birlikte, Uluslararası Adalet Divanı Tüzüğü’nün 38’inci maddesinde belirtilen diğer kaynaklar da göz ardı edilmemelidir. Uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkelerine (üçüncü kaynak) kararlarda nadiren değinilir. Bunlar çoğunlukla, Uluslararası Adalet Divanı’nın veya başka bir uluslararası mahkemenin, şirketlerin tüzel kişiliği gibi ulusal hukuk sistemlerinde yaygın olarak kabul edilen bir kavramı benimsemek istediği durumlarda [örneğin, Barcelona Traction Co. Davasında (1970)] kullanılır. Ancak uluslararası hukuk, nadiren belirli bir ulusal hukuk sisteminden alınan bir hukuk kavramını bütünüyle benimser; bunun yerine arayış, çeşitli ulusal hukuk sistemlerinde şu veya bu şekilde tanınan bir ilkeye yöneliktir.

5. Adli Kararlar [Judicial Decisions]

Madde 38(1-d), hukuk kurallarının belirlenmesinde yardımcı araç olarak yargı kararlarına atıfta bulunmaktadır. Gelenek hukukunun yerleşik olduğu ülkelerdeki durumun aksine, uluslararası hukukta bağlayıcı bir emsal doktrini yoktur. Aslında Uluslararası Adalet Divanı Tüzüğü, Mahkemenin bir kararının, kararın verildiği davanın tarafları dışında hiç kimse için bağlayıcı olmadığını ve bu durumda dahi yalnızca söz konusu dava açısından bağlayıcı olmadığını açıkça belirtmektedir (Madde 59). Bununla birlikte, Uluslararası Adalet Divanı sıklıkla kendi geçmiş kararlarına atıfta bulunur ve uluslararası mahkemelerin çoğu, uluslararası hukukun içeriğine ilişkin bir rehber olarak geçmiş davalardan yararlanır; dolayısıyla, “ikinci derecede” (subsidiary) önemsiz bir ehemmiyet taşıdığını varsaymak yanlış olur.

Madde 38(1-d), uluslararası ve ulusal mahkemelerin kararları arasında ayrım yapmamaktadır. İlki genellikle çoğu konuda uluslararası hukukun daha güvenilir kanıtı olarak kabul edilir (ama egemen dokunulmazlık yasası gibi ulusal mahkemeler tarafından daha yaygın olarak ele alınanlar için geçerli değildir). Ancak bir Devletin mahkemelerinin kararları, o Devletin uygulamalarının bir parçasıdır ve dolayısıyla uluslararası gelenek hukukunun oluşumuna doğrudan katkıda bulunabilir.

6. Yazılar [Writings]

Uluslararası hukukçuların yazıları da uluslararası hukukun içeriği konusunda ikna edici bir rehber olabilir, ancak kendileri hukuk alanında yaratıcı değillerdir ve bir kitap veya makaleden izole edilmiş bir pasajın alınması ve bunun içeriği doğru bir şekilde yansıttığını daha fazlasına gerek kalmadan, uluslararası hukukun içeriğini doğru bir şekilde yansıttığını varsaymanın tehlikesi vardır.

7. Diğer Kaynaklar

Uluslararası Adalet Divanı Tüzüğü’nün 38’inci maddesindeki kaynak listesinin eksik olması nedeniyle sıklıkla eleştirilmektedir. Özellikle Birleşmiş Milletlerin farklı organlarının eylemlerinden hiç bahsedilmemektedir. Her ne kadar bunlar bahsi geçen 38. madde sistemine bazen sanıldığından daha iyi uysa da bugün bu eylemlerin uluslararası hukuku şekillendirmedeki öneminden şüphe edilemez.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun uluslararası toplum adına yasa yapma yetkisi yoktur; kararları yasal olarak bağlayıcı değildir. Ancak bu kararların birçoğunun kanun yapma süreci üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Bazı kararlar, Birleşmiş Milletler çerçevesinde müzakere edilen ve Meclis tarafından Birleşmiş Milletler Üyesi Devletlere tavsiye edilen bir antlaşma metnini içeren antlaşma yapma sürecinin bir parçasıdır [İşkenceye Karşı Sözleşme (Convention against Torture) bakımından durum böyleydi]. Yasal yükümlülüğü yaratan şey antlaşma olsa da -ve bu yalnızca ona taraf olmayı seçen Devletler için- Birleşmiş Milletlerin bu antlaşmayı oluşturma sürecindeki önemi küçümsenmemelidir.

Ayrıca, daha önce de belirttiğim gibi, Devletlerin Birleşmiş Milletlerde aldıkları pozisyonlar, onların uygulamalarının bir parçası ve yeterince geniş bir kabul gören ve Devletler tarafından bir uluslararası hukuk kuralını somutlaştırdığı düşünülen bir hukuk düzeni (veya kararlar dizisi), Devletlerin başka yerlerde fiilen yaptıklarıyla çelişmediği sürece, uluslararası geleneksel hukukun gelişimi üzerinde önemli bir etkiye sahip olabilir. [örneğin bkz. Nükleer Silahlara İlişkin İstişare Görüşünde (1996) nükleer silahlara ilişkin kararların tartışılması (the discussion of the resolutions on nuclear weapons in the Advisory Opinion on Nuclear Weapons)].

Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından Genel Kurul için üretilen uluslararası hukuk çalışmaları, özellikle Meclis tarafından kabul edilmesi halinde, antlaşmalara dönüştürülmeseler dahi, uluslararası geleneksel hukuk üzerinde de önemli bir etkiye sahip olabilir [Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun 2001 yılında kabul edilen Devlet Sorumluluğuna ilişkin Maddeleri (ILC Articles on State Responsibility) buna iyi bir örnektir].

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin konumu biraz farklıdır. Konsey tarafından Tüzük “Bölüm VII” kapsamında alınan ve zorunlu şartlarla çerçevelenen kararlar, tüm Devletler için yasal olarak bağlayıcıdır (Tüzük, madde 25). Ayrıca, Tüzüğün 103’üncü maddesi uyarınca, Konsey’in bir kararını uygulama görevi, diğer tüm uluslararası antlaşmalardan doğan yükümlülüklere üstün gelir [bkz. Lockerbie davaları (1992)]. Ancak Konsey yeni kanunlar oluşturmaz, bunun yerine belirli konulara ilişkin yükümlülükler oluşturur ve bir yasama organı değildir [bkz. eski Yugoslavya için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia) ‘Tadic’ kararı (1995)].

8. Normlar Hiyerarşisi [Hierarchy of Norms] mi?

Tartışmalı bir soru, uluslararası hukukta normlar hiyerarşisinin olup olmadığıdır. Mezkûr 38’inci maddede böyle bir hiyerarşiye atıfta bulunulmamaktadır ancak belirli açılardan hiyerarşinin unsurlarını ayırt etmek mümkündür. Uluslararası hukukun birkaç kuralının, zorlayıcı hükümler (jus cogens), yani hiçbir sapmaya izin verilmeyen emredici normlar statüsüne sahip olacak kadar temel öneme sahip olduğu artık genel olarak kabul edilmektedir. Devletler her zaman (kendi aralarında) uluslararası geleneksel hukukun olağan kurallarından ayrılmayı kabul edebilirken, bir “jus cogens” kuralından ayrılma veya bunları değiştirme özgürlüğüne sahip değillerdir. Dolayısıyla, “jus cogens” kuralıyla çelişen bir antlaşma geçersizdir (1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi, Madde 53) ve böyle bir kural, uluslararası teamül hukukunun tutarsız kurallarına üstün gelecektir.

Bununla birlikte, şunu akılda tutmak önemlidir: (a) “jus cogens” statüsüne sahip çok az sayıda kural vardır (örneğin saldırganlık, soykırım, işkence ve kölelik yasakları) ve bu statüye ulaşma ölçütleri katıdır (yalnızca bir kural olarak değil aynı zamanda hiçbir sapmaya izin verilmeyen bir kural olarak neredeyse evrensel kabul görmektedir); (b) çatışma vakaları çok nadirdir ve böyle bir çatışmanın var olduğu iddiası dikkatle incelenmelidir [Örneğin bkz. egemen dokunulmazlığa ilişkin yasanın işkence yasağıyla çeliştiği yönündeki iddianın hem Uluslararası Adalet Divanı (Arrest Warrant case, 2002) hem de İngiliz mahkemeleri (Jones v. Saudi Arabia, 2006) tarafından reddedilmesi (the rejection both by the ICJ -Arrest Warrant case- and the English courts -Jones v. Saudi Arabia- of the suggestion that the law on sovereign immunity conflicted with the prohibition of torture)].

Bir antlaşma, antlaşmanın tarafları arasında örf ve adet hukukuna üstün gelir ancak bir antlaşma, o antlaşmaya taraf olmayan Devletlerin haklarını etkilemez (a treaty prevails over customary law as between the parties to the treaty but a treaty will not affect the rights of States not party to that treaty). Bu nedenle, bazen iddia edildiğinin aksine, antlaşmalar ile örf ve adet hukuku arasında kesin bir hiyerarşi anlayışı yoktur.

[1] İngilizce metin şu şekildedir: [“(a) Treaties between States; (b) Customary international law derived from the practice of States; (c) General principles of law recognized by civilised nations; and, as subsidiary means for the determination of rules of international law: (d) Judicial decisions and the writings of ‘the most highly qualified publicists’.”]

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.