“Trump Yönetimi Tarafından Duyurulan ‘Karşılıklı’ Tarifelere Yasal Olarak Nasıl Yanıt Verilebileceği” Üzerine Düşünceler

Giriş

Uluslararası hukuka saygı duymak sizin için hâlâ mantıklı bir erdemse, dün yönetimin duyurduğu tarifelerden etkilenen her bir ülke için soru, herhangi bir misillemeyi nasıl haklı çıkaracaklarıdır.

Bu konudaki ilk fikir, belirli yükümlülükleri askıya alma yetkisi talep etmek için Dünya Ticaret Örgütü Uyuşmazlık Çözüm Sistemini [World Trade Organization dispute settlement system] kullanmak olurdu [Uyuşmazlık Çözüm Anlaşması’nın (Dispute Settlement Understanding) 22. Maddesi]. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri tarafından uygulanan gümrük vergilerinin ölçeği göz önüne alındığında, prosedürlerin yavaşlığı hedeflenen çeşitli ülkelerin ekonomilerine telafisi mümkün olmayan zararlar verebilir. Buna, Dünya Ticaret Örgütü’nün Temyiz Organı’nın [Appellate Body] şu anda engellenmiş olması ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin, kendisine karşı temyiz aşamasında başlatılan işlemlerin nihai bir karar alınmadan sona ermesine izin verebileceği ve böylece şikâyetçi Üyelerin imtiyazların veya diğer yükümlülüklerin askıya alınmasını talep etme haklarından mahrum bırakabileceği gerçeği de eklenmektedir.

Bu nedenle ikinci fikir, ülkelerin Amerika Birleşik Devletleri ile yapmış olabileceği bölgesel veya ikili anlaşmalarda öngörülen uyuşmazlık çözüm prosedürlerini kullanmak olacaktır. Ancak, askıya alabileceğiniz yükümlülüklerin kapsamı açısından özellikle sınırlı olacaksınız. Bir yandan, anlaşmanız kapsamında Amerika Birleşik Devletleri’ne verdiğiniz imtiyazları askıya alabilirsiniz. Öte yandan, Amerika Birleşik Devletleri tarafından duyurulan karşılıklı tarifeler özellikle önemli olduğundan, ikili anlaşmanız kapsamında Amerika Birleşik Devletleri’ne verdiğiniz belirli imtiyazları ve ayrıca Dünya Ticaret Örgütü anlaşmalarını askıya almaya yönlendirilebilirsiniz.

Üçüncü fikir ise, uzun prosedürlerden kaçınmak için tek taraflı karşı önlemler almak olacaktır. Her iki durumda da, Amerika Birleşik Devletleri, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın [General Agreement on Tariffs Trade-GATT] I. ve II. maddeleri veya herhangi bir diğer Dünya Ticaret Örgütü anlaşması kapsamında elde edilen belirli avantajları geçersiz kıldığı veya zayıflattığı için önlemlerinize Dünya Ticaret Örgütü’nün Uyuşmazlık Çözüm Organı[Dispute Settlement Body] önünde itiraz edebilir[1]. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri’nin daha önce Dünya Ticaret Örgütü anlaşmaları uyarınca yükümlülüklerini ihlal etmiş olması nedeniyle önlemlerinizi haklı çıkaramayacaksınız. Bu, tek taraflı önlemlerin veya kendisi tarafından açıkça yetkilendirilmemiş herhangi bir önlemin kullanımını yasaklayan Uyuşmazlık Çözüm Anlaşması’nın 23. maddesi uyarınca Uyuşmazlık Çözüm Organı’nın münhasır yargı yetkisine aykırı olacaktır.

Amerika Birleşik Devletleri tarafından uygulanan tarifelerin benzeri görülmemiş ölçeği ve şiddeti göz önüne alındığında, uluslararası hukuku ihlal etmeden derhal yanıt vermenin bir yolu var mıdır? Uluslararası genel hukukta, misilleme önlemleri kesinlikle dostça olmayan önlemlerdir, ancak herhangi bir uluslararası yükümlülükle bağdaşmaz değildir. Tersine, karşı önlemler belirli uluslararası yükümlülüklerle bağdaşmaz ancak daha önce uluslararası hukukun ihlaline misilleme olmaları gerçeğiyle haklı gösterilen önlemlerdir[2].

Dünya Ticaret Örgütü Hukuku’na göre, Uyuşmazlık Çözüm Organı tarafından verilen tazminat (karşılıklı olarak kararlaştırılmış) veya yükümlülüklerin askıya alınması misilleme önlemleridir ve Uyuşmazlık Çözüm Anlaşması’nın 22. maddesi marifetiyle özel olarak yetkilendirilmiştir. Aynı zamanda, karşı önlemlerin per se[3] yasaklanmasının Uyuşmazlık Çözüm Organı tarafından tutarlı bir içtihat konusu olduğunu tespit ettik. Heyet ayrıca 301. madde hakkında şu açıklamayı yapmıştır:

«Madde 23.1 yalnızca belirli ihlal durumlarıyla ilgili değildir. İkili nitelikte genel bir sorumluluk öngörür. İlk olarak, tüm Üyelere, bir Dünya Ticaret Örgütü tutarsızlığının giderilmesini istediklerinde Uyuşmazlık Çözüm Anlaşması’nda belirtilen çok taraflı sürece “başvurmak” [have recourse to] zorunluluğu getirir. Bu koşullar altında, Üyeler, özellikle Dünya Ticaret Örgütü hak ve yükümlülüklerinin tek taraflı olarak uygulanması sistemi olmak üzere, diğer tüm sistemlerin dışlanmasıyla Uyuşmazlık Çözüm Anlaşması’nın uyuşmazlık çözüm sistemine başvurmak zorundadır. Bu, “münhasır uyuşmazlık çözüm hükmü” [exclusive dispute resolution clause] olarak adlandırılabilecek, Üyelerin Uyuşmazlık Çözüm Anlaşması kapsamındaki hak ve yükümlülüklerinin önemli bir yeni unsurudur. İkinci olarak, madde 23.1 ayrıca Üyelerin, Uyuşmazlık Çözüm Anlaşması’ndaki uyuşmazlık çözüm sistemine başvurduklarında, Uyuşmazlık Çözüm Anlaşması’nda belirtilen kurallara ve prosedürlere “uymak” [abide by] zorunda olduklarını öngörür. Madde 23.1 kapsamındaki bu ikinci yükümlülük teyit edici niteliktedir: Uyuşmazlık Çözüm Anlaşması’na başvurduklarında Üyeler tüm Uyuşmazlık Çözüm Anlaşması kurallarına ve prosedürlerine uymalıdır.»[4]

Bu nedenle, yalnızca Uyuşmazlık Çözüm Organı tarafından yetkilendirilen ve Muhtırada açıkça öngörülen yaptırımların uygulanabileceği görüşündeyiz. Bu, herhangi bir tek taraflı yaptırım veya misillemenin yasaklanması anlamına gelir.

Bu nedenle, Dünya Ticaret Örgütü’nün anlaşmazlık çözüm kuralları ve prosedürlerinin artık Amerika Birleşik Devletleri tarafından başlatılan genel ticaret savaşı bağlamına uygun olmadığı açıktır. O halde, Dünya Ticaret Örgütü Üyelerinin ihtiyaçlarını karşılamak için hangi seçeneklerin hâlâ harekete geçirilebileceğine bakalım.

1.Hariç Tutulan Yasal Gerekçeler [Excluded Legal Grounds]

A.Meşru müdafaa

Uluslararası kamu hukukunda meşru müdafaa [self-defence], Birleşmiş Milletler (BM) Şartı’nın 51. maddesinde temellendirilmiştir.

“Madde 51: Mevcut Antlaşma’daki hiçbir hüküm, Birleşmiş Milletler Üyelerinden birine karşı silahlı bir saldırı olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliği korumak için gerekli önlemleri alana kadar, bireysel (solo) veya kolektif meşru müdafaa hakkını zedelemez. Üyeler tarafından bu meşru müdafaa hakkının kullanımı sırasında alınan önlemler derhal (BM) Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Güvenlik Konseyi’nin mevcut Antlaşma uyarınca uluslararası barış ve güvenliği korumak veya yeniden sağlamak için gerekli gördüğü her an eylemde bulunma yetkisini ve sorumluluğunu hiçbir şekilde etkilemez.”

Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesi uyarınca meşru müdafaa hakkının yasal olarak kullanılabilmesi için şu üç ölçütün karşılanması gerekir:

(1) Silahlı saldırı olmalıdır,

(2) Meşru müdafaa amacıyla güç kullanılması gerekli olmalıdır ve

(3) Meşru müdafaa amacıyla güç kullanımı orantılı olmalıdır.

Bugüne kadar hiçbir mahkeme ekonomik zorlayıcı önlemlere yanıt olarak meşru müdafaa çağrısında bulunmamıştır. ‘Silahlı’ [armed] kavramı herhangi bir ekonomik boyutu hariç tutar ve hukuk bilginleri kapsamı konusunda bölünmüş olsa da, henüz hiçbir dava bu konuyu ele almamıştır. Tarihsel olarak, Uluslararası Adalet Divanı meşru müdafaayı, Amerika Birleşik Devletleri’nin bugüne kadarki eylemlerinin ekonomik ve ticari gerçekliğinden çok uzak, askeri bir çağrışım taşıdığı şeklinde tutarlı bir şekilde yorumlamıştır.

Bu iddia özel bir grup tarafından memnuniyetle karşılansa bile, meşru müdafaa konusundaki ikinci zorluk, buna başvurmanın aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri’nin Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın [GATT] XXI. maddesine başvurmasını da haklı çıkaracak olmasıdır; çünkü bu, ciddi uluslararası gerginliklerin varlığını kabul etmek anlamına gelecektir.

B.Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 62. Maddesi

Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin [Vienna Convention on the law of treaties] 62. maddesi “koşulların esaslı şekilde (kökten) değişmesi” [fundamental change of circumstances] ile ilgilidir.

“Madde 62: Koşulların kökten değişmesi

1.Bir antlaşmanın akdedildiği sırada mevcut olan koşullarda meydana gelen ve taraflarca öngörülmeyen temel bir değişiklik, aşağıdaki haller dışında antlaşmayı sona erdirme veya antlaşmadan çekilme gerekçesi olarak ileri sürülemez (dermeyan edemez):

(a) Söz konusu koşulların varlığı, tarafların antlaşmaya bağlı kalma rızasının esaslı bir temelini oluşturuyordu ve

(b) Değişikliğin etkisi, antlaşma uyarınca yerine getirilmesi gereken yükümlülüklerin kapsamını kökten değiştirmektir.

2.Koşullarda esaslı (kökten/temel) bir değişiklik, bir antlaşmayı sona erdirme veya antlaşmadan çekilme gerekçesi olarak ileri sürülemez:

(a) Eğer antlaşma bir sınır belirliyorsa veya

(b) Temel değişiklik, bu değişikliğe başvuran tarafın antlaşma kapsamındaki bir yükümlülüğünü (edimini) veya antlaşmanın diğer herhangi bir tarafına karşı herhangi bir uluslararası yükümlülüğünü (edimini) ihlal etmesinin sonucuysa.

3.Yukarıdaki fıkralar uyarınca, bir taraf, bir antlaşmayı sona erdirme veya antlaşmadan çekilme gerekçesi olarak koşullardaki temel bir değişikliği ileri sürebilirse, aynı zamanda bu değişikliği antlaşmanın yürürlüğünü askıya alma gerekçesi olarak da ileri sürebilir.”

Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun [International Law Commission-ILC] Devletlerin Sorumluluğu hakkındaki taslak maddelere ilişkin yorumları göz önünde bulundurulduğunda, bu, zorunluluk bahanesine eşdeğer olarak kabul edilebilir (bu konuda aşağıya bakınız)[5]. Amerika Birleşik Devletleri tarifelerinin karşı önlemlere yol açan ilk koşulları temelden değiştireceği iddia edilebilse bile, yanıtımızın gerekçesini bu temele dayandırmanın uygun olmayacağını düşünüyoruz.

Öte yandan, Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 62. maddesine başvurulması, Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı Dünya Ticaret Örgütü Anlaşması’nın feshedilmesinin önünü açmaktadır ki bu da hiç de arzu edilir bir durum değildir.

Öte yandan, üçüncü fıkra bir anlaşmanın askıya alınmasına yetki verse de, bu askıya almanın zorunlu olarak tüm anlaşmalara mı uygulanması gerektiği yoksa yalnızca kısmi mi olabileceği konusunda sorular mevcuttur[6].

II.«Zorunluluk» iddiası (état de nécessité) veya «zorunluluk bahanesi» [excuse of necessity] A.«Zorunluluk iddiası» [plea of necessity] nedir?

Uluslararası Hukuk Sözleşmesi’ne göre, «“zorunluluk” (état de nécessité) terimi, bir Devletin, ciddi ve yakın bir tehlikeyle tehdit edilen temel bir çıkarını korumasının tek yolunun, o an için, daha az öneme veya aciliyete sahip başka bir uluslararası yükümlülüğü yerine getirmemek olduğu istisnai durumları belirtmek için kullanılır».

Bu, içtihat hukukunda yaygın olarak yerleşmiş olan uluslararası kamu hukukunun geleneksel bir ilkesidir[7]. O zamandan beri, zorunluluk halinin kanunlaştırılması girişimi, Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun Devlet sorumluluğu hakkındaki taslak maddelerinin 25. maddesinde yer almaktadır:

“Madde 25: Zorunluluk

1.Bir Devlet, uluslararası bir yükümlülüğüne uymayan bir eylemin hukuka aykırılığını ortadan kaldırmak için zorunluluk gerekçesini ileri süremez, ancak eylem aşağıdaki koşulları karşılıyorsa bu zorunluluk öne sürülebilir:

(a) Devletin, önemli bir çıkarı ciddi ve yakın bir tehlikeye karşı korumasının tek yoludur ve

(b) Yükümlülüğün bulunduğu Devlet veya Devletlerin ya da uluslararası toplumun bir bütün olarak temel bir çıkarını ciddi biçimde zedelemez.

2.Her hâlükârda, bir Devlet, aşağıdaki durumlarda hukuka aykırılığı ortadan kaldırmak için zorunluluk gerekçesini ileri süremez:

(a) Söz konusu uluslararası yükümlülük, zorunluluk iddiasında bulunma olasılığını dışlıyorsa veya

(b) Devlet, zorunluluk durumuna katkıda bulunmuşsa.”

Amerika Birleşik Devletleri tarafından uygulanacak tarifelerin düzeyi ve kapsamı açısından, hükümetlerin harekete geçmemesi halinde, Dünya Ticaret Örgütü Üyelerinin ekonomilerinin ciddi ve yakın bir tehlike [madde 25.1(a) anlamında] içinde bulunacağını ve Uyuşmazlık Çözüm Organı’nın yaptırımların kabulünü onaylamasını beklemeden mümkün olduğunca çabuk hareket etmenin ülkelerinin çıkarları açısından ‘zorunlu’ olduğunu düşünebiliriz.

B.“Zorunluluk olmayan iddia” [not the plea of necessity] nedir?

Bize öyle geliyor ki, böyle bir gerekçelendirmenin terminolojik bir açıklamayı gerektirdiği kanaatinde olduğumuz için, “zorunluluk iddiasının” ne olmadığını belirtmek ilginç olacaktır.

“Zorunluluk iddiası” bir misilleme veya karşı önlem değildir. Bu tür önlemler, hâlihazırda gerçekleşmiş olan uluslararası hukuk ihlallerini (Dünya Ticaret Örgütü bağlamında, Dünya Ticaret Örgütü anlaşmalarıyla uyumsuz önlemleri cezalandırmak) cezalandırmak için tasarlanmıştır. Zorunluluk iddiası, önlemlere değil, istisnai koşullara, Dünya Ticaret Örgütü Üyelerinin ekonomisinin karşı karşıya olduğu ciddi ve yakın bir tehlikeye yanıt vermeyi mümkün kılar. Bu bağlamda, hükümetin ek tarifelerini yasal olarak haklı çıkarabileceğini düşünüyoruz, çünkü Amerika Birleşik Devletleri tarifelerinin apaçık tutarsızlığına rağmen, artık bir yaptırım benimsemek değil, ciddi ve yakın bir tehlikeyle yüzleşmek söz konusudur.

C.Ticaret hukukunda zorunluluk iddiasının uygulanması [application of the plea of necessity in trade law]

Bizim iddiamız, Amerika Birleşik Devletleri tarafından uygulanan tarifelerin, diğer Üyelerin kendi temel çıkarlarını ciddi ve yakın bir tehlikeye karşı korumalarını gerekli kılan koşullar yarattığıdır.

Soru, uluslararası kamu hukukunun genel ilkelerinin ve örf ve adet kurallarının uluslararası ekonomi hukukunun özel alanına uygulanıp uygulanmadığıdır[8]. Zorunluluk iddiasının Dünya Ticaret Örgütü Hukuku’nda yer bulduğuna şüphe yoktur.

İddianın geçerliliğinin dört koşulundan biri, bir devletin, ortadan kaldırılan uluslararası yükümlülüğün zorunluluğu ileri sürme olanağını ortadan kaldırması halinde, zorunluluğu bir eylemin hukuka aykırılığını ortadan kaldırma gerekçesi olarak ileri süremeyeceğidir.

Dünya Ticaret Örgütü Hukuku, zorunluluk iddiasını ileri sürme olasılığını dışlamaz. Ancak tek ikilem, Dünya Ticaret Örgütü Anlaşmalarının belirli hükümlerinin [Madde XXI, Koruma Anlaşması…] genel ilkeden sapacak bir lex specialis[9] biçimi oluşturup oluşturmadığını belirlemektir, çünkü bu hükümler bir bakıma aynı ruha sahiptir: temel çıkarları ticaretin etkilerine karşı geçici olarak korumak.

Bu noktada, zorunluluk iddiasının, özellikle Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması [GATT] madde XXI ile Hizmetlerde Ticaret Genel Anlaşması [General Agreement on Trade in Services-GATS] madde XIV’te bulunan ulusal güvenlik istisnasından farklı olduğunu düşünüyoruz. Güvenlik istisnası, ticaret yapan bir Devlet tarafından, “temel güvenlik çıkarları” [essential security interests] tehlikedeyse ileri sürülebilir. Dünya Ticaret Örgütü Hukuku’nda, genellikle her Üyenin, temel güvenlik çıkarları olarak gördüğü şeyi tanımlaması bırakılır. Ancak, Rusya-Transit Trafiği (2019) kararında belirtildiği gibi:

Bir Üyenin belirli endişeleri ‘temel güvenlik çıkarları’ olarak belirleme takdir yetkisi, madde XXI(b-iii)’ü iyi niyetle yorumlama ve uygulama yükümlülüğü ile sınırlıdır.[10]

Madde XXI, ticaret yükümlülüklerini atlatmak için bir araç olmamalıdır. Rusya-Transit davasında heyet, bir Üyenin ticaret çıkarlarını ‘temel güvenlik çıkarları’ olarak yeniden etiketlemesi gerektiğinde ısrar etmiştir. Van den Bossche ve Zdouc’un (da) zekice özetlediği gibi:

(…) uluslararası ilişkilerde bir ‘acil durum’ [emergency in international relations] silahlı çatışmadan veya hukuk ve düzenin bozulmasından ne kadar uzaklaştırılırsa, söz konusu ‘temel güvenlik çıkarlarının’ ifade edilmesinde gereken özgüllük de o kadar artar.[11]

Zorunluluk iddiasını kullanmak için, bir Devlet, uluslararası örf ve adet hukuku marifetiyle geliştirilen ve Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun Devlet sorumluluğu hakkındaki taslak maddelerinin 25. maddesinde kanunlaştırılan koşulları karşılamalıdır. Bu koşullar, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması’nın XXI. maddesi ile Hizmetlerde Ticaret Genel Anlaşması’nın XIV. maddesi altında belirlenenlerden farklıdır. Bu nedenle, ulusal güvenlik istisnasının zorunluluk bahanesi/mazereti karşısında bir lex specialis oluşturduğunu düşünmüyoruz. Ancak, Koruma Anlaşması ile ilgili durum belirsizliğini korumaktadır.

Sonuç

Zorunluluk iddiası/savunması bize göre en iyi hukuki araçtır. Zorunluluk iddiasının, Amerika Birleşik Devletleri tarafından alınan önlemlere bir yanıt olarak değil, ekonominin içinde bulunduğu duruma bir yanıt olarak görülmesi gerektiği vurgulanmalıdır. Bu nedenle, Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı misilleme veya karşı önlem alma meselesi olmayacaktır. Burada, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması/Dünya Ticaret Örgütü tarihinde benzeri görülmemiş şekilde uygulanan yüksek vergi düzeyi ve kapsamı, Dünya Ticaret Örgütü Üyelerinin ciddi ve yakın bir tehlikeyle karşı karşıya olan ekonomilerini kurtarmalarını gerekli kılmaktadır.

Dahası, siyasi anlatıyı zorunluluk etrafında inşa etmek, vatandaşlar ve politika yapıcılar için oldukça anlaşılır bir durumdur. Bu yaklaşım ayrıca, Dünya Ticaret Örgütü Hukuku’nda daha önce hiç tartışılmamış tamamen yeni bir yasal argüman sunar. Bu yaklaşım, Üyenin kurallara dayalı çok taraflı bir ticaret sistemine olan bağlılığını korumak için yeterince sağlam bir siyasi anlatı ve yasal argüman sunuyor gibi görünmektedir.

[1]Bu, Amerika Birleşik Devletleri’nin 2018 yılında çelik ve alüminyuma uygulanan Amerikan tarifelerine yanıt olarak Kanada’nın aldığı önlemlerle ilgili yaptığı şeydir. Bkz. “Canada-Additional Duties on Certain Products from the United States-Request for the establishment of a panel by the United States WT/DS557/2”.

[2]Uluslararası Hukuk Komisyonu, sayfa 128.

[3]Çevirenin Notu: “Per se sözcüğü, tam anlamıyla ‘kendi başına’, ‘kendi içinde’ veya ‘kendisinin’ anlamına gelen bir Latince kavramdır. Bu, bir şeyi kendi bağlamından çıkarıp kendi başına tanımlamak anlamına gelir. Günlük konuşmada sıklıkla yanlış kullanılır. [Sohbetlerde kullanılan bir moda sözcük haline gelmiştir.] İnsanların fikirler arasındaki boşlukları doldurmasının bir yoludur.”

[4]US – Section 301 Trade Act, WT/DS152/R para 7.43See also, US – Countervailing measures on certain EC products, WT/DS212/AB/R para 6.37 and EC – Commercial Vessels, WT/DS301/R para 7.198.

[5]Uluslararası Hukuk Komisyonu, sayfa 83.

[6]Bu tür sorular, yanıt vermeyen bir Dünya Ticaret Örgütü Heyeti önünde gündeme getirilmiştir. Bkz. “US – Section 301 Trade Act, WT/DS152/R para 4.74”.

[7] Gabcíkovo-Nagymaros Project (see footnote 27 above), pp.40-41, paras. 51–52; Fisheries Jurisdiction (Spain v. Canada), Jurisdiction of the Court, Judgment, I.C.J. Reports 1998, p.432; Russian Indemnity case UNRIAA, vol. XI (Sales No:61.V.4), p.421, at p.443(1912)… İlgili emsal kararların daha ayrıntılı bir listesi için Uluslararası Hukuk Komisyonu sayfa 80 ve devamına bakınız.

[8]Andimariam. Bölüm 10.

[9]Çevirenin Notu: “Lex specialis doktrini, aynı zamanda generalia specialibus non derogant (yani “genel, özelden sapmaz”) olarak da anılır ve aynı olgusal durumu düzenleyen iki yasa varsa, özel bir konuyu düzenleyen yasanın (lex specialis), yalnızca genel konuları düzenleyen yasayı (lex generalis) geçersiz kılacağını belirtir.”

[10]Fıkra (paragraf) 7.132.

[11]Van Den Bossche and Zdouc (2022), sayfa 678.

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.