Uluslararası Hukukun Aşınması

Tekrarlayan ihlaller ve uluslararası hukukun uygulanmaması (recurring breaches and non-enforcement of international law), Birleşmiş Milletler (BM) Sözleşmesi’nin (United Nations Charter) kabul edilmesinden ve günümüzde de varlığını sürdüren II. Dünya Savaşı sonrası hukuk düzeninin kurulmasından bu yana devam etmektedir. Akademisyenler, BM Sözleşmesi’nin 2.4. no.lu maddesine defalarca ölüm fermanları vermiş ve bu hukuk sisteminin ve kurumlarının zayıflıkları hakkında temel sorular ortaya atmış, hatta uluslararası hukukun gerçekten hukuk olarak kabul edilip edilemeyeceğini sorgulamışlardır. Dolayısıyla, mevcut küresel olaylar göz önüne alındığında, uluslararası hukukun ihlalleri ve uygulanmaması konusunda çok az şeyin değiştiğini söylemek üzücüdür.

Uluslararası ilişkilerde yeni olan ve uluslararası hukukun yapısını daha da temelden zorlayan şey, Devletlerin uluslararası hukuka yönelik mevcut tutumudur. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Michael O’Flaherty’nin yakın zamanda gözlemlediği[1] gibi:

“Son yıllarda standartlardan uzaklaşıldığını, ‘Standartları beğenmiyorsam, bana uygulanmaz’ demeye istekli olunduğunu gördük (…) Hükümetiniz kötü şeyler yapıyor olabilir, ancak yine de sizi kötü şeyler yapmadığına ikna etmek için her türlü çabayı gösterecektir. Ve bugün, ‘Evet, kötü şeyler yapıyoruz. Ve bunun nedeni, bunun bizim seçimimiz olmasıdır. Bu, şu anda ihtiyacımız olan şey’ demeleri de aynı derecede olasıdır.”

‘Tutum’ (attitude), bir şey hakkında düşünme veya hissetme biçimini ifade eder ve sıklıkla davranışa yansır. Ulusal hukukta, düşünceler ve duygular hukukun ve kurumların otoritesini aşındırmaz. Elbette, yeni hükümetler ve yasama organları fikirleri ve duyguları hukuka dönüştürür, ancak bunu yerleşik yasal prosedürler aracılığıyla yaparlar. Bu şekilde, ‘tutumlar’ yeni yasaları etkiler ve bu sayede belirli değerleri ve ilkeleri aşındırabilirler. Ancak, ulusal hukukun otoritesi ve meşruiyeti yalnızca tutumların değişmesiyle zayıflatılmaz.

Ancak uluslararası hukukta tutum, normları şekillendirmede, uluslararası kurumların kullanımını etkilemede ve hukukun otoritesini belirlemede önemli ölçüde farklı bir rol oynar. Devletlerin ne düşündüğü, örf ve adet uluslararası hukukunun oluşumunda önemli bir faktördür. Opinio juris, yani bir uygulamanın yasal olarak gerekli olduğuna dair inanç, Devlet tutumları ve algıları marifetiyle şekillendirilir. Dahası, uluslararası yasal yükümlülüklerin temeli olan rıza, atılan tweet’ler, kamusal açıklamalar ve hatta telefon görüşmeleri dâhil olmak üzere çeşitli yollarla ifade edilebilir. Bu, dili uluslararası hukukun kritik bir unsuru haline getirir. Aslında, uluslararası hukuk temelde kelimelere ve tutumlara bağlıdır.

Uluslararası Adalet Divanı’na (International Court of Justice) göre, Devletlerin eylemlerinden çok tutumları, yasal normların geçerliliğinin gücünü veya zayıflığını belirler. Uluslararası hukukun tekrarlanan ihlalleri sorununu ele alan Uluslararası Adalet Divanı, Nikaragua davasında şunları belirtmiştir:

“Bir Devlet, tanınmış bir kuralla ilk bakışta bağdaşmayan bir şekilde hareket ederse, ancak davranışını kuralın kendisinde yer alan istisnalara veya gerekçelere başvurarak savunursa, o zaman Devletin davranışının bu temelde haklı olup olmadığına bakılmaksızın, bu tutumun önemi kuralı zayıflatmaktan ziyade doğrulamaktır”.

Hart’ın gözlemlediği[2] gibi, bir hukuk sistemi ancak ikincil kuralları “görevlileri/memurları tarafından resmi davranışın ortak kamu standartları olarak etkili bir şekilde kabul edilirse” var olabilir (s.116). Bu nedenle, uyum sorusunun ötesinde, uluslararası hukukun uluslararası ilişkilerdeki önemini anlamak için, Devletlerin uluslararası politikada neyin izin verilebilir olduğunu tanımlamak için hâlâ uluslararası hukuk dilini kullanmaya istekli olup olmadıkları sorulmalıdır.

Devletlerin uluslararası hukuka karşı tutumu her zaman dostça olmamıştır. Jens David Ohlin, “Assault on International Law” (Uluslararası Hukuka Saldırı) adlı kitabında[3], devlet yetkilileri, hukuk danışmanları ve akademisyenler tarafından uluslararası hukuku ve uyumunu baltalamak için sarf edilen ortak çabaları göstermektedir. Ancak, kişisel çıkarlar eliyle yönlendirilen bu saldırılar belirli normları ve kurumları hedef almıştır. Oyunun belirli kurallarına itiraz etmek ile oyunu bir bütün olarak oynamayı reddetmek arasında temel bir fark vardır ve Ohlin’in ele aldığı örnekler çoğunlukla ilk tutumu örneklese de, son gelişmeler uluslararası hukuk sistemini bütünüyle göz ardı etme yönünde artan bir eğilimi vurgulamaktadır. Mevcut küresel olaylara bakıldığında, bazı güçlü Devletlerin uluslararası hukuka karşı genel tutumu hiç bu kadar kötü olmamıştı. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Trump’a göre, “Ülkesini kurtaran hiçbir yasayı ihlal etmez.”[4] Bunu son açıklamaları ve anlatısı bağlamında okuduğumuzda, Trump’ın ülkeyi kurtarmayı haklı çıkaran eylemlerden bahsederken “Devletlerin Uluslararası Haksız Eylemler İçin Sorumluluğu Hakkındaki Hükümler” (Articles on Responsibility of States for Internationally Wrongful Acts-ARSIWA)[5] kapsamında haksızlığı engelleyen koşullara atıfta bulunmadığı sonucuna kolayca varılabilir. Bunun yerine, ulusal çıkarların, ne anlama gelirse gelsin, uluslararası ilişkilerde her türlü eylemi haklı çıkarabileceğini öne sürüyor. Bu gerekçeyle, Grönland’ı ele geçirmek için güç kullanma olasılığını dışlamamış ve diğer komşu ülkeleri tehdit etmiştir.

‘Tutum’ genellikle davranışla eşleşir ve uluslararası hukuk düzenini bir bütün olarak aşındırabilecek olan da bu birleşimdir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (International Criminal Court) karşı yaptırımlar, uluslararası bir örgütü felç etmeyi ve uluslararası hesap verebilirliğe karşı açık bir mesaj göndermeyi amaçlar. Trump’ın Rusya-Ukrayna barış görüşmelerine ilişkin son yaklaşımı, yalnızca Ukrayna’nın değil, aynı zamanda uluslararası hukukun bir bütün olarak konumunu daha da zayıflatmaktadır. Her şeyin menüde olduğu bir müzakereyi destekleyerek, saldırganlık yoluyla toprak ediniminin uluslararası hukuk uyarınca yasak olduğu, tazminat sağlama yükümlülükleri ve uluslararası suçlar için uluslararası cezai sorumluluk olması gerektiği gerçeğini göz ardı ediyoruz. Bu tutum ayrıca, uluslararası suçlar için afların müzakereye açık olduğunu ve insan haklarıyla bağdaşmayan güç paylaşımı düzenlemelerinin kabul edilebileceğini de göstermektedir.

Uluslararası hukuka karşı bu yeni saygısızlık tavrı, uluslararası hukuk ihlalleri için yeni bir saçma gerekçelendirme tavrıyla eşleşmektedir. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığının ardından Fuad Zarbiyev, en dikkat çekici şeyin Putin’in uluslararası hukuka karşı tavrı olduğunu savunmuştur[6]. Zarbiyev, diğer devletlerin uluslararası hukukun diğer ihlalleriyle ilgili olarak kullandığı yalanları ve Rusya’nın Ukrayna’yı işgali durumundaki saçma argümanları birbirinden ayırmaktadır:

“ABD’nin Irak’ta kitle imha silahları geliştirdiği ve bu silahların terör örgütleriyle bağlantıları olduğu yönündeki iddiaları yalandı çünkü bunlar gerçek dışı olsa da gerçeğe odaklanılarak yapılmıştı. Buna karşılık, Rusya’nın Ukrayna’daki soykırım hakkındaki iddiaları saçmalık çünkü gerçeğe en ufak bir dikkat veya kaygı gösterilmeden yapılmıştı. Ancak daha genel olarak, Rusya’nın Ukrayna’nın işgaliyle bağlantılı olarak öne sürdüğü tüm gerekçelerin uluslararası hukuka göre konumlandırıldığını, tıpkı saçmalığın gerçeğe göre konumlandırıldığı gibi: uluslararası hukuk oyununun iki tarafında da değiller”.

Zarbiyev bize “birçok gerekçe ve gerekçenin olduğunu… [ve] Putin’in uluslararası hukuki gerekçeler sunduğunu varsaymanın hakaret üstüne hakaret olacağını” hatırlatmaktadır.

Tutum ve davranışlar (attitudes and behaviours) bulaşıcıdır ve bu özellikle güçlü devletlerin eylemleri söz konusu olduğunda geçerlidir. Filozof René Girard’a göre, insanların birbirlerini kopyalama yeteneği bizi diğer hayvanlardan en çok ayıran özellikti[7]. Ona göre, taklit aynı zamanda arzularımızı da açıklar ki, bilinçli veya bilinçsiz olarak başkalarından kopyalanırlar. Girard’ın çalışmasının ardından, Pieter Thiel, Çin ve Amerika Birleşik Devletleri’nin giderek birbirlerinin ‘taklitçi kopyaları’ haline geldiğini iddia etmektedir[8]. Dünyanın bir numaralı gücü olmak için daha da şiddetle rekabet ettikçe ve bu hedefe ulaşmak için birbirlerinin güçlü yönlerini yansıttıkça, kaçınılmaz olarak birbirlerine daha da benzeyeceklerdir ve karşılıklı iticilikleri artacaktır.

Uluslararası hukuka karşı duyarsız tutumun küresel süper güçlerin yaklaşımını karakterize etmesi özellikle endişe vericidir. Uluslararası hukukun devletlerin davranışlarını bilgilendirme kapasitesi aslında büyük ölçüde en güçlü devletlerin uluslararası hukuku gözlemleme ve onunla etkileşim kurma isteğine bağlıdır. ‘Hukuk Kavramı’ kitabında Hart “hiçbir birey diğerlerinden o kadar güçlü değildir ki, işbirliği yapmadan onları kısa bir süreden daha uzun süre egemenlik altına alamaz veya boyun eğdiremez”, “uluslararası yaşamda” “devletlerarasında güç ve kırılganlık açısından büyük farklılıklar” vardır (s.195). “Bireyler arasındaki yaklaşık eşitlik, hem yasal hem de ahlaki yükümlülüğün temeli olan karşılıklı hoşgörü ve uzlaşma sisteminin gerekliliğini açık hale getirirken, uluslararası hukuk birimleri arasındaki eşitsizlik, ona belediye hukukundan çok farklı bir karakter kazandıran ve örgütlü bir zorlayıcı sistem olarak işleyebilme kapasitesini sınırlayan şeylerden biridir” (ibid). Hart’ın uluslararası hukuka yönelik karamsar duruşu iyi bilinse de, Devletlerarasındaki farklılıkların güçlü Devletleri uluslararası kurumlara ve daha genel olarak uluslararası hukuk oyununa dâhil etmeyi gerekli kıldığı gerçeğini inkâr etmek zordur. Bir örnek vermek gerekirse, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin veto yetkisi, uluslararası toplumun makroskobik güç eşitsizliğine rağmen BM projesinin hayatta kalmasını sağlamak için ödemeye razı olduğu bedeldi. Uluslararası hukuk çerçevesinde hareket etmenin, en güçlü olanlar da dâhil olmak üzere her Devletin çıkarına olduğunu iddia ediyoruz. Ancak, Devletlerarasındaki fiili eşitsizlik göz önüne alındığında, bölgesel güçlerin kendi bireysel oyunlarını oynadıkları, evrensel hukuk kurallarından ve ilkelerinden vazgeçtikleri veya bunları görmezden geldikleri bir dünyayı hayal etmek imkânsız değildir.

  1. Dünya Savaşı’nın sonundan bu yana disiplinimiz, bir Devlet eylemlerini uluslararası hukuk açısından haklı çıkarmak zorunda hissettiğinde, bunun önemini göz ardı etmek yerine kabul ettiği inancına dayanıyordu. Uluslararası hukuk bazen yalnızca performatif bir eylem olarak kullanıldı, ancak diğer zamanlarda da uyum, dayanışma ve iş birliği davranışlarını teşvik etmiştir. En önemlisi, kusurlara, zayıflıklara ve çaresizlik anlarına rağmen uluslararası hukukun bozulmamasını sağlamıştır.

Uluslararası hukukçular, uluslararası hukuk ve insan hakları dilini konuşurken uluslararası normları kasıtlı olarak ihlal eden uluslararası aktörlerin ‘ikiyüzlülüğünü’ (hypocrisy) geleneksel olarak eleştirmişlerdir. Ancak, bazı Devletlerin uluslararası hukuka karşı umursamaz tutumunun, her zamanki gibi iş yapmanın daha doğrudan bir yolu olduğuna inanmak bir hata olacaktır. İstenmemesine rağmen, uluslararası hukukun ikiyüzlü kullanımı, uluslararası hukukun dilbilgisini, kategorilerini ve ölçütlerini gelecekteki kullanım için korur ve uluslararası hukukun yetkili bir söylem olarak algılanmaya devam ettiğinin sinyalini verir. Buna karşılık, bazı aktörler tarafından öne sürülen alternatif, ulusal çıkarlara hizmet ediyorsa fiziksel olarak mümkün olan her şeyin kabul edilebilir olduğu bir mantıktan oluşuyor gibi görünmektedir.

Uluslararası hukuka yönelik mevcut tutum, dünya hukuk düzenine yeni ve benzeri görülmemiş bir meydan okuma getirmektedir. Uluslararası ilişkilerde uyuşmazlıkların çözümü için bir temel olarak uluslararası hukuku zayıflatmakta ve uluslararası kurumları, uyumu sağlama ve izleme görevlerinde gereksiz kılmaktadır. 1930’ların tarihi ve Milletler Cemiyeti’nin (League of Nations) sonu, bu tür kuralların ve kurumların sonunun, geçtiğimiz yüzyılda iki kez tanık olduğumuz dehşetleri üretme potansiyeline sahip olduğunu öğretmektedir. Tam da bu sonuncusundan dolayı, tüm Devletler uluslararası hukukun zorbalaştırılmasına karşı tepki göstermeli ve uluslararası hukuku ve kurumları korumak için adım atmalıdır. ABD yaptırımlarına karşı Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni destekleyen 79 Devletin tepkisi[9] ve özellikle ABD, Rusya ve Çin’in itirazlarına[10] rağmen ve özellikle dikkate alındığında Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığını kınayan yakın tarihli BM Genel Kurulu kararı[11] doğru yönde atılmış bir adımdır. Avrupa Devletleri bu konuda daha fazlasını yapmak için güce ve platforma sahiptir ve Küresel Güney, reform konusundaki konuşmanın uluslararası hukuku zayıflatan bir konuşmadan farklı olmasını sağlamada değerli bir ortak olabilir.

[1]<https://www.politico.eu/article/gaza-ukraine-israel-russia-us-jd-vance-michael-oflaherty-council-of-europe-human-rights-chief/>.

[2]“The Concept of Law” başlıklı kitap için bkz. <https://global.oup.com/academic/product/the-concept-of-law-9780199644704?cc=at&lang=en&>.

[3]<https://global.oup.com/academic/product/the-assault-on-international-law-9780199987405?cc=at&lang=en&>.

[4]<https://breakingthenews.net/Article/Trump:-Country-saviors-do-not-violate-law/63545298>.

[5]<https://legal.un.org/ilc/texts/instruments/english/draft_articles/9_6_2001.pdf>.

[6]<https://voelkerrechtsblog.org/of-bullshit-lies-and-demonstrably-rubbish-justifications-in-international-law/>.

[7]<https://criticallegalthinking.com/2023/09/04/mimetic-desire-the-scapegoat-notes-on-the-thought-of-rene-girard/>.

[8]<https://thenewinquiry.com/the-scapegoating-machine/>.

[9]<https://buildingtrust.si/79-states-parties-in-support-of-the-icc/>.

[10]<https://www.bbc.com/news/articles/c7435pnle0go>.

[11]<https://news.un.org/en/story/2025/02/1160456>.

1966 yılında, Gence-Borçalı yöresinden göç etmiş bir ailenin çocuğu olarak Ardahan/Çıldır’da doğdu [merhume Anası (1947-10 Temmuz 2023) Erzurum/Aşkale; merhum Babası ise Ardahan/Çıldır yöresindendir]. 1984 yılında yapılan sınavda Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü kazandı. 1985 yılında Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümüne yatay geçiş yaptı ve 1988’de Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye bölümünü birincilikle, Fakülteyi ise 11’inci olarak bitirdi.
1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin Denver şehrinde yer alan ‘Spring International Language Center’da; 65’inci dönem müdavimi olarak 2008-2009 döneminde Milli Güvenlik Akademisi’nde (MGA) eğitim gördü ve MGA’dan dereceyle mezun oldu. MGA eğitimi esnasında ‘Sınır Aşan Sular Meselesi’, ‘Petrol Sorunu’ gibi önemli başlıklarda bilimsel çalışmalar yaptı.
Türkiye’de Yatırımların ve İstihdamın Durumu ve Mevcut Ortamın İyileştirilmesine İlişkin Öneriler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü);
Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Yaşanan Sorunlar ve Alınması Gereken Önlemler (Maliye Hesap Uzmanları Vakfı Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü, Sevinç Akbulak ile birlikte);
Kayıp Yıllar: Türkiye’de 1980’li Yıllardan Bu Yana Kamu Borçlanma Politikaları ve Bankacılık Sektörüne Etkileri (Bankalar Yeminli Murakıpları Vakfı Eser Yarışması, Övgüye Değer Ödülü, Emre Kavaklı ve Ayça Tokmak ile birlikte);
Türkiye’de Sermaye Piyasası Araçları ve Halka Açık Anonim Şirketler (Sevinç Akbulak ile birlikte) ve Türkiye’de Reel ve Mali Sektör: Genel Durum, Sorunlar ve Öneriler (Sevinç Akbulak ile birlikte) başlıklı kitapları yayımlanmıştır.
Anonim Şirketlerde Kâr Dağıtımı Esasları ve Yedek Akçeler (Bilgi Toplumunda Hukuk, Ünal TEKİNALP’e Armağan, Cilt I; 2003), Anonim Şirketlerin Halka Açılması (Muğla Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Tartışma Tebliğleri Serisi II; 2004) ile Prof. Dr. Saim ÜSTÜNDAĞ’a Vefa Andacı (2020), Cilt II, Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler (2021), Prof. Dr. Saim Üstündağ’a İthafen İlmi Makaleler II (2021), Sosyal Bilimlerde Güncel Gelişmeler (2021), Ticari İşletme Hukuku Fasikülü (2022), Ticari Mevzuat Notları (2022), Bilimsel Araştırmalar (2022), Hukuki İncelemeler (2023), Prof. Dr. Saim Üstündağ Adına Seçme Yazılar (2024), Hukuka Giriş (2024) başlıklı kitapların bazı bölümlerinin de yazarıdır.
1992 yılından beri Türkiye’de yayımlanan otuza yakın Dergi, Gazete ve Blog’da 2 bin 500’ü aşan Telif Makale ve Telif Yazı ile tamamı İngilizceden olmak üzere Türkçe Derleme ve Türkçe Çevirisi yayımlanmıştır.
1988 yılında intisap ettiği Sermaye Piyasası Kurulu’nda (SPK) uzman yardımcısı, uzman (yeterlik sınavı üçüncüsü), başuzman, daire başkanı ve başkanlık danışmanı; Özelleştirme İdaresi Başkanlığı GSM 1800 Lisansları Değerleme Komisyonunda üye olarak görev yapmış, ayrıca Vergi Konseyi’nin bazı alt çalışma gruplarında (Menkul Sermaye İratları ve Değer Artış Kazançları; Kayıt Dışı Ekonomi; Özkaynakların Güçlendirilmesi) yer almış olup; halen başuzman unvanıyla SPK’da çalışmaktadır.
Hayatı dosdoğru yaşamak ve çalışkanlık vazgeçilmez ilkeleridir. Ülkesi ‘Türkiye Cumhuriyeti’ her şeyin üstündedir.