I-BİRKAÇ ANI
Bizim Usul Hukuku hocamız İlhan POSTACIOĞLU idi. Sanırım Saim ÜSTÜNDAĞ da yeni Doçent olmuştu. Bir de soyadını hatırlayamadığım ismi Metin olan asistan (şimdi araştırma görevlisi deniliyor) vardı. Metin Hoca çok iyi bir insandı. Biz mesleğe başladıktan sonra Üniversiteden ayrıldığını ve hakimlik mesleğine geçtiğini, İstanbul’da İcra Hakimliği yaptığını duyduk. Bir süre sonra gazetelerde Metin hocanın resminin altında hatırlayabildiğim kadarıyla, şöyle bir haber okuduk:
-Bir günde 250 dosyayı karara çıkardı.
Evet. Yazıyla, büyük harflerle ve koyu renk olarak yeniden yazıyorum:
-BİR GÜNDE İKİYÜZ ELLİ DOSYAYI KARARA ÇIKARDI.
Yargıtay 9 HD’den emekli ve halen Ankara’da yaşayan Utku Öztürk, Yargıtay üyeliğinden önce Ankara 4. İş mahkemesi hakimi idi. Her gün sabah saat 9’da duruşmaya başlar ve saat 11’de duruşmalar biterdi.
Bursa’da Osman Nuri Özbilgin adlı iş hakimi yılda 2500-2700 arası davaya bakardı. Karar verme süresi 3 ayı geçmezdi ve verdiği kararlar aynı gün yazılırdı. Hiçbir karar ertesi güne kalmazdı.
Ben avukatlığın yanı sıra işçi alacakları, haksız fiiller, iş kazaları ve meslek hastalıkları ile ilgili davalarda hesap bilirkişiliği yapardım. Hakimler raporu duruşma gününden evvel vermem için telefon ederlerdi.
Bilirkişilikle ilgili iki anımı anlatmak isterim:
Hepimizin bildiği gibi, hesaplama sonucu karar verilmesini gerektiren davalarda dosyanın hesap bilirkişisine verilmesi demek, hesaplama dışında tüm delillerin toplandığı, karar aşamasına gelindiği ve hesap raporunun verilmesinden sonra dava karara bağlanacak demektir. Bir gün iş kazası sonucu sakatlanan bir işçinin maddi tazminat tutarının hesaplanması için bilirkişi olarak tayin edildiğim dosyada raporu hazırlayıp verdim. Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra dosya ek rapor yazılması için yine bana gönderildi. Dosyayı incelediğimde, ilk rapordan sonra yeniden kusur incelemesi yapıldığı ve değişen kusura göre hesaplama yapılması için dosyanın gönderildiğini anladım ve buna göre hesaplama yaparak dosyayı mahkemeye verdim. Aradan yine uzunca bir süre geçtikten sonra yeniden kusur incelemesi yapıldığı ve buna göre hesaplama yapılması için dosya yine bana gönderildi. Yeniden hesaplama yaptım ve dosyayı mahkemeye verdim. Bir süre sonra aynı dosya yine aynı gerekçelerle bana gönderildi. Dosyayı incelediğimde SGK’dan mahkemeye gönderilen bir yazıdan davacının vefat ettiğini öğrendim. Fakat, davacının vefatından ne vekilinin, ne davalı vekilinin ve ne de hakimin haberi yok. Bu gibi durumlarda hesaplama davacının vefat tarihine kadar yapılacağı için bende bu şekilde hesaplama yaptım ve dosyayı götürüp davacının vefat ettiğini sözlü olarak hakime bildirdim ve dava bu şekilde sonuçlandı.
Yine iş kazasında sakatlanan bir işçinin maddi zararının hesaplanması için tarafıma verilen bir dosyada, yargılama devam ederken davacının vefat ettiğini SGK’dan gelen bir yazıdan öğrendim ve bu nedenle maddi tazminat hesabını vefat tarihine kadar olan dönem için yaparak raporumu mahkemeye verdim. Bir süre sonra taraflardan birinin itirazı üzerine dosya ek rapora geldi. Ben de davacının yargılama devam ederken vefat ettiğini ve hesaplamanın da buna göre yapıldığını, hesaplamada değişiklik olmayacağını belirten ek raporumu verdim. Bir süre sonra aynı dosya yine ek rapora geldi. Anladım ki, ne davacı vekili, ne davalı vekili ve ne de hakimin dosyaya gelen belgelerden ve davacının vefatından haberleri yok. Yine hakime sözlü olarak durumu anlattım ve dava böylece sonuçlandı.
Bir Yargıtay kararından, yukarıda anlatılanlara benzer bir olayın Yargıtay incelemesi sırasında gerçekleştiğini öğreniyoruz. İş kazası sonucu açılan davada, maddi tazminat hesabı bakıcı giderlerini de içerecek şekilde hesaplanmış ve dosya temyizde iken davacı vefat etmiş. Bu durum taraflarca Yargıtay’a bildirilmediğinden dosya onanarak kesinleşmiş. Daha sonra vefat haberini öğrenen davalı tarafın, davacının öldüğünü ileri sürerek bakıcı giderlerinin tahsili için açtığı dava kesin hüküm nedeniyle reddedilmiştir.[1] Küçük bir hata binlerce hatta milyonlarca lira hak kaybına neden olmaktadır.
II-HEDEF SÜRE ANAYASA, HMK ve KANUNLARDA ZATEN VAR
Anayasanın 141. maddesinde Devletin, yargının basit, çabuk ve ucuz gerçekleşmesi için gerekli önlemleri almak zorunda olduğu öngörülmüştür. Bu ilkeler HMK’nın 30. maddesinde “Usul Ekonomisi İlkesi” başlığı altında ve hakimin, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapmamasını sağlamakla yükümlü olduğu şeklinde ifade edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde de yargılamanın makul süre içinde yapılması gerektiği öngörülmüştür (m.6). Görüldüğü gibi yargılamanın uzatılması, zorlaştırılması ve pahalılaştırılması her şeyden önce Anayasaya aykırıdır.
Yukarıda tarafımızdan verilen yargılama örneklerini Pekcanıtez/Atalay/Özekes çok güzel ve şu şekilde ifade etmişlerdir:
Bugün Ülkemizde yargılamanın uzamasının en önemli sebeplerinden biri de, yargılama kurallarının gereği gibi hem mahkemelerce ve hem de taraflarca uygulanmamasıdır. Örneğin, tahkikatın bir parçası olan duruşmaların asıl amacı, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenip tartışılması iken, deliller başlangıçta tahkikattan önce toplanmamakta, duruşmalar adeta delilerin toplanması için birer yargılama kesiti olarak kullanılmakta, tapuya, nüfusa v.s.ye yazı yazılarak duruşmalar ertelenmektedir. Diğer yandan da taraflar bu konuda gerekli ciddiyet ve özeni göstermemektedirler. Bugün her mahkemede yapılan günlük duruşma sayısının yarıdan fazlasını , duruşmanın ruhuna aykırı şekilde yürütülen bu faaliyetler almakta, sonra da iş çokluğu şikayet konusu olmaktadır.[2]
Gerçekten, her duruşmada yeni deliller toplanmasına karar verilmekte örneğin, davacı taraf delil olarak ücret bordrolarına dayandığı ve davalı taraf da bordroları dosyaya sunduğu halde, hakim kendiliğinde aylarca hatta bir iki yıl boyunca ücret araştırması yapmakta, bir kimsenin haklı da olsa dava açmaya zorlanamayacağı (HMK m.24) hükmüne aykırı olarak, alacak davasında çalışma süresinin tespiti için davacı tarafa süre verilmekte, taraf vekilleri de hiç itiraz etmediklerinden davalar bu şekilde uzamaktadır.
III-BİLİRKİŞİLİK KURUMU YARGILAMANIN UZAMASINA ALET EDİLMEKTEDİR
HMK m.273’de, bilirkişinin görevlendirilmesi ile ilgili hükümler yer almaktadır. Bir dosya bilirkişiye gönderileceği zaman; bilirkişinin inceleme konusunun yani yapacağı işin ve cevaplaması gereken soruların ne olduğu açıkça belirtilmelidir. Ancak, mahkemeler uygulaması bu hükmün tam tersidir. Ara kararında sadece “dosyanın bilirkişiye gönderilmesi” denilmekle yetinilir, bilirkişinin ne yapacağı hiç belirtilmez. Örneğin, işçilik alacakları ile ilgili bir dava dosyası hesaplama için bilirkişiye gönderilirken ara kararında, davacının çalışma süresinin, ücretinin, eğer fazla çalışma ücreti isteği varsa haftada kaç saat fazla çalışma yaptığının açıkça belirtilmesi gerekir. Ayrıca, bilirkişi raporuna taraflardan biri itiraz ettiğinde, itirazın yerinde olup olmadığı hakim tarafından değerlendirilip buna göre karar verileceği halde, ara kararına “Davacı/Davalı vekilinin itirazlarının değerlendirilmesi için bilirkişiden ek rapor alınması için dosyanın bilirkişiye gönderilmesi” yazılarak dosya bilirkişiye gönderilir ve bu nedenle duruşma aylar sonraya ertelenir. Öyle ki her dosya 4-5 kere ek rapor alınması için gereksiz daha doğrusu gerekçesiz ara kararlarıyla bilirkişilere gönderilerek yargılamalar uzatılır. Gerçekten taraflar da bu konuda çok kayıtsız davranmaktadırlar. Nitekim Pekcanıtez bu konuda da:
Dosya bilirkişiye hiçbir soru hazırlanmadan verilmekte ve bilirkişilerin dosya hakkında karar vermesi beklenmektedir. Bu konuda daha da vahim olan husus, bilirkişiye başvurulduğunda artık bir bilirkişi raporuna dayanılarak karar verilmesi zorunlu hale gelmekte ve hakim hükme esas olabilecek denetime elverişli bir rapor alıncaya kadar bilirkişi raporu almaya devam etmektedir.[3]
Aynı hususları Tanrıver de şu şekilde dile getirmektedir:
Hakim, bilirkişiyi görevlendirmeden önce, hangi hususların bilirkişi aracılığıyla açıklığa kavuşturulacağını, tarafların görüşünü almak suretiyle net bir biçimde ortaya koymalı, yani bilirkişinin görev alanının çerçevesini açık ve kesin bir dille çizmelidir.[4]
Aşçıoğlu’nun yıllar önce ifade ettiği gibi:
Hukuk ve ceza usul yargılamasına ilişkin kurallar; bilirkişi kurumunun sağlıklı çalışması için evrensel nitelikte ilkeler öngörmektedir. Sorun öngörülen bu kuralların uygulanması ve çalıştırılmamasında toplanmaktadır.[5]
Yıllardan beri yasaların yeterli olduğu, bütün kusurun uygulayıcılarda olduğu belirtildiği halde devamlı yasalar değiştirilerek sonuca gidilmeye çalışılmaktadır.
IV-VAR OLAN HEDEF SÜRELER KALDIRILIYOR, KALDIRILMAYANLAR UYGULANMIYOR VE YENİ HEDEF SÜRELER KONULMAYA ÇALIŞILIYOR
Bu konuda fazla örnek vermeye gerek yok. Birer örnek vermek yeterli olur sanırım. Örneğin, İş Kanunu m.20’de, işe iade davalarının 2 ay içinde sonuçlandırılacağı, Yargıtay’ın 1 ay içinde kesin olarak karar vereceği öngörüldüğü halde, bu sürelere hiç uyulmadığının anlaşılması üzerine, uyulmasının sağlanması gerekirken, 12.10.2017 t. ve 7036 s.lı İMK ile bu hüküm kaldırılarak, davanın ivedilikle sonuçlandırılacağı ve istinaf yoluna başvurulması durumunda BAM’ın 1 ay içinde ivedilikle ve kesin olarak karar vereceği hükmü getirilerek yargılama süresi hakimlerin insafına bırakılmıştır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu m.320’de, Basit Yargılama Usulünde, ilk duruşmada ön inceleme ve tahkikat işlemlerinin bitirilmesinden sonra, davanın iki duruşmada tamamlanacağı ve duruşmalar arasında bir aydan uzun süre olamayacağı öngörüldüğü halde bu kurala uygun yargılama yapıldığına hemen hiç rastlanmamaktadır.
V-İNSAN UNSURU HİÇ DİKKATE ALINMAMAKTADIR
Yasaları uygulayacak olan insandır. Yani yargının üç unsuru olan hakim, savcı ve avukattır. Ancak:
Türkiye’nin yargının üç kurucu unsuru olan hakim, savcı ve avukat yetiştirme konusunda Cumhuriyetin kuruluş ve onu takip eden yıllar hariç doğru dürüst bir politikası olmadı. Bu politikaya bağlı olarak 1930’lu, 1940’lı, 1950’li ve biraz da 1960’lı yıllarda iyi yetişen yargıç savcı ve avukatlar yükü taşıdılar, hem de iyi taşıdılar. O nesiller dönemlerini tamamladılar. Sonraları gelenler o kaliteyi yakalayamadılar. Önlemlerin 1960’lı, 1970’li yıllarda alınması gerekirdi. Alınmadı, hatta öngörülemedi bile.[6]
Gerçekten bugün hakim, savcı ve avukatların yetiştirilmeleri çağımızın çok gerisindedir. Ayrıca, bu meslek sahiplerinin sadece hukuk bilgilerinin yeterli olmayıp sağlıklı, hukuka ve adalete uygun karar verebilmeleri için genel kültürlerinin de çok yüksek olması gerekir. Bu özellik ise çok okuyarak elde edilir. Halbuki günümüzde teknolojik araçlarla bilgiye ulaşmak çok kolaylaştığı halde, Ülkemizde bilgi edinme ve kitap okuma oranının düşük olduğunu da hepimiz biliyoruz.
VI-SONUÇ
Yazının başında örnek gösterdiğimiz hakimlerin görev yaptığı dönemlerde bugünkü olanakların binde biri bile yoktu. Çalışma ortamları ilkel, çoğu yerlerde merdiven altlarında ve koridorlarda duruşma yapılır, duruşmalarda kırık dökük daktilolar kullanılır, oradan kopyala buraya yapıştır yapılamaz, kağıt bulunmaz, tutanak kağıtlarını avukatlar verir, kağıt veren avukatlara tutanak suretleri verilirdi. Ve o günlerde uygulanan yasalar da Cumhuriyetin ilk yıllarında kabul edilen yasalardı. Bu nedenle:
Yasaları değiştirmekle, yeni yasalar yürürlüğe koymakla hiçbir sorunun çözülemeyeceğini artık anlamamız gerekir. Önemli olan, yasaları uygulayacak olanların, bilgi ve kültür donanımı yüksek, iş ahlakı ve görev bilinci olan ve daha da önemlisi son yılların moda sözcüğü ile, kazandığı paranın HELAL olup olmadığı sorgulamasını yapabilen bireyler yetiştirmektir.
[1] – Y 21 HD, 13.06.2019 t, E:2018/4896-K:2019/4311, Legal İSGHD, C.17, Sayı 65, s.370.
[2] – Hakan Pekcanıtez/Oğuz Atalay/Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku, 12. Baskı, Yetkin Yayınları, Ankara 2011.
[3] – Hakan Pekcanıtez, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Erozyon Süreci, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı 2017/133, s.211-260.
[4] – Suha Tanrıver, Hukuk Yargısı Bağlamında Bilirkişilik Kanun Tasarısının Değerlendirilmesi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, sayı 119, s.227-240.
[5] – Çetin Aşçıoğlu, Bilirkişi Sorununa Çözüm Önerileri, Cumhuriyet Bilim Teknik, 02.10.2004.
[6] – Vedat Ahsen Coşar (TBB eski başkanı), www.gaetevatan.com. ET:26.02.2011.
Bursa’da doğdum. İlk, orta ve lise eğitimlerimi Bursa’da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldum. Serbest avukat olarak İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik alanında çalışmaktayım. Bu konulardaki makalelerim dışında, “Açıklamalı İçtihatlı 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu” ve Prof. Dr. H. Yunus Taş ile birlikte yazdığımız “İş Mahkemelerinin Görevi ve Yargılama Usulü” isimli kitaplarım yayınlanmıştır.